ingiliz yapımı the office'in esas adamı david brent'in devam documentary belgeseli niteliğinde çekilmiş film. david brent, bir ofiste çalışırken aynı zamanda rock grubu kurmuş ve grupla turneye çıkmıştır. yine karakter yerine utanırken bi yandan inanılmaz üzülüyor, öte yandan da acayip gülüyosunuz. klasik david brent, klasik ricky gervais.
the office i çok özlemiş biri olarak bir nebze hasret gidermiş oldum.
öte yandan kişisel not: filmin sonunda jenerik akarken david brent'in yaptığı şarkının coldplay tarzı olduğunu ve şarkının son dakikalarında gerçekten chris martin'in eşlik ettiğini farkeden biriyle tanışma ihtimalim yüzde kaçtır.
eski bir kilisenin restore edilmesiyle, muhteşem caz ve klasik müzik konserlerinin, film gösterilerinin, sanat söyleşilerinin yapıldığı, yeldeğirmeni mahallesinin ruhuna yakışan minimal ve harika bir sanat merkezi haline gelmiş mekandır.
Bu sabahların bir anlamı yokmuş.
Bu hep böyle böyle gidemiyormuş.
O çok anlam yüklediğim tesadüfler sadece hayatın benle daha çok eğlenebilmesi için attığı yemlermiş, yuttum.
Kendimi bildiğimden bu yana çok teknolojik gelişime şahit oldum, gözümün önünde ne hayatlar yıkıldı, şehirler değişti, insanlar, ünlüler. Sürekli bişeyler değişirken ısrarla değişimi reddeden bazı gerçekler olduğunu öğrendim. Ne yapsam değiştiremediğim gerçekler.
Evet, dedikleri gibi bazı şeylerin zamanla geçtiğini gördüm, ama zamanla artan bazı şeyler olabileceğinden bahsetmemişlerdi, varmış.
Bürokrasi dünyanın en boktan şeylerinden biriymiş.
Bu yaşıma kadar övgüler yağdırdığım yalnızlığım ve özgürlüğümün, artık çok da övülesi bişey olmadığını, aksine taşıdığım ağır bir yük olduğunu farkettim.
Ne çok şarkı biriktirdiğimi farkettim söylenmeyen, ne cümleler çizdim kitaplardan okumak için birine. Hepsi bekliyor. 29 yaşında, insanın daha fazla söylenmeyen cümle biriktiresi gelmiyor.
Ergenliğin ergenlik dönemine ait bir olgu olmadığını gördüm ve böylesinin daha beter olduğunu. Koca koca adamların kadınların hayattan arayıştan bihaber, kıskanç, hırslı, kalıplara sıkışmış kaldıklarını görmek; neden gelecekten umutlu olmamam gerektiğini gösteriyor her yeni gün.
Ve zaman çok hızlı geçiyormuş gerçekten. 30 a yılların var olduğu zamanlar dün gibi.
Zamanın hakkını verebilme telaşında var olmaya çabalıyorum 29 yaşımda, en büyük farkındalığım budur.
Uymadığı düzene ayak uydurabilmek, kendini tanıyabilmek, sevmek, çok sevmek, sevilmek, gerçekten sevilmek, koşulsuz güvenebilmek, var olabilmek, güçlü kalabilmek, kendi olabilmek için insan gerçekten gayret ediyor.
Tanım: bir durum cümlesidir.
orange is the new black 4. sezon 6. bölüm kapanışını yapan sharon van etten harikalarından bir şarkı olup her dinlediğimde beni ağlama noktasına getirir.
Everyone is crazy with their own life
Lies in existential you ever want to find your way out
Turn into yourself again and reach on out
To become your true self
You know me well
You show me hell when I'm looking
And here you are
Looking
bir ayrılık sonrası, belki ölüm sebep, belki sadece yolların ayrılması, böyle okyanusun ortasında birden kalıvermiş gibi, çaresizlik, özlem ve acı var şarkıda.
madem ilk entry, sözleri de yazıyım.
How can I forget your love
How can I never see you again
There is a time and place
For one more sweet embrace
And is time, ooh, when it all, ooh, went wrong
I guess you know by now
That we will meet again somehow
How
Oh baby
How can I begin again
How can I try to love someone new
Someone who isn't you
How can our love be true
When I'm not, ooh, I'm not over you
I guess you know by now
That we will meet again somehow
Time can come and take away the pain
But I just want my memories to remain
To hear your voice
To see your face
There's not one moment I'd erase
You are a guest here now
So baby
How can I forget your love
How can I never see you again
How can I ever know why some stay, others go
And I don't, ooh, don't want you to go
I guess I know by now
That we will meet again somehow
Time can come and wash away the pain
But I just want my mind to stay the same
To hear your voice
To see your face
There's not one moment I'd erase
You are a guest here now
So baby
How can I forget your love
How can I never see you again
Anlamayacak olanlara anlatma bilebileceğin en güzel şeyleri demiş yazar.
Sanki bu dünyadan değilmişsin gibi, sanki herkes normal bi sen tuhafmışsın gibi, sanki tek senin bildiğin bir dili konuşuyomuşsun gibi hissettiren eylemdir. Bir tane bile dilinden anlayan varsa hayatında, sen ne şanslı insansındır.
ankara: vaktinde emekli olmayıp zoraki emekliye ayrılmış, hala her sabah erkenden traşını olup, takım elbisesini giyen ve apartman toplantılarında en çok konuşan ( muhtemelen her sene yöneticilik yapan) gergin amca.
gaziantep: orta yaşı geçmiş, çok güzel yemekler yapan ve hep altın bilezikleri ve gerdanlıklarıyla dolaşan, ailenin sevilen cana yakın yengesi.
konya: bayramdan bayrama görüşülen, her görüşmede giyimini kuşamını, neden hala evlenmediğini, ne kadar maaş aldığını her seferinde didik didik sorarak rahatsız eden ama bi yandan da ağzı çok dualı olduğundan sevilen yaşlı teyze.
eskişehir: tabi ki yeni üniversiteye başlamış, film ve müzik festivallerini takip eden, yaz okuluna kalmasa bile ailesine kaldığını söyleyerek yazı kız arkadaşıyla geçiren genç.
diyarbakır: yaprak sarmasından bahsederken bile nasıl konuyu siyasete bağlayabildiğini anlamadığınız, her an tartışmaya hazır, aileyle kavgalı amcaoğlu.
antalya: her sene yaz tatili başlar başlamaz biri ortaokul biri liseye giden çocuklarını yanına alıp, yıllar önce keşfettikleri ve asla değiştirmedikleri kuytu bir deniz kenarında 2 ay kurdukları çadırda tatilini geçiren 4 kişilik bi aile.
izmir: bütün uzaktan akrabaların bir bir oğullarına istediği, üniversite hayatında sürekli arkadaşlarının arkadaşlarından çıkma teklifi alan ama herkese mavi boncuk dağıttığı halde asla kimseye evet demeyen okul öncesi öğretmenliği okuyan kokoş kız.
bilecik: kimsenin adını hemen hatırlayamadığı, ayşe teyzenin kaynının erkek kardeşinin eniştesi ayarında bir yakınlığa sahip olunan, 99 model broadway e binen badem bıyıklı iyi aile babası adam.
istanbul: her görenin hayran kaldığı, alımlı, çok güzel, çok zeki, başarılı bir kariyere sahip, kültürlü, dışı güzel fakat içte hırslı, bencil, kıskanç, sevdiğine dünyanın en tatlı insanı olurken, sevmediğine hayatı zindan eden egolu 30 lu yaşlarında kız.
sözlüğe göre hayatımızın bunlardan ibaret olduğu, başka derdimizin, gündemimizin kalmadığı konu başlıklarıdır.
başkalarının hayatıyla bu kadar meşgul olmak yerine; açın güzel şarkılar dinleyin, ne şiirler yazılmış okuyun, ölüm denen bi gerçek varken tüm bu kavganız niye?
gelişmeye, düşünmeye, sorgulamaya ne kadar kapalı bir millet olduğumuzun nişanesidir. mecburen içine doğduğunuz geleneksel yaklaşımların, ananızdan babanızdan çevrenizden gördüğünüz, ergenlik döneminizde herşeye açıkken benimsediğiniz görüşlerinizin nedense siz ölünceye kadar aynı kalmasını beklerler. bu dünyaya düşünmeye, öğrenmeye, manayı bulmaya geldik. beğenseniz de beğenmeseniz de siz yapamıyorsanız, yapana saygı duyabilmelisiniz.
gerçek hayatta avukatlık (genele vurursak) suits'de gördüğümüz gibi değildir; öyle havalı, öyle artistik manevralar, yok karizmasına pro bono davalar falan yoktur. suits işin ütopyasıdır, better call saul ise realitedir, tam da şuandır. suits zengin uzaktan akraba, better call saul samimi teyze oğludur.
kaleiçi'nde dantel kafe. vintage bir mekan. nereye bakacağınızı şaşırıyosunuz, küçücük ama dolu dolu. kahvaltısı gayet başarılı ve bi yandan da plak eşliğinde şarkılar dinliyorsunuz.
Kendilerini amerikan filmlerinde sanabilirler. Ağır cezada görülen bi dosyada tanık yerine geçti ve yemin etmek için elini havaya kaldırdı. Sonra salonda gülüşmeler, hakimin incil de ister misin azarı.