bir akp'li olmadığım halde, bunda rahatsız olacak bir taraf göremedim. fakat sosyal medyada görüyorum ki "aauuww atatürk'e ne dediii" ya da "kelime oyunu yapıyo şerefsizlerrr" gibi ebleh haykırışlar mevcut. ulan adamlar türkiye'nin en büyük kavşağını yapıp adına da mustafa kemal atatürk gibi verilebilecek en güzel isimlerden birini veriyor zaten daha neyin derdindesin. art niyetli olmayın arkadaşım, komik oluyorsunuz.
habertürk'ün nedense akp dışında diğer tüm partilerin basın açıklamalarını, toplantılarını yayınlamamak için arkasına saklandığı bahane. kendi spikerinin yalancısıyım, şaka gibi lan. ilkesel olarakmış bak bak bak.
Herhangi bir mekânda tek başınıza oturuyor veya birini bekliyorsaniz, istemeden de olsa duyacaginiz, çoğu zaman sinir bozan muhabbetlerdir.
Şu an 4 adet bir taraflarina mikrofon kaçmış kadın tarafından yapılan ebru gündeş ve kocasının başına gelen talihsiz(!) Olayın vahametini dinliyorum. Cok mutsuzum sözlük..
(Bkz: kulakligi evde unutmuş olmak)
(Bkz: umut sarıkaya tipi mutsuzluk)
hemen malum tanımımızı yapalım ki bir carlama durumu olmasın; özel sektör çalışanları ve devlet memurlarının karşılaştırması durumudur.
Öncelikle belirtmeliyim ki, yaklaşık 15 senelik bir özel sektör çalışanıyım. farklı bir kaç sektörde çalışmış haliyle bir çok gözlem ve deneyim sahibi biri olarak yazabiliyorum bunları.
Türkiye'de özel sektör çalışanı olmak zordur. çalışma şartlarını tamamen patronlar yada yöneticilerin keyfi belirler. onlar ister, günde yasal olarak çalışman gereken saat olan 8 saat değil 12 saat çalışırsın, keyifleri ister seneni doldurduğunda kullanman gereken 15 günlük senelik iznini 1 hafta olarak kullanırsın, kalan 1 haftayı eğer vicdanlı bir patronun varsa daha sonradan kullanırsın, yok değilse rüyanda görürsün. sağlığını yada iş güvenliğini tehlikeye atabilecek işlerde çalışırsın, yoğun stres altında çalışırsın, sabah trafikten yada herhangi bir sebepten geç kaldığında ayarsız bir fırça yersin ama akşam mesai saatin bittiği halde kalalım şu işleri de bitirelim denir herhangi bir ek mesai ücreti ödenmeden. aylarca deneme süresi adı altında sigortasız çalıştırılırsın, başına herhangi bir talihsizlik geldiğinde kimse seni tanımaz, sen de herhangi bir hak iddia edemezsin. herhangi bir hak iddia ettiğinde, daha doğrusu hakkın olanı istediğinde rahatlıkla kapı gösterilir. öyle ya güzel ülkemde bu kadar genç nüfus ve bu kadar işsizlik varken sana mı muhtaç o koca patron!
diğer tarafta memurlar..
malum çoğu insanda bir "memurlar çalışmaz, akşama kadar vakit öldürür, saat 17:00 olunca da alır çantasını koşarak uzaklaşır ama yine de memurlar ağlar" düşüncesi vardır. neden vardır peki? gece rüyalarda mı görülüyor bu durum? hepimiz işimiz düştüğünde vergi dairesine, sigorta müdürlüğüne yada herhangi bir devlet dairesine gitmedik mi? gittiğimizde orada çalışan memurların tam da tasvir edildiği gibi bir ortamları olduğunu görmedik mi? tamam belki genelleme yapmak yanlış, belki her memur böyle değil. işini gerçekten layıkıyla yapan memurlar yok mu? elbette ki var. Ama asıl anlatmak istediğim şey şu;
arkadaşım çalışmışsın, memur olmak için çabalamışsın, olmuşsun ve sana vaad edilen maaşla, vaad edilen işi yapıyorsun. yasal haklarını sonuna kadar kullanıyorsun, mesaiye kaldığın zaman karşılığını alıyosun, sağlığın ve iş güvenliğin teminat altında, sigortan kesintisiz yatırılıyor vs.. ki olması gerekenler de bunlar zaten.
yani özetle memursan insan gibi çalışıyorsun ve karşılığını da alıyorsun zaten ey memur arkadaşım. ama özel sektör çalışanlarının acımasızca hakları yeniyor, emeğinin karşılığını alamıyor ve buna çoğu zaman itiraz edemiyor bile.
yani biri ağlayacaksa o sen değilsin memur arkadaşım, özel sektör çalışanları.
peşin edit: çok şükür ki sevdiğim bir işim ve iyi bir kariyerim var. ama bu gözler ezilen, hakkı yenen çok insan gördü. kendi adıma değil ama onlar adına paylaştım.
öncelikle belirtmeliyim ki aramaya inanan bir insanım. ve aramalarım sonucu sigara zammına sevinen şuursuz insan modeli başlığını gördüm fakat "insan modeli" tanımı beni kesmediği için böyle bir başlık açmaya karar verdim.
sadete gelecek olursak; milletçe zamlara çokta fazla tepki göstermediğimiz aşikar. ulaşımda, elektrikte, suda, doğalgazda ve daha bir çok şeyde gelen zamlara söylenmekten başka pek bir şey yapmayız. bu zamlar biraz daha canını yakmışsa küfür eder, olmadı facebookta falan ülkenin ekonomik açıdan geldiği nokta konusunda ahkam keser bir nebze rahatlarız falan filan.
zengin olsun fakir olsun hepimizin ortak paydası şudur ki zamlar hepimizin canını yakar, cebine giren para aynıyken çıkan kısım arttığında sinir yapar ve doğal olarak istemezsin gelen zammı.
hal böyleyken bazı übersonik zekalar "sigara zaten zararlı yeeaa, içmeyin zaten aq, sağlığınızı da mı düşünmüyonuz yeeaa" gibi söylemlerde bulunarak bu zammı destekleyip sevinebiliyorlar. şimdi burada sormak istediğim şudur; e be şuursuz insan! birincisi sigara içiyorsam sana mı içiyorum sen rahatsız oluyorsun? ikincisi benim sağlığım senin için çok mu önemli ki tatavasını sen yapıyosun? üçüncüsü "biz pasif içici olmak istemiyoz ki'cilere: pasif içici olmak istemiyorsan koyarsın kurallarını, evinde, işyerinde içen insanları uyarırsın, içilen ortamda bulunmazsın ve kurtulursun pasif içici olmaktan. kaldı ki son yasalarla insanın evi dışında ki tüm mekanlarda sigara sınırlaması zaten yapılmış, içenle içmeyen izole edilmiştir. dördüncü ve son maddemse "zam gelsin hatta daha çok gelsin, 1 paket sigara 100 tl olsun da kimse içemesin eheh"cilere; doğru ben sigarayı bırakınca, sigaraya vereceğim parayla sana beyin nakli yaptıracaktım. ama bak görüyo musun işte bırakmıyorum mereti, gitti senin hayaller..
ama ben kendisini sabahları haber müdürlüğünü yaptığı best fm'de yaptığı programla tanıdım. özellikle metehan demir'le yaptığı söyleşileri kaçırmamak gerek. harika bir diksiyon ve ses tonu sahibi kişisi.
genelde mesaj içerikli hikayelerin fotoğraflarında yazarlar bunu. mesaj şudur:
"biz bunu okuduk, beğendik. hatta o kadar beğendik ki senin de dibin düşecek! valla bak! bi oku beğenmezsen paran iade."
seovi dediğimiz pıtırcıklarımızın önüne gelen entryleri seri ve fena halde eksilerken ki söylemleridir.
- ibneye bak nası da döktürmüş.. al ulan al.
- ulan 2 satır salak saçma yazmış ama dünün en beğenileni olmuş.. al sana al..
- aha benim manitanın açtığı başlığa yazmış ipne. sadece seovin olmıcam, adresini bulup kapına dayanmazsam adam değilim ulan..
gibi.
zorunlu edit: seovi değilim lan, empati yaptık suç mu.
çetin altanın kadın ışık ve ateş kitabında ki hikayelerden birini okuyunca insanın yüzüne vuracak bir gerçektir.
türk erkeğinin istekleriyle yaptıklarının ne kadar tezat dolu olduğunu gayet basit ve anlaşılır bir dille anlatmış. okuyunca paylaşmak elzem oldu..
--spoiler--
topkapının dışına çıkan otobüslerden birinde, diz kapaklarının iki parmak üstündeki mavi keten eteğiyle, blue jean gömlek giymiş; uzun boylu, kumral, kısa saçlı genç bir kadın...
besbelli ki avrupa kentlerinin birinden gelme... vücudunun inceliği, giydiğini kendine yakıştırması, havası, rahatlığı onu gösteriyor...
daracık alınlı, kalın siyah bıyıklı, esmer kavruk tenli, katı bakışlı erkeklerin gözleri, kadına doğru dönüp çivilendi.
insanın elinde bir kamera olsa da, o bakışlarla o kadını otobüsün içinde çekebilse...
turizm propagandası açısından değilse de, çağdaş sinemadaki gerçekçilik akımı açısından; olağanüstü bir görüntü yakalamış olacak...
Neden öyle yiyecek gibi bakıyorlar kadına?
hiç kuşkusuz çok beğendiler avrupalı genç kadını... bu beğeninin ayıplanacak hiçbir yönü yok; sadece öyle yerlerde beğenilen bir kadına, onu rahatsız etmeden nasıl bakılacağını bilmiyorlar...
içlerinde rahatlatıcı hiçbir titreşimin oynaşmadığı, ampulü bozuk evrak mahzeni koridorlarına benzeyen gözlerini; bodoslamadan karaya gemi bindirir gibi, kadının üstüne bindirip, göz kapaklarını hiç kırpmadan; öyle dik dik bakıyorlar...
bari hoşlanmanın verdiği bir yumuşaklıkla, dudaklarına bir gülücüğün ışığı düşse de, yüz çizgileri azıcık gevşese; görüntüleri, ürkütücülükten, genel bir beğeninin sevecenliğine dönüşecek...
ama kaşlar hafif çatık, yüzler asık ve siyah kalın bıyıklı dudaklar, neşeleri daha doğarken kökünden kazınmış gibi; garip bir ciddiyetle mühürlü...
sanki havva'sız bir adem'den yaratılıp, kadınsızlığın bitip tükenmeyen kırbacını yiye yiye gelmişler ta bugünlere...
bunu düşününce, görüntülerindeki ürkütücülük; kökleri çok derinlerde olan bir açıklılığa dönüşüyor...
madem etekleri diz kapaklarının iki parmak üstünde, şatafatsız giyimli, ama giydiğini kendine yakıştıran; bakımlı, saçları kısa kesilmiş, çocuksu kadın tipini seviyorlar; neden dünyalarını, sevdikleri kadın tipiyle kurmuyorlar; daha doğrusu, dünyalarının kadınlarında, sevdikleri kadın tipini neden yaratamıyorlar?
can alıcı soru bu...
yeryüzüne bir kez geliyorlar... belki sevdikleri, ama kendilerinin de farkında olmadığı, gizli bir özlemi yanıtlamayan; köleleştirilmiş kadınlarla yaşıyorlar ve uzaktan beğenip, imrenerek baktıkları çağdaş kadın tipleriyle ortak bir dünya kurmak şöyle dursun; onları uygarca seyretmesini dahi beceremeden ölüp gidiyorlar...
bundan daha hazin bir şey olamaz...
neden kendi yakınlarında, aradıkları kadını yaratamıyorlar?
kendilerinin beğenip, birlikte olmaktan kıvanç duyacakları bir kadını, başkalarının da beğenmesinden mi korkuyorlar?
ve bu korku nereden geliyor? kime güvenemiyorlar; yoksa kendileri gibi düşünen erkeklerin bolluğuna mı?..
ama her erkek, açlığından kurtulacağı bir kadınla birlikte olursa; otobüslerde, vapurlarda, çağdaş kadınlara dikilen erkek bakışlarındaki ısırıcı yamyamlık da, kolayca törpülenmez mi?
sille tokat köleleştirdiğin, zevkini kütleştirdiğin kadınlarla yaşamaya kendini mahkzm et; sonra dışarıda, için eriye eriye beğendiğin, ama hiçbir zaman bir saç örgüsü oluşturamayacağını bildiğin kadınlara, yiyecek gibi bak ve sonra da yaşlanıp öl...
tanrı aşkına yaşamanın anlamı bu mu demektir?
kendinin ve kimsenin beğenmeyeceği bir kadınla birlikte olmanın sağladığı anlamsız güvene; her yönüyle gerçekten beğendiğin bir kadınla birlikte olmanın mutluluğu yeğlenir mi?
üstelik her erkeğin eşi, beğenilecek çağdaş bir düzeye geldiği ve kölelikle bakımsızlıktan kurtulduğu zaman; kimse kimsenin karısına yamyamlaşarak bakmaz ki...
gelişmiş toplumlarda, bizim topkapı dışı otobüsünde rastladığımız, avrupalı kadının üstüne sinek tabağına konan sinekler gibi yapışmış erkek bakışlarına, hiç rastlanıyor mu?
mutluluğa yaklaşım, sevdiğin bir işte çalışıp, sevdiğin kişiyle birlikte olmayı başarmakla mümkündür...
Bunu bir gıdım olsun başaramadın mı, sen o yaşamın çekiver kuyruğunu...
yanındaki canım eşini, sille tokat paçavraya çevirdikten sonra; orada burada rastladığın çağdaş yaşam örneklerine, yutkuna yutkuna bakar ve en doğal hakkın olan mutlu ve neşeli bir yaşam beraberliğini ıskalamış olarak; iki arşın bezle, bir avuç toprak olur gidersin...
bu, üstelik sadece parasal bir sorun da değildir. bu, bir gusto sorunu, yaşamı akıllıca değerlendirme sorunu...
köyleşme kentleşmesiyle almanya serüvenleri, biraz daha kendine çeki düzen verecek bir düzeye gelince; yeni kuşakların erkekleriyle kadınları, dedelerinin ne kadar ışıksız ve anlamsız yaşadıklarına şaşacaklar ve onların birer bulunmaz antika olarak duvarlara süs diye asılmış poturlarıyla şalvarları önünde; birbirlerinin gözlerinin içinde eriyerek, pembe şampanyalar içerken:
"zavallılar yaşamı nasıl da hiç anlamadan kaybolup gitmişler" diyecekler...
topkapı dışı otobüsünde, avrupalı genç bir kadına yiyecek gibi bakmış olmaktan ibaret bir anıları bulunduğunu dahi, hiç tahmin edemeyecekler.
--spoiler--
7 mart çarşamba günü yayına başlayacak olan mustafa topaloğlu ve hayko cepkin ortak yapımı program. tam olarak nerede yayınlanacak bilinmemekle birlikte, fragmandan anlaşılacağı üzere izleyiciyi paradoksa boğacak bir çalışma olmuş gibi. beklemedeyiz tamam.
kendini hala okul günlerinde zanneden, hayallerde yaşayan, ama bu hayalleri hiç bitmeyecek olan bir garip çalışandır. ne olurdu sanki tatil olsa diye hayıflanması hiç bitmez, ne kadar kar yağarsa yağsın kalkıp * işine gider ve tüm gün kendini evinde, battaniyesinin altında bir fincan kahve eşliğinde sinema keyfi yaptığını düşünerek yüzünde acınası bir gülümsemeyle çalışıyormuş gibi yapar.
bianetin yerel, ulusal gazeteler, haber siteleri ve haber ajanslarına yansıyan haberlerin çetelesini tutarak hazırladığı dosya sayesinde karşılaştığımız acı tablodur.
--spoiler--
ölümle sonuçlanan vakalar:
* 2011de erkekler 257 kadın, 32 erkek, 14 çocuk ve iki bebek öldürdü.
* bu erkeklerden 33ü cinayetin ardından intihar etti, 13ü intihara teşebbüs etti. 18 erkek cinayetin ardından polise teslim oldu.
* kadınları en çok kocaları öldürdü. faili belli olan cinayetlerde; 112 kadın kocaları, 23ü sevgilileri, 20si eski kocaları, 12si erkek kardeşleri/ağabeyleri, 10u oğulları veya damatları, sekizi reddettikleri erkekler, altısı diğer akrabaları, beşi ise hırsızlar tarafından öldürüldü.
* erkeklerin en çok kullandığı cinayet aleti ateşli silahlardı.
* 2011de koruma talep ettiği, savcılığa veya polise şikayette bulunduğu ya da sığınma evlerine yerleştirildiği halde 11 kadın öldürüldü, üç kadın ağır yaralandı.
* şiddetin sebepleri arasında en yaygını kadınların ayrılma isteği ya da erkeği geri çevirmesi, yani hayır demesiydi.
* namus, kıskançlık, paranoya, kadının evi terk etmesi ve boşanma davaları erkeklerin en çok gösterdikleri bahanelerdi. bazen kötü bir rüya, kimi zaman ramazanda yapılan tuzsuz yemek ya da gecikme yüzünden karısını mutfak aletleriyle döven/öldüren erkekler oldu.
bu da tecavüz raporu
* 2011de en az 102 kadın ve 59 kız çocuğu tecavüze uğradı.
* kadınlara en çok tanıdıkları erkekler tecavüz etti. tecavüzcüler arasında en başta sevgilileri vardı, onları kocaları, eski kocaları, kocalarının arkadaşları, iş arkadaşları, babaları ve akrabaları izledi.
* kadınlar, sanılanın aksine, en çok evlerinde tecavüze uğradı. 51 kadın evinde, 22 kadın sokakta, 17 kadın alıkonularak, 10 kadın işyerinde tecavüze uğradı.
yaralama
* erkekler en az 220 kadını yaraladı. kadınlar en çok kocalarından şiddet gördü. kadının boşanmak istemesi en sık karşılaşılan şiddet bahanesiydi.
* 132 kadını kocası yaraladı. 26 kadını, sevgilileri veya eski sevgilileri; 19 kadını eski kocaları, 18 kadını tanımadıkları erkekler, 11 kadını oğulları veya damatları; beş kadını iş arkadaşları, dört kadını babaları, üç kadını erkek kardeşleri/ağabeyleri ve iki kadını diğer akrabaları yaraladı.
taciz
* en az 167 kadın taciz veya cinsel şiddete uğradı.
* kadınları en çok tanımadıkları erkekler taciz etti. onları patronları, iş arkadaşları, kocalarının arkadaşları, kayınpederleri ve sevgilileri takip etti.
* kadına yönelik şiddet, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, tecavüz, yaralama ve çocuk istismarı en çok şiddet istanbulda yaşandı. ardından sırasıyla adana, antalya ve izmir geldi.
--spoiler--
bu arada belirtilen bu veriler sadece kayıtlara geçen, şikayet etmeye cesaret edilmiş, üstü örtülememiş olayların sadece bir kısmı. en az bir bu kadar da resmi kayıtlara geçmeyen olayların olduğu aşikar.
hani hep denir ya "bu ülke de kadın olmak zordur" diye, eksik bir cümledir bu; bu ülke de evli bir kadın olmak daha da zordur.. yurdum erkeği karısını bir mal olarak gördüğü sürece, bu cinayetlerin ne önü kesilir ne de bu dehşet tabloları hafızalardan silinir.
başbakanına gönülden bağlı, verdiği oyun arkasında durabilen hükümetin yılmaz savunucularındandır. "zam yapılıyorsa vardır bir bildikleri, yardırın yiğitlerim" nidalarıyla alkış tutar yeni zamlara, alkolü az tüketir, sigara paketini gözünü kırpmadan atar, porchesini satıp fiatıyla mutluluklara yelken açar. imrenilecek, gıpta edilecek bir mutluluktur bu, herkese nasip olmaz.
"insanlar sabah 06:00'da iş başı yapsın. akşam erken yatarak bunu başarabileceklerini biliyorum" diyor "avrupa'da bunun olabildiğini" de söylüyor. "c.tesi de mesai olsun" diyor bakan.
halkını sadece çalışacak hayvan gibi gören zihniyet kaybetmeye mahkumdur sayın bakan. ülkenizdeki refahı arttırmak istiyorsanız 550 milletvekilinin altına çektiğiniz özel şöförden, 550 milletvekilinin altındaki arabaya ödemeye niyetlendiğiniz yakıt masraflarından feragat edin sayın bakan. avrupa'daki çalışma saatleri hakkında zerre kelam etmeden insanların erken saatte kalkıp iş başı yaptığını söyleyen sayın bakan, avrupada bir çok milletvekili bisikletle işe gidiyor. bu milleti sadece çalışmaya programlanmış iş hayvanlarınız olarak görüyor olabilirsiniz fakat bu hayvanların sadece akşamları ve c.tesi pazar vakit geçirebildikleri evlatları ve bir aileleri, sevdikleri var. çok şükür refah seviyeniz halkın üzerinde olduğu için eşiniz çalışmıyor olabilir ama ihtiyacı olduğu için karı koca olarak çalışan ve sabah işe gitmeden yarım saat evvel kalkıp çocuğunu yedirip içiren anneler babalar var sayın bakan. çocuğunuzun bakıcıları bütün anne babaların çocuklarına bakıcılık etmiyor sayın bakan. sabah 6'da iş başı yapmak için yavrusunu yatağından kaldırıp kahvaltı mı etsinler yoksa her aileye bir bakıcı tutacak mısınız sayın bakan?
çekin ellerinizi milletin üzerinden. arsızlığın da bir sonu olsun artık. bir dönem milletvekilliği yapıp emekli olmaya hak kazanıp milyarlarca maaş alan, her mikrofon uzatıldığında aldığınız milyarlarla geçinemediğini iddia eden sizler, bu millet ömrü boyunca asgari ücretle çalışıp yine de sizin imkanlarınızla bir emeklilik elde edemiyorken bu milletin refahını bahane edip köleleştiremezsiniz. çekin ellerinizi milletin üzerinden.
yılmaz morgülün 100 bin kat daha iyi olduğu karşılaştırmadır. ben yılmazcığımın yalancısıyım, zeval olmasın sonra bana.
--spoiler--
ben kıvanç'tan 100 bin kat iyiyim, her şekilde. kıvanç daha kilolu. sportmen yön olarak ondan 100 bin kat iyiyim. o bir dizi için role girdi. ben yıllardır spor yapıyorum. spor salonuna bir giriyorum, herkes işi gücü bırakıp beni seyrediyor. kendime örnek aldığım kimlik rahmetli bruce lee!
--spoiler--
yok artık bu kadar açıklama beni kesmez, daha çok yılmaz morgül kelamı okumak isteyen bünyeler için hizmette sınır tanımıyoruz!1birr!111
gidip amerikalarda libya halkının haklı mücadelesini anlatmaktır, arap baharını dünyaya anlatmaktır, tunusun, mısırın dost ve kardeş ülke olarak zor günlerinde yanlarında olduğunu açıklamaktır. israilden özür beklediğini tekrar tekrar altını çizmektir. filistin halkına yardım için gerekirse dünyaya savaş sinyalleri verebilmektir vs..
cumhurbaşkanı almanya'da, başbakan abd'de, dış işleri bakanı new york'ta,iç işleri bakanı afganistan mülteciler bakanı ile temasta, generaller hapiste...
bir ülkenin önceliklerini kim belirler? terör artık dağlardan şehir merkezlerine kadar inmişken, her allahın günü onlarca insan pisi pisine terör kurbanı olurken ve bu ölüm haberleri artık sıradanlaşmaya başlayan bir ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı, bakanları hala arap dünyasına yamanma derdindeyken insan söylemeden edemiyor; sokmuşum arabına da baharına da...
günün maçında * kendini bir kez daha göstermiştir. teşekkürler fenerbahçe, teşekkürler tff. sayenizde "bedava bok bulsak nasıl da kapışırız"cı bir millet olduğumuzu bir kez daha gözümüze soktunuz. sokmaz olaydınız.
o nasıl bir izdihamdır, o nasıl bir hengamedir yaşamayan bilemez. yaşadım ordan biliyorum. sorsan fenerbahçenin bir oyuncusunun bile adını bilemeyecek, kataraktı tavan yapmış burnunun ucunu göremeyen teyzeler, bir aylık bebeğiyle lohusa yatağından kalkıp gelmiş kadınlar, o izdihamda ağlayan çocuklar daha neler neler bu bedavacı zihniyetin birer parçasıydı bu gece. bi sakin olun bacım, maç bu en nihayetinde giremesen birşey kaybetmeyeceksin hani demek istesemde döverler beni diye düşünerek vazgeçtim.
tff nin almış olduğu kararla artık tribünlerde daha sık göreceğimiz bayan taraftarların açacağı pankartlardır. "oraya geliriz saçınızı çekeriz"den daha yaratıcı fikirler ortaya çıkacak gibi geliyor.
israilin siyaset anlayışının adı olabilir. lakin olaylar karşısında takındığı tavır için yavşak kelimesi bile çok masum kalabiliyor bu ülke için. bunu anlayabilmek için bugün ki gazetelere şöyle bir göz atmak yeterlidir.
--spoiler--
israil'in dışişleri bakanı avigdor lieberman, türkiye'yi sert önlemlerle "cezalandırmak" istiyor. bu çerçevede israil, yahudi lobisinin güçlü olduğu abd'de ermenilerle işbirliği içine girecek ve terör örgütü pkk'ya askerî yardım teklifinde bulunacak. lieberman'ın planları arasında, "işbirliği yapmak ve mümkün olan her alanda destek vermek için" pkk'nın avrupa'daki elebaşıları ile görüşmek de var.
--spoiler--
daha bundan sadece bir kaç sene önce dostluk mesajlarını verirken etrafa gülücükler saçan bir tutumları varken, orta ölçekli bir anlaşmazlık sonucunda pkk gibi bir terör örgütüne işbirliği ve yardım teklif etmeyi düşünecek (yakın zamanda da eminim uygulamaya sokacak) kadar aşağılık bir politika izleyen bir ülkedir israil. hal böyleyken aklıma çok sevdiğim bir atasözü geldi. iki şey halkın önünde yapılmaz çünkü mide bulandırıcıdır der fransızlar, birincisi sosis imalatı ikincisi de siyaset. ben bugün gazetelerde bu haberi okurken gerçekten midem bulandı.
duraktan yolcu aldıktan sonra asla sol dikiz aynalarını kullanmaya gerek duymayan, hayvani bir hızla yola çıkan, arkadan araba geliyor mu gelmiyor mu umrunda olmayan şöför çeşididir. tabi nasıl olsa altında ki araç devletin malı, kaza olsa ne olur olmasa ne olur umrunda değil. her gün 7 ceddine küfür edildiği kanaatindeyim ki bir çoğu da hak ediyor.
bazen hukuka, yargıya gerek kalmadan doğal yollarla gelir sahibini bulur. tıpkı şu haberde ki gibi:
--spoiler--
endonezya'da sahipleri tarafından iki hafta boyunca aç ve susuz bırakılan köpeklerin intikamı feci oldu
endonezya'da uzun süre aç bırakılan köpekler, iki haftalık tatilden sonra evine dönen sahibini yedi. yerel medyada çıkan haberlere göre, 50 yaşındaki andre lumboga, beslediği 7 köpeği evde bırakarak iki haftalık tatile gitti.
tatilden çarşamba günü dönen lumboga'nın bavullarını pazartesi günü hala evin önünde gören bir komşusu, içeriden gelen kötü koku üzerine polisi aradı. polis, içeri girdiğinde korkunç bir manzarayla karşılaştı. lumboga'nin kafatası mutfakta, gövdesi ise evin dışındaydı.