4 Mart'taki yönergeden sonra organ nakli izninin çıktığı Hacettepe Üniversitesinde organ nakli ameliyatı olan ve vefat eden şahıstır. Sidik yarışının kurbanı olmuştur,çünkü bu ülkede kimse 2. olmak istemez. Herkesin tek istediği 1. olmaktır.Ameliyattan önce ailesine imzalatılan ansiklopedi kalınlığındaki kağıtlardan sonra ailesi sanırım şu sıralarda morgda geriye kalan evrakları imzalıyordur.Dünya böyle bi yer oldu işte,birileri şanı yürüsün diye kurban edebilir bir başkasını.
sabah 6.30'da uyanıp,kahvaltı ettikten sonra 2 saat koşup sonra dönüp çeviri yapıp,tez yazıp,kitap okuyup,akşam kulağında Roger waters şarkılarıyla yürüyüşe çıkan bir muhteremdir kendisi.
Art arda gelen 4 evlenme teklifini de hiç tereddütsüz kabul etmemiştir, ne mutlu ona ne mutlu...
beni uzun yollara düşürüp ta ki istanbul illerine gelmeme sebep olmuş muhterem. pişman mıyım hayır ama keşke bu kadar kedere salmasaydı beni. o nasıl bir ses,o nasıl bir zarafet. dinleyin, dinletin.
kitaplarını ta ki lisedeyken okumamdan mütevellit neden üniversiteye giderken yanımda götürmemişim diye hayıf hayıf hayıflandığım kitapların yazarıdır.kendisi sayesinde oktay rıfat'ı tanıdım, ne iyi oldu. kitaplarımı düzenlerken rast geldiğim kitaplarını bir daha hevesle ve aşkla okuyorum, ve onun gibi olmak istiyorum, bütün servetimi kitaplara harcamak istiyorum.
hristiyan hakimiyetine girdikten sonra yüzbinlerce müslüman'ın katledildiği, geride kalanların ise türlü baskı ve işkencelerle dinlerini değiştirmeye zorlandığı vatanı endülüs için ebu-l beka salih b. şerif'in yazdığı ağıttır.çevirisi bizzat sezai karakoç tarafından yapılmıştır.
endülüs'e mersiye
çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
niçin bunca gurur maldan, mülkten, addan sandan insanoğlu.
oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.
bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu
zaman değişmek bilmez kesin ölçülü ve hükümlüdür:
geri döner, paralar sahibinin zırhını, kılıçlar ve kargılar ileri doğru işlemez oldu mu.
zaman bu, ona ne kılınç kını dayanır, ne meşhur kaleleri sultanların.
kınlar eskir, kaleler çürür, o kaleler dünyanın en sarp yurdu
gımdan olsa da; gımdan, şahin bakışlı ve kartal duruşlu.
nerede, de bana, o taçlı hükümdarları yemen'in?
de bana, onların taçlar içinde bile taç olan taçları ne oldu?
şeddad'ın cennet diyerek kurduğu saraylar ülkesi irem,
sâsaniler'in ebedî sanılan devleti ne oldu?
altınları yığdı yığdı da bir dağ yaptı kârun, hani o dağ?
hani âd, hani adnan, hani kahtan, dünya nimetlerinin köpüren yurdu?
reddi mümkün olmayan bir hâle uğradılar.
bir masal oldu onlar, bir varmış bir yokmuş, bir toz toprak bulutu
o taçlar, o devletler, o mülkler saltanatlar, bir rüyadır artık
her biri, hayalden geçen gölge gibi, zamandan geçip durdu.
gün oldu, zaman denen yaman er, sağa döndü dara'yı uçurdu bir vuruşta;
sola döndü kisra'yı. kisra'yı ne takı, ne sarayı kurtarabildi, korudu.
saltanatının yeller esti yerinde yellere hükmeden süleyman'ın;
şiddetinden ötürü sâb denen münzirse, don vurmuş ağaçlayın kurudu
zamanın fâciaları çeşit çeşit türlü türlüdür: o ne zengin fâcia bezirgânı!
iki burçlu bir kaleyse o, sevinç bir burcu, hüzün bir burcu.
her fâciayı unutmak mümkün, olup biten bütün bunları unutmak olabilir
ama islâm'ın başına geleni avutacak ne bir neşe olabilir, ne unutturacak bir korku.
endülüs'e öyle bir felâket çöktü ki, yok bir eşi.
dehşetinden medine'de uhud, necid'deki şehlan dağları yerinden oynadı,
bir deprem ki, yer yarıldı arz boyu.
ah! yarımadada islâm'a göz değdi, yağdı belâ yağmur gibi.
şimdi o canım endülüs şehirlerinde, islâm'ın ne namı var ne nişanı;
sanki hiç olmamıştı, sanki baştanberi yoktu.
belensiye'ye bir sor, mürsiye'nin hali nicedir?
şâtibe'nin başına gelenler? ceyyan ne oldu?
toprağı buram buram bilgi tüten kurtuba.
bilginlerinin adı ta uzaklarda çınlayan kurtuba'ya ne oldu?
nerede hıms'ın o ışıklı, o aydınlık bahçeleri, güneşi tazeleyen bahçeleri.
tükendi mi çılgın çılgın akan şeker gibi tatlı nehirlerinin suyu?
endülüs binasının temelinde birer köşe taşıydı bunlar
bu güzelim vatan köşeleri kül haline geldikten sonra yaşamak boşun boşu,
insan yaşamaya ne borçlu?
yüce islam, yârinden ayrılmış bir genç gibi.
güçlü bir genç gibi, sessiz fakat gözünde gözyaşı dolu.
islâm'dan boşalıp inkâr karanlığıyla dolan
endülüs için, ulu islam, karalar bağladı, gece gündüz yas tuttu
cami kilisedir artık, hilâl yerine haç asılı
nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan sesi, bir baykuş uğultusu...
mihraplar ki taştandır, minberler ki ağaçtan,
canlı cansız ne varsa bu hâle inledi durdu.
ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere dedikodulara batmış kişi!
sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek uyku!
ey göğsünü gererek "benim ülkem, saltanatım" diyen, kurumundan geçilmiyenler!
siz hıms'ı gördünüz mü? hıms'tan sonra hangi vatan verir insana vatan fikrini, duygusunu?
endülüsün başına gelen felâket tarihin bütün felâketlerini unutturdu;
ama dünya durdukça unutulmayacak, yâd edilecek bir felâkettir bu!
ve siz ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan,
yay gibi gergin arap atlarının üstüne kurulu
süvariler! ve siz savaşın karanlığı toz dumanı içinde
pırıl pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!
ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,
saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz bir ömür boyu!
endülüs'ten, endülüs'ün zavallı halkından var mı haberiniz?
her yer, onların felâketini duydu, sizin kulağınız sağır, gözünüz kör, kalpleriniz mefluç mu?
ölen asker, esir kadın, ufuklara bakıp bizden
imdat ummuş beklemişti, son ana dek. hiç düşündünüz mü bunu?
onların sesi, insan olanın yüreğini eritirken,
siz müslümanlar, onların kardeşi, kayıtsız, halinden memnun ve haz maymunu!
yürekli, utanan, alçalmaktan korkan, kardeş için can veren kimse kalmadı mı yeryüzünde?
hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek kişi yok mu?
dünyanın efendisiydi bu millet, şimdi dünyanın kölesi.
neler çekiyorlar? yüzleri bile tanınmaz hâle geldi. yarabbi ne kaderdir bu!
kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfr ülkesinde uşak.
ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?
alçalışın örtüsü kalın bir gece gibi sarmış dört yanlarını.
başsız, şaşkın, olup bitene hayrette, gözleri büyümüş, bakışları korkulu.
sen de şahit olsaydın benim gibi onların
yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey tanrı kulu.
o hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.
canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.
ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.
ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu
içindeki o meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip götürdüler.
kirli yataklarına. haykırışları yırttı gökleri. yürekleri parça parça, babalarsa kan kustu.
daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın:
eğer o yüreklerde islâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey tanrı dostu.
üniversiteyi kazandığım ilk yıl yanıma yanından ayırmadığı bir kalemini almıştım.dün çağırıp bak bunu okula giderken yanıma almıştım hiç kaybetmeden sana geri veriyorum kusura bakma o zaman çalındığını sanmıştın sen dedim. o da; canım ablam beni bu kadar sevdiğini hiç bilmiyordum o zamanlar dedi.*
dünyanın neresine gidersem gideyim hep benim kardeşim olduğunu bilmek öyle rahatlatıyorki içimi.canım benim.
uzun süre düşündükten sonra yapılmalı bu eylem, yoksa benim gibi sabaha kadar uyuyamazsınız, tam 3 senedir büyük bir özenle uzattığım saçlarımı ki özen diyorum zira düzleştirici maşa gibi hiç bir ısı oranı yüksek aleti saçıma değdirmedim, dahası envai çeşit yağla beslenmesine yardımcı oldum, sonuçta düm düz upuzun saçlarımı kestirmeye karar verdim, hay aklımı bilmem ne edeyim, son anda kuaförün lekelimelek emin misin bak burdan kesiyorum demesine de, evet evet kes çok sıkıldım artık dedikten sonra önümde 3 ayı nasıl geçireceğimi düşünüp durdum. her gün yıkayıp nemli vaziyetteyken günde 6 kes taramayı düşünüyorum, böyle eskisi kadar olmasa da uzatabilirim belki. siz siz olun, iyice dşünmeden sakın kesitmeyin sakın.
uçurumdan yuvarlanıp giderken sen, ben kimbilir ne yapıyordum.
sesini duymak istiyor fakat bunu yapamıyorum. duyduğum her gitar solosunda sen olsan nasıl bulurdun acaba diye geçiriyorum içimden. her gece değil fakat bazı geceler aklıma geliyorsun, o karanlıkta ne yapıyor olduğunu düşünüyorum, ellerini düşünüyorum.
seni çok özlüyorum.
piyano kafayı çekiyordu
boyunbağım ise uyuşmuş
combo geri döndü new york
müzik dolabı ise kaçmak istedi
halının traş olması lazım
spot ışıkları hapishane kaçkını gibi
çünkü telefon sigarasız kalmış
balkon köşeyi dönmeyi istiyordu
ve piyano kafayı çekiyordu
piyano kafayı çıkıyordu
ve menüler donuyordu
ve fenercinin bir gözü kör
ve diğeriyle de göremiyor
ve piyano akordcusunun bir işitme cihazı var
ve annesiyle çıkageldi
ve piyano kafayı çekiyordu
çünkü koruyucu sumo güreşçisi
sütlü tostun üstünde kremşanti
mal sahibi akıl fukarası
posta kutusu kadar beyni ile
çünkü piyano kafayı çekiyordu
ve garsonu bulamazsın
gayzer sayacıyla bile
ve senden ve arkadaşlarından nefret ediyor kız
ve o olmasa
servis de olmaz
ve bilet ofisini su basmış
ve bar tabureleri yanıyor
ve gazeteler aptal yerine koyuyor
ve küllükler emekliye ayrıldı
ve piyano kafayı çekiyordu
ve piyano kafayı çekiyordu
ben değil, ben değil, ben değil, ben değil, ben değil
tom waits'in rain dogs isimli albümünün güzide şarkılarından. sözleri de şöyledir;
sane, sane, they're all insane
the fireman's blind, the conductor's lame
a cincinatti jacket and a sack luck dame
hanging out the window with a bottle full of rain
clap hands, clap hands
clap hands, clap hands
said roar, roar the thunder and the roar
son of a bitch is never comin' back here no more
moon in the window; a bird on the pole
can always find a millionaire to shovel all the coal
clap hands, clap hands
clap hands, clap hands
steam, steam a hundred bad dreams
goin' up to harlem with a pistol in his jeans
a fifty dollar bill inside a palladin's hat
and nobody's sure where mr. knickerbocker's at
repeat second verse shine, shine a roosevelt dime
all the way to baltimore and runnin' out of time
salvation army seemed to wind up in the hole
they all went to heaven in the little row boat
clap hands, clap hands
clap hands, clap hands
ahmet bozkurt tarafından ilk olarak erzincan'da çıkarılmaya başlanıp ardından orta anadoluda neredeyse her şehirde rahatlıkla bulabiliceğiniz şiir dergisidir.çok iyi şairlerin yazdığı, okunası konular işleyen edebiyatın ve şiirin ağdalı dilini okuyucuya sevdirmiş güzel bir dergiydi, dergiydi diyorum zira maddi sorunlarından dolayı basımı durduruldumuştur.
kendisini sevmemin bir diğer ve en önemli sebebi de ,filistinli 15 yaşındaki bir hayranına yazdığı mektuptur.
" jun 6, 2006
colin,
you're from palestine? how did you find the time to write....given all the trouble you are having with israel? good to hear from you, your sister has good taste, so do you. allow me to formally encourage to write things down, so when you make it you can say, and i can say, i was in your corner all along. thanks for all your kind words, always good to hear from the younger generation telling me i have value and relevance. stay at it colin. lots of great people come from illinois because it's so flat you have to dream up everything, that's what my wife says....she's from there, & lots of presidents are from illinois. ok colin go out there and take the world by the tail, pull it down, wrap it around and put it in your pocket.
kendisinin 20 civarında albümü, oynadığı onlarca film olmakla birlikte bir de fotografci michael o'brien ile birlikte homelessness temali siir ve fotograflardan olusan hard ground isimli bir kitabı vardır. Bukowski okurken bu adamı dinlemenin de farz olduğunu düşünüyorum ayrıca.