karşı servis corona servisiyken nöbette fırsat bulup çok çok uzun zamandır vakit bulamadığım sözlüğe girip entry girmek.
yıllar önceki halim gibi hissettim entry girerken uzun uzuun zamandır girmediğimden, müsadenizle uygun bir yerde ağlayıveriyim mutlu ettikten sonra kendimi, karma misalince.
Hocam yine nokta atış aklımdaki soruya en açık şekilde cevap verdi az evvel kanal d deki tv programından hem de canlı yayın da değil... ve ben uzun zamandır izlemedim kendisini, bugün hadi izleyeyim dedim ve başından beri aklımda tek bir soruya cevap vardı. Bir cevap verdi ki, kanım dondu. Telepati deseem canlı yayın değil... hocam her seferinde nasıl aklımdakine cevap veriyor anlamış değilim. Yaradanım senden razı olsun hocam.
Rahmetli kardeşimin kopyası olan, izledikçe ağladığım ağladıkça izlediğim güpgüzel oyuncu.. bir deli rüzgar adlı dizisi yok yere bitirilerek bizi kendisinden mahrum bırakmışlardır, kim bu kızın parlamasından korkuyor anlamış değilim. Bir sürü saçma dizi yayındayken bu kızın o dizisinin sonlanması çok saçmaydı. O değil de dizi devam etseydi kardeşim vefat etmedi de tv sektörüne mi geçti aslında diye düşünmeye başlayacaktım benim hayrıma oldu * instagramda koyduğu storylerle beni üzüntüden öldürecek yakındır kalp krizi geçirmem o benzerliğe, kendisinin uzun ömrü olsun inşallah, yüzü hep öyle gülsün.
soğuk, gri, bulanık bir hava... insanlar silüet gibi gözlerimin önünden süzülürken aklım yan odada canını teslim etmekte olan cankardeşimde... etraf sisli, bulanık... gözümün önüne biri adeta olan biteni daha az görmem için perde çekmiş... koridorda köşede yere çökmüş, başını iki elinin ortasında sabitlemeye çalışan, ağlamaktan gözlükleri buharlanmış babama bakıyorum sessizce... ağlarken hiç görmediğim dev gibi babam şu an aciz, ölüm karşısında çaresiz, kadere boynunu bükmüş kendi kendine birşeyler söylemekte sessizce... tamamlanmayan cümleler, anlamsız kelimeler çıkmakta ağlama sesiyle ağzından... etrafta tanıdık tanımadık bakıp da göremediğim bir sürü silüet... her yer bu kadar bulanıklaşmak zorunda mı? biri adete gözlerimin çözünürlük ayarlarıyla oynadı daha az görmem için... nasıl bu kadar sisli gözükebilir her yer; uyandıktan sonra hatırlamakta zihnimi zorladığım bir rüya yaşıyorum sanki... babamı teselli etmeye güç bulamadan yan odaya, müdahale odasına süzülüyorum... annem yatağın başında canımın en içi kardeşimle konuşuyor, saçını okşuyor, sorular soruyor ama kendi cevap veriyor... cankardeşim sessiz, hareketsiz, gözleri kapalı, kalbi durmuş şekilde uzun uykusuna dalmış, ruhunu teslim etmiş bile... inkar evresi başlıyor. “sen ölmedinki. yok, hayır. sen ölemezsinki. yalan söylüyorlar, bak sıcacıksın” diyor annem kendinden gayet emin ses tonuyla. içimden “anne!” diyorum. “öldü kardeşim. deme böyle, kabul et!” az bir vakit sonra kendimi cankardeşimin elinden tutmuş, doktorlara “bakın, elimi sıktı, gülümsüyor” derken buluyorum. benim için de uzaktan “öldü kardeşin. deme böyle, kabul et!” diyen var mıydı acaba... morg için prensesler gibi uykusuna dalan cankardeşimi hazırlığa geliyorlar ve bir ses başlıyor tekrar etraftan kulaklarıma ömür boyu çakılı kalacak olan ve her duyduğumda bu anı bana yaşatacak olan... “ölümün sesi” ... kadın ve erkek sesleri karışık, uğultu misali... ağlamayla karışmış... sözlerin birbirine girip karıştığı... anlamsız harflerin cümle olmaya çalışıp tamamlanamadığı o uğultulu ses... inliyor adeta duvarlar... ölümün sesi... inkar edilmeye çalışılan o çok sevilenin upuzun uykuya dalışına çıkarılan ses... iliklere işlenen, dizlere arkadan vurmuşçasına duyanın dizlerinin bağını çözen ses... hep mi aynı olur... ya da bir defa canının içinde bu sesi yaşayan hep mi metrelerce öteden anlar bu sesin hep aynı oluşunu...
ölümün sesini tanımamın üstünden 6yıl geçmiş, doktor olarak bulunduğum nöbette bizim katta yatan başka branşın hastası... yakınlarının sessiz, çaresiz bekleyişleri, koridorun en köşesine çöküşleri odadan kopan bir çığlıkla yerini ölümün sesine bırakıyor... aynı uğultu... aynı bulanıklık... aynı sis çöküyor birden etrafa... aynı harf karmaşası, cümlenin sonu gelmeden havada uçuşan kelimeler... ağlamalar... inkar cümleleri... bir teyzenin sesini duyuyorum “bakın, bakın! gülümsedi!”... yanından daha genç bir bayan sesi; “evet bakın, gülümsüyor! hem elini de oynattı, bakın!” ... gözlerim doluyor... “doktor hanım, neden ağlıyorsunuz, size noldu?” diyor hemşire hanım. “ölümün sesini duydum.” diyorum, “her yerde aynı.” ...
Bu zatlar* yaşasa böyle kıyaslamanın yapıldığını görüp üzülürlerdi tahminim... amaçları hiçlikten çokluk olmak olan kişileri sen kalk kıyasla hiçlik uğraşlarını sıfırlamaya çalışıp. Üzdün.
Yaratanım senden razı olsun hocam... ramazan bitiyo diye üzülüyorsam bir nedeni de ekranda kendisini göremeyeceğimden. internetten videolarının tamamına yakınını izledim, kalanlar bitmesin diye izlemeye kıyamıyorum... izleyin, neden böyle yazdığımı anlarsınız. Yapımcılar yönetmenler lütfen Fatih Hocanın program formatına karışmadan kendisini ekranda tutun, yine bildiği şekilde lafı eğirtmeden büğürtmeden bodoslama çat çat kafamıza vura vura söylesin gerçekleri. Olması gerektiği gibi.
Tekrar diyorum; yaratanım senden razı olsun hocam. Hep var ol inşaallah.
piano ağlıyor. Önce sakin, sonra... siz nötr hatta mutlu ruh hali içinde bile olsanız en fazla 3üncü dinleyişten sonra gözünüzden yaş akıyor? Ağlamıyorsunuz ama akıyor. Deneyin görün derdim ama gözyaşı vebali almak istemem.
Terapi gibi bir şey bu yahu. Gözü kapayıp dinleyin. Hiçbir şey düşünmeden sadece dinleyin.
aylar da geçse, yıllar da geçşe kendisine yazmasan dahi kimseye güvenmediğinden bi insanla oturup konuşmak istemediğinde ama kafanı dağıtmak için bir şeyler hakkında zihninden cümlelerin geçmesi gerektiğinde... işte burda. sana neredeydin demeden seni üye kabul edip sisteme giriyor cümlelerini. canımsın.
ülkenin ahlakına çomak isteyenlerin içinde olduğu kesin olan insancıklar.
bir program türü daha kaldı ki o zaman bir fresh taze nefes alacak tv izleyenler.
ha bir de şu toplumu depresyona sokan diziler, dizilerimiz... onlara da bi el atıverin de ağlayanlar ağlarken gelişen bir neslin gerek zekasını gerek psikolojisini koruyun.
ortamı yumuşatmak adına lafı dolamadan bodoslama tak diye gerçeği söyleyen hoca. o yüzden kendisini ekranda sohbet programlarında göremiyoruz benim anladığım.
en son konuk olduğu bi programda dövmenin nasıl yanlış olduğunu anlattı, o an içimden dedim hocam hocam ne didiin şimdi yine hasret kalacak sana birçok kişi -ki programın başında birçok kişi telefonla bağlanıp minik gözyaşları da döktü özlemişiz sizi diye- . nitekim düşündüğüm gibi bir daha göremedim bir sohbet programında konuk olarak bile.
dobra dobra gerçekleri söyleyen hocaların samimiyeti bir başka güzel. konuşmasına fırsat vermiyor birileri benim anladığım lakin sevenleri farketmiştir güzel haber; payitaht abdülhamid dizisinde zikir sahnesinde gördük kendisini. ***
hazır ramazan da yaklaşıyor, umarım programı olur.
bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir demeden önceki cümlelerden.
*onlar yanlış biliyor.
*benimki de doğru.
*benimki yanlışmış.
*bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğim.
*hiçbir şey bilmiyorum
*bilmiyoruz.
*vay arkadaş
ve kopuş.
1- canlı, cansız, nefes alan, nefes almayan, katili, masumu, bebeği, yaşlısı, hayvanı, kedisi, köpeği, karıncası, devesi, kurdu, kuşu, toprağı, taşı, yeri, göğü...
yaratanı hatırlatır her yaratılan bakmayı bildiğinde onlara, dehşete düşer insan yaratanın yüceliği karşısında, sevgisi coşar, lal olur dili, anlatamaz hislerini. kötünün fıtratında varsa kötülük etmek, insanın fıtratında da vardır sevmek.
iyiyi sevdiğin gibi kötüyü, güzeli sevdiğin gibi çirkini ve bilumum olumsuzlukları sevebildiğinde ego adına kalmaz bir şey, sen kalmazsın, sıfırlanırsın. birlikten hiçliğe ulaştın mı sonrasında hiçlikten çokluğun içinde buluverirsin kendini. aslında her yaratılana baktığında yaratanı aklına koyarsın, daima ona sevgiyle dolanırsın. belki de sana her şeyi yaratan o yüceyi hatırlattıkları için sevmişsindir yaratılanları.
2-yaradılan insanın içindeki yaratana karşı olan sevgiye, aşk a hayran kalıp adı sanı ünvanı önem temsil etmeden o kişiyi yaratan a duyduğu sevgiden dolayı sevebilmek. bir mıknatıs misali. ****
yenilen kazıklarla hata olarak görülür yaş ilerledikçe lakin farklı pencereden bakmayı başarınca avantaja çevrilebilir.
yaratılanı severim yaratandan ötürü; bu cümleden 2-3 farklı mana çıkarsam da şöyle diyebilirim, sen değerini ver kardeşim. al egonu ayağının altına tüm yediğin kazıkları unutup. atılan tokadı unutup diğer yanağını dönerek seni yaratanın hatrına diğer yarattıklarına ver değeri. hatta ilerlet, çok büyük hata yaptım değer vererek dediğin o kişi var ya işte ona diğer yanağını döndür. onun fıtratında varsa tokat atmak, yine atar. ama sen asıl sevgiliye kavuşma yolunda asıl sevgiyi hissetme yolunda km ler ilerlemiş olursun.
akılsızlar seni divane sanır, saf salak yine döndü yanağını, yine verdi değeri derler ama bilmezler kaybeden onlardır. sen bu şekilde ilerle başta egonu alt etmek zor olsa da başararak, sonra kendini bırak çokluğa hiçlikten. o zaman değerler derya olmuş ve sen de kendini içlerinde bulmuş olursun.
hedefi iyi tutturmuşsa bir önemi yok.. ha tetanoz olup rahmete kavuşmuş ha olmadan ne fark eder... lakin başarısızsa bıçaklanana aşı+immünglobulin başlanabilir duruma göre. sıkıntılı tablo.
Suicide Squad filmiyle kendisine hayran bıraktı. ama üzdü de.
sen kalk doktor ol, hem de tusta derece ile girebileceğin psikiyatride! sonra bunun gibi karakterin tekine aşık ol, manyak ol çıldır. ağlar mısın güler misin. üzülür müsün düşünür müsün. ne hale getirmiş kızı. ama harbi karizma gösterilmiş bu filmde çok hem de. batman mi joker mi deseler bu filmle joker tabii ki! ben de mi manyağım yoksa.
Bunu yapanın psikiyatrik kons a ihtiyacı vardır. Evet soğuk bakış vardır ama babasını kaybetti, şehit oldu lan babası. Ne yapacaktı? Gülücük mü dağıtacaktı acısıyla? Kaldı ki işine gelmeyenler görmek istemese de cumhurbaşkanının elini öpmek için bi harekete geçti, erdoğan öptürmedi. O acıyla ayakta durduğuna hamd olsun... uzaktan konuşmak kolay.
Konuşunca ulan terör biticek çünkü bu bakan içten davranıyo içten konuşuyo diyorum. Harbi konuşuyor, içinden gelerek söylüyor söylediklerini, ben halktan biri olarak öyle görüyorum. inşallah.
Edit: bu kalkeş saldırıları yapanlara en güzel cevabı en yakında ver inşallah.
fetihi zor fatihi tek sloganı yerini ne seninle ne sensize bırakmıştır. gitsem gidemem kalsam kalamam ateşteyim ateşte modunda trafikte dolanır durursunuz bu şehirde...
her şey karşındakine göre tabi. türk kızı ingiliz kızı demek yerine sen şuna ben çirkin giyindiğimden karşımda da genelde öyleleri oluyor diyemiyorsun, böyle genelleme yapıyorsun. detay düşünmek lazım, üzülme geliştirirsin kendini. sonra da editlersin yazdığını. biraz vakit alır sadece.
Önce hissizleştiğini sanıyorsun, oh be mis vay be bir şey hissetmiyorum en acı koyan habere bile diyorsun. Aradan vakit geçiyor ve bom!
Göz yaşların sel, başın kazan oluveriyor ve sürpriz son; depresyon.
Anladığım o ki o hissizlik bir nevi psikolojinin kendini savunma biçimi. Baktı ki olacak gibi değil, koyuveriyor kendini.
Gerçek hayatta da olabilirmiş, biz de şaşkınız an itibariyle. Haaayıııııır diyerek kendi sesinize uyanıp sadece gözlerinizi açarsınız önce, sonra bi etraf kontrol ben nerdeyim düşünce süreci, sonra kendine gelme. Sesim de opera sanatçısı gibiymiş öğrenmiş oldum.
Haaayıııır diyip rüyadan uyanmayı başaran iş bu yazar vakti zamanında da lisede hocası ödevden bir kısmı okumasını istediğinde dramatik bir ses tonuyla 'fakat ben ödevim yapmadım hocam' diyerek sınıfı ve dahi hocayı kahkahaya boğmuştu farkına varmayarak.
işte bunlar hep yeşilçam izleme intoksikasyon bulguları.
Ahaa burdan da uzaktan gelmeye başladı ses, bir yandan da camiden ezan sesi, sela sesi geliyor... Korku filmi gibi... Yaradanım bütün masum insanları korusun.