hafızayı geliştirmenin en etkin yollarından biri... anlamsız bir ezbercilik karşıtlığıyla karşı karşıyayız... bir çok konuda olduğu gibi ezberciliği de yanlış anladığımız kanaatindeyim.
bilmiyorum anlamına gelen arapça bir cümledir. bir şiirin söyleyeninin bilinmediğini ifade eder. kimi güzel ve veciz beyitler ağızdan ağıza dolaşa dolaşa anonimleşir ve bir nevi darb-ı mesel hâline gelir. böylesi şiirler için "şairini bilmiyorum" anlamında bu tabir kullanılagelmiştir. yani edebiyatımızın en büyük şairidir lâ-edrî...
(bkz: lâ-edriyye)
tıfılcık olarak da çevrilebilecek sözcük. çocuğun anneye bağımlılığı ve zamanla onu sömürmeyi alışkanlık haline getirmesinden dolayı anlam genişlemesiyle asalak anlamında kullanılır olmuştur.
sittin ve sene kelimeleri arapça olup farsça değildir. ebcedle dahi ilgisi yoktur. araplar nedense 60 yerine sittin derler ve farslar buna şast derler.
arapların 60 seneyi çok uzun bir süre olarak kabul etmeleri sıcak iklimlerde emeklilik yaşının 40 civarında olması dolayısıyladır. onlar mezarda emeklilik yerine ba'de sittin sene derler. gündüzlerin uzun olduğu ekvatora yakın bölgelerde günışığından fazla yararlanan araplar, geceleri de sabaha kadar (arapçası ile's-sabah) munasebet-i cinsiyye (sex=six)ile meşgul olmaları münasebetiyle erken yıpranmaları neticesinde memuriyetten erken boşalıp mücamaata muhtelif ahval ve etvarda (possyon) leyl ü nehar devam ederler.
cahil bilmeyen değil; bilmediğini bilmeyendir...bazı cehalet örneği davranışlar vardır ki sıradan insanların harcı değildir... Mehmed Akif'in böylesi durumlara uygun bir sözünü nakledeyim:
"cehaletin bu kadarı tedrisatla olur ancak"
"şehadet-name"de yani "diploma"da görüldüğünde insanı gururlandıran not "aliyyül-a'lâ". yani "pekiyi"..."a'lâ": iyi, "aliyyül-a'lâ": pekiyi... sözü bir fıkra ile bağlayalım: anlayışı kıt, zekası geri bir talebe varmış okulun birinde... bir türlü mezun olamıyormuş, hocaları da bu durumdan hayli muzdarip... kendi aralarında konuşuyorlarmış "ne yapsa ne etsek de şu baş belasından kurtulsak?..." düşünüp taşınmışlar ve bir şekilde mezun etmeye karar vermişler... çağırmışlar ve göstermelik bir imtihandan sonra... "tamam artık mezun oldun" demişler... bizimki merakla sormuş: hocam "a'lâ" ile mi yoksa "aliyyül-a'lâ" ile mi mezun oldum. Hoca cevaben: ne "a'lâ", ne "aliyyül-a'lâ"... sen "s..tir-i def-i belâ" ile mezun oldun demiş.
söylenince ilk olarak hz.ömer'i akıllara getiren kavramdır... ama bir isimden daha söz etmek gerekir bu kavram çerçevesinde: Nuşirevan...Sasani ailesinden adaletiyle nam salmış bir hükümdardır Nuşirevan...hz. peygamber, onun hükümdarlığının son yıllarında doğmuştur. Adalet arayanların sığınağı olan Nuşirevan'ın çok geniş, çok yüsek bir "tâk" yaptırdığı, bu tâka bir zincir taktırdığı ve ucuna da bir çan bağlattığı rivayet edilir. Bu çan aracılığıyla zulme uğrayanlar Nuşirevan'a ulaşmmışlar adaletine sığınmışlardır.
Lehcetulhakayik, Tanzimat dönemi Türk edebiyatının önemli simalarından, Türk Mizah edebiyatının öncülerinden Mehmet Ali Bey'in yazmış olduğu eserin adıdır. Lehcetulhakayik, "Hakikatlerin dili" anlamına gelmekte olup Uludağ Sözlük vb. çalışmaların yani kelimelere mizahi anlamlar vermenin, okuru ters köşeye yatırmanın ilk örneklerindendir. Bu sözlükte yer alan kelimelere örnek:
Dudak:kadınlarda "şeker kutusu"; yaltakçı ve ikiyüzlüde "buhurdan"; âşıkta "fırın"; yaşı geçkin kızda "nefes alacak yer"; yaşlı bekarda "sineklik"; şarkı okuyanda "demir kasa"; alacaklıda "buzhane"; geviş getiren hayvanlarda "kiler"; kuşlarda "gaga".
Aynı sözlükte "nezle" için "Burunların iç tarafındaki koylara mahsus fırtına" anlamı veriliyor...