genellikle devlet dairelerinde ya da belli kurumlarda görülen çalışma tekniğidir.
bir iş için bir ya da iki kişi gerekliyken bu işe nedense 5 kişi bakar ama sadece bakaaaaaar. iş gelir, masaya konur. bir süre beklenir. önce çalışanlar, bilgisayarlarını açıp çay ya da kahve söylerler. işe şöyle sırayla birkaç göz teması uygulanır ama odada lafı bile olmaz. günün "msn saati" gelir-lütfen eşref saatiyle karışıtırılmasın- .
bir iki saat msn'de selamlaşma ve dedikodu bölümü sürer. işe şöyle bir bakılır. kağıdın yeri değiştirilir.
çaylar biter. ikinci çaylar söylenir. çay sonrası makyaj başlar. bilgisayarında kamerası olanlar kamerayı açar. iş öyle yerinde durur.
bu beş kişiden biri mutlaka diğerlerinden daha aktif biri daha tiki, biri daha şişko biri daha aşık, biri daha torpillidir. etti beş kişi işte. bir şekilde bizim aktif işi alır ve anlamaya çalışır, tiki makyajını yapar, aşık msndedir, şişko öğle yemeğini düşünür. torpilli henüz gelmemeiştir.
öğle yemeği vakti gelir. offfffff çok sıkıcı bir gün diye topuklu ayakkabıların çıkardığı ses eşliğinde odadan çıkılır. çünkü çok yorulmuşlardır. eeee kolay mı?
yemek yenir. ofise geri dönülür. ağır yemeğin getirdiği uykuya şöyle canlı müzik eşliğinde bir kahve iyi gelir. müzik eşliğinde pencereler açılır, kahveler yudumlanır.
saat 14.30 gibi tüm gücüyle aktif işe asılır. yazılacakları yazar, gönderilecekleri gönderir. tikinin ve torpillinin bilgisayar bilmemesi işi biraz zorlaştıtrır ama sonunda işler tam zamanında biter. herkes eve gider...
çoğu kesim tarafından cahil gözü ile bakılma, itilip kakılma ve belki de aptal yakıştırmasına maruz kalma durumu ile karşılaşacak kişidir.
oysa kardeşim, bir bak ya. yaşananlara, halimize, sözde eğitimlilerimize bir bak! odtü, boğaiçi ve hacettepe mezunlarından oluşan bir kurumda çalışıyorum. adamlar ellerine kitap, gazete, dergi... almıyor. tek dertleri alacakları para, araba ve ev. yalakalık almış başını gidiyor. topluma bakan kaç kişi var dersen sana 70 kişi içinden sadece 2 kişiyi söyleyebilirim. bu en iyi okullarda okumuş ve master yapmış insanımın hali.
bu haliyle çoğu kişi işinden memnun. toplumun durumundan habersiz. aman başım derde girmesin diye hiçbir sorunu yüzeye çıkarmıyorlar ve farketmezlikten geliyorlar. işte hayat, işte mutluluk, işte sözde her şeyiyle mükemmel, eğitimli, zengin, kariyer sahibi insanlar.
bir söz vardı hani. cahillik mutluluk getirir diye. işte şu andaki toplumda huzurlu insanlar bu sözde eğitimli cahiller. düşünmeden her şeye evet diyen kazmalar.
seçim mi? afedersiniz? pardon?? sorry???
seçimlerden hiçbir şey beklemeyen yazar, okuduğuna pişman yazardır.
bazı bünyeler kabul etmese de yorgunluğun ve tükenmişliğin son basamağıdır. itiraf etmek zordur çünkü kişi kendini güçsüz ya da yenik hissetmekten kaçar. aslında göründüğündende zor bir karardır. umudun da ölüm sahnesi denilebilir bu bekleme sürecine çünkü umudu olan kişide garip bir heyecan ve istek vardır.
elinden gelenin en iyisini yaptığın halde inandığın ya da umduğun sonucu alamamak. öyle anlar vardır ki hiçbir şey senin kontrolünde değildir. işte asıl çaresizlik budur. genellikle kişiyi gözyaşlarına boğar. sanırım ölüm/sevdiğin bir kişinin ölmesi bunun en acı örneği.
atılan çığlıklar da boşlukta kalır. ses yankı bile yapmaz.
bunu söyleyen kişi büyük balık küçük balığı yer akımına uğrarsa kişi çok güçlü olmak ve birilerini yemek zorundadır sanırım. bana daha çok "the survival of the fittest" sözünü anımsattıyor.
düşünebilmekten çok ezber kabiliyetimizin ölçüldüğü sorulardan oluşur. böylece tek tip cevaplar kabul görür. her sorunun belli bir sayfada cevabı vardır. aslına sana gerek yoktur bu sınavda. kitaptaki bilgiye ihtiyaç vardır.
bana kitapta olmayan bilgi sorulmadığı için böyle doldurdum, herkes üstüne alınmasın.
torpilin en kolay olduğu sınavlardır. sanırım mülakat deniliyor işler büyüdükçe. kaç kişi objektif bakabilir ki bu sınavda. kriteleri kişiye göre değişen bir sınavdır ayrıca.
çok emek harcadığımızda haketmiyordum ben bunu cümlesiyle içimizin içimizi yediği kırıklıklardır. ah nerede o karşılık beklemeden bir şeyler yapmanın ve sonucu ne olursa olsun üzülmemenin verdiği olgunluğa ulaşmak?
kendi ülkesini, toprağının kokusunu tanımadan birçok insanın görmek istediği ülkedir. bir de ben amerikadayken... diye baişayan cümleler vardır ki insanı çileden çıkarır. dayanılmaz.
yazar tarafından özellikle amerika başlığına yazılmamamış giridir.
herkes için farklı anlam barındıran sözcüktür. leyla ve mecnun için kavuşamamaktır, tarihin belli dönemlerinde gerçek sevgi ve tutkudur. günümüzde ise varmış gibi lanse edilen genellikle başlangıçta uyumlu gibi görünseler de sonra uyumsuzluklarını farkeden çiftlerin hissettiği sızıdır. gerçi nedense bu sızı daha çok pişmanlık olmaktadır. sevgi nedense yerini bir tür nefrete bırakır bazı bünyelerde. bunun en büyük nedeni de toplumun gerçek sevgiyi ve ilgiyi
unutmuş olmasıdır. yoksa bunca insan neden mutsuz olsun. şöyle bir toparlanmamız, silkinmemiz gerekiyor. sevginin değerini bilmek gerek. aşkınsa asilliği bir başka olmalı. içine işlemeli insanın. değerini hiçbir şey yitirmemeli. acı çekmek, kandırmak ya da oyun olmamalı.
büyüdükçe, yaşamı tanımaya başladıkça açıkça ortaya çıkan, üzücü ama gerçek bir durumdur. insanlar, sanırım her şeyi somut görme istediğinden olacak çevrelerinde en çok katliamı, somut olarak gördükleri ölümü sorgulamaktadır. oysa insan dışı birçok davranış vardır. küçümsenenler, psikolojik olarak çöküntüye uğrayanlar, ezenlerin nedense hep güçte olması ve çoğu yerde insanlık dışı tutumlar sergilemeleri... evet insanlık büyük bir yokoluşa doğru sürükleniyor. lisedeyken bir yazı okumuştum. "biri bana hayvan diye haykırıp bana iltifat etmesini isteyeceğim neredeyse" diye bir cümle beni uyandırdı. anlayamamıştım o zaman. eee, yaşanılan alan ve süre sınırlıydı. düşünme ve anlama boyutu sınırlıydı.
büyümeye başladığımı hissettiğimde o cümle tekrar zihnimde canlandı. nereye gidiyoruz? ne için gidiyoruz? kapitalizmin köleleri o kadar çok ki, o kadar maskelenmiş ki kendilerini düşünmeden, sorgulamadan görmek imkansız. george orwell1984'ü boşuna mı yazdı? bilmiyor muydu herkes gerçeği? hepimizin koyunlaşmaya başladığını, beynimizin gitgide sürü psikolojisine doğru bir açılım olduğunu? insanların düşünememesi ve hissedememesi için big brother'ın yarattığı o dayanılmaz baskı dolu ortamı?
evet, insanlık neslini tüketmekte. kim ne derse dersin, ölüm sadece bedensel olmuyor. karşındakine zarar veren bir topluluğa yüzlerce kişinin "bana da bir şey olursa" korkusuyla hareketsiz kalmasıyla oluyor. aramızda okuyup da gerçekten çok mutluyum diyen kaç kişi vardır? gördükçe, bildikçe daha da mutsuz bir son bekliyor bizi. korku, yaşamı, insanlığı hapsetmekte. biri çıksa da bunlar masal dese, ya da uyan hadi bir kabustu dese...
herkese duymak istediği sözleri söyleyen kişi modelidir.
fikri, yorumu ve kendi içinde oluşmuş bir kişiliği yoktur. en sinir olduğum insan modelidir. neslini tüketmek adına gerektiğinde benimle geçinemezsin mesajını da hakederler.
kitaptaki bilgiyi sindiren ve gerçekten onu klasik eğitim anlayışının ötesine taşıyabilen öğrenci modelidir. bilgiyi zihninde bir sorunun çözümü olabilecek türde kullanabilen ve gerektiğinde yeni çıkarımlar üretebilen öğrencilerdir. maalesef şu anki eğitim sistemimize ters düşmektedir. öğrencinin kitaplardaki bilgiyi hiçbir değişiklik yapmadan cevaplaması sistemine dayalı bir döngü içinde yetiştirildiğimiz için çoğu şeyi aslında öğrenemiyoruz. sadece kısa dönemli bellekte bizi ve hocalarımızı idare ediyor. önemli olan kitaptaki bilgiyi yazmak değil onu verilen duruma göre yorumlamak yani bilgiyi etkili biçimde kullanmaktır.
insanın en büyük zaaflarından biri de seni çok seven kişinin sevgisinin sürekli olacağına kendini inandırmak ve bu yürüyüşte çaba harcamaya hiç gerek duymamaktır. oysa sevgi ve aşk da duyguların yoğunluğuyla beslenir. birçoğumuz çekmişizdir aşk acısını. belki farklı kişiliklerle, farklı şehirlerde ya da farklı renklerde... kim ne derse desin sevgiyle doğan aşkın körlüğü ve heyecanın bambaşka bir tadı vardır. sen ne görürsen gör bilmediğin ya da düşünmediğin bir güç içinde hareket etmeye başlar. her şey canlanır yaşamda. sevgini paylaştıkça paylaşasın gelir. hatta bazı isteklerine dur diyerek değişmeye dahi başlarsın aşk için. bu değişim aynı hızda yaşandığında mutluluk doğar. aşkı bitiren duygu ise alışmışlığın verdiği sevginin değerini bilememektir. sen sevdikçe karşındakinin kendine olan güveni artar, bazıları ise kendini bir şey zanneder. sen hala çırpınırken o sadece seni seviyorum cümlesini son sığınağı seçer. sevginden emin olarak aşkı besleme ihtiyacı hissetmez. oysa aşk en çok emekle beslenir ve ölüm nedeni alışkanlık olarak algılanmasıdır...
bazı kişilerce bilgilerinin ne kadar büyük olduğunu göstermek amacıyla kullanılan sözcüklerdir. entel kelimelerle derdimizi anlatmak düşünüldüğü kadar kolay(!) değildir. en çok benimsenen biçimi cümleler arasına serpiştirilen ingilizce sözcüklerdir. kişiler arası iletişim kazalarına yol açabilir ya da egoyu şişirmek için yaşayan kişiler için mükemmel(!) bir kaynaktır. kızın canı popcorn ister, sen anlayana kadar o çoktan gider... bir handicap'a girer, sen hissedene kadar batar da batar. bir de senin o agresif tavırların yok mudur...
çoğunlukla iç çekilen, arzulanan, bizi geriye götürdüğü için anı yaşamamıza engel olan her duygu ve kişinin kokusuna verilen addır. geçmişin kayboluşu ve bitişidir. kaybettiğimiz için kıymetlidirler. şu yaşanan dakikalar da kim bilir belki de kaybedilince kıymetlenenlere gebedir...