Mutluluk..Kimi zaman bir gülüşte, kimi zaman içilen bir fincan kahvenin o tarifsiz sıcaklığında gizlidir. Oysa bazen mutluluk, ardında bıraktığın gölgelerden doğar, gitmeyi seçtiğin yollarda filizlenir. insan yorgun olduğunda, yüreği bir yokuşun başında nefessiz kaldığında, mutluluk adeta uzak bir ufuk gibi görünür. Ve işte o an, gitmekten başka bir seçenek kalmaz.
Uzaklaşmak. Belki de mutluluğun en gizli anahtarlarından biridir. Bir şehirden, bir hayalden, bir insandan uzaklaşmak. Her adımda yüklerini bırakarak, arkada kalan anılara son bir defa dönüp bakarak yürümek. Sanki her adımda biraz daha hafifler insan. Omuzlarında biriken yılların ağırlığı, zihnindeki karmaşanın gürültüsü geride kalır. Uzaklaştıkça kendini bulur, derin bir iç çekişin rahatlatıcı dokunuşunu hissedersin. Mutluluk, ardında bıraktıklarının çok ötesinde, sadece seninle var olur.
Bazen gitmek gerekir, bazen bir adım bile atmak mutluluğa doğru açılan bir kapıdır. Tıpkı bir kuşun geniş gökyüzüne kanat açması gibi, o dağınık hislerin, kaçmakla değil, özgürleşmekle anlam bulur. Her yolculuk, mutluluğun sana doğru koştuğu bir fırsattır. Gittiğin yerin bir önemi yoktur; aslında önemli olan, uzaklaştıkça kendine daha çok yaklaşmandır. Sessizliği dinlersin, belki rüzgarı, belki denizin huzur dolu dalgalarını… Ama en çok, kalbinin uzun zamandır duymadığın o içsel yankılarını duyarsın.
Bazen mutluluk; kalabalıklardan değil, yalnızlıktan doğar. Bazen mutluluk; kalmanın değil, gitmenin gücünde saklıdır. O yüzden, eğer kalmak seni yoruyorsa, gitmekten korkma. Çünkü mutluluk, bazen ardına bakmadan yürümenin cesaretindedir. Uzaklaş, yalnızca kendin olacağın yerlere git. Ve unutma, mutluluk bazen o uzak diyarlarda seni bekler, sadece ona varabilmek için yol alman gerekir.
Coko, sen neden benim entry'lerimi ezberledin? Aşıksan, söyle. Gizli gizli ilgilenmem için böyle davranma. Ayrıca, her beni öven, fake hesabım mı oluyor? Bu nasıl mantık?
edit: yazdığım tek entry bu. kendin çalıp kendin oynuyorsun. tedavi ol.
Bu duyguyu mart ayından beri kaç kez hissettim, bilmiyorum. O kadar çok şey yaşadım ki: iki ameliyat, felç, beyin ödemi, kanama ve daha nicesi. Hiçbirinde ölmedim, ama her birinde ölüme adım adım yaklaştım. Her yeni olayda içimdeki korku büyüdü, sığınacak bir yer aradım ve kimsenin beni bulmamasını diledim. Bir süre iyi oldum, her şey düzeliyor gibiydi. Ama sonra yeniden sorunlar başladı, hâlâ devam ediyorlar. Tüm bu zorlukların ortasında bile, her daim güçlü ve iyi görünmeye çalıştım; sanki sağlıklıyken yaptıklarımı yapabilirmişim gibi... Aynı güce sahip olduğumu göstermek istedim, ama içim hiç öyle hissetmedi. Bu histen nefret ediyorum. Bir gün, çok sevdiğim bu hayattan ve dünyadan ayrılmak zorunda kalacağımı kabul etmek istemiyorum.
Benim. Eskiden tatil için Kuba'ya, Kazah'a gittiğimde hep at çiftliklerine giderdim. Çok güzel, beyaz bir at vardı; onu çok severdim. Keşke bir atım olsa.
Az önce içimi mutlulukla dolduran bir anı yaşadım. Yurtdışında yaşayan birkaç arkadaşım, uzun bir aradan sonra şehre döndü. Havaalanında onları karşıladık, burada yaşayan ortak dostlarımızla birlikte, o sıcak anları paylaşmak tarifsizdi. Şimdi eve doğru yol alıyorum, içimde güzel anların coşkusuyla. Hafta sonu hep beraber buluşup unutulmaz anlar yaşayacağız gibi görünüyor. Umut dolu bir heyecanla yeni anıları sabırsızlıkla bekliyorum. Hadi hayırlısı.
Bir zamanlar, kalbimde yer etmiş bir gölge vardı. Gözlerim, onunla dolu hayallerin izinde sabahın ilk ışıklarına uyanırdı. Her sabahın şafağında, onun varlığıyla aydınlanan bir dünyaya adım atardım. Güneş doğarken ışıklar onun gülüşünü taşırdı bana, ve ben her ışık huzmesinde onun sıcaklığını hissederdim.
Gece çöktüğünde, yıldızlar onunla fısıldaşırdı sanki. Ayın solgun yüzünde onun silueti belirirdi, ve ben gözlerimi gökyüzüne diktiğimde, onu arar dururdum. Her yıldız, onun gözlerinde parıldayan umutlar gibiydi. Gecenin karanlığında bile, onun hatırası bana rehberlik ederdi.
Zaman, akıp giderken bizden bir şeyler götürdü. Fakat kalbimin derinliklerinde, onun izleri silinmez bir şekilde kaldı. O günlerin tatlı hatıraları, ruhumun bir köşesinde hep saklı durur. Her anı zihnimin bir köşesinde canlılığını korur.
Rüzgar, onun adını fısıldar gibi estiğinde, içimde bir yerler sızlar. Her esinti, onun varlığını hatırlatır bana. Onunla geçirilen zamanların anısı, rüzgarın hafif dokunuşunda yeniden canlanır. Her şey, onunla ilgili bir anıyı taşır gibi gelir bana. Her adımda, onunla yürüdüğümüz yolları hatırlarım. Her çiçek, onun gülüşünün rengini taşır gibi açar.
Belki artık o günlere geri dönmek mümkün değil. Belki zaman, bizi farklı yollara sürükledi. Ama onunla yaşanan her an, kalbimin bir köşesinde ölümsüzleşti. O anılar, bana hem bir huzur hem de bir hüzün getirir. Çünkü onun varlığı, hayatımda bir dönüm noktasıydı. Onunla paylaşılan her an, bana hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlatır.
Şimdi, her gün doğarken ve her gece çökerken, onun anısıyla yaşarım. Kalbimde saklı kalan bu gölge, bana sevginin gücünü ve zamanın ne kadar değerli olduğunu hatırlatır. Her sabah, onun anısıyla uyanır ve her gece onun hatırasıyla uykuya dalarım. Çünkü onunla geçirilen zamanlar, benim için hayatın en değerli anılarıdır.
Bir sabah güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, hayatın akışı devam ederken, ölüm sessizce yaklaşır. Gözlerin kapalı, kalbin yavaşlar ve aniden derin bir sessizlik hissedilir. Ölüm, kimi zaman huzur verici bir dost gibi yanı başına gelirken, kimi zaman da karanlık ve soğuk bir düşman gibidir. Görünmeyen ama derinlerde hissedilen bir gölge gibi sürekli peşindedir. Ancak ölüm, bir son değildir; belki de hayatın yeni bir döngüsüdür. Tıpkı solan bir çiçeğin tekrar yeşermesi gibi, ölüm de böyle; görünürde bir son gibi olsa da, yeni yaşamların tohumlarını eker.
Sevdiklerimizle dolup taştığımız anlar gelir akla; onların anılarıyla yaşarız. Bir gülümseme, bir dokunuş, kalplerimizde saklı kalır. Ölüm bile sevdiklerimizin ruhunda yaşar, çünkü onlarla paylaştığımız her an ölümsüzleşir. Ve belki de en büyük korku, unutulmak, hatırlanmayacak olmak. Ama her anı değerlidir; her gülüş, her gözyaşı yaşamın özüdür. Ölüm bile bu döngünün bir parçasıdır.
Sonunda herkes için kaçınılmaz olan o an gelir. Ancak ardında bıraktığın izler, bu dünyada bir yankı olarak kalır. Her anı dolu dolu yaşamak gerekir, çünkü ölüm bile hayatın içinde gizli bir anlamdır. Yaşarken sevgiyle dolu kalpler bırakmak, yaşamın en büyük mirasıdır. Ve ölümün bile bir yansımasıdır; yaşamın içinde saklı, anlamlı bir derinliktir.
Çok sevdiğim ve özlemle andığım bir aktivite. 25 Mayıs'tan, temmuz sonunda beyin ödemi teşhisi konulana dek, bastonla sık sık yürüyüş yapardım. Son kez 11 Ağustos’ta, abimin doğum gününde ayağa kalkmış ve ona sarılmıştım, ancak o andan sonra bir daha kalkamadım. Yakında fizik tedavim yeniden başlıyor. Umarım, sorunsuz bir şekilde tedaviye devam edebilme kararlılığını gösterebilirim.
Ben, gözlerimi akademisyen bir ailede açtım; bilgeliğin, sevginin ve huzurun içinde büyüdüm. ilk nefesimden itibaren her şeye sahiptim. Annem ve babam, benim için sadece birer ebeveyn değil, adeta birer ilham kaynağıydı. Babamın güçlü karakteri, annemin zarafetiyle birleştiğinde, ortaya kusursuz bir dünya çıkıyordu. Sevgiyle örülü bir yuva, ilmek ilmek işlenmiş bir aile... Hiçbir eksiklik hissetmedim, ne maddi ne de manevi. Her günümüz, mutlulukla ve sevgiyle dolu bir yaşamın resmiydi. Bugün bile, hayatımızda hiçbir şey eksilmedi; hala aynı sıcaklıkla devam ediyor. Bu, dünyadaki en büyük şanstı belki de.
Ama sonra... Hayatımın hiç bilmediğim bir yüzüyle karşılaştım. Babam, annemden önce bir kez evlenmiş ve o evlilikten iki çocuğu olmuş. Ben, çocukluğum boyunca onları hiç görmedim, ta ki 19 yaşıma, 13 Nisan 2022’ye kadar. O gün, doğum günümde babaannemi kaybettiğimizde, bir anda hayatıma girdiler. Üvey kardeşlerim... O gün, tanımadığım bir geçmişle yüzleştim. Sonra, 2023 Mayısında babam kalp krizi geçirdiğinde tekrar karşılaştık. Aynı kanı taşıyor olsak da, hayatlarımız birbirinden öylesine farklıydı ki... Onlar, birbirine bağlı iki kız kardeşken; ben, bir abiye sahip evin küçük ve sevilen kız çocuğuydum.
Az önce üvey kardeşlerimden küçüğüyle uzun uzun konuştuk. Arayan oydu. Ve konuştukça fark ettim; hayatlarımız gerçekten de bambaşkaymış. Onlar da maddi anlamda zenginler, fakat sevgiye dair koca bir boşluk yaşıyorlar. Hatırlıyorum, babam hep ansızın bir yerlere giderdi. Hiçbirimize haber vermez, sadece annemle paylaştığı bir sır gibi, geri döndüğünde yüzünde hep bir mutluluk olurdu. Meğer o zamanlar üvey kardeşlerimin yanına gidiyormuş. Bilmiyordum, hiç bilmiyordum...
Bu öğrendiklerim içimi parçalıyor. Kalbim, sanki hiç bilmediğim bir acıyla dolu. Duygularım, bir fırtınaya yakalanmış gibi. Babamın diğer ailesiyle ilgili öğrendiğim her şey, kalbimden bir parçayı koparıp aldı. Ve şimdi, bu boşlukla baş başayım. Kendimi bir bilinmezliğin içinde kaybolmuş gibi hissediyorum, kalbimin bir köşesi hep eksikmiş gibi...
Şiir, birkaç kelimeyi yan yana dizmekten çok daha fazlasıdır. Kelimelerin ses uyumuyla birleşmesi, duygusal ve düşünsel yoğunluğun bir ifadesi olarak ortaya çıkar. Bir şair, sadece kelimeleri değil, insan ruhunu ve deneyimlerini, en sade ve en yoğun biçimde dile getirme becerisine sahiptir. Şiirler, tarih boyunca insanlar üzerinde derin bir etki bırakmış, toplumları şekillendiren duyguları, fikirleri ve kültürleri taşıyan bir araç olmuştur. Bu yüzden, şairlerin tanınması ve değer görmesi, onların sadece birkaç kelimeyi yan yana getirmesinden değil, kelimeler aracılığıyla dünyaya sundukları derin anlam ve sanatsal bakış açısındandır.