kafatasçılar küfür etmesin diye bir etnik kimliğin ismini yasaklamak kulağa pek hoş gelmiyor; ama ırkçı söylemlere ve yaptırımlara ciddi cezalar uygulanması caydırıcı bir yaklaşım olurdu.
romantic modernized version ile insana gereğinden fazla umut aşılayan, sonra göt gibi ortada kaldığında da pek teselli etmeyen müzik şaheseri... ayrıca biliyorum klasik müzik için yaratılmış değilim.
şimdi bu adamın bu tuhaf söylemi üzerinden başlayacaklar milleti, seçmeni aşağılamaya. makarna, kömür, cahil, koyun döngüsüne. çok tatlısınız çocuklar ama bu kadarı kafi.
tuhaf, saçma, acınası söylem. amma velakin ne demiş atalar nur içinde yatalar:
bazen bazı insanların bazı problemleri olur... bunları çözmek için bazı çözümler üretirler. bu bazı zamanlarda bazı insanlar çok iyi olamayabilir. ya da ben bu aralar çok fazla amerikan dizisi seyrediyorum...
hayatım boyunca duyduğum, gördüğüm en itici ifade. yine de bir tarafım bu söylemi sevmekten kendini alamıyor... aşk denen duygunun gelmişini geçmişini şimdisini... bu nasıl rezil bir şey ki pert olmak diye felaket bir deyişi bile o söyledi diye sevimli kılabiliyor...
her an kırılabilecek bir şeyi sever gibi. uzaktan uzaktan. ciğerci vitrinine burnunu dayamış bir sokak kedisi gibi, bakmaya doyamayarak. nasıl uzatırım ellerimi sana hiç bilmiyorum. konuşsam duyar mısın? ağlasam, gözyaşlarım bir şeyler anlatabilir mi sana? bir yangını sever gibi. külünü dumanına katıp yanıklarımla güle oynaya, acılarımla ve onlara merhem sürmemek için bulduğum bin bir çeşit bahaneyle. kaybettiğimi ve bulamayacağımı bile bile. seni...
suyun başladığı yerde akmaya başlayan, yönü belirsiz bir yolculuk haliyle. içinde sayısız kırgınlık sakladığım bir sandık taşır gibi omuzlarımda. ne desem az kalacak. belki de abartarak, belki az söyleyerek... ey rüyalarımda bile uzaktan baktığım,
seni seviyorum.
korka korka. utana sıkıla. en haksızlığa uğrayan, kanayan yanlarımla. bir çığ gibi büyüyüşünü seyrederek... nefret etmek istedikçe daha delice severek. anlamasan da. hiç anlamayacak olsan da... seviyorum seni...
sıcakgiller, soğukgiller, ağız yoluyla alınabilen herhangi bir sıvıyı höpürdetmeden tüketemeyen insan ve ben hayatımda hiç kimseye olmadığı kadar gıcığım bu modele.
bunun eğitimle, kültürle, parayla, pulla hiçbir şeyle ilgisi yok çünkü. insan olmakla ilgisi var. ne tür bir gerizekalısın ki bir şeyler içerken çıkardığın o iğrenç seslerin başkalarını hayata küstürecek kadar katlanılmaz olduğunu algılayamıyorsun?
sıcakları "sıcak" diye bahane ediyor, hüüp diye içine çekiyorsun ki bunu da anlayamıyorum, nazikçe üflersin olur biter, ama hadi neyse diyelim.
soğukları höpürdetmenin manası nedir?
bir insan evladı nasıl ve niçin kola içerken höpür höpür, iğrenç sesler çıkarır ki?
millet üstüne, başına ne giyeceğiyle, kıçının başının nasıl göründüğüyle, nasıl daha çok yiyip içebileceğiyle o denli kafayı bozmuş durumda ki artık hiç kimsenin insan gibi davranmakla filan işi kalmamış. ama içinizdeki öküze oha deyin artık ya. yapın bunu.
hiç de özendirici olmayan tablodur. sevgili nenem ve dedem, yaş 70 iş bitmiş. şahsen ben 70 yaşına gelmiş olsam bulunacağım son aktivite manitayı kapıp kafeye gitmek olurdu. yani ne bileyim, o yaşlarda namazla niyazla meşgul olmak akla daha yakın duruyor gibi.
herkes bana bakıyor, herkes benim peşimde, dünyanın en güzel kadını benim, ben bir tanrıçayım çünkü bir çift memem var modunda takılan kadın milletinin hüsnü kuruntusudur o. cinsimden tiksinir hale geldim yemin ederim. adam orda götünden terler aka aka ekmek parası kazanmaya uğraşıyor sen neyin derdindesin. herkes sana bakıyor herkes senin peşinde evet.
alayı bokunda boncuk bulmuşlardan oluşuyormuş hissi uyandıran köy ismi. düşünsenize her sıçtığında bokunda boncuk bulan bir dünya insan! bunun herhangi bir faydası olur mu bilemiyorum ancak atalarımız deyişler ve deyimler konusunda harbi zeki ve espritüelmiş, onu bilir onu söylerim.
yakışıklı olsun, evi olsun, arabası olsun, beni taşıyabilsin, girdiği ortamda dikkat çeksin, bütün kadınlar üstüne atlasın ama kuul takılsın sadece bana baksın, köpeğim olsun, ben ne dersem yapsın falan da filan...
türk kadınının erkek beklentisi, anlayışı, yaklaşımı, algısı bu. sor o hatuna, sende ne var? sen neye sahipsin?
"am-göt-meme."
şöyle de bir gerçek var. bu ciddi ciddi süslü, boyalı, kendini bir halt zanneden kezban takımının kıçını bu denli kaldıran da aciz türk erkeğinin ta kendisidir.
röne, linet'in daha kadınsı daha kaliteli giyinmesine yardım etmek için onu süper lüks bir mağazaya götürür. tezgahtar kız linet'i aşağılayan bakışlarla süzer. linet mahcup olunca röne tezgahtar kıza kahve ve sandviç sipariş eder.
tezgahtar kız: tam karşıda bir kafe var.
röne: (kızı tepeden tırnağa süzüp bakışlarıyla zaten fazlasıyla harcadıktan sonra)
- lütfen benim canımı sıkma ki sırf seni kovmak için burayı satın almak zorunda kalmayayım.
8. sezonla final yaptılar. yerli adaptasyonunu hiç hesaba bile katmıyorum. ama orjinali için bi 8 sezon daha izlerdim diyebilirim.
ırkçı bir ruh hastası değilseniz ve yine de bu filmi izleyip duygulanmıyor hatta bu olan bitenden insanlık adına utanmıyorsanız net bir biçimde "insan değilsiniz" demektir...
cengo'dan sonraki efsane olabilecekken dizinin dandik finalinde aniden aysel'e olan büyük aşkı sönüveren ve de karşısına çıkan ilk kıza yavşayan bir kaypak haline getirilen dizi karakteri. şu aşık adamları ya tam yazın ya da hiç bulaşmayın böyle meselelere.
cengiz diye bir efsane yaratıp finalde kendi yarattığı efsaneyi harcayan senaristleri olan dizi. size hala çok kızgınım çocuklar. hayatım boyunca izlediğim en müthiş, en tutarlı ve saplantılı aşığı çizip, sunup; sonra hiç acımadan bir deniz fenerinin tepesinden ittire ittire kayalıklara attınız...
hans fallada imzalı eser. üslup dostoyevski ayarında, konu zaten başlı başına insanı yıkıma götürebilecek kadar derin. hayatının, ellerinin arasından nasıl kayıp gittiğini anlatan bir ayyaşın romanı...