viski gibi sert ve viski gibi bir yudumuyla insanın içini ısıtan bir Ken Loach filmi. Adam 84 yaşına geldi. Fazla zamanı kalmadı. Bencillik sayılmazsa bir iki film daha yapsın gitmeden diye dört gözle bekliyorum…
Anlaşılan Ken Loach, Britanya’nın her yöresini, her aksanını, her türden işçi sınıfı insanını ayrı ayrı sevdirmek istiyor. Bu filmde iskoçya’nın insanı ve viskisi var.
Her yönetmenin aşağı yukarı bir formülü vardır. Olmak zorunda. Sanat üslubu diyelim. Pirimiz üstadımız hazreti Ken Loach da her filminde emekçi sınıftan sorunlu ama aslında temiz kalpli insanların eğer doğru yönlendirilebilirse içlerindeki cevherin toplum yararına işe yarayabileceğini, insanlara fırsat verilmesi gerektiğini fısıldar. Ahlaki olarak doğru, zor belki ama vazgeçilmemesi gereken bir “iyimser” ilke bu. Loach yer yer klişe görünmekten kaçınmıyor ve bu ilkesine sadık kalıyor. insan sevgisi ve üstüne biraz dokunaklı bir mizah…
2019 yapımı, itor arregi ve jon garaño imzalı, ispanyol sinamasından bir başyapıt.
konunun psikolojik, evrimsel, sosyolojik bir analizi yapılabilir. filmde görünen düşmandan gizlenmenin yanı sıra hayatın zorluklarından gizlenme mecazı üzerinden de çok güzel yorumlar çıkarılabilir. ama bunu yapmak için acele etmiyorum.
onun yerine ben size kısa bir ön bilgi vereyim. filmi daha iyi anlamamıza katkı sağlamak açısından. ispanya’da 1936-1939 yılları arasında yaşanmış bir iç savaş var. bugünkü ispanya krallığından önce 1931 yılında ispanya’da demokratik cumhuriyet kurulmuştu. ancak ordu içindeki milliyetçiler 1936’da darbe yaptı. dinci carlistler ve faşist falanjistler de milliyetçi darbeci franco’yu destekledi.
franco, iç savaşta demokratları ezerek yendi. bu süreçte halkın milliyetçi, dinci ve faşist kesimi fiilen demokrat avına katıldı. guernica kentinin tamamının bombardıman ile yok edilmesi bu dönemdedir. toplamda yarım milyon cumhuriyetçi, sosyalist ve demokrat öldürüldü, 1 milyon insan da sürgün edildi.
ıı. dünya savaşı sonrasında da cumhuriyetçiler hem sovyet hem de batı dünyasından kazık yedi. iç savaşta sovyetler, cumhuriyetçileri destekliyordu. hitler, mussolini ve portekiz başbakanı salazar ise tabii ki franco’yu. savaştan sonra abd ve müttefikleri pragmatik bir kararla hiç risk almadılar ve franco ile anlaştılar. o da bu sayede ispanya’ya 1975 yılına kadar kan kusturdu.
bu korkunç savaş sırasında ve sonrasında sayısız cumhuriyetçi evlerinde, komşuları tarafından ihbar edilme korkusuyla pencereye çıkamadan yıllarca saklandılar. film buradan yola çıkıyor. siyasi olaylara hiç girmeden daha çok evlilik ve kişiler arası ilişkiler üzerine yoğunlaşıyor.
yahudi soykırımını yahudilerin gözünden, trajikomik bir şekilde anlatan izlenesi film.
köyde yaşayan bir grup yahudi, nazilerin yaklaşmakta olduğunu duyunca, bir trenle kaçmaya karar verirler. köyün yarısı nazi kılığına girecek, diğer yarısını esir almış gibi yapacaklar. fakat kimse nazi kılığına girmek istemez. kura yoluna giderler. istemeyerek de olsa nazi kılığına girecek olanlar sakalını kesip, nazi bıyığı bırakırlar. müziklerini de goran bregoviç'in yaptığı sıcak bir film. insanın en temel güdüsü olan hayatta kalabilme çabasını anlatırken, hayatın vazgeçilmezleri olan aşk, müzik, romantizmi de es geçmemiş.
netflix'te birkaç kez denk geldim ve isminden dolayı "nasıl saçma bir film acaba" diye düşündüm hep... bu akşam yine ne izleyeyim diye gezinirken tekrar denk geldi, üzerindeyken fragman oynamaya başladı. göz ucuyla baktım önce, sonra ilgilimi çekti... izlemeye karar verdik.
şunu söyleyeyim: filmlerin ismine bakarak karar vermek büyük hata... beni en çok şaşırtan, yakın zamanda izlediğim filmlerden de en fazla etkileyen film oldu.
Ülkedeki sivil toplum kuruluşlarının ekseriyetinin aksine, gerçekten sivil toplumu geliştirme amaçlayan, özverili çalışmalarıyla takdirimi kazanan sivil toplum kuruluşu.
2013'ten bu yana, AB değerlerinin gençler arasında yaygınlaştırılmasını amaçlayan çok sayıda projeye imza atmıştır.