kaypaklıktır. anneannene dersin ki; "sen sigaranın yerini söyle, zaten 1 tane alacağım. annem getirince de sana 2 tane vereceğim." saf pamuktan yaratılmış uçan melek sana inanır, koordinatları eksiksiz bildirir, ev dolana kadar sen paketi sonuna indirmişsindir. ve hemen ardından kafanda bi kurgu; "4 tane veririm anlamaz!" pis bir bok olduğunu, ayna karşısında da söyle. kendini kendinle tanıştır. bu basit bir örnek. daha fazlasını istemekten de geri durmazsın. başlangıcın homurtusuz olsun ey el, mıyırda al!
- sifonda bozulmuş.
+ biz gullaneyoz, edivemişüzdür.
- olur mu canım, sizi bizi mi var sen de kullanıyorsun, ben de kullanıyorum.
* yok canım, biz yaptık, biz kullanıyoruz.
- yahu baba ben öyle mi dedim allasen?
, ay dede ne ilgisi var? annem diyor ki yani, anneannem biz ettik dedi ya, hepimiz kullanıyoruz diyor. niye alıngan oldun ki şimdi?
* yok yok biz yapmışızdır. zaten akşama kadar inek gibi yiyip içip yatıyoruz, bir şey yaptığımız mı var? bir şeyinize karıştığımız mı var? bi halta yaradığımız mı var?
, yahu dedecim nerden çıkartıyorsun? hem başka ne yapıcaksınız ki, niye böyle yaptın?
* biz yaparız, hep biz yaparız! neyine karışıyorum?
.
.
.
.
sürer..
aslında durup dururken değildir. sen de çok iyi biliyorsun ledzep, dedeciğin, çantanı alıp 3 gündür uğramadığın eve belertmektedir gözlerini. dikkatini çekerim -neyine karışıyorum?-
tanım: durup dururken değildir, vardır bi sebebi, siz bi karıştırın bakalım kendinizi ne haltlar yemişsiniz?
bundan bi çokokrem tüpü kadar alıp, içine elma püresi ve cappy %100 karışık narenciye suyu koyuyorsunuz. sonra etrafında üç kere "oooo pitii pitiii, çay kaşığı sepeti, fincanda sinek kek kek kek" diyip, nil karaibrahimgil'den "kalkıp kek yapmış" parçasını 1556 kere ölülere dinletince yeni yapılmış elma sapınız oluyor.
iş yerlerinde gerçekleşen durumdur. onca farklı iş yerinde çalıştım onca farklı telefona baktım, ama yok her seferinde yutarlar o senin kulağını telefona iyice yaklaştırıp, "bu sefer duyacağım, bu sefer!" diye azmettiğin sorunun cevabını.
şöyle gerçekleşir genelde;
t: telefon
l: ledzep
k.y.: kimliğini yutan kişi
x: patron
t: dilililili dilililili (mutlaka ikinci çalıştan sonra cevap veriniz.)
l: zıkkımın kökünün kökü, buyrun
k.y.: x bey'le görüşebilir miyim?
l: kim arıyordu?
k.y: has...*p...man*
l: anlamadım tekrar eder misiniz? (acı çekiyor, biliyor ki nafile, bir sonrakinde de gerekli doneyi vermeyecek karşıdaki.)
k.y: has...*p...man
l: (yine başaramamış olmanın ezikliğiyle bağlar telefonu.) x bey, kim olduğunu anlamadığım biri arıyor, bağlayayım mı?
x: off yine mi, bağla! (dünya başına yıkıldı sanki, söylediler de anlamadık mı?)
"birisi gelip tüm bunları benim yerime yapacak mı acaba?" diye düşündürür insanı. bir taraftan rahat vermez, kafa sürekli oradadır. başka bir şeyde yaptırtmaz, bir donma anı hakim olur beyninize. "hangisinden başlamalıyım?" sorusunun cevabını bulmak bile, saatlerinizi harcayabilir. bu gibi durumlarda; gerçekten hiçbir şey yapılamaz.
"uykum var, sonra yaparım bunları." diyip yatarsın. vicdan azabından uyuyamaz, döner durursun. *
"dünya yüzeyindeki tüm canlıları türler arası yakınlık ve akrabalık ilişkilerine göre dizsek ve her türün bir örneğini masanın üzerine koysak, insanı nereye koymamız gerektiği şüpheye yer bırakmayacak şekilde çok açıktır. primatlar takımında şempanzelerin yanlarına. yine de yerine bu kadar uygun olmasına rağmen bir şey çok fena şekilde sırıtır, sağında solunda tüylü tüylü hayvanlar varken, bizim homo sapiens sapiens örneğimiz bariz derecede çırılçıplaktır. eğer bizler insan olduğumuzu bir an için unutursak ve bu türü yeni keşfettiğimizi varsayarsak bir çeşit maymun olduğu su götürmez bu canlının en yakın akrabalarından ayırt edici en dikkat çekici özelliği (ilk bakışta) çıplaklığıdır. o halde bu türe çıplak maymun adını vermek uygun olacaktır."
kesinlikle ve kesinlikle, insanlar üzerindeki etkileri kadar önemli, yoğundur.
örneklemek gerekirse;
danaların; etlerinden biftek elde edebilmek için, insanlar tarafından, doğdukları andan itibaren bir alana kapatılır ve hareket etmeleri engellenir. bir dananın yürümeye çalıştığı tek an; mezbahaya götürüldüğü andır. onda da yürümesi, hem imkansızdır hem de, vücudunun ağırlığını bacakları taşıyamadığı için; hayvan sürekli çöker, düşer.
tavukların; görsel seçiminizi teşviken size daha iyi hizmet edebilmeleri için, birbirlerini didikleyip etleri üzerinde herhangi bir iz, yara oluşmasın diye; çıkmaya başladığı anda gagaları kesilir. ve gündüz-gece kavramlarını yok ettiğiniz bu hayvanlar daha çabuk büyüyüp, serpilip önünüze gelebilmek için ya da daha hızlı yumurtlasınlar diye; dış etkiyle sürekli yemlenmeye odaklanırlar. bu; mutasyona uğramış tavuk demektir. ne yediğinizi tekrar gözden geçirmenizi öneririm. kfc'nin enteresan hindi-tavuklarından bahsetmiyorum bile...
domuzlar; tadı daha mükemmel olsun diye canlı canlı kızgın yağa atılır ve bu şekilde öldürüldükten sonra önünüze konur.
aynı şey, canlı canlı kaynar suya atılan ıstakozlar için de geçerlidir.
koyunlar; artık birer evcil hayvandır ve doğal ortamına bıraksanız dahi, yaşamsal aktivitelerini tek başlarına sürdürmeleri olanaksız hale gelmiştir.
şimdi, şöyle bir düşünün; hayvanları öldürmemiz yetmiyormuş gibi bir de tatlarından ve görsel sunumlarından optimal sonuç elde edebilmek için; onları vahşice, acı çektirerek öldürmekten, yaşamsal döngülerini değiştirmekten ve kısıtlamaktan geri durmuyoruz. sebep? tat... basit değil mi peki? acı çeken bir hayvanla, alacağın maksimum 30 dk.'lık tatsal hazzı karşılaştırdığında, bünyende kusma isteği uyanmıyor mu?
ya doğal dengeyi bozarken, gelecekte dünya'nın hayvanlar olmadan, ekolojik dengesini nasıl sürdürebileceği üzerine hiç kafa yordun mu? çoğunuzun sabah akşam deli gibi çalışmasının en önemli sebebi; evlenmek, evlendiğinizde sürdürebileceğin bir ideal/idealötesi hayat yaratma çabası ve bu hayatlar içerisinde hayalini kurduğunuz çocuklarınıza sağlıklı bir gelecek sağlamak değil mi?
hah işte, ben de diyorum ki; çocuklarına bırakabileceğin doğal ve güçlü bir doğa sahibi dünya'dan daha önemli hiçbir şey yok. çocuk yapmayı düşünmesen dahi, gelecek nesile bunu borçlusun. bir kere daha düşün derim...
insan o temiz havayı bi yadırgıyor bi yadırgıyor, sorma. sonra; burası benim hava alanım değil ki, hıpms diyip baydak baydak gidiyor. gittiği yerde huzur içinde, dumanlı dumanlı, yasaksız, engelsiz; oh tam havasını buluyor.*
sevgili tanımı "genel sevgili" tanımınıza uymayan hatun repliğidir kimi zaman.
anla diye söylüyorum ey idiot,
olayı da şudur; sana, ona yaşamaz hayatı. kendisi için yaşar, iyi de yapar. karakter sahibidir diyebiliriz bu kadın için. gereksiz atıllar için ödün vermez kolay kolay çizgisinden. sana da duvarını tımalamak kalır, bir idiot bundan öteye geçemez çünkü.
diyen dünyanın en tatlısının; "bulaşık makinesinin deterjanını koy da çalıştırıver." demek istediğini şıppadanak anlamaktır. hatta makinenin mekene olduğunu bilmek, limona, ufak kuzenle birlikte "iliman" demenin verdiği keyfin sırrını birlikte temas etmektir.
sabahları;
- kalkan mı?
diyen tonton pamuğa önce, sabahın köründe uyandırdı diye kızmak, sonra onun kocaman açıp sabit baktığım gözlerime; "gozlere bak gozlere, dana gibi maşallah!" demesiyle "sevdin mi, dövdün mü a canım?" diye kahkahalarla yataktan zıplayıp yumuşacık göğüslerinin içinde çocukluk kokusuyla kaybolmaktır.
anneanneyle yaşamak, çocukluğunu yanında taşımaktır...
mevsimin; "soğuk muyum değil miyim, bilin bakalım ben kimim?" tadındaki kaprisleri sebebiyle, ne istediğini bir türlü anlayamamak ve bu anlaşılmayan süreç içerisinde sigara içebilmek; ama boğulmamak için pencerenin açılması, pencere tarafındaki elin hissedilmeyecek kadar üşümesine sebep olur.
o değil de mause kullandırtmaz insana, bu pencere, bu mevsim..
tütmek.. tütenin kokusu.. burunda tütmek, hani şu sarıldığında duyduğun "kendi tüm dünya"nın kokusu var ya, onu özlemektir. tüten şey kim olursa olsun, yanındalıktaki kendindir aslında..
sevgili can'ınız adına, eğer tatmin olduysa; sevindiğimiz, kendini iyi hissetmiyorsa; üzüldüğümüz hadise.
can'a neler hissettiğini sormak lazım.
not: hikayede bahsi geçen can, herhangi bir kişi ya da kurum/kuruluşa işaret etmemektedir. tek başına ve sizden bağımsız bir birey olup, özel hayatını yargılama hakkına sahip olmadığınızdır. hatta gelip, can'ın özel hayatını burada insanlara anlatmanız; bir dedikodu ve ihanet örneğidir. hiç hoş değil..
gel can, insanlar seni unutana kadar bende kalabilirsin..
daha fazlasını beklemeyin o faşist beyinden, kafa boklar arasında gidip geliyor. neticede bi üst kademeye erişmesini beklemek, beynin yanmasını gözlemek manasına gelir. faşistinizi elden çıkartmaya karar verdiyseniz; taşıyabileceğinden fazlasını beynine yükleyip kendini yakışını izleyebilirsiniz. nevruz gibi lan!
ben istiyorum ki; metroda gördüğüm "kayseri'de kaybolan 3 çocuk" afişinin yanına, bu çocukların da fotoğrafları konulsun.
çocukluğunu kaybetmiş; 14 yaşındaki çocuklu g.ö, ismini bile kaybetmiş, g'den fazlası ceza ona.
ölümü "duygu sömürüsü"ne dönüştürülmekle anılan, ceylan önkol, kayıp çünkü o artık. bedeni değil, kimliği.. nereden bilebiliriz ki ceylan'ı ileride nelerle anabileceğimizi? ama yok işte, bu canlı kansız ülke ve onun pis algılı anıları kaybediyor ceylan'ı..
adana, diyarbakır, izmir, istanbul, van, mersin, batman gibi şehirlerde, ellerinde taş izi aranan, terli oldukları için gözaltına alınan, hapsedilen, bütün yargı süresince çocuk haklarına aykırı olmasına rağmen yetişkinlerle aynı cezaevlerinde tutulan çocuklar.. zıkkımın dibi bir polise "sadece" evet sadece taş attı diye, 116 yıl hapsi istenebilen çocuklar. "azğı açık, slogan atıyordu" diye 25 yıl hapsi istenen çocuklar.. yani, tmk mağduru çocuklar..
özetle; çocuk denilen ama çocukluklarını kaybetmiş büyük çocuklar ağrılı/sancılı kayıplarının fotoğraflarıyla birlikte asılsın o köşeye..
ve belki, biraz belki, bu vesileyle hırçınlığını ve vicdansızlığını üzerinde kırmadan taşıyan bizler, görüp de insafa gelelim, karalamaktansa, bir bütünce hepsinin "çocuk" adı altında çıkamayan seslerine, alınan dillerine ses olalım. onlar için bağırabilelim diye..
ve belki, biraz belki, onlara "çocuk" adlarını geri verebilelim diye..
ve belki, biraz belki, bir yerlerde hala "insan" olduğumuzu hatırlayabilelim diye..