Serotonin, triptofan amino asidinden üretildiğinden triptofan yönünden zengin besinler serotonin düzeyini artırmaya da yardımcı olur.
Somon balığı, yumurta, peynir, hindi, ananas, fındık ve yulaf triptofandan zengin gıdalara örnek olarak verilebilir.
Triptofandan zengin gıda tüketimi her zaman serotonin düzeyini artırmaz ya da yeterli olmayabilir.
Ginseng, sarı kantaron ve muskat da faydalı olabilir
"son limana demirledi gemi, çıkmamak üzere,
çünkü ne rüzgardan ne de gün ışığından medet var artık...
ışık taşıyan şafağı terkettikten sonra kaptan eudemos
oraya gömüldü gün misali kısa ömürlü gemisi, kırılmış bir dalga gibi."
olimpos'un denizden girişinde bulunan lahtinde yazıyor bu dizeler.
tüm sanat ve edebiyat dallarında iddia edilen, üretenin değil alıcının asıl sahip olduğu tezi vardır.
hikayesi bile var.
şair nerudanın postacısı, nerudadan aldığı şiirleri kendi yazmış gibi sevgilisine götürüp okuyormuş. neruda bunu öğrenmiş ve neden bunu yaptığını sormuş. postacının cevabı; “üstad şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır. benim o şiirlere ihtiyacım vardı.” olmuş.
polisten kaçarken dereye uçup arabasının üzerinde kurtarılmayı bekleyen sürücü söylemiş bunu.
haberden;
Ambulansta sağlık ekiplerinin müdahale ettiği Mehmet Atilla A. polis ekiplerinin "Neden kaçıyordunuz?" sorusuna, "Kaçan adam değildir. Yollar kısaysa, ömür bitiyorsa bundan bana ne. Kim kovalıyor, bizi kovalayan hasmımızdır. Hasmından kaçan adam gevşektir. Sen hasmım mısın senden kaçayım" dedi.
De ki: "Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur."
tefsiri;
Sözlükte hak, “gerçek, sabit ve doğru olan, varlığı kesin olan şey” demek olup daha çok gerçeğe uyan inanç, düşünce, bilgi ve hükümleri ifade etmek üzere kullanılır. Hiçbir bozulmaya uğramadan aslî hüviyetini koruyan ilâhî dine hak din, çeşitli mezhepler arasında bu dini en doğru temsil ettiği kabul edilen mezhep veya mezheplere de hak mezhep denilmektedir. Hakkın karşıtı bâtıldır. Buna göre bâtıl da terim olarak asılsız, gerçeğe uymayan inanç, hüküm ve düşünceleri; ayrıca ilâhî kaynaklı olmadığı için hak olma özelliği de taşımayan veya ilâhî kaynaklı olmakla birlikte belirtilen özelliğini kısmen ya da tamamen kaybetmiş dinleri ve mezhepleri ifade eden bir terimdir. Söz konusu âyetteki hak kelimesinin öncelikli anlamı islâm dini, bâtılın anlamı da putperestliktir. Hak kelimesinin burada özetlenen anlamı yanında bir de hukuk ve ahlâkı ilgilendiren anlamı vardır ki bu da “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddî veya mânevî imkân, pay, eşya ve menfaatler” şeklinde özetlenebilir (bilgi için bk. Fahrettin Olguner, “Bâtıl” DiA, V, 147-148; Mustafa Çağrıcı, “Hak”, a.e., XV, 137-139, V, 147-148).
Taberî, âyetteki hak ve bâtıl kelimeleriyle ne kastedildiği hakkında farklı görüşler olduğunu belirterek bunlara dair rivayetleri aktardıktan sonra –bizim de katıldığımız– kendi görüşünü özetle şöyle ifade etmektedir: Buradaki hak, Allah’ın hoşnut olduğu, O’na itaat anlamı taşıyan her şeyi kapsar... insanı şeytana uymaktan koruyan her şey hak, şeytana boyun eğme sayılabilecek her şey de bâtıldır. Kur’an hakkı getirmiştir, Allah’ın elçisi putperestlere karşı bütün anlamlarıyla hakkı gerçekleştirmenin ve bütün anlamlarıyla bâtılın kökünü kurutmanın mücadelesini vermiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 514-515
"Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa, bir rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını arttırır." mealindeki ayet.
bir önceki ayet ile birlikte düşünüldüğünde tam anlam oturmaktadır.
(bkz: isra suresi 81 nci ayet)
bir chrome eklentisi.
google arama sonuçlarında filtreleme yapmanızı sağlıyor.
arama sonuçlarında görmek istemediğiniz kaynakları engelliyorsunuz.
github da hazır liste bulabilirisiniz
900 milyar dolar hacim ile en büyük ulusal varlık fonudur. ana kaynağı petrol gelirleridir.
cuma günü talep toplanan, Türkiye’nin en büyük şeker üreticilerinden Kervan Gıda’nın halka arzına katılmış ve 4.7 milyon dolarlık hisse senedi alımı yapmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı tarafından çıkarılmış; islamî ilimler, islam kültür ve medeniyeti ile ilgili terimler, islam dünyasında din, ilim, siyaset, sanat ve edebiyat alanlarında yetişmiş önemli şahsiyetler ile islam hayatına etkide bulunmuş eserler gibi islam dünyasının birçok alanına değinen bir içeriğe sahip Türkçe ansiklopedi.
Ayrıca tüm ciltlerdeki içeriğe ve madde listesine ansiklopedinin internet sitesinden çevrim içi erişilebilmekte, arama, kopyalama ve pdf formatında indirme yapılabilmektedir.
"Şayet biz onu yabancı dilde okunan bir kitap olarak indirseydik mutlaka şöyle diyeceklerdi: "Âyetlerinin açık seçik anlaşılır olması gerekmez miydi? Bir Arap’a yabancı dilden bir kitap, öyle mi!" De ki: "O, inananlar için bir rehber ve şifadır; inanmayanlara gelince onların kulaklarında bir sağırlık vardır, Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara çok uzaktan sesleniliyor."
"istisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir."
Son osmanlı Sultanı vahdettin (6. mehmet), 98 yıl önce bugün, saltanat gereği kendi mülkü sayılan, vatan topraklarını rızası ile terk etti.
resmi tarihçe bilinen sebep;
ankara meclisi hükûmetinin 1 Kasım 1922'de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını iki maddelik bir kanun ile ilan etmesi.
4 Kasım'da son sadrazam Ahmed Tevfik Paşa istifa etti.
5 Kasım'da Refet Paşa, Babıali'deki bakanlıklara gönderdiği bir genelgeyle işlerine son verildiğini tebliğ etti.
17 Kasım sabahı Vahideddin, küçük oğlu Mehmed Ertuğrul ve hareminin mensuplarıyla birlikte Dolmabahçe Sarayı'ndan bir kayığa binerek Boğaziçi'nde demirlemiş olan HMS Malaya adlı ingiliz zırhlısı ile Malta'ya gitti.
vahdettinin gidişi bir cihan devleti iddiasınında resmen son bulmasıdır.
ek.
kıymetli bir yazar, fotoğrafın vahdettinin ayrıldığı gün olmadığını iddia etmiş.
bilakis vahdettin ayrılmadan önce dedelerine veda babında bir kaç sultan'ın türbesine gitmiştir. bu fotoğrafta Abdülhamid han'ın türbesinde çekilmiş.
seneye yıl dönümde ayrılış günü olayları, bildiğim kadarı ile sırası ile yazarım.
1943 yılında britanya bengal'inde (bugünkü bangladeş ve hindistanın doğusu) yaşanan kıtlık sonucu 3 milyona yakın insan bulaşıcı hastalık ve beslenme sorunu yüzünden öldü.
Uyku problemleri (Sürekli uykulu olma hali, uyku düzeninin bozulması)
Gevşeyememe
Sinirlilik
Öfke Kontrol Problemleri
Demotivasyon Sendromu (Tembellik)
Hafıza bozuklukları
Odaklanma problemleri
Şüphecilik (Paranoya)
Sonunu düşünmeden hareket etme eğilimi.
Esrar, beyninizi süngere çevirir.
Anlık bilgilerin hipokampusa girişini ve burada derlenmesini baskılar.
Böylece öğrenme, hafıza ve anlık bilgilerin duygu/motivasyonla entegre olmasını sağlayan sistem etkilenir.
Buna bağlı olarak daha evvel öğrenilmiş davranışlarda bozulma görülür.
esrardaki CO (karbondioksit) miktarı sigaranın ortalama 3-4 katıdır. buda akciğerlerin ırzına geçmeye yeter.
esrar daha ölümcül maddelerin (eroin ve meth gibi) kullanımına ön ayak olur. çünkü aynı ortamlarda tüketilir.
spiker, öykü yazarı, kadife sesli seslendirme sanatçısı.
spotfy da okuduğu hikayeleri dinleyebilirsiniz.
youtube kanalı var. https://www.youtube.com/user/nisankumru
sabahları işe giderken diyanet kuran radyo'da sesinden meal dinlemek çok güzel oluyor.
hikayeyi olayların dışında kalarak, fakat her şeyi bilerek anlatır.
Klasik romanlarda görülen anlatıcı yapısı, bu üsluba örnek olarak gösterilebilir.
Bu anlatıcıya “tanrısal” denmesinin sebebi, kendisi bir “karakter” olmayan ve olaylara karışmayan anlatıcının, romanda anlatılan konuyla ilgili her şeyi bilmesidir.
Buna yalnızca olaylar ve yaşananlar değil, tüm karakterlerin duyguları ve düşünceleri de dahildir. Böyle romanlarda “ana karakter” olarak tanımlayabileceğimiz karakterler olsa da, anlatı yalnızca onlara yoğunlaşmaz, bakış açısı onlarla sınırlı kalmaz.
Örnek:
Ahmet, başını öne eğerek sessizce durdu. içinde büyük bir umutsuzluk vardı. Hayatında hiçbir şey yoluna girmeyecekmiş gibi hissediyordu. Kısık ve titreyen bir sesle, “Ne yapacağız?” diye sordu, ancak cevap gelmedi.
Kafasını kaldırdığında, Ayşe’nin yüzünde sert bir ifade olduğunu gördü. O durumu Ahmet’ten farklı karşılamıştı. Artık dayanamayacağını hissediyor, ama oturup üzülmek yerine bir şekilde savaşmak, mücadele etmek, isyan etmek istiyordu.
“Artık yeter,” diye geçirdi içinden. “Daha fazlasına katlanmayacağız.”
Yukarıdaki pasaj, bu anlatıcı türüne iyi bir örnek olarak sunulabilir. Anlatıcının hem Ahmet’in, hem Ayşe’nin iç dünyasına, düşündüklerine ve hissettiklerine hakim olması, onun anlattığı hikaye ile ilgili her şeyi bildiğini gösteren bir unsurdur.
internette özellikle sosyal medyadaki kişisel verilerin silinmesini istemek yönünde hak.
yeni düzenleme ile gelecek olan bu hak çok önemli.
insanların geçmişte yaptıkları, yazdıkları önüne geliyor ve ona ve çevresine onulmaz yaralar açıyor.
"öğrenci evlerinde sıklıkla gerçekleşen durum. en son 15 tatilden önce unutup bıraktığım makarna 1 ay sonra eve geldiğimde küflenmeyi bırak canlanmış, "babba" diye kucağıma atlamıştı."
iş bu başlık ve bu entry şimdi hakkın rahmetine kavuşmuş olan mürteci sözlük isimli platformun "kafana vurur kacarim" rumuzlu yazarı tarafından yazılmıştı ve sözlüğün en beğenilen tanımı idi.
daha mı yaşlıydı benden ölüler
kaval kemiğimde rüya tozları
parmakların iri ellerim küflü
nice zaman uyuttu ki beni aşk
tanıyamıyorum
sokakları, kapıları, yüzleri
darası alınmış Terazilere
emanet ederdik kalplerimizi
gelincik tarlası kadardı dünya
hiçbir ölüm bizde bulmazdı bizi
bir şehre uğradım; insan nerede
yağmur bekleyen can tohumları
hangi yetimin toprağına gömülmüş
hangi caminin duvarlarında
bulurum imamesinden
yıldızlara dua tebessümleri
gönderen elif lam tespihlerini
bir mağaradan bakınca zaman
bizden aldığını kimlere verdi
bir şehre uğradım; kanlıydı kubbe
bir şehre uğradım; gözleri kördü
ultra ahlaklı gözüken toplumumuzun aslında ne kadar çukurda olduğunun göstergesi olduğunun anlaşılabileceği sık kullanılan bir söz.
toplumda pedofilinin, çocuk istismarının ne kadar olağan karşılandığının göstergesi gibi adeta.
uludağ sözlükte bile halihazırda bu söz öbeğinde şimdiye kadar yirmiden fazla başlık var
berlin'de yaşayan ve her gün farklı kendince şık kıyafetler giyen Ali akdeniz isimli almancının lakabıdır.
Habelerde öldüğünü okudum ve burada hakkında yazı olsun istedim.
2012 yılında Almanya’nın Berlin kentinde bir kafede garsonluk yapan Avustralyalı fotoğrafçı Zoe Spawton her gün dükkânın önünden geçen renkli takım elbiseler giyen adamın ne kadar şık olduğunu fark etti. Kısa süre içerisinde tanışan ikili aradaki dil engeline rağmen iyi arkadaş oldu. Spawton “Ali bugün ne giydi?” isimli bir blog açarak her gün Ali amcanın fotoğraflarını yüklemeye başladı. Mavi, yeşil, beyaz, sarı rengarenk takım elbiselerinin yanı sıra askeri kamuflajı, spor kıyafetleri ve takılarıyla da kendine has bir tarzı olan Ali amca her gün dükkânını açmadan önce fotoğrafçı arkadaşı Zoe Spawton’a eğlenceli pozlar verdi.
Üç yıl boyunca güncellenen blogda Ali amcanın birbirinden tarz kıyafetlerini gösteren bir fotoğraf ve onunla ilgili ufak bilgiler paylaşıyordu. Blog 2013’te “yılın blogu” ödülü kazanırken Ali Akdeniz artık “Star Ali” lakabıyla anılır oldu. Spawton 2014’te Ali amcanın fotoğraflarından oluşan bir de kitap hazırladı.
‘HAYATIMIN SÜRPRiZi’
Ali Akdeniz 2016 yılında memleketi Trabzon’a döndü. Spawton, Ali amcadan sık sık haber almaya devam etti. Son olarak geçen çarşamba günü torunlarından Ali amcanın hayatını kaybettiğini öğrenen Spawton şöyle yazdı: “Tanıdığım en iyi gülüşlerden birine sahip olan bu büyüleyici adamın artık bizimle olmadığına inanmak zor. Hayatımın en keyifli sürprizlerinden biriydi. Seni özleyeceğim Ali.”
Renkli takım elbiseleri ve en az kıyafetleri kadar renkli bir mizacı olan Ali Akdeniz, CNN’den Spiegel’e onlarca uluslararası gazete ve televizyonun ilgisini çekmişti.
baskın oran'ın agos gazetesindeki makalesinin başlığı.
içinde pek çok subjektif değerlendirme olsada, gözardı ettiğimiz gerçekleri de hatırlatıyor.
olayları çapraz okumayı severim. bu beni sığ ve tek taraflı düşünmekten alıkoyuyor.
...............alıntı başı..........
Biz ikiz çocukları, birbirlerine çok benzemelerinden anlarız. Burada daha da ilginç bir durum var: ikizlerin ana-babaları da birbirine benziyor:
1) KKTC, hukuken Kıbrıs Cumhuriyeti toprağı olan K. Kıbrıs’a Türkiye’nin el koymasıyla 1974’te doğdu. D. Karabağ Cumhuriyeti (2017’den beri resmî adı: Artsakh Cumhuriyeti), hukuken Azerbaycan toprağı olan D. Karabağ’a Ermenistan’ın el koymasıyla 1989’da doğdu. Türkiye’nin askerleri (35.000) KKTC’de, Ermenistan’ın askerleri de D. Karabağ’da konuşlanmış durumda.
2) KKTC’yi, Türkiye hariç, dünyada hiçbir devlet tanımıyor. D. Karabağ’ı da kimse tanımıyor. Hatta Ermenistan da tanımıyor, çünkü tanırsa, burası önemli, aynen Türkiye’nin “Kıbrıs’ta çözümsüzlük çözümdür” tezi gibi bir kemikleşme ortaya çıkacak. Bu da hem (aynen Türkiye’ye Kıbrıs meselesinde bişey kazandırmadığı gibi) Ermenistan’a bişey kazandırmayacak, hem de ileride başlayabilecek müzakereleri zorlaştıracak.
3) Hem Türkiye hem Ermenistan, yarattıkları fiilî durumu zaman içinde kabul ettirmeye çabalıyorlar. Bu sebeple, bu iki devletçiğin ortalıkta fazla konu edilmesini istememeleri normal. Bu hususun önemi şurada ki, D. Karabağ’daki son çatışmaları kimin başlatarak konuyu birdenbire uluslararası politika sahnesine çıkarttığı sorusuna bir cevap getiriyor.
***
Türkiye’nin D. Karabağ konusundaki şu andaki taşkın tutumu hayret verici. Sanki, sadece AB’de değil, tüm uluslararası platformlarda eline-koluna ters kelepçe vuran bir KKTC konusu yokmuş gibi pervasız. Şöyle ki:
CB Erdoğan: “Türkiye tüm imkanları ve tüm kalbiyle dost ve kardeş Azerbaycan’ın yanında olmayı sürdürecektir.”
Dengeciliği ve ihtiyatlılığıyla meşhur T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın, sözcü Hami Aksoy aracılığıyla ilan ettiği mesaj: “Azerbaycan nasıl isterse o şekilde yanında olacağız” . Yani siyasi olduğu kadar ve hatta ondan öte bir uçsuz bucaksız askerî angajman garantisi. Bundan bir adım ötesi, sokakta söylenirse, ‘Yeter ki sen emret kardaş!’ olurdu.
***
Fehim Taştekin Duvar’daki Kapan başlıklı önemli yazısında “hangisi” diye sordu: “askerî birlik, havadan müdahale, tank, top, tüfek, iHA-SiHA, mühimmat, milis…?”
Buradaki “milis” kelimesi dikkatinizi çekmediyse, Milli Savunma bakanımızın şu sözleri yardımcı olabilir: “Ermenistan, yurt dışından getirdiği paralı askerleri, teröristleri geri göndermeli ve işgal ettiği Azerbaycan topraklarını boşaltmalıdır.” “Terörist paralı askerler”den bahsediyor H. Akar. Bu noktaya yine geleceğim ama şunu hemen söyleyelim ki uluslararası yayın organları da aynı şeyden bahsediyor, fakat tam ters biçimde:
Rus Medyası, “Ankara’nın desteklediği bir grup paralı cihatçı asker idlib’den alelacele Bakü’ye geldi” diyor .
Erbil merkezli Rudaw yazıyor: “Suriye Milli Ordusu komutanı: Azerbaycan’a savaşçı gönderdik.” .
ingiliz The Guardian yazıyor: “Özel bir Türk güvenlik şirketi Afrin’de ‘Azerbaycan kampı’ kurdu” . Habere göre Afrin’de eğitilecek Suriyeli militanlar Azerbaycan’a konuşlandırılacak. Bunlar Suriye’de ayda 450-550 TL alırken, Azerbaycan’da 7.000-10.000 TL alacaklar.
“Özel bir Türk güvenlik şirketi” de ne ola ki; biz tek 1 tane biliyoruz.
***
“Nasıl isterse”yi Türkiye, KKTC için bile kullanmamıştı bugüne kadar. Şimdi Azerbaycan için söylediğine göre, bu kardeş devlet bize yakın geçmişte büyük arka çıkmış olmalı. Daha ileriye gitmeden bunu kısaca hatırlayıp öyle devam edelim:
2009’da Aliyev Ermenistan’la müzakere halindeydi ve D. Karabağ’ın hukuki statüsünün ertelenebileceğini, hatta bu bölge ile Ermenistan’ın Laçin koridoruyla bağlanmasına da itirazları olmadığını söylemekteydi (Milliyet, 20.04.2009).
Türk-Ermeni ilişkilerini normal bir düzeye getirecek iki protokol Ermenistan'la 10 Ekim 2009'da imzalanınca Aliyev birdenbire celallendi. 2 Türk camisini kapattı. Türkiye’ye indirimli sattığı doğalgaza zam ilan etti ve 1,5 yıl geriye dönük olarak da 1,3 milyar dolar tutarında bir ödeme talep etti (Milliyet, 28.10.2009)."Afrin'de gerekirse ben de canımı veririm" demesiyle ünlü kadın milletvekili Ganire Paşayeva’lı bir heyet yolladı, ardından da doğalgazın Avrupa’ya taşınmasında Türkiye’yi baypas yapacak bir güzergâh arandığı açıklandı (Milliyet, 17.10.09). Ertesi gün ise, 1918’de Bakü’yü kurtaran Nuri Paşa kuvvetlerine mensup 1.130 Osmanlı askerinin yattığı Türk Şehitliğindeki Türk bayrakları direkleriyle birlikte söküldü.
Bunlar aslında çok şaşırtıcı sayılmamalı. Şaşırtıcı olan bizim tek taraflı aşkımız. Azerbaycan doğal olarak kendi menfaatini güden ve ona göre tepki gösteren bir ülke. Mesela 29.04.2004’te Avrupa Konseyinde KKTC temsilcisi için oylama yapılacakken, temsilcileri “Kokteylimiz var” deyip salondan çıkmışlardı. Çünkü KKTC temsilcisinin kabulü, ileride D. Karabağ temsilcisinin de kabulü için emsal oluşturabilirdi.
Peki, burada biraz ayrıntı kaçacak ama, Türkiye’nin kullandığı doğalgazın sadece yaklaşık yüzde 15’ini satan bir Azerbaycan Türkiye’ye bu gaz şantajını nasıl yapabildi? Yapabildi, çünkü daha protokoller imzalanmamışken, sadece mutabakat duyulmuşken, Erdoğan Bakü’ye koşmuş ve parlamentoda konuşmuştu: “Karabağ işgal edildiği için Türkiye kapıları kapatmıştır. işgal kalkmadan da açması mümkün değildir. Bunu TC’nin başbakanı söylüyor” (Milliyet, 14.05.09). Üstelik, doğalgaza zammını da övmüştü: “Tabii ki ben [bugünkü fiyatın] adil olduğunu savunamam. Biraz sonra inşallah daha adil bir rakama ulaştıracağız”.
Bunları, Kıbrıs adasında 35 yıldır 35.000 asker bulunduran ülkenin başbakanı olarak söylüyordu. Üstelik doğruyu da söylemiyordu çünkü Türkiye sınırı D. Karabağ’ın işgali (Mayıs 1992) üzerine değil, 11 ay sonra (03.04.1993) Laçin Koridoru’nun işgali üzerine kapatmıştı.
***
Gelelim zurnanın asıl zırt dediği yere. Yani Suriyeli cihatçıların artık Türk dış politikasının bir enstrümanı olarak kullanılmasına.
F. Taştekin iyi yazmış: Maalesef Türkiye cihatçı yığınlara savaş ağalığı yapan bir ülkeye dönüştürülmüş vaziyette. Bu şeriatçılar önce Suriye’de, sonra Libya’da, şimdi de “iddialara göre” G. Kafkaslarda mobil vurucu gücümüz oldu. “iddia” diyoruz ama, hatırlayalım, Libya’da baştan “yok” denmişti, sonra Erdoğan övünme babında Şubat 2020’de teyit etmişti .
Üstelik, bu mobil cihatçıların Kafkaslarda kullanılmaları bambaşka durumlara yol açacak. Çünkü bunlar çok koyu Sünni, Azerbaycanlılar ise “düşman ve kafir” gördükleri türden: Şii. Bu savaşçıların bu konuda çok ibretlik ifadeleri mevcut. Taştekin aktarıyor: “Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardan daha fazla düşmanımız bizim. Onların yanında durmayız”.
Ama iş burada kalsa yine iyi: Cihatçıları G. Kafkasya’ya sokmak, burayı 200 yıldır arka bahçesi bellemiş Rusya’ya parmak sallamak değil de ne?
De gidinin koca Türk dış politikası (TDP) de! Ne hale geldin! Ama dur, artık TDP değil EDP’sin, yani Erdoğan dış politikası; geri aldım.
***
Sonuçlarla bitirelim, çok uzadı.
1) KKTC’yle birlikte, “1 millet 2 devlet” sloganımız doğmuştu. Nur topu gibi bir Azerbaycan’ımız olunca onu da katıp “1 millet 3 devlet” dedik. Yalnız, bu politika Neo-Osmanlıcı bile değil çünkü Osmanlı I. Dünya Savaşı’na kadar Kafkaslarla ilgilenmedi. Bildiği varmış, çünkü ilgilenir ilgilenmez ittihat ve Terakki Sarıkamış’ta on binleri dondurup öldürdü.
2) Bütün büyük devletler ve uluslararası kuruluşlar derhal ateşkes isterken , Azerbaycan’ı böyle sınırsız desteklemenin mantığını ben göremedim. Yandaş basın “Ermenistan ekonomik ve siyasi olarak ülkesinde sıkıştı, çareyi savaşta arıyor” diye yazdı . Bana çok tanıdık geldi, belki cevap buradan çıkar; yardımcı olur musunuz?
3) Bu vesileyle de tescillenmiştir ki, “Türk”, Anayasa Md. 66’da tanımlanan Türk filan değildir. Tamamen etnik anlamdadır. Son 15 yıl içinde Türkiye’ye atmadığı kazık kalmamış bir ülkeye “soydaş” diye askerî açık çek verilmesine başka isim bulmak zor.
4) Erdoğan yönetimine çok da yüklenmemek lazım, çünkü Meclis’te grubu olan bütün partiler, HDP hariç, Ermenistan’ı kınayan ve Azerbaycan’a kesin destek veren bir ortak bildiri yayınladılar . Özellikle, “CHP adam olmaz, olursa CHP kalmaz” deyişim bakalım daha ne süre doğrulanacak.
Not: Bu iş fenaya gidecek. Şimdi de bir Türk F-16’sının bir Ermenistan uçağını düşürdüğü haberi çıktı . Öyle gözükara yürüyoruz ki Aliyev bile korktu: “Türkiye Ermenistan’la çatışmada taraf değil. Sadece moral destek sağlıyor” dedi .
anamuhalefet partisi cumhuriyet halk partisinin genel başkan yardımcısı A. Ünal çeviköz'ün sözleridir.
zat-ı şahaneleri zamanında Azerbaycan büyükelçiliği de yapmıştır.
not: bu sözlerinin geçtiği açıklaması ve sonrasında yaptığı açıklamaları da yazayım da partizan gibi gözükmeyeyim;
......haberden.....
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, katıldığı bir programda Azerbaycan ile Ermenistan arasında tırmanan gerilime ve Türkiye'nin gelişmeler karşısındaki tutumu hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Azerbaycan ile Ermenistan güvenlik güçleri arasında dün sabah tırmanan Dağlık Karabağ gerilimine ilişkin değerlendirmelerde bulunan CHP'li Başkan Yardımdıcısı ve Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, "Maalesef gelen haberlerde, Türkiye'den Azerbaycan'a silah yardımı yapıldığı ve söylentilere göre cihatçı grupların da Azerbaycan'a gönderildiği ifade ediliyor" dedi.
Çeviköz, gün içerisinde yaptığı yazılı açıklamada 'Ermenistan tarafından uluslararası hukuka aykırı gerçekleştirilen ateşkes ihlalini, sivillerin ölümüne ve yaralanmasına neden olan Azerbaycan'a yönelik saldırısını kınadıklarını' ifade etmişti.
Çeviköz, açıklamasında şunları kaydetmişti:
"Ermenistan tarafından uluslararası hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen ateşkes ihlalini ve sivillerin ölümüne ve yaralanmasına neden olan saldırıyı kınıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin her zaman Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olduğunun altını bir kez daha kuvvetle çiziyoruz. Türkiye, uluslararası toplum başta olmak üzere, Avrupa Güvenlik ve işbirliği Teşkilatı Minsk Grubu'nu daha fazla can kaybına yol açılmadan harekete geçirmeli ve sorunun barışçıl yollarla çözülmesine mutlaka destek olmalıdır."
Yıllardır çözüm bulunamayan Yukarı Karabağ sorununun savaşla halledilmesinin mümkün olmadığını vurgulayan Çeviköz, "barışın sağlanabilmesi için öncelikle Ermenistan'ın işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından askerlerini geri çekmesi gerektiğini" söylemişti.
Çeviköz, açıklamasını, "Cumhuriyet Halk Partisi olarak, şehit düşen Azerbaycanlı kardeşlerimize rahmet, Azerbaycan halkına baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz" ifadesiyle bitirmişti.
......haberden.....
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından açıklanan bir rapor Afrika’nın zenginliğinin nasıl sömürüldüğünü ve soyulduğunu gözler önüne serdi.
BM Ticaret ve Kalkınma Ajansı (UNCTAD) tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre Afrika, 15 yılda kıtadaki yasadışı sermaye çıkışı 836 milyar doları buldu.
BBC’nin paylaştığı habere göre önemli miktarda altın, elmas ve platin gibi yüksek değerli emtia hareketleriyle bağlantılı olduğu belirtilen para çıkışı, Afrika ülkelerinin yapması gereken alt yapı yatırımlarına da engel oluyor.
Rapor, Afrika’nın 2018’deki 770 milyar dolarlık toplam dış borcu ile karşılaştırıldığında, bu durumun kıtayı “dünyaya net alacaklı” yaptığını belirtiyor.
UNCTAD Genel Sekreteri Mukhisa Kituyi raporla ilgili, “Yasadışı finansal akışlar Afrika’yı ve halkını umutlarından mahrum bırakıyor, şeffaflığı ve hesap verebilirliği baltalıyor ve Afrika kurumlarına olan güveni aşındırıyor” değerlendirmesini yaptı.
Rapor, kaybın Afrika devletlerinin sağlık, eğitim ve altyapı gibi hizmetleri sağlama yeteneğini zayıflattığını belirtiyor.
Kituyi, “Yasadışı mali akışlar ve yolsuzluk, dövizleri kurutarak, yerel kaynakları azaltarak, ticareti ve makroekonomik istikrarı bastırarak ve yoksulluk ve eşitsizliği kötüleştirerek Afrika’nın kalkınmasını engelliyor” vurgusuyla yaşanan kaybın etkisine dikkat çekti.
Başta Fransa olmak üzere pekçok Avrupa ülkesinin Afrika’nın zenginliklerini “yeni sömürgecilik” kapsamında ülkelerine transfer etmeye devam ettiği biliniyor.
Fransa 1961’den beri 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor.
Fransız hazinesi, Afrika’dan yıllık 500 milyar dolar “kazanç ve getiri” elde ediyor.
Kaynak: Birleşmiş Milletler raporu: 15 yılda Afrika’nın 836 milyar doları çalındı