Leganmeath
0 (düz adam)
altıncı nesil yazar 1 takipçi 0.50 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kardinal napellus

    1.
  1. Gustav Meyrink in okumanızı tavsiye ettiğim, içinde 3 öykü bulunan kitabıdır.
    Bu da sizi etkilesin diye eklendi.

    Bütün hayatımın her tür beklemekten ve yine beklemekten -dinmek bilmez bir tür kanamadan- ibaret olduğunu ve anı hissetmek için bana kalan zamanın saatlere bile vurulamadığını dehşet içinde fark ettim. O zamana dek hayatımın anlamı bellediğim şey bir sabun köpüğü gibi yok oldu gözlerimin önünde. Bakın, dünyada ne gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, bunlar hep yeni bir bekleyişe, yeni bir umuda yol açar; bütün evren doğamamış bir şimdiki zamanın cesedinin saçtığı pis kokuyla dolu. Bir doktorun, bir avukatın, bir memurun bekleme odasında kapıldığımız o sinir bozucu zayıflığı hissetmeyen var mıdır? Bizim hayat dediğimiz şey, ölümün bekleme odasıdır. Birdenbire -o anda- zamanın ne olduğunu kavradım: Biz zamandan yapılma ürünleriz, maddeden oluşmuşa benzeyen ama akıp giden zamandan başka bir şey olmayan bedenleriz.
    J. H. Obereit’ın Zaman Sülüklerini Ziyareti - Sayfa 25
    1 ...
  2. işkence bahçesi

    1.
  3. Ben yeni okudum bu kitabı. Başlarda bir grup elit kesim, birbirleriyle bir şeyleri konuşabilen, eleştiriler yapan,özgür düşünce anlamında belli bir seviyede olan bir takım kesimden bahsediyorum : insanın öldürme içgüdüsünün olduğunu tartışıyorlar,Bunu hayatta belli şeylerle doyuruyoruz falan.Atış yapıyoruz, ava gidiyoruz, oyunlarımız öldürme olan şeyler falan, insanları öldürmeye yatkın yetiştiriyoruz, sonra adam zevkine birini öldürdüğü zaman onu hapse atıyoruz, aslında adaletsizlik gibi düşünceler geziyor. Ama bu çok kısa bir bölüm aslında. Bu tartışan ekipten bir kişi çıkıp , benimde söyliyeceklerim var hatta yazdım diyip bir kitap çıkartıyor. O kitap da işte bu işkence bahçesi. Başlardaki tartışmalar görüşler falan düşünce açısından beni baya tatmin etti. Sonra adam kitabı okumaya başladığında bir süre duraklıyorsunuz. Roman gibi pek düşüncelerin yer almadığı şekilde akıp gidiyor. Ama işlenilen konu sürekli kokuşmuş olanın hayatta galip geldiği. Örneğin bizim eleman politikaya atılıyor, geçmişi çok övgü değer değil ama rakibinin de değil. Rakibinin bu adamdan farkı yaptıklarını saklamaması tersine açığa çıkarması, bütün halk bizim rakibin zamanında hırsızlık yaptığını biliyor mesela. Ama bunu söylemesi dürüstlük varsayılıp adamın hırsızlığını bir anda unutuveriyorlar ve koyu taraftarı oluyorlar * Oldukça gerçekçi aslında. Neyse bunun gibi olaylar geçiyor. Romanın biraz ilerisinde adam bir kadınla tanışıyor, ama bu kadın aşkla ölümün aynı şey olduğuna inanan, kokuşmuşluğun mutlak güzellik ve zevk merkezi olduğunu söyleyip duran bir kadın. Birbirlerine aşık olup, adamın rotasını saptırıyor kadın. Böylelikle Çine gidiyorlar. Kadın orda yaşıyor, Avrupalıların burjuvalıkları saçmalıkları falan bol bol değiniliyor kitapta. Sonra Çinde mükemmel güzellikteki doğa tasvir ediliyor, ve konu işkence bahçesine geliyor. Avrupalıların anlamsız adam öldürmeleri ve Çinlilerin doğanın içinde hayalgücünün ötesinde işkencelerle adam öldürmeleri karşılaştırılıyor. Kadın işkenceleri dehaca bunların hepsinin doğa ile bütünleşik olmasına tanrısal bakıyor. Kendini insan ölümleri karşısında zevke bırakıyor, orgazma kadar giden bir zevk bu. Bizim Avrupalı bunları görünce tabi kalıyor , kokuşmuşluk öyle bir safhadaki iğrenç berbat. Sonra bir doğa tasvir ediliyor, böyle güzel bir şey yok. Tabi o kadar çiçek isimlerini bilmediğiniz ve böyle bir güzellikle karşılaşmadığınız için hayalgücünüz de biraz afallıyor. Yazar bunları kafasında çizip yazdıysa bravo. Psikolojik bir roman yani. Kokuşmuşluğun cinsellikle bağlantıları falan var kitapta. Ben kendi arzularımla pek bağdaştıramadım. Ben de bizim Avrupalı gibi o kokuşmuşlukta, sadece kokuşmuşluk görüyorum. Ama kadın aşk, seks, hayatı görüyor. Güzel yaratılmış karakterler. Sonu da iyi bağlanıyor. Kitabı çok anlattım ama okunması gerek asıl. Düşüncelerinize bir şeyler katacağını düşünüyorum.
    0 ...
  4. © 2025 uludağ sözlük