hayret, yüz yıllardır nasıl başlığı açılmamış bunun? yani hepiniz sadece geçen gün yine sevişiyordunuz ama sevilmiyor muydunuz? o zaman nasıl seviştiniz diye sormak haddime değil elbette, yalnızca şebnem ferah şarkılarıyla büyütüldüğüm/büyütüldüğümüz için sevişmenin sevmekten ileri geldiği gibi manasız bir izlenime kapılmıştım. aradan geçen yıllar tokat gibi çarpınca, aslında hiçbir şeyin şarkılardaki gibi olmadığını anlıyorsunuz en çok da o öküz gibi oturuyor galiba. neyse, fazla uzağa gitmemiş tanım: taa derinden gelen bir haykırış, bir iç çekiş, yok oluş.
şimdiye kadar nasıl yazılmamış, havsalam almıyor. düz adam tanımı yapacak olursak, evet bazı insanlarda mevcut olan bu seksilik, köprücük kemiğinin belirgin olmasıyla vuku bulup insanı hüzünlere gark ediyor. onu bulan komutan ne güzel komutandır, cennetle muştulanır.
yalnızca yakışıklılara has, süpersonik özellik. hani böyle evet, yakışıklı ama sempatik de. hem yakışıklı, hem sempatik olduğu için üzerine sinen bir utangaçlığı var. bu kadar ezici bir üstünlüğe sahip olmak ayıp bir şeymiş gibi. hele bir de ezilip büzülüyor ya bu kalender özelliklerinden ötürü, orayı yıkarlar abi. o kadar mükemmel olunur mu hiç? ayıp lan.
milyonlarca "şu üniversiteye kapağı bi'atalım da, gerisi kolay"cılarının hayallerini süsleyen bir nevi ütopya. gören de öğrencilerin tüm zamanlarını kampüste geçirip, kültür-sanat etkinliklerinden, spor faaliyetlerine kadar birçok alanda ortalığı yakıp, yıktığını zanneder. bir de çimlere götü yayıp, gök kubbeye doğru sırıtkan bakışlar atmak var ki..kesinlikle paha biçilemez! sanırsın nirvanaya ulaşmış pezevenk. ne kampüsü, ne yaşamı lan? sen değil misin dersin bitince koşar adımlarla o muazzam yerden ayrılan? gerçi sizin de suçunuz değil, daha sınavı kazanmadan bile öyle bir profil çiziliyor ki, amfilerden amfi beğeniyorsunuz adeta. elbette, burada tenzih ettiğim kalender üniversitelerimiz de var ama hepimizin malumu, sayıları bir elin parmaklarını bile geçmiyor. ama şimdi yazık günah değil mi kuzucuklara?
yıllar evvel, kampüsistan deyi sikindirik bir dizi vardı, o da üniversiteli olmak isteyen bünyelerde kalıcı hasarlara yol açtı bak. ne kadar güzeldi üniversiteyi kazanıp, ailen olmadan kendi başına yaşamak, istediğin bölümde okumak, eve kız atmak, o bar senin bu bar benim gezmek.. tüm bunların hepsi "abi ilk sene ortalamamı yüksek tutup, yatay geçiş yaparım nedir ki yani?"lerle birlikte tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. ha tabi her sene yenileri geldiği için, bu filmi tekrar tekrar izliyoruz ama olsun, anlatıp dursunlar efendim, heyecanlı oluyor.
saadet partisi öncülüğünde yapılması planlanan ve metrobüslerde yaşanan nahoş olaylarda dikkate alındığında,yaramıza bir nebze de olsa merhem olacak, süpersonik uyum.
"hanımların dikkatine! pembe metrobüs ayağınıza geldi. daha ne istiyorsunuz lan allahsızlar?!"
bana bi'yol verin sevgi kelebekleri, hem oynatmaya az kaldı, doktorum nerde!?
gönül mevzuları ve onunla ilgili her şey, artık ilişki adı altında değil de, her iki tarafın belirli aralıklarla yaptığı meydan savaşlarına dönüştüğü için, bir süre sonra da kaçınılmaz oluyor işgal etmek ve toplanılan ganimetleri bir başka savaşta kullanmak üzere harcamak, harcatmak.
her savaşta aynı kelimeler, hücuma yönelik seni seviyorumlar, sensiz yapamamlar, sen aslında çok iyi birisin fabrikasından çıkan savunma sanayiinin en kalender örnekleri bile her daim elimizin altında, kendimizi güvende hissetmemiz için tasarlanmış adeta. en ufak bir selamı hoşlanıyora getirip, iki buluşmadan sonra "seninle her şeye varım ben" cümlesini de işgal edeceğimiz topraklara savurduktan sonra, başlıyoruz sıcak kalplere inme politikasına. yalnız karşı tarafın da hazırlıklı olduğunu unutmamak gerek canlar, en baştan beri biliyor o da eninde sonunda böyle bir iç kargaşanın yaşanıp, uluslararası hayal kırıklıklarına yol açacağını ama yine de bu kötü gidişe bi'dur demiyor kimse. çayımız, çekirdeğimiz yanımızda heyecanla izliyoruz sonunda ne olacağını.
aynı son daha önce milyonlarca kişi tarafından yazılıp, şahane bir performansla izleyicilerinin karşısına çıktıysa da, heyecanla bu ne olduğu hala anlaşılmayan sonu görmekten bıkmamış malum kitle. hatta bununla yetinmeyip, kendileri de gönüllü olarak katılmış savaşa. yarısından çoğu hayati organlarından birini kaybedip paşa paşa evlerine dönerken(burada fesatlaşmak yok, kırarım kafanızı), geri kalanı ya buharlaşıp uçmuş ya da tribal mahkeme salonlarında bir sonraki savaşın başlama saatini beklemişler.
ama ama, işgaller de sevdaya dahil, çünkü savaşanlar hala sevgili değil mi? yoksa bu başka türlü müydü lan?
eveeeeet, dakikalar sonra gireceğimiz 2012 yılı henüz o kadar dokunulmamış ki, isteyen istediğini dileyip, istediğine sövebiliyor. madem öyle, biz de herkeslere mutluymuş gibi yıllar dileyelim.
"hiçbir şey yapmadan, sadece sarılıp uyuyalım" temalı masumane isteklerle örtülmüş, sevgili eylem planı. fakat sıradan bir sarılma değil bu. iki bedenin, kolları yardımıyla birbirinin ruhuna dokunması gibi. kemiklerini hissedercesine sarılması, sarsılması gibi. hem ne kadar şiddetli olursa, o kadar iyi. veya ben bilmem, bilemem.
herkes tarafından bilinen, ama cesaret edip de, kimsenin dillendiremediği acı gerçek. halbuki o bizim divamız, canımız, kanımız, hani nasıl diyim bizim sevdamızdı adeta. gönül isterdi ki, naif kişiliğini, 24,5 kiloluk, karanlık filli boyalarla değil de, hacı sürmesiyle tamamlasın fakat ne mümkün, olanlar olmuş. her şey için çok geç kalınmış. heyhat!
öncelikle, başlıkta geçen yar kelimesine o kadar takılmayın gözünüzü seveyim. hep 50 karakter sınırlaması yüzünden oluyor. sevgili diyin, sevdicek diyin ama 50 karakteri geçmesin.
şimdi esas mevzumuza gelecek olursak, 3-5 günde devlerin aşkı kıvamına bürünen sevgili çiftlerimizin, bu şahane aşklarını on kata kadar daha fazla mutlu hale getirmek için yaptıkları bir garip "biz birbirimizi seviyoz ehe" adlı oyunlarından en çok rağbet göreni adalar. öyle ki, bu sevgililik arefesinde veya sonrasında, adalara gitmemek büyük günahlardan sayılıyormuş. hatta yapılan sikimsonik araştırmalardan birine göre, adalara gidip geldikten sonra, çiftlerin birbirlerine olan aşklarında yüzde ellilere varan bir artış meydana geliyormuş.
hal böyle olunca da, vapuru yakalayan aşka doğru daha bir şevkle yelken açıp, huzurla doluyormuş. yoldayken tüm planlarınızı yapıp, bu aşk yolculuğunu daha da kalender hale getirebilirsiniz. fayton olsun, bisiklet olsun, bunların hepsi sizi deli edicek şekilde dizayn edilmiş zaten. kılık kıyafetiniz de önemli elbette, tam bir nostalji yaşamak istiyorsanız buna bile dikkat etmelisiniz. neden mi, filmlerde hep böyle görüp, birebir aynısını yapmaya pek bi'heveslisiniz de ondan!
içinizden gelmiştir, gitmişsinizdir bir şekilde, ona lafım yok tamam ama nedir bu romantikliği adalar kalıbına sokma isteği?(adalar çok masum, ben size sinirleniyorum) hep aynı mekanlarda, aynı sözcüklerle, aynı şarkılarla mı pekişiyor aşkınız? sadece karşıdaki oyuncu değişsin, "aman dekor bozulmasın", nasılsa siz üzerinize düşen tüm görevleri yerine getiriyorsunuz. hatta bu konuda uzmanlaştınız bile. ama sipariş üzerine gelmiyor ki romantikli aşklar, tarifi yıllar önce belirlenmiş olan geleneksel bir yemek de değil bu, sağdan soldan duyduklarınızı değil de, sadece hislerinizi katın içine, yemeyip de yanında yatmazsanız, çocuğumu keserim lan!
durun hele bir durun, bütün eleştiri oklarınızı savurmadan, şu 50 karakter olayına takıldığımı belirteyim. esasında, "zirveye katılan bütün yazarların çok güzel ve yakışıklı olması" olacak başlık. ha, daha önceden açılmışı varsa hemen taşınırım öteki başlığa. hiç problem değil.
istisnasız, bakın istisnasız diyorum, sözlük zirvelerine katılan yazarlarımızda bir güzellik, bir albenilik, bir duruluk var. bu durum sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? zaten nickaltında sevgi kelebeği olurken de, bunu bir hayli gözlemlemiyor muyuz? "inanılmaz tatlı göğüsleri olan" o kadar çok dostumuz var ki, nasıl iltifat edeceğimizi şaşırıyoruz bir süre sonra. evet, şu an tek derdimiz nasıl iltifat edeceğimizi bilmememiz.
fazla uzağa gitmemiş düz adam tanımı; zirveye katılan yazarlarımızın özhakiki güzel ve yakışıklı olması durumu.
o değil de, zirveye gidemedim ya, nasıl bok atacağımı şaşırdım lan!
modern zaman masalı. lakin bildiğimiz masallardan değil, çocuklara anlatılmayan cinsten bir masal bu. çocuk yanını unutan tüm büyükler(!) için yoğunistek üzerine yazıldı. hem şimdiden söyleyeyim, sonu mutlu da bitmiyor. yazılması ne kadar kolaysa yaşaması da bir o kadar zor. hala var mı dinlemek isteyen?
pekala.. öyleyse başlasın.
bundan uzun yıllar önce, insanlar gerçekten insan, duygular tüm yapay malzemelerden uzak, özhakiki duyguyken, mutluluk diye bir ülke varmış. şimdi burdan bakınca ütopya gibi görünüyor ama bu ülkede yaşayan insanlar, o insanların hayalleri ve geleceğe dair binbir çeşit planları varmış. düşünsenize, aldıkları her
nefesin mutluluğun bir parçası olduğunu bilerek yaşıyorlarmış. bütün kötü sıfatlardan arındırılmış olarak sürdürdükleri bu muazzam hayat, bir gün düşmanın en acımasız işgallerinden birine sahne olmuş. dört bi'yanı çevreleyen sahtelikler, burayı da sömürgesi altına almış sonunda. burada yaşayanlar zamanla asimile
olmuşlar elbette. özgeçmişlerine dair hiçbir şey hatırlamıyorlarmış, suratları asık, kalpleri kararmış, gülümsemeleri zoraki imiş. ne yediklerinden zevk alıyor, ne de gerçekten seviyorlarmış. tüm hayatları bir gösteriş üzerine kurulu, tüm hisleri bir geceye kilitlenmiş. ah, anahtarını kuyuya atan her kimse, bir an
önce bulup, ona haddini bildirmek de istiyorlarmış aslında. ama hiçbir şey eskisi gibi değilmiş.
hayal kurmanın bile ayıp karşılandığı bir dünyada yaşıyorlarmış artık. hem elalem ne dermiş? ne o öyle, eskisi gibi olmaya dair olan düş sokağı sakinleri, kim hatırlıyor ki sizi? hem hangi devirde yaşıyoruz artık canım? parası neyse verip, kendi hayalimizi bir başkasına kurdurabiliyoruz artık. ne gerek var kendimizi yorup, beyin fırtınaları estirmeye? ye, iç, düşünme, duyma, sevişme. üç maymunu oynamaya bile hakkınız yok ki artık. o kadar çabuk ve acemilikle tükettiniz ki her şeyi, yenilerini ortaya
çıkaramıyorlar artık. ağlamak için bile içme gereği duyuyorsunuz. bunu bile samimiyetle yapamıyorsunuz..
ama öğretmediler mi size? içtenlikle yapılmayınca, hiçbir anlam ifade etmiyor yaptıklarınız. yalnızca "zannediyorsunuz". kimse size masalı anlatmıyor, kahramanlarınıza ne olduğunu bile bilmiyorsunuz,
mutlu sonun ne olduğunu dahi bilmiyorsunuz.. işin kötü yanı, öyle bir proglamlamışlar ki sizi, merak bile etmiyorsunuz. dört duvar arasında, gün geçtikçe dijitalleşen bir hal alıyor yalnızlığınız. elinizle
savurmaya değmez, nereye kaçıp gittiğini bile bilmiyorsunuz çünkü.
terk edip giden bir sevgili bile daha vefakarken, bir daha geri dönmeyecek bir mutluluk için, sağda solda reklam yapıyorsunuz, afişler bastırıyorsunuz arsızca. yine söylüyorum, kimse öğretmedi mi size, kendi
düşlerine düşmanlara bakmanız gerektiğini? içinizdeki çocuğu yıllar önce katletmişken, masum ayağına yatmamanız gerektiğini? kime neyin ispatını yapıyorsunuz ki hala? gökten düşecek olan üç elmanın önce kimin
başına geleceğini bile planlıyorsanız, çoktan ölüp gitmişsiniz demektir. n'olur daha fazla zorlaştırmayın masal sektörünü. bu masal da burda bitsin ve siz çekip gidin. bir daha dönmemek üzere.
halbuse bizler her daim ne diyorduk sevgi kelebekleri? hani kalpler kırılmayacaktı? hani insanlar, hele hele xx kromozomuna sahip olanlar hiçbir zaman küstürülmeyecekti? bu nasıl bir aymazlık, kendini bilmezlik, çirkefliktir? hiç yakışıyor mu sizin gibi kalender insanlara? hakikaten esefle kınıyorum bu mübarek ramazan ayında.
tedirgin edit: olm, sözlük içi konuda başlık açtım ya. her an bi'tarafımda patlayacak diye de korkmuyor değilim. gömdüm.
iki yanık geldi meydane,
ikisi de birbirinden şahane.
lakin ben bu karşılaşmada amele yanığına çok büyük haksızlık yapıldığını düşünmekteyim. amele yanığına tu kaka derken, bikini yanığını bir seksilik göstergesiymiş gibi algılamak da n'oluyor lan? elinizi vicdanınıza götürün ve amele yanığının, kristal kola gibi içimizden biri olduğunu unutmayın!
birlik ve beraberliğe ihtiyacımızın olduğu bu sıcak yaz günlerinde, çekik gözlü, eskimeyen, nadide şarkıcımızın yaza daha fazla damgasını vurmaması için bir an önce yapılması gereken acil eylem planı.
şüphesiz ki, binlerce dansöz olduğu kadar, binlerce tepki de var. haydi türkiye!
diye başlayacağımı mı sandınız? yo dostum yo, şimdi değil. en azından bugün değil.
sevgililer günü denen bu illet; yalnızlığın, umutsuzluğun ve hasretin, hüzünbazlığın sırtına külfettir. Emek karşıtıdır, duyarsızlıktır ve yaratamamaktır! Etik dışı, yalan dolanla doludur. valentine işi, tamamen deli saçması, sahtekarlık, savurganlık, yeteneksizlik, rant, çamur, muallaklıklar üzerinden doğar, büyür ve ne yazık ki artı sonsuza kadar devam eder.
halbuse canlarım, sevgi neydi? sevgi emekti, sevgi fedakarlıktı. lakin şimdilerde şaşaalı ambalajlarda itinayla saklanıp, vitrinlerde bir güzel sergilenmeye başladı. acayip şekilde de cezbediyor müşterilerini. e onlar da gıpta ile bakıyor haliyle. gözleri doluyor aşkının şiddetinden, ağlamak istiyor hatta. yıldızlar tutuşurken gecelerin şehvetinden ben de kendimden kaçıyorum.
bir güne sıkıştırılmış bu kalender sevgi boşa gitmesin diye, sevdiceğinden ücretsiz geçiş izni isteyen mi dersin, tek taş manyaklarının gönlünü hoş edebilmek için sağdan soldan borç alan mı? ortalık darma duman oluyor azizim. tehlikenin farkında mısın? peki ya bir dağ evinde sıcacık şöminenin karşısında, şarap-ayı postu-ruhsuz sevişme üçlüsünü harekete geçirmek için sabırsızlanana ne demeli? ah hayır, daha fazla dayanamiciğim..yönetmenim de beni uyarsın artık. daha tek başıma sinemaya gidip yalnızlığımı ikiye katlamam gerek.
velhasıl-ı kelam; aşkı çiçek, böcek, güneş, bulut sanmayalım efendiler. sevgililer günü haftasını ve ona dair yapılan tüm ritüelleri elimizin tersiyle itelim, itmeyenleri uyaralım. birlik ve beraberliğe ihtiyacımızın olduğu şu günlerde provakasyonlara da gelmeyelim.
gel buraya güzel kardeşim. evet evet sen. gel ve dinle bu acının masalını, seyret o utanç tablosunu. yarana basılan kızgın demir gibi acıtıyor değil mi canını bu menem şey? sen ki yalnızca çılgınca mesaj atabilmek için kontör aldın.(tamam tamam tl) hatta zaman zaman çaldıracak kontörün bile olmadı. ota boka mesaj atmaya başladın, insanları kendinden soğuttuğunun farkına varmadan. belki sesli harfleri bile yuttun acımasızca..
o kadar alıştın ki artık bu duruma, arama sesini duyduğunda farklı reaksiyonlar vermeye başladı bünyen. kabullendin sonunda olanları. parçalandın ve her bi'parçanı ayrı yere sakladın. fakaaaaaaaaat! olaya müdahale etmenin de zamanı geldi. bak insanlar alay konusu yapıyor seni, hususi olarak kullanıyorlar bu lafı sana. evet. senin hiçbir zaman söyleyemediğini. hani ayın 7'sini bekleyip duruyorsun ya aç köpekler gibi. hah! işte o zaman devlet baba'nın sana bahşettiği krediden az biraz kırp, "sen çaldır, ben ararım." diyebilecek kadar kontör al kendine. burada senin haline üzülmekten helak olduk annem. üzme bizi e mi böyle?
pasan los días y todo el silencio que robé
lo dejo enterrado,
de testigo la tinta y el blanco papel.
los malos días, suman, suman,
y vuelven a restar,
mientras que lo encuentro...
¡me dejo llevar!
se deja llevar..... se deja llevar
una vez más.
se deja llevar..... se deja llevar
una vez más.
mi fiel destino no me deja descansar
con no conocerme
me confunde esta mente que suena extraña.
me pierde el sexo turbulento
me pierde el son del son
son de cuando llegas
son de cuando voy
son de tu cadencia
son de como soy.
se deja llevar..... se deja llevar
una vez más.
se deja llevar..... se deja llevar
una vez más.
cuando las horas se confundenen al compas
que marca el dinero
me desprendo del alma
y espero sin mas
cuando espero desespero
y viajo en el enredo
que me supone dar
algo que contar.
la conclusión es que quererte,
no es lo mismo que tenerte,
que tenerte no es quererte,
y perderme está en mi suerte.
que yo vivo del presente
y el presente de repente
lo componen los que saben
que la vida está en la muerte....
se deja llevar.....
¡qué más se vende si es su cuerpo!
se deja llevar.....
¡qué más mentiras que el desprecio!
se deja llevar.....
¡qué más regalos que un te quiero!
más eterno que el silencio,
más sincero que es el hecho
dejarse llevar...
bir günah gibi gizliyor adam resmen alnını yıllardır, etmesin eylemesin. burada o alnı görmek için bekleyen kütleler var, en yakın zamanda bi'el atıp o şahane saçlarına az biraz veda ederse olacak bu iş.