bursa. belki yaşamak zorunda olduğunuz ya da yaşamaya alıştığınız şehirlerden biridir. gelirsiniz, alışmaya çalışırsınız belki alışırsınızda yada öyle görünürsünüz. eski rock-city derler ama geriye kalan sadece adliye yada kaymakamlık arkasında takılan birkaç ergendir. kendinizi avutmaya çalışırsınız hala yapacak şeyler yada gidilebilecek yerler var diye. sonra bir bakarsınız hukukçuları yıkmışlar. ardından daha ağır darbeler gelmeye başlar. aldığınız biradan ramazanda sokakta içtiğiniz sigaraya kadar her çeşit tacize uğrarsınız. genede kendi kendinize dersinizki daha kötüleride var en azından bursadayım. sonlara doğru anlamaya başlarsınız her kent aynı ben değişmediğim sürece ya da insanlar değişmediği sürece. ve kendinize sorarsınız bura-sı yaşamaya değer mi değmez mi??
-ya anneeee gene nereye koydun eşyalarımı? hiçbir şey bulamıyorum!
+darmadağındı toparladım bende.
-ya amma anne benim dağınıklığın içinde bi düzenim var. sen toplayınca bulamıyorum aradığımı
+o bıdı bıdı tişörtü arıyodun sen değil mi?
-evet
+sağ 3. sırada kırmızı bıdı bıdının altında!
-...*
mary boleyn'nin ağzından, 8. henry ve anne boleyn arasındaki ilişkiyi anlatan, philippa gregory romanı. 820 sayfa olmasına rağmen hem konunun gerçek ve kurgudan oluşması hem de akıcı ve basit bir dille anlatılması nedeniyle kısa sürede okunabilecek bir kitaptır. insanda o dönemi araştırma ve daha çok öğrenme isteği uyandırır. kitabın sonlarında anne boleyn'in kızı elizabeth'in, artık sıradan bir insan olacağı hatta aragonlu catherine'in kızı mary'den daha önemsiz olacağı ve sonsuza kadar tahtta hak iddia edemeyeceğini anlatan bir bölüm vardır ki çok ironiktir. (bkz: i elizabeth)
ya o benden hoşlanmıyorsa korkusudur. o emin olamama, her harekete ayrı anlamlar yükleme dönemi sancılıdır. bu dönem boyunca kafada bir ton şey kurgulanır. ya söylersem reddederse, ya arkadaşlığımız da biterse, ya söylemezsem ve o da benden hoşlanıyorsa güzel bir şeyi kaçırmış olur muyum? hele bir de karşı ataraf sizi kendine yakın görüp eski kız arkadaşlarından bahsediyorsa ve siz ona nasihat vermek ve teselli etmek durumunda kalıyorsanız işler daha bir karmaşık hal alır. en temizi emin olmaktır. emin olunduğunda yani iki tarafta birbirinden hoşlanıyorsa çoğunlukla işler kendiliğinden gelişir. büyük ihtimal açılmaya bile gerek kalmaz. ama ya olmazsa? ya da ya olursa. *
ilk dakika- çüşşş nasıl yapıcam ben bunu?
sınavın ortaları- sanırım biraz sallayabilirim...
sonlara doğru- güzel oldu galiba ama bir sayfa fazla mı oldu ne?
sonu- oldu lan bu geçtim ben!*
netice- aynı ders üç kere alınır.
bir pazar günü anne ve baban bile dışarı çıkmışken evde yalnız kalmak, telefon rehberini karıştırmak fakat arayacak kimseyi bulamamak, kimsenin de aramaması ve sonucunda tüm pazarı evde yatarak geçirmek.
küçükken dövebileceğimizi düşünerek kavgaya giriştiğimiz ufak tefek çocuğun bizi dövmesi sonucunda ağlayarak uzaklaşırken gururumuza yediremeyerek
-göyüşücez olum!
demektir ki bunun anlamı ise
"ben şimdi eve ağlayarak gidicem anneme şikayet edicem o da gidip senin annene söyleyecek sonrada annen seni dövecek" tir.