hristiyan hakimiyetine girdikten sonra yüzbinlerce müslüman'ın katledildiği, geride kalanların ise türlü baskı ve işkencelerle dinlerini değiştirmeye zorlandığı vatanı endülüs için ebu-l beka salih b. şerif'in yazdığı ağıttır.çevirisi bizzat sezai karakoç tarafından yapılmıştır.
endülüs'e mersiye
çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
niçin bunca gurur maldan, mülkten, addan sandan insanoğlu.
oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.
bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
zaman değişmek bilmez kesin ölçülü ve hükümlüdür:
geri döner, paralar sahibinin zırhını, kılıçlar ve kargılar ileri doğru işlemez oldu mu.
zaman bu, ona ne kılınç kını dayanır, ne meşhur kaleleri sultanların.
kınlar eskir, kaleler çürür, o kaleler dünyanın en sarp yurdu
gımdan olsa da; gımdan, şahin bakışlı ve kartal duruşlu.
nerede, de bana, o taçlı hükümdarları yemen'in?
de bana, onların taçlar içinde bile taç olan taçları ne oldu?
şeddad'ın cennet diyerek kurduğu saraylar ülkesi irem,
sâsaniler'in ebedî sanılan devleti ne oldu?
altınları yığdı yığdı da bir dağ yaptı kârun, hani o dağ?
hani âd, hani adnan, hani kahtan, dünya nimetlerinin köpüren yurdu?
reddi mümkün olmayan bir hâle uğradılar.
bir masal oldu onlar, bir varmış bir yokmuş, bir toz toprak bulutu
o taçlar, o devletler, o mülkler saltanatlar, bir rüyadır artık
her biri, hayalden geçen gölge gibi, zamandan geçip durdu.
gün oldu, zaman denen yaman er, sağa döndü dara'yı uçurdu bir vuruşta;
sola döndü kisra'yı. kisra'yı ne takı, ne sarayı kurtarabildi, korudu.
saltanatının yeller esti yerinde yellere hükmeden süleyman'ın;
şiddetinden ötürü sâb denen münzirse, don vurmuş ağaçlayın kurudu
zamanın fâciaları çeşit çeşit türlü türlüdür: o ne zengin fâcia bezirgânı!
iki burçlu bir kaleyse o, sevinç bir burcu, hüzün bir burcu.
her fâciayı unutmak mümkün, olup biten bütün bunları unutmak olabilir
ama islâm'ın başına geleni avutacak ne bir neşe olabilir, ne unutturacak bir korku.
endülüs'e öyle bir felâket çöktü ki, yok bir eşi.
dehşetinden medine'de uhud, necid'deki şehlan dağları yerinden oynadı,
bir deprem ki, yer yarıldı arz boyu.
ah! yarımadada islâm'a göz değdi, yağdı belâ yağmur gibi.
şimdi o canım endülüs şehirlerinde, islâm'ın ne namı var ne nişanı;
sanki hiç olmamıştı, sanki baştanberi yoktu.
belensiye'ye bir sor, mürsiye'nin hali nicedir?
şâtibe'nin başına gelenler? ceyyan ne oldu?
toprağı buram buram bilgi tüten kurtuba.
bilginlerinin adı ta uzaklarda çınlayan kurtuba'ya ne oldu?
nerede hıms'ın o ışıklı, o aydınlık bahçeleri, güneşi tazeleyen bahçeleri.
tükendi mi çılgın çılgın akan şeker gibi tatlı nehirlerinin suyu?
endülüs binasının temelinde birer köşe taşıydı bunlar
bu güzelim vatan köşeleri kül haline geldikten sonra yaşamak boşun boşu,
insan yaşamaya ne borçlu?
yüce islam, yârinden ayrılmış bir genç gibi.
güçlü bir genç gibi, sessiz fakat gözünde gözyaşı dolu.
islâm'dan boşalıp inkâr karanlığıyla dolan
endülüs için, ulu islam, karalar bağladı, gece gündüz yas tuttu
cami kilisedir artık, hilâl yerine haç asılı
nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan sesi, bir baykuş uğultusu...
mihraplar ki taştandır, minberler ki ağaçtan,
canlı cansız ne varsa bu hâle inledi durdu.
ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere dedikodulara batmış kişi!
sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek uyku!
ey göğsünü gererek "benim ülkem, saltanatım" diyen, kurumundan geçilmiyenler!
siz hıms'ı gördünüz mü? hıms'tan sonra hangi vatan verir insana vatan fikrini, duygusunu?
endülüsün başına gelen felâket tarihin bütün felâketlerini unutturdu;
ama dünya durdukça unutulmayacak, yâd edilecek bir felâkettir bu!
ve siz ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan,
yay gibi gergin arap atlarının üstüne kurulu
süvariler! ve siz savaşın karanlığı toz dumanı içinde
pırıl pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!
ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,
saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz bir ömür boyu!
endülüs'ten, endülüs'ün zavallı halkından var mı haberiniz?
her yer, onların felâketini duydu, sizin kulağınız sağır, gözünüz kör, kalpleriniz mefluç mu?
ölen asker, esir kadın, ufuklara bakıp bizden
imdat ummuş beklemişti, son ana dek. hiç düşündünüz mü bunu?
onların sesi, insan olanın yüreğini eritirken,
siz müslümanlar, onların kardeşi, kayıtsız, halinden memnun ve haz maymunu!
yürekli, utanan, alçalmaktan korkan, kardeş için can veren kimse kalmadı mı yeryüzünde?
hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek kişi yok mu?
dünyanın efendisiydi bu millet, şimdi dünyanın kölesi.
neler çekiyorlar? yüzleri bile tanınmaz hâle geldi. yarabbi ne kaderdir bu!
kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfr ülkesinde uşak.
ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?
alçalışın örtüsü kalın bir gece gibi sarmış dört yanlarını.
başsız, şaşkın, olup bitene hayrette, gözleri büyümüş, bakışları korkulu.
sen de şahit olsaydın benim gibi onların
yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey tanrı kulu.
o hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.
ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
içindeki o meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
kirli yataklarına. haykırışları yırttı gökleri. yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.
daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
eğer o yüreklerde islâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey tanrı dostu.
tom waits'in rain dogs isimli albümünün güzide şarkılarından. sözleri de şöyledir;
sane, sane, they're all insane
the fireman's blind, the conductor's lame
a cincinatti jacket and a sack luck dame
hanging out the window with a bottle full of rain
clap hands, clap hands
clap hands, clap hands
said roar, roar the thunder and the roar
son of a bitch is never comin' back here no more
moon in the window; a bird on the pole
can always find a millionaire to shovel all the coal
clap hands, clap hands
clap hands, clap hands
steam, steam a hundred bad dreams
goin' up to harlem with a pistol in his jeans
a fifty dollar bill inside a palladin's hat
and nobody's sure where mr. knickerbocker's at
repeat second verse shine, shine a roosevelt dime
all the way to baltimore and runnin' out of time
salvation army seemed to wind up in the hole
they all went to heaven in the little row boat
clap hands, clap hands
clap hands, clap hands
efenim bendenizin senler seneler önce yaptığı hata. hoşlanılan çocukla bir türlü msnde aynı anda online olamadığımızdan birbirimize sürekli çevrimdışı ileti gönderiyoruz. bendeniz bir gün dayanamayıp çocuğa;
-emre ben seni bir türlü yalayamıyorum yaa *
(yukarıda kasıt, emre ben seni bir türlü yakalayamıyorum yaa olacaktır.)
ve gelen cevap;
-lekelimelek, sen beni ne yapamıyorsun *
ardından yazılan yüzlerce özür mesajı. *
bu ev türkiye'de var olunca tuhaf karşılıyorum ben. tamam dört bir yan camilerle dolu olabilir ama evin içinde namaz kılmak için bir namazlık yoksa bunun saygısızlık gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. yanlış da olabilir, bilemedim ben onu.
guy de maupassant tarafından yazılan ve bir adamın hayatına aniden giren görünmez bir elin hikayesini anlatan 1987 ve 1988 yıllarında yazılmış iki yarı versiyonu bulunan öykü.
yalnızlığa alışan fakat ayrılıklara bir türlü alışamayan yazar bozuntusu. düşünüyor düşünüyor bu yazı dostları olmadan, okul telaşı olmadan, ders hazırlıkları olmadan nasıl geçirecek... zinhar çıkamıyor işin içinden. dostlar olmadan nasıl başlar sonbahar hiç bilmiyor. tez için uykusuz kalınan geceler, kapı önünde hocalardan gizli içilen sigaralar, sınav zamanı amfi önünde uzanan kuyruk, açık unutulan telefonun çalmasıyla başlayan telaş,en küçk sıkıntıda kapısı çalınan asistanlar, siz olmazsanız toplum düşünmeyi öğrenemez diyen en sevgili hocalar...
okul hayatına veda etmesine bir kaç ay kalmış yazar bozuntusu. bebeğinden önce dünyadan vazgeçen yazar. ''bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm'' diyen karacaoğlanı anlayan yazar. uykusuz ve ağlamaklı gecelerinde yanında uyuyan dostlarını özleyecek olan yazar. sınav zamanı ' uyumak yok ders çalışacağız' diyen yol arkadaşlarına ömrünün sonuna kadar hasret kalacak olan yazar.
ayrılıklara alışmayı öğrenmek zorunda olan yazar. hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmediğine inanmak zorunda olan yazar. çok acı çeken yazar.