Dünya'da ismi yolsuzlukla anılan bakanların olduğu ve halen hiç bir istifanın gerçekleşmediği ülke olduğu için gerçekleşmesi imkansıza yakın olan eylemdir.
ABD askerleri tarafından Irakta tecavüze uğrayan kadınlardır. Irak'a karşı tezkereyi meclise getiren ise tahmin edilebileceği gibi AKP'dir. Hala "AKP sayesinde hayır olarak onaylanmıştır" diyenler için bir daha yazayım: AKP
"CHP nin, 10 yıllık gizlilik süresinin dolması nedeniyle tutanakların açıklanmasına ilişkin önerisi AK Parti nin karşı çıkması nedeniyle kabul edilmedi."
içlerinde en küçük bir cennet beklentisi veya cehennem korkusu olmadan, karşılık beklemeden yaptıkları bir iyilik sonunda hissettikleri "bir duygu!" vardır. Bu duyguyu anlama şansına sahip ender insanlardır ateistler.
Öğretmen hak arar, doktor hak arar, memur hak arar, kamu işçisi hak arar, havayolu çalışanı hak arar, birileri "ben asgari ücret alıyorum, milyonlarca işsiz" var, deyip hak aramalarına köstek olur. Bir gün siz de hak aradığınızda yanınızda kimse olmayacak. Sadece çalışan milyonlarca insana ihanet etmiyorsunuz, kendinize de ihanet ediyorsunuz.
Bu eylem grev hakkının ellerinden alınmasına dönük bir tepkidir, maaşlarla ilgisi yoktur. "Maaşları çok fazla, bir de grev yapıyorlar" diyenler gölge etmesin.
Devlet toplumu organize eden bir yapıysa, eğitim fakültelerini toplumdaki yetişkin olmayan bireyleri eğitmek için kurmuşsa, elbette eğitim fakültelerini bitirenler istedikleri taktirde öğretmen olmalılar. Eğitim fakültelerinin amacı budur. Öğretmen yapmayacaksan, niye eğitim fakültesine alıyorsun? Fizik okuyan kişi, bir bilim olarak lisans eğitimini alır, öğretmen olmak gibi bir zorunluluğu yoktur ama fizik öğretmenliği okuyan kişi adı üstünde öğretmen olmak için okumuştur.
Cinayet olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Yıllardır tartışılıyor ve tartışılacak da.
Burada sıkıntılı olan durum, kendi dinini referans alıp, ona uygun yasa çıkarma isteğidir. Herkesin inacı kendine! Bu konunun dinler üstü daha evrensel bir bazda tartışılması gerekir. "Sen doğur Allah rızkını verir" gibi sözler bu daha evrensel olan bazda anlamsızdır. Üstelik herkesin rızkının ilahi bir gücle verilmediğini anlamak için biraz gözlem yeterlidir. Yetersiz beslenmeden, fakirlikten kaynaklanan hastalıklardan ve kışın soğuktan donarak ölen sayıssız bebekleri düşünelim. Herkesin rızkı verilmediği tartışılmaz bir olgudur.
Şu an kabul gören hukuka göre; bir insanı öldürmek cinayettir ama bir canlıyı öldürmek cinayet değildir. Peki cenin ne zaman insan olarak sayılabilir?
Onun ileride insan olacağı düşünülüp, ilk günden gelişimine müdahale edilmesi cinayet olarak görülebilir. Bu durumda cinsel ilişkide korunmak bile cinayete girer. Demek ki, ileride insan olacağı düşüncesi kürtajın cinayet olarak görülebilmesi için geçerli bir neden olamaz.
Kalbinin atması cenini ancak bir canlı yapar, onun insan olarak görülmesi için yeterli değildir.
Ceninin ne zaman insan olarak sayılacağı konunun uzmanları için bile sıkıntılıyken, çok fazla yorum yapmanın anlamı yok. Şu anda genel kabul gören durum 10. haftaya kadar kürtaj yasal bir haktır. Benim fikrim, 10.hafta olur, başka bir hafta olur fark etmez, ama belli bir zamana kadar kürtaj yapma hakkının kesinlikle olması gerekir.
Konuya toplumsal boyutuyla bakarsak; evlilik dışı çocuğun gayri meşru görüldüğü, bu şekilde çocuk yapmış kadının aşağılandığı, sakat olan bireyler için yaşamın kendisi ve ailesi için bir işkenceye dönüştüğü, sağlıklı doğan çocuk için bile geleceğinin güvencede olmadığı, tecavüz olaylarının sık görüldüğü bir toplumda kadına bu çocuğu zorla doğuracaksın demek kendini bilmezliktir. Hele ki erkek egemen bir toplumda bunu söyleyenler erkek olunca, iyice utanmazlığa girer.
Ayrıca hamile bir kadının kendi bedeni üzerindeki özgürlüğünü yok etmek gibi bir durum da var. Kadın belki ömür boyu çocuk yapmak istemiyor, aldığı tüm önlemlere rağmen gebelik gerçekleşmiş olabilir. Kadın, cenin bir kaç haftalıkken, gebeliği sonlandırmak isteyebilir. Kendimi bu kadının yerine koyan bir erkek olarak söylüyorum ki, "gebeliği erkenden fark edip, sonlandırmak benim yaşamsal hakkımdır." Kimse benim bedenim üzerindeki egemenliğimi yok sayıp, benim hayatımı bir çileye dönüştüremez. Birilerinin yaşamını devam ettirmek için nasıl sağlıklı bireyden zorla böbreğini alamıyorsanız, bir kadından da dokuz ay ciddi sıkıntılar çekmesini bekleyemezsiniz.
Bu lafı ilk söyleyenin, söyledikten sonra, kendi aldığı maaşı memur ya da öğretmen maaşıyla karşılaştırması beklenir, değil mi? Akıl ve vicdan sahibi kimse buna karşı çıkamaz.
Bazen garip akıl tutulmaları yaşıyoruz. 1200-1300 TL maaşla haftada 40 saat çalışan bir memur, öğretmen maaşlarının fazla olduğunu söyleyebiliyor. Bunun meali, "benim aldığım maaş az değil" demek! Öğretmenlerin maaşları indirilse, sen maaş artışını ancak rüyanda görürsün. Diğer sektörlerde çalışan memurların maaşı artarsa, kendisininkinin de kısa bir zaman içinde artacağını görmek bu kadar mı zor? Kendi emekçi arkadaşına ihanet etmeyi bırak artık!
Hayatında bir kaç öğretmenle kötü anılar yaşamış kimse çıkmış diyor ki, "öğretmen derse geç geliyor, öğrenci ile ilgilenmiyor, öğrenciyi dövüyor, bir iş yapmıyor", ardından da "o zaman öğretmenler iş yapmıyor, maaşları fazla" diyebiliyor. Benim de kötü öğretmenlerim oldu ama haftasonu bizi evine çağırıp, çay eşliğinde ücretsiz ders anlatan öğretmenim de oldu, ders sonrası ücretsiz etüd veren öğretmenim de oldu. Süper mantıklı düşünen bu arkadaşlar, bir yemekten zehirlenseler, demek ki hayatlarında yemek yemeyecekler.
işini hakkıyla yapacak bir öğretmenin derslere haftada 20 saatten fazla girmemesi gerekir. Derslere hazırlanması, sınavların hazırlanması ve okunması, ödev ve projelerin hazırlanması ve incelenmesi, öğrencilerin gelişiminin bilimsel bir şekilde takip edilmesi ve eksiklerinin giderilmesi için gerekli tedbirlerin alınması vs. haftalık iş saatini 50'ye çıkartır zaten. Diğer kırtasiye işlerini ve kendini geliştirmesi için harcaması gereken zamanı saymıyorum bile.
"Öğretmenlerin yeterliliğine" gelirsek, böyle vatandaşa, böyle meclise, böyle öğretmen! Ne bekliyordunuz? Sen bir gün çıktın, sordun mu, "eğitim fakültelerinin hali ne böyle diye"? "Bu öğretmenler nasıl yetişiyor" diye sormazsın ama öğretmen maaşlarını çok görürsünüz. Belli bir yeterliliğe sahip öğretmenlerin uzaydan mı gelmesini bekliyorsun? Her şeye rağmen, idealist bir tavırla çalışan öğretmenlerin devam etmesi ve sayılarının artması için, az ders saati ve daha yüksek maaşlar gerekiyor.
işin çok önemli bir diğer boyutu ise, asgari ücretle günde 10-12 saat çalışan emekçi insanlar. Senin kanını emenler öğretmenler, doktorlar değil. Biraz kafanı kaldır, bak ve düşün. Onlar karşı apartmanda oturmuyorlar, senle aynı otobüse, metrobüse binmiyorlar. Onların yüzünü markette, pazarda görmüyorsun. Onlar okulda, pazarda, sokakta karşılaştığın öğretmenler değil. Onları iyi tanı! Onların bir ayda kazandığı para, senin tüm sülalenin ömür boyu kazandığı paradan fazla.
Bu ülkede altın çıkarmak için doğaya, hayvanlara, insanlara zarar verdiklerinde, tepki gösteren, altın çıkaran bu firmalara karşı mücadele eden milliyetçilerdir. Bu ülkede 600 TL asgari ücretle açlıktan ölmemeye çalışan milyonlarca insanı için eylem yapan, mücadele eden yine milliyetçilerdir. Bu ülkede kentsel rant uğruna insanlarını sokağa atanlara karşı mücadele edenler milliyetçilerdir. Bu ülkede birileri trilyonlarla oynarken, "biz aynı milletin evlatlarıyız" deyip, emeklerini satarak geçinmeye çalışan insanlar için adalet isteyen yine milliyetçilerdir. Bu ülkedeki ağır kadın-erkek eşitsizliğine, her gün kadınların öldürülmesine isyan eden ülkelerini seven milliyetçilerdir. Bu ülkede hayvan katliamlarını karşı protesto eylemleri yapan, bu uğurda mücadele eden yine milliyetçilerdir. Bu ülkede sokakta yaşayan evsiz insanlar için mücadele eden yine milliyetçilerdir. Bu ülkede doğayı yok eden HES'lere karşı tepki veren yine milliyetçilerdir. Tüm bu gerçekleri! dikkate aldığımızda milliyetçiler dışındakilere ülkelerini sevdiklerini söylemek zor olsa gerek!
Benim için bugün iki deprem birden oldu. Birinde insanlar enkazların altında kaldı, tahminen binin üstünde insan yaşamını yitirdi. Diğerinde aynı ülkede yaşadığım on binler insanlıktan çıktı. Bugün itibariyle tarihe geçtik. Ülkesindeki depreme sevinen insanların olduğu bir ülke olarak. Dünyada bir ilki başardınız. Tebrikler! Türk olduğunuzu sanmaya devam edin. Türk olmak için önce insan olmak gerek.
Bu ortamda yazan bir çok insan belki yakınlarını, arkadaşlarını kaybetti. Size büyük bir mahcubiyet altında, burada yazılanlar için, şunu söylüyorum ki, "her şeye rağmen bu toprakların insanlarına olan umutlarınızı kaybetmeyin. Ne olursa olsun bu ülkede eşit bir şekilde insanca yaşayacağız. Gözünü kan bürümüş her türlü ırkçılığa karşı inadına barışı savunacağız.
Bakan "bundan sonra öğretmenler 3 ay tatil yapmayacak, bunun en az bir ayı eğitimle geçecek" demiş. Bir sürü insan çıkmış, "süper uygulama, öğretmenler zaten şöyledir, böyledir" diyor. Şu an mevcut durumda zaten 2 ay tatil, kalan zamanda eğitim, seminer vs. var. Öğretmenler hakkında ahkam kesenler daha öğretmenlerin kaç ay tatilleri olduğunu bilmiyorlar!
Bakanın öğretmenlerin ne kadar tatil yaptığını bilmemesi mümkün değil! Ancak böyle medyatik bir açıklamayla, çıkarılan KHK'nin tartışılması engellenirdi. Öyle de oldu. Sonuç itibariyle öğretmenlerin bazı özlük hakları kısıtlandı, tartışılan ise zaten olmayan 3 aylık tatil.
Tekel işçilerinin haklı eylemidir. Tekel işçilerinin var olan haklarını kaybetmesi tüm emekçilerin kaybı olacaktır. Haklarını direnerek kazanması ise, diğer emekçilere örnek olacaktır. Bu nedenle bu tekel işçilerinin eylemini kötülemek için ya işveren olmak ya da işveren uşağı olmak gerekir.
Akciğer kanseri olan bir tekel işçisi tanıdığım var. Doktoru akciğerlerini inceleyince aşırı sigara içmekle eleştirmiş. Yakınım hayatında içmediğini söyleyince, doktor mesleğini öğrenince, akciğerlerin iflas nedeninin tekelde çalışması olduğunu söylemiş. Bu adamların maaşları üçte bire düşüyor, kadro haklarını kaybediyorlar. 1 yıl sonra işsiz kalıp kalmayacakları belli değil. Yaptıkları eylem sonuna kadar haklı ve onurlu.
işçiler boş oturuyormuş, bu bahane mi? Adamları adam akıllı kontrol et. işini yapmayan varsa gerekli tedbirleri al. Sen ne yapıyorsun, tekeli özelleştiryorsun, tüm işçileri kapının önüne koyuyorsun. Sonra da yüzün kızarmadan "çalışmıyorlardı" diyorsun.
Bir de tekel işçilerinin maaşı yüksek, 700 TL olmalı diyen sivri zekalılar var. Bunlar zenginse, işverense diyeceğim yok. Eğer işçilerse, o zaman ciddi bir zeka problemleri var.
Adam fabrika sahibi, banka sahibi olduğu yerde trilyonlar kazanıyor. Buna ses çıkarmıyorsun, tekel işçileri 2000 TL alıyor diye utanmadan ses ediyorsun. Bana bu çelişkiyi anlatabilir misin?
Her türlü sol nitelikli eylemi PKK'ların yaptığı izlenimi uyandırılmış bir kesim var. Adamlar aylardır ABD karşıtı mücadelenin içindeler, hala bunlar PKK'lı araya ABD'yi koyarak uyanıklık yapıyorlar lafları var. Bir de bu eylemi yapanlar PKK ile çatışma içindeymiş, buyrun bir de buradan yakın! ABD'de ye karşı eylem yapmak bu ülkenin düzenini bozmak ise, bu ülkedeki ABD'nin düzeni bozulsun, bağımsız olalım. Edirne'de öğrencilere saldıran ırkçı, faşist bir gruptur. Bunların abileri zamanında 6.filoyu kovan öğrencilere de saldırmıştı. ABD uşaklığına aynen devam ediyorlar. Şimdi herkesi PKK'lı göstererek faşistliklerini gizlemeye çalışıyorlar. Bu adamlar PKK'lı diye eylem yapan işçilere de saldırarak kime çalıştıklarını daha önce de göstermişlerdi.
Hem ülkemizde hem de dünya da bu tür canlılara alıştık. Artık fazla şaşırmıyoruz, fakat bu öyle bir canlı ki, yaptığı tecavüz eyleminin yorumlanması, birinin faşist olup olmadığı konusunda turnusol kağıdı görevi bile görüyor.
Uçak düşerken, uçağın içinde sağlıklı düşünebilen insan sayısı çok azdır herhalde. insanların şifreleri büyük bir tehlike altında devreye girmez, tersine insan aşırı heyecan ve korkunun etkisiyle en basit şeyleri bile düşenemez halde olur.
Bütün ideolojiler kötüdür diyelim, peki nasıl bir dünya olacak? Bu soruya verilen her yanıt yeni bir ideolojinin doğuşu olacaktır. ideoloji dediğin evreni, dünyayı ve insanı anlama, yorumlama ve nasıl olması gerektiği hakkında sistemli bir fikir öne sürmektir. Bu nedenle düşünen bir varlığın olduğu yerde ideoloji kaçınılmazdır. Bütün ideolojileri bir görmek düşünen bir varlık için teorik olarak imkansızdır.
Dünya'daki savaşların nedeni ideolojiler değil, sınıfsal bir temele sahip olan iktidar mücadelesidir. ikinci dünya savaşının nedeni Hitler'in ideolojisi değil, sınıfsal bir iktidar mücadelesinin bir öğesi olan emperyalizmdir. ideolojiler ise aslında iktidar mücadelesi vermeyen kitleleri savaşa katmanın bir yolu olabilir. Tabi burada emperyalizme karşı yapılan savaş da bir ideolojinin getirisidir, emperyalizmin saldırganlığı da bir ideolojinin (faşizmin) bir getirisidir. Yani her ideoloji bir değildir.
Ayrıca her devlet belli bir sınıfın ya da sınıfların elinde olacağı için belli bir ideolojinin temsilcisi de olmak zorundadır. Bu durumda her devlette egemen olan sınıfın, dolayısı ile ideolojinin mutluluğu söz konusu olacaktır. Herkesin mutlu olacağı bir dünya sınıfsız, dolayısı ile devletsiz bir sistem olmak zorundadır. Bu durumda bile ideoloji yok olmayacaktır ama herkesin mutlu olduğu bir ideoloji olacaktır. Sorun düşünen bir varlık olarak insanın kaçınılmaz şekilde ürettiği ideoloji kavramında değil, sınıflı toplum yapısındadır. Bu nedenledir ki, daima birileri mutsuz olacaktır.
Cinsel ilişki iki cinsin birlikte gerçekleştirdikleri bir eylemdir, buna alıp verme olayı olarak bakmak cinsiyetçi bir bakış açısıdır.
Evlenmeden önce ya da sonra ilişkiye girmek kişiyi ve sorumlu olduğu kişileri ilgilendirir, diğer insanların bu kişiyi yaftalamaya, hakaret etmeye hakkı yoktur. Hakaret eden kişi ahlaksız bir davranış sergilemiş olur.
Ayrıca erkek olarak evlenmden ilişkiye girip de, kızlar girdiği için eleştiren iki yüzlü bir tavır takınmaktadır, yani ahlak sorunu vardır.
Zamanında ucuz iş gücü olarak Türk işçileri ülkelerine alıp, onları en kötü koşullara sahip işlerde çalıştırırken sorun yoktu. Kızlara laf atmak, banyo yapmamak bir ırka ait bir özellik midir, yoksa sosyo-ekonomik bir durumun sonucu mudur? Eğitim ve sosyo-ekonomik durumları iyi olan Türklerin bu tür davranışlarda bulunmadıklarını biliyorum. O zaman sorun, bu insanların içinde yaşadıkları koşulları değiştirmekle ortadan kalkacaktır. Bunun için mücadele etmek yerine, bir insanı ırkından dolayı sevmemek ırkçılıktır.
PKK günün şartlarına göre hareket eden bir örgüttür. Bu durumu itirafçıların söyledikleri de doğrulamaktadır. Zamanında sosyalizm yanlısı olarak kuruldu, günümüzde ise bayrağındaki sosyalizm sembolünü atıp, ABD'ye yaklaştı. Milliyetçi bir kimliğe büründü. PKK sosyalist kadrolarını dışlayalı yıllar geçti. Artık milliyetçi kadrolara sahip. PKK'lılar milliyetçidir. PKK komünist diye komünizmden nefret eden zihniyet şimdi bir zahmet milliyetçilkten nefret etsin.
Şu var ki, her komünist ezilen halkların yanında olmaladır, fakat bu demek değildir ki; "kömünistler PKK'yı destekliyor." Hele PKK'lılar komünisttir demek, kimse kusura bakmasın cahilliktir. Neden cahillik? Çok basit komünist bir örgüt sosyalist bir ülke içim mücadele eder. PKK'nın şu an açık bir Kürdistan hedefi bile yokken, sosyalist bir Kürdistanın sözünü bile etmemektedir. Halbuki her komünist parti ya da örgüt sosyalist bir devrimi ilke edinmiştir. Bu kıstas PKK'nın komünist bir örgüt olmadığını ortaya koymak için yeterlidir. Bir internet sitesinde CHE'nin resimleri olması bir kıstas değildir.
Başımıza aldığımız bir darbeden veya kullandığımız bir ilaçdan dolayı karakterimiz değişiyorsa, sosyal çevre düşünce ve duygularımızı direkt etkiliyorsa, bedenden bağımsız bir ruh nasıl olur? Bu durumda cehennemde sonsuza kadar yanmak nasıl mümkündür?
Acı denilen olgu aslında elektrik sinyallerinin beyne gitmesi ve beynin verdiği tepkidir. Sinirlerin öldüğü bir bölgeyi yakarsanız, acı hissetmezsiniz. Cehennemde bildiğimiz türden bir yanık acısı hissetmek için sinirlere ihtiyaç vardır. Vücut yanınca sinirler ölür, yeni bir bedene ihtiyac duyulur. Çok yüksek bir sıcaklıkta sonsuza kadar kalmak için vücudun yanmayan ama acı hisseden bir cinsten olması gerekir. Ayrıca birey işkence altında akli dengesini kaybeder. Bu durumda, ruhun da akli dengesini kaybetmeyecek bir cinsten olması gerekir. işkence acısı çekmek ve bireyin akli dengesini kaybetmesi bir bütündür. Acı çekilip de ruhun dengesini kaybetmemesi nasıl bir şeydir? Ruh acıya rağmen bütünlüğünü koruyorsa, gerçekten şu anda sahip olduğmuz ruhtan farklı bir ruh olmalıdır. Sormazlar mı; kardeşim beden farklı, ruh farklı şimdi cehennemde yanacak olan biz mi oluyoruz? Hafızamızı bir robota yükleyip, onun acı çekmesi gibi bir şey herhalde.
Milletvekillerinin davranışlarına, vurdum duymazlığına bakınca meclisin de özelleştirilmesi gerekir. Böylece milletvekilleri patronun işten atma tehditi altında kalacak ve işlerini daha iyi yapacaklardır. Bu durumda halk seçme ve seçilme hakkını kaybedecek ama meclis daha verimli şekilde çalışmış olacak. Olmaz mı? Bence çok güzel olur. Kamu sektöründe çalışan memurların iyi çalışmaması ve devlet bürokrasisinin verimsiz işlemesinin karşılığı, halkın olan trilyonluk kaynakları belli bir azınlığın eline vermekse, bal gibi de olur. Hatta monarşiye geri dönelim, meclisteki tartışmalarla vakit de kaybetmeyiz. Çok daha hızlı bir mekanizmaya kavuşmuş oluruz.
Halbuki yıllık geliri kattrilyonluk olan kuruluşlardan sadece birinin geliri ile 250 bin yeni öğretmen atanabilir. Bir kurumun iyi kontrol edilip, işletilmesinin getirisi 250 bin insana iş ve aş sağlamak ve eğitim alanındaki çok ciddi bir açığı fazlasıyla kapatmak demek! Bu kurumu bir kapitalist verimli işletiyorsa, işin eğitimini almış birisi çok daha iyi işletebilir. Her parti kendi adamını sokmaya çalışırsa işlemez tabi, aynı mecliste olduğu gibi! Eğer birileri zırt pırt buzdolabının fişini çekiyorsa, fişin çekilmesini engellemek için fişi gözetlersin, buzdolabını satıp yiyecekleri para karşılığında başkasının buzdolabına sokmazsın. Özelleştirme demek, halkın buzdolabının satılıp, halkın, birinin buzdolabın kullanmak için ona para vermeye zorlanması demektir.
Benim ödediğim elektrik parası bana devlet eliyle hizmet olarak dönecekse, ben o elektriği maliyetine kullanıyorum demektir, eğer elektrik kurumu özelleştirilirse benim alacağım hizmet kapitalistin cebine gidecektir. Ben elektrik hizmeti alırken, bana iyi hizmet verilmiyor diye devletten alacağım hizmetin karşılığının kapitalistin cebine gitmesine razı olamam. Yapacağım iş bana iyi hizmet verecek mekanizmayı iyi yönetemeyenleri kovmak olmalıdır.
Türk Telekom özelliştirildi, artık orda çalışan memurlardan güler yüz görüyorum, daha hızlı hizmet alıyorum; demek ki, özelliştirme faydalı bir şey denebilir. Bunun karşılığında alınabilecek kaliteli, ücretsiz sağlık hizmetinin kaybedildiğini unutmamak gerekir. Üstelik aslında Türk Telekom memurundan iyi hizmet alıp, üstüne de ücretsiz sağlık hizmeti alma imkanın olduğunu hiç unutmamak gerek.
Büyük patlama teorisine göre; evren yoktan var olmamıştır, hacmi sıfıra yoğunluğu sonsuza yaklaşan bir parçacığın patlaması sonucu içinde bulunduğumuz evren oluşmuştur. Ondan önce ne vardı, bilmiyoruz. Bu patlamadan oluşan evren dışında başka evren var mı? Bilmiyoruz. O zaman ilk madde diye bir şeyin olduğunu da bilmiyoruz. SOnuçta ilk madde nasıl oluştu sorusundan önce ilk madde de nedir ki diye sormak gerekir. Ateizm'in büyük patlama teorisi ve ilk madde ile ilgili felsefi yönden bir sıkıntısı yoktur.
Bir kez başlık yanlış; bir arkadaşına bir mektupta yazılan düşünce teori olmaz. Yani adı üstünde teori değil! O başlığı açan arkadaşın bilgisizliği...
ikincisi yüksek uygarlık seviyesine sahip toplumlar, diğerlerini zamanla asimile eder. Aradaki fark büyükse, Amerika'nın keşfinde olduğu gibi Amerika yerli halkı yok edilir. Bunun nedeni yüksek uygarlığa sahip olan ırkın teknoloji ve bilim alanında ileri olsa da, henüz ideolojik anlamda barbarlığını kaybetmemiş olmasındadır. Yani ilkel bir emperyalizm anlayışı o zaman da vardı, şimdi ise kapitalizmle birlikte gelişmiş emperyalist bir anlayış var. Günümüzde ise bir ırkı yok etmek mümkün değildir, fakat asimile etmek çok kolaydır. Şu anda ister beğenin ister beğenmeyin hızla asimile olan Avrupa dışı toplumlar var, Türkler de dahil. Bu durumdan kurtulunmak isteniyorsa bilim ve sanat alanında ciddi bir atılım yapmak gerekiyor.
Evrim teorisinin destekçileri Darwin'in ideolojik anlamda dava savunucuları değildir. Bu nedenle onun ideolojik fikirleri bilimsel değildir, bilimsel olan teorisidir. Bizi ilgilendiren de bu teori, yoksa Darwin, teorisi olmadan tarihsel tanınmışlık açısından bir hiçtir.
Ayrıca Darwin mektup'da Türkleri uygarlık seviyesi olarak daha düşük görüyordu. Avrupalıların 19 yy'da bizden daha yüksek bir uygarlık seviyesine sahip olduğu bir gerçek. Darwin burda Türkleri aşağılamamıştır. Harun Yahya'nın bilinçli şekilde çarpıtılmış çevirileri geç de olsa düzeltilmiş. Darwin'in yanıldığı konu Türklerin yok olması konusuydu ki, Darwin toplum bilimci değildi. Bu nedenle bu düşüncelerin çok da önemsenmesi gerekmiyor.
Son olarak, bu düşüncelerle Evrim teorisinin doğruluğu ya da yanlışlığıyla ilişki kuranlar, zaten bilimsel bir dünya görüşünün dışında oldukların bir kez daha göstermek dışında bir şey yapmamışlardır.