önce biraz zaman isterler çünkü erkeklerin aniden alevleniveren "aşk"larına karşılık onlarınki yavaş yavaş ve derinden ilerler, sonra biraz ilgi isterler, aşkları yerine oturduğunda emin olduklarında o insanı sevdiklerinden kendi gösterdikleri özene karşılık biraz ilgi isterler, aralarındaki artık bir ilişkiye dönüşmeye başladığında ise biraz sadakat isterler, başta aşkından öldüğünü iddia eden erkekten aynı heyecanın devamını beklerler lakin daha kızı iyi tanımadan aşık olduğunu iddia eden erkek kız gerçekten "o"na aşık olduğunda ise artık o ulaşılmazlık ortadan kalktığından olsa gerek, hevesi geçmiş gibi davranmaya başlar, en sonunda kadınlar biraz vefa ister kandırılmamışolmayı ve aşık olduğunu iddia eden erkeğin yalan söylememiş olmasını ister, bir aşkın bu kadar kısa zamanda bitmesi mümkün olmadığından, erkeğin "nedenlerini" duymayı ister, ve bu nedenleri mantık çerçevesine oturtmasını ister,çok şey değil aslında, kadınlar sadece gerçekten sevilmek ister.
biliyor musun?
gittiğinden beri başı ağrıyor bu şehrin
fırtınalar kopuyor denizlerinde
yatak döşek yatıyor kaç gündür
ağlıyor
gözünü dikip bir lambaya
elinde resminle kıvrılıyor bir köşeye
perişan oluyor
kocaman kalabalıklar içinde yalnızlık çekiyor
acıtıyor bu tek başınalık
gittiğinden beri bir halsizlik kapladı bu şehri
ne güneş eskisi gibi doğuyor
ne sokaklar eskisi gibi bakıyor
ne deniz ne kuşlar aynı
hepsi içine kapandı
sabahlara akşamlar karıştı
sen bilmiyorsun
arkanı dönüp gittin
gittiğinden beri bir şeyler oluyor
başı dönüyor bu şehrin
yanlış zamanda doğuyor gün
olmadık zamanlarda duruyor saatler
yanlış bulutlar, yanlış yağmurları yağıyor
gittiğinden beri doğru bir şey olmuyor
bir ses geliyor uzaklardan
bu da ne?
kuşlar ağıt mı yakıyor ne?
seni özlüyorlar belki de
haberin yok
sen arkanı dönüp gittin
gittiğinden beri kuşlara küskün bu şehir
herkese küskün
konuşmuyor hiç
utanıyor ağlamaktan, kaçırıyor hep gözlerini
her şeyi bırakıp kaçmak istiyor,uzaklarda bir yerlere
ama yıkık bir şehri hangi şehir kabul eder içine?
söylesene
bildiğin gibi değil
gittiğinden beri iyi değil bu şehir
çok korkuyorum
intihar kokuyor bu şiir
hayır! hayır!
saçmalıyorum!
ve şimdi itiraf ediyorum!
yalan bütün bunlar!
şehrin bir şeyi yok
her şey yolunda
şehir iyi
sadece benim gözlerime siyah bulutlar indi
sen gittiğinden beri
bir arkadaş arıyorum ruhumun enkazına belki
yanlışlık yok
yanlış olan benim demek ki
gün doğru zamanda doğuyor da ben yanlış zamanda ölüyorum
uykuya dalıyorum derken
kabusların kucağında uyanıyorum
alışmakla unutmak arasında koşarken
nefes nefese kalıyorum
tam unuttum
unutmaya alışıyorum derken
bir köşe başında karşıma çıkıyorsun
olmuyor böyle
madem gidecektin
bu şehirdeki bütün senleri alıp gitseydin
ağaçlardaki şarkılarını
kaldırımlardaki şiirlerini de alsaydın giderken
pencerelerde gözlerini
sokaklarda adımlarını bırakmasaydın
o zaman belki bir umudum olurdu
unuturdum belki
alışırdım unutmaya
ama olmuyor böyle
anlamıyorum
kızgın mıyım? kırgın mıyım?
üzgün müyüm?
var mıyım, yok muyum?
sanki
varlığımda bir yokluğum
bildiğin gibi değil
gittiğinden beri hüzün sürüyorum dudaklarıma
süslü cümleler arıyorum sana adadığım satırlara
ama olmuyor
iki basit sözcükten başka bir şey bulamıyorum
sevgimi anlatmaya
söylesene
sen biliyor musun?
nasıl anlatılır bir sevgi daha başka?
sen arkanı dönüp gittin
haberin yok
gittiğinden beri bu şehir mezarım
gökyüzü mezar taşım
bulutlarla bir isim yazıyor üzerinde
artık hatırlamadığım
korkuyorum
bu gidişin sonu iyi değil
intihar kokuyor bu şiir
olmaz mı diyorsun
yapma diyorsun öyle mi?
başım ağrıyor gittiğinden beri
resmini alıp
kıvrılıyorum köşelere
korkuyorum kalabalıklardan
nefret ediyorum
kalabalıklar içinde yalnızlık sarılıyor ellerime
kabuslar çöküyor üzerime
deprem oluyor içimde bir yerlerde
başa çıkamıyorum
olmuyor böyle
bir kalp
bir okyanus dolusu gözyaşının içinde
nefesini tutarak
ne kadar yaşayabilir?
söylesene...
bütün kış spor salonundan çıkmayan, hiçbir alanda göstermediği çabayı göstererek gücünün son raddesine kadar disiplin ve düzen içinde çalışarak sonunda istediği kaslı vücuda ulaşan ve bunu spor amaçlı değil kendi deyimiyle sadece "kızlar hasta olsun(!)" diye yapan içine hava basılmış gibi şişince bütün kızların kendilerine aşık olacağını sanan ve olayı abartan, bu yüzden de şişme işlemi tamamlanınca artık o vücudu gizlemek istemeyen aksine herkese göstererek "bakın ben ne büyük iş başardım." diyerek övünen gösteriş yapan, girdiği her ortamda herkesin kendisine hayranlıkla baktığını zannederek biraz da bundan şişinen böylelikle iyice kabaran, genelde yarı çıplak ya da atletvari şeylerle gezen erkektir.
" yanıtsız kalabilir mi ten, iyi niyetle sorulmuş bir soruyken aşk, sorusuz kalabilir mi aşk, kötü niyetle sunulmuş bir yanıtken ten? cevap veriyorum; ten nedir ki aşk varken..."
+ teo ne bu halin, depreştin mi yine, yapma be teo değmez o kıza
- o herşeyi kendi yanından görür. almak istediğini alır,başka şey düşünmez beni unuturdu. Onun her anı heyecan dolu, beni üzdüğü zamanlarda bile,yokluğunu hissetmek beni korkuturdu.
+ yapma ya, korkma teocum yalnız bırakmayacağız seni.
- ben herşeyi onun için onun yanında yaparken, o hepsine uzaktan bakardı yabancı gibi. her sözümü dinliyor gibi beni kandırırken, içinden geçen binlerce ses bastırırdı sesimi.
+ sen de kaşınıyorsun ama teo. kıymet bilmezin biriymiş işte boşveeeer.
- o her günü yeni bir umutla, bekler gibi görünür,yarına inanmaz beni avuturdu.
+ baydın teo yaa bitmez bu muhabbet, kaçtım ben heyecan lazım bana.
- onun her anı heyacan dolu. beni üzdüğü zamanlarda bile, yokluğunu hissetmek beni korkuturdu.
içinde dizginlenemeyen bir böcek sevgisi olan ya da böceklere karşı korkusuz imajı vermeye çalışan, adeta bebeklere, çocuklara, sevgilisine bile göstermediği şefkatı bu yaratıklara gösteren, biri çıkıp da bir böceğe zarar vermeyegörsün hemen olaya müdahele etme ihtiyacı duyan ve o yaratığın zararsız olduğunu kanıtlamak çabasıyla uçanlarını "kelebek o kelebek" uçmayanlarını da "tırtıl o tırtıl, kelebek olacak büyüyünce" şeklinde tanımlayan, eşek arısı olsun akrep olsun kırkayak olsun zehirli ya da zehirsiz olsun hiç fark etmez, hepsine aynı tepkisizlikle yaklaşan ve şayet karşısındaki normal, gerçeği görebilen bir insan ise, koskoca kara fatmaya bile kelebek yavrusu demek suretiyle onu sinir etmeyi başaran tuhaf insan tipinin bir söylemidir.
birinin sevgilisi olması birine aşık olunmasını engelleyemediğinden, aslında mağdurun aşık olan taraf olduğu, hem heyecanını aşkını bastırmaya hem de gizlemeye çalışırken yorulan, kendisiyle harap edici mücadelelere girişen hele de dürüst ve doğrucu biriyse bu elinde olmadan düştüğü kuyuya düştüğü için kendini suçlayan zavallının dolayısıyla suçlanacak değil de asıl acınacak tarafın aşık olan taraf olduğu, materyalist dünyadan uzak ve diyalogsuz yaşandığı için en masum en telaşsız ve en kendi akışında gizli kalan aşktır.
19. yy dönemlerinde, Sanayi Devrimi sonrası artan fabrikalaşma ve işçi ihtiyacı ile işçilerin varoş kesimlerden şehre vakit kaybetmeden olabildiğince hızlı-ki daha çok sömürülebilsin- ve şehrin sokaklarında görüntü kirliliği(!) yaratmak gerekçesiyle "görünmeden" gelmesi gerekliliğine çözüm olarak geliştirilen, yer altına inşa edilen böylece hem hızlı hem de görünmez ulaşımı sağlayan araçtır.
ilk günler, sanki çok büyük bir işe yarıyormuş gibi hissettiren ve büyük bir heyecanla gidilen sonra genç yakışıklı patronlardan birine aşık olunca daha da çekici gelmeye başlayan, öyle ki okula gitmek için sabah 7 de kalkmak zor gelirken staja gitmek için 6 da yataktan bir asker disipliniyle fırlayıp 1 saat içinde kahvaltı giyim saç makyaj çanta ve türevlerini hazırlamayı insana başartabilen ve fakat o aşık olunan sevgili patron iş gezisine çıkınca hiçbir heyecanı kalmayan ve iyice sıkıcı gelmeye başlayan, insanların yüzünüze soru işareti ifadeleriyle baktığı yanılıp şaşırıp da bir günaydın demeyegörün hemen "siz yeni mi başladınız?" sorusuna maruz kaldığınız ve cevabını artık bir kayıttan geçer gibi tekrarlamaya alıştığınız, hemen akabinde de "nasıl gidiyor staj? alıştınız mı? sıkılıyorsunuzdur" gibi tespit-i vaziyet cümleleriyle süslendirilen ve hepsine rağmen de hoş güzel bir tecrübe olarak hayat boyu işe yarayıp saklanacak olan ayrıca da ne kadar materyalist görünse de insana, ihtiyaç olduğunda yardıma koşabilecek bir çok insan kazandıran olaydır.
gizli öznesi pişmanlık olan, kalbe verdiği hasarı azaltmak için "eski" kelimesinden özenle kaçınan ama yine de sadece akıldan geçerken bile beyinden ruha giden damarları baldıran zehiriyle dolduran cümledir.
isviçre'de üst kalitede ve muhteşem lezzette yapılan yiyecek, böyle olmasının sebebi ise yalnızca güneşten alınan ve mutluluk veren bir maddeyi soğuk iklimi sebebiyle güneşten alamayan ülke halkının bunu çikolata ile telafi etme amacıdır.
kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle
günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle
yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen sen
sen ile ben arasında ne fark kalır ki söyle
bir gün başka bir sabaha uyanırsın, aklında biri, fikrinde ismi, kalbinde cismi.
bakarsın gözlerine, görürsün ki değişik, dokunursun yüreğine anlarsın ki karışık.
sebepsiz bir telaş sarıverir etrafını.
zamansız bir gülümseme mesken beller dudaklarını.
bir sakarlık bulaşır ellerine.
hayaller gözlerinde gözlerin pencerelerde,
yabancısı olduğun bir şey gelir, yabancılaştırır seni kendine,
aşk gelir selam verir yüreğine,
lakin aşk önce savaşacak
yenmesi gereken bir gurur var ortada ancak,
mümkün değil ki üstesinden gelmek
gurur hep önde hep başı dik duracak
sonunda ne olacak?
aşk bir sakar aşığın elinden düşüp kırılacak,
giden gidecek
kalan arkasından bakacak,
yüreğinde bir yabancı,
gözlerinde bir acı,
hoşçakal bile içinde kalacak,
çünkü ne sevdiğini söyleyebildi ona
ne gözlerinin içine bakabildi.
şimdi giderken o arkasında bıraktığı enkazdan habersiz
içi rahat belki yüreği temiz.
ortada birine söylenen bir elveda olmasa da
kalan gidenin aklında kalmasa da
bir karşılık yoksa da
bir arkadan bakan varsa eğer
bir seven bir özleyen,
bu bir vedadır,
gerek yok hoşçakala.
Gabriel Garcia Mârquez'in 1982 Nobel Ödüllü kitabıdır. Yazar kitap hakkında şunları söylemiştir:
"'Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumdan beri beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. 'Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım. ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş on altı yılımı aldı. büyükannem en acımasız şeyleri kılını bile kıpırdatmadan sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. 'Yüzyıllık yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. şaşırmadılar çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım. kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."
otobüsün koltuğuna oturduğunda aşağıda gözünde hayatın boyunca büyüttüğünden çok daha küçük görünen, tek başına kalmış, ve hüngür hüngür ağlayan, gözlerini kaçırmaya çalışırken sana bir parça daha bakabilmek için yukarı kaldırdığında başını göz göze geldiğin ve ilk kez ağladığına tanık olduğun babanı gördüğünde kaçınılmaz olarak gerçekleştirdiğin eylemdir.
sınav kağıdının altına dip not olarak "kopya çekmek günahtır" yazıp, öğrencileri denetleme gereği duymayan hocanın sağladığı rahatlıkla kopya çeken öğrencidir.
Ünlü Fransız generali.Küçükken Fransa'dan nefret ederdi ve daima Korsika'nın bağımsızlığını hayal ederdi. italyan aksanıyla Fransızca konuşurdu. imparator olduğunda taç giyme töreninde Papa'nın önünde diz çökmedi, çünkü Papa'nın ona bu gücü vermeye yetkili olmadığını onu imparator yapanın kendi gücü olduğunu düşünüyordu.
Bazıları onun aslında 1.60 değil 1.80 olduğunu o zamanın ölçüm birimleri nedeniyle bugün 1.60 algılandığını söylemektedir.
Bir savaşı kazanmak için gerekli olan nedir sorusuna "para para para" demiş ve bu sözü kendisi gibi tarihe geçmiş Napoleon deyince akla gelen ilk şey olmuştur.
normalde hissettiğin yalnızlığın milyonlarca katını hissettiğin, sanki yüreğin 15 katlı bir apartmanın en üst katından düşüyormuş gibi gelen, ağlamak istediğin halde ağlayamadığın çünkü mutlu olman gerektiğini düşündüğün, en berbat durum ve duygulardan biridir.
genellikle boylarından şikayet eden minyon kızlara söylenen çok mest edici ve doğruluk payı yüksek olan, minyon kızların güzelliğini ve makbul oluşunu çok hoş özetleyen cümledir.