cahit zarifoğlu'nu dinlerken aklıma düşen esmer kız, sen de çok severdin. karşılıklı oturup şöyle uzun uzun ağlayamadık seninle, ona yanıyorum. seni çok özlüyorum.
kendinden yola çıkarak insanlığın genel karakterini belli bir çerçeveye sığdıramayacak olmaktır. çünkü her insanda olan o tutarlı yanların hiçbirine sahip olmamaktır. bu acıyı tatmayacak olanlar çok şanslıdır. ben değilim. bana hiçbir yol uğramıyor, gazetelerin basımından 5 gün sonra gelebildiği viran bir yerleşke gibiyim. nasıl kendimden yola çıkarım ben bu halde?
bir seçim yapmaya zorlanmış, seçtiği hiçbir yoldan hayır görmemiş, bundan sonraki ilk seçiminde de yanlış karar vereceğini bilen insandır. ikiliklerden nefret eder bu yüzden ama hayatın başlı başına ikiliklerden oluştuğunu da bilir. nihai sonuca doğru çaresizce gitmekte, deliliğin kapılarını zorlamaktadır.
şehrin kalbine yürüyorum, ceketimin cebinde kaybolmuş ellerimden birine bir kılıç almışım, ceketimin cebinde kaybolan ellerimden ikincisiyle şehrin kalbini arıyorum, çünkü bu dünyada fethedilecek ilk yerdir kalpler. savunmasız kalbimle başka başka kalplere sefer düzenler gibi yürüyorum.
ellerimi saklayan ceketimden bahsetmek istiyorum:
cebinde saklı düşüncelerin özgürlüğü,
cebinde haklı düşüncelerin kızgınlığı,
hayat kadar geniştir ceketim, iliklenmiş ölüme.
sakladığı tek şey ellerim değil demek ki. neyse mevzumuz ceket değildi. hala yürüyorum.
yürürken, nereye koyduğumu bildiğim şehirleri bulunca aslında nereye koyduğumu bilmediğimi fark ediyorum. ayaklarım acıyor, halbuki daha fethim tamamlanmadı.
yolda çektiğim acılar yolun sonundaki başarısızlığıma mazeret olsaydı ben de anlatırdım elbet acılarımı. ama bir yol varsa, hele ki yola çıkmak istemediğin halde koyulduğun bir yol varsa, yürümek acıdan başka bir anlama gelmez. yürümek acıdır demek ki.
ayaklarımı bileklerinden kesip atmak geliyor içimden. ama şu da var ki; ayaksız kişiye her şey yol görünür. bu da yürürken aklıma geldi. çok garip.
yol ya da durak, acı ya da huzur, hayat ya da ölüm. hoşça kalın.