insan söz konusu olduğunda yapmaz, yapamaz diye bir şeyin olmadığı. öyle güzel yapıyorlar ki hiç düşünmeden, acımadan. bırakıp gidiyor önce bi tanesi, bıraktığı harabenin içinde kendini bulmaya çalışırken öbürleri takip ediyor onu. kaçar gibi. öyle mutlular ki, gerçekten kaçmış oldukları düşüncesine saplanıp kalıyorsun böyle. sonra başka paranoyakça haller, aylarca sürüp giden. başka haller işte, hiçbi zaman eskiye dönemeyeceğinden emin olmanın verdiği buruk tatla nüks eden.
çıkışı olmayan bi tünelin ucunda görür gibi olduğun ışık huzmesi kadar yakın olan o günler-hani mutlu olduğun- gelmeyecekler. sen ömrünce elde edemeyeceğin bi mutluluğu kaybettiğini düşünürken, onların mutluluğu senden sonra yakaladıklarını görmek belki.
ve de pes etmeme hali içerisinde umut etmekten korkmak;öyle ki tamamlanamayan cümlelerinin sonuna bile o üç noktayı koyamamak.
sonra gecenin üçünde jet sesleri, bi yirmi sene sonra hatırlanacak belki.
sahi nasıl hatırlanırdı bi yılın tüm sevinci, kederi, özlemi yirmi sene sonra?
tek isteğim nefret edebilmek. neyi düşüneceğimi, ne için tasalanacağımı bile bilmediğim şu berbat gecede tek isteğim bu.
gecenin şu saatinde ayrı hoş olan post rock grubudur. karadeliğin içindesiniz gibi bi'şey; şöyle ki, bi ton atmosferi dolayısıyla bi ton duyguyu dakikalar içinde deneyimletiyor adamlar size her nasılsa. bu adamlar japon da olmadıklarına göre kesin uzaydan gelmişler.
senin için ağladığım kadar benim için ağlarsın umarım bi gün.. bugün kimin için ağladığını veya kime bi zamanlar çok samimi bulduğum gülüşünü gösterdiğini bilmiyorum. ama umarım bi gün benim için köpekler gibi ağlarsın da gördüğümde zerre vicdanım sızlamaz. umuyorum, çok yakında.. bu boktan tabiatını bile nası sevdim de aylardır unutamıyorum ben inan bilmiyorum.. umuyorum rüyalarına girerim de uyku uyuyamaz olursun, istersin de çoktan başkalarının olmuş olurum umarım. tiksiniyorum ulan senden ve o umursamaz, bencil, amsalak tabiatından.. çık git kafamdan, anılarımdan, bulaştığın her yerden git..
it's wonderful it's wonderful it's wonderful good luck my babe sözleriyle kendini hatırlatan italyan şarkıcı. swing yapamayan bünyelere bile müthiş dans ediyormuş hissi verir, saçmalatır, alt komşuyu yukarı çıkarır. (bkz: via con me)
birini sevmek söz konusu olduğunda hayli benzediğimizi düşündüğüm yazardır. ayrıca seneye meslekdaşı olacağım yazardır da.
edit: hoşgelmiş, sefalar getirmiştir efenim.
hiç başıma gelmediğini düşündüğüm hadisedir. etkisinden uzun süre çıkamadığım kitap olmuştur ama hayatımı değiştirdi diyebileceğim kitap yok sanki.. ya da minik minik ve süreç içinde oyuna katılıyolar farkına varmıyorum. renksiz tsukuru tazakinin hac yıllarını okumuştum yaklaşık üç ay önce, kitaptakine benzer olaylar yaşadım 1 ay kadar önce. şu an işkillenmeye başladım, gerçi kitaptakinin aksine biraz benim isteğim üzerine gerçekleşmişti olaylar. ama düşündürücü, kahramanın geçirdiği sürece benzer bi süreç içindeyim ve atlatabilmiş sayılmam. sahi, olabilir mi?
filmi tek kelimeyle özetlersem bünyemin kaldıramayacağı derecede ağır bir hikaye etrafında şekillenmiş olduğudur. abi o korkunçlukta bi hikayeyi, öyle sarsıcı sahneleri öyle güzel müzikler eşliğinde vermişler ki sinirleri bozuluyo insanın.
--spoiler--
lakin keşke sonunda kendini cidden o camdan ataydı da moralist biçimde biteydi, hafızamda iyi yer edeydi film. olmadı. yani epey sert bi film. her bünye kaldırmaz. ki kaldırmasın da zaten abi. "hayvandan aşağı da olsam yaşamayı haketmiyor muyum?" tarzında bir soru filmin hem başı hem sonunda geçiyor. evet abi haketmiyorsun diyor ve bu yaklaşımımla bakkal osman amcadan bi farkım olmadığı yönünde gelebilecek eleştirileri seve seve kabul ediyorum.
--spoiler--
kendinize bile itiraf edemediklerinizi içinizden çıkaran, sonra tüm benliğinizi bu içinizden çıkan duygulara bulayan içtenlikte okuyan kadın. müthiş kadın. acıtırken iyi eden kadınsın sen, yalnız hissettirmeyensin.
tanımının farklı olduğuna inanmak şeklinde desteklenebilecek durumdur. farklı insanlarca tanımı ve yaşanışı farklı olan bi kavram, bu durum bi süre sonra kavramın doğruluğu hakkında sorgulamaya itebiliyor sizi. sonuçta teorikte var pratikte zordur dersiniz veya toptan inkar edersiniz size kalmış. ama muhakkak farklılıkların getirdiği bi sorgulama süreci yaşanır, yaşanmazsa olmaz.
yaz sonu o'nun sayesinde tanıştığım koop parçası..vokalin ane brun olduğuna inanamamıştım başta nedense.
eylül ortaları, akşam eve döndüğümde dinlediğim dün gibi aklımda. şarkıda anlatılanları yaşamaktan ölesiye korkmuştum. ama asıl korkmam gereken bu sözlerin sadece beni anlatabilecek olmasıymış; ben herkeste onu ararken, onun benim yokluğumun bile henüz farkına varamayışı yahut yokluğum diye bir kavramın onun için hiçbir zaman var olamayacağı ihtimali.
Sözün özü, müthiş özlem barındırır bu şarkı içinde.
senelerdir yüzüne bakmadığım, revitte modellediğimde aynı işi görmeyecek bi arazi için ihtiyaç duyduğum, bu vesileyle de zibilyon tane eklentisi olduğunu keşfettiğim modelleme programıdır. öte yandan kaymak gibi bi arazi için;
weld eklentisine bulaşmaksızın, soften edges ayarı iş görüyormuş. bu da böyle bi anımdır.
ayrılık acısı. unutmak olmuyor, unutulmuyor ve unutulmayacak bunu biliyorum.
ama üç ay önce baktığımda beni ağlatan fotoğraflarımız, şimdi sadece boğazımda bir yumru olup kalıyor.
bundan tam bir ay önce, yüz yüze son konuşma.. ve geri dönüşü olmayacak bir ayrılık olsa bile silemeyeceğim o fotoğrafları sildiğini söylemesi üzerinden bir ay geçmiş tam. acı tazeyken ağlayamaz, olay yeniyken yazamaz anlatamaz duruma gelmişim içime ata ata..
onunlayken tepkilerimi kontrol altına almayı, alınmam gereken laflarına susmayı öğrendim. hep anlayış.. ama biraz olsun karşılıklı bir anlayış olmadı bu hiçbir zaman. şu an bunun bir yere yazma isteği içimdeki... "unut beni" dediği o gün, unutmamak adına yazmaya başladım onunla geçirdiğimiz tüm o zaman boyunca neler yaptığımızı, neler hissettiğimi.. beni ortada bıraktığı o gece, yanımda olduğu için ne kadar şükretsem az olduğunu söylediğim telefon konuşmasında benden kolayca ayrılabildiği o gece neler hissettiğimi.. mutlu olmasını isterim diyemiyorum, bunu diyemeyeceğim de sanırım.. benden başkasıyla mutlu olduğunu görmek veya bilmek, bir ay önce yaptığımız konuşmada kahve eşliğinde yuttuğum, ağzıma gelen tüm o lafları sarf etmediğim için büyük bir pişmanlık duymama sebep olur çünkü.. yaptığım hiçbir şeyden pişman olmak ya da onun bunlara değmeyecek biri olduğunu bilmek veya anlamak istemiyorum.
gözümü kulağımı kapatmama gerek olmadan sadece kabullenebilmek istiyorum; zaman içinde ve acı çekmeden. 4-5 ay önce her şeyi olarak betimlenirken, şuan sıfatımın hiçbir şey olması kadar dayanılmaz bir şey yok.
hep derdim ve hep savunacağımı söylerdim;asıl önemli olan daha iyisinin hayatımıza girebilecek olması değil, o insanın tek olması. belki daha iyisini yaşayabilme ihtimalimiz var ama bu hiçbir zaman onunla paylaştıklarımızın yerini dolduramaz. yeni yerler açar sadece kendine, o boşluklarsa varlığını korur. bu yüzden arkadaş veya kadın erkek ilişkilerinde kaybetmemek adına hep ilk adımı atan veya alttan alan taraf oldum. pişmanlığım olmadığını söylesem yalan olur ama buna değecek bir iki insanı geri kazanmak unutturuyor öteki pişmanlıkları diye düşündüm hep. bu düşüncemi sorgulamaya ise bir ay önce başladım sanırım. varmam gereken noktayı tanımlayan bir alıntı olarak ise:
--spoiler--
güneş bugün de yükseliyor ve gün başlıyor...
kökünden kopan bir çiçek, bu sabah açıyor.
güneş bugün de yükseliyor ve gün başlıyor...
çiçekler açarak her yeri kaplıyorlar.
dünkü çiçekler değil, ama çiçekler hala güzeller...
--spoiler--
başlıktaki iddiasını savunduğu entrysinde, ortaya attığı düşüncenin geçtiği tek bi cümlecik bulunmayan yazar beyanıdır. sonuçta vardığı nokta sağlıksız olunacağı veya olunabileceğiyken, kafasında sağlıksız insan= varoş genellemesini yapmıştır ki bunu belirtmeye gerek duymamıştır. ayrıca demir süt ve süt ürünleriyle beraber tüketildiğinde de benzer sorunlar oluşmaktadır (o halde süt ve peynir de tüketilmesin'dir ya da demir midir vücudun tek ihtiyacı?). kaldı ki günün tek öğünü kahvaltı değildir, diğer öğünlerde karşılayabilir bu ihtiyacını vs. gibi antitezlerle de çürütülebilir.
geçen dersini almadığım bi hocanın muhabbetini yaparlarken şahit olduğum, adamın çocuğuna koymadığı ama söylenişinin hoşuna gitmesi dolayısıyla koymayı düşündüğü bi isim olarak; viyadük. duyduğum an verilebilecek en klişe tepkiyi vererek, iyi herkes üzerinden geçer artık çocuğun demiş bulundum. şaka değildir, insanlar ciddi ciddi kafayı yemiş artık tuhaf, özgün isimler bulacağım diye. ikizleri olduğunda adam birini yakın, birini uzak koymak istemiş de allah'tan karısı el atmış duruma. anteni olmayan bir yazar dostumuz ürün adının konduğuna inanamamış aynı başlıktaki bir başka entrymde. bu hafta içi bunu duydum, önce kendimden şüphe ettim. sonra tüm ülkenin isim koyma konusunun bokunu çıkardığına kanaat getirdim. bunlar hep anaların babaların birbirinden -iye ekiyle türetilmiş isimlerini koymamak adına başlatılan o akımın sonucu.
"insan sosyolojik olarak tek eşliymiş de fizyolojik olarak çok eşliymiş bik bik" gibi evrim ağacı zıvalıklarını kendi zayıf iradesinin üstünü örtmek için kullanan aciz ve iradesiz insan savunmasıdır. kendi doğasına yabancılaşmışmış. git dağda seviş o zaman kardeşim, ne işin var sözlükte. hiç haz etmediğim insan tipisiniz, her yerden mısır patlağı gibi çıkıyosunuz bi de .
alakasız versustur. karşılaştırma yerine her bi akımı kendi içinde ele almak daha uygun olacaktır. postmodern sanatın pop kültür olma durumu popüler olmayı amaç edinmesinden değil, çağın estetik anlayışını ortaya koyma çabasındandır. düşük sanattan farkı da bu noktadır; içinde yaşadığımız, endüstri ürünleri ve tüketim imgeleriyle çevrili bu ortamın tekrar tekrar sunularak, çağın anlayışıyla sistemin işleyişinin bi tasvirinin yapılmaya çalışılması.
en bilinenlerden andy warhol'un çalışmalarıyla açıklayacak olursam; tekrarı kullanarak nesnenin imgenin içeriğinden sıyrılıp, geriye sadece biçimsel özelliklerinin kalmasını amaçlar. bunu serigrafiyle yapar ki, bu da aynı şekilde tekrar üretilebilmesine imkan tanır (güzel sanatların biricikliğinden uzak, eserin kendisi bi endüstri ürünü).
postmodern modern kadar anlaşılamadığı için mi bilmem, onu epey savunma gereği gördüm . ama dediğim gibi bu ikisini karşılaştırmak, öncelikle ikisinin de kendi içlerinde değerli olanı görmemizi engeller. ayrıca postmodernizm modernizmin eksikliklerinden doğmuştur ve çözüm bulmaksızın bu eksiklikleri ortaya koymayı amaç edinir. yani biri öbürünün varlığının bi sonucuyken neyi kimle kıyaslıyoruz.
tarafımca favori şarkı gibi bi belirleme yapılamayacak şekilde sevilen gruptur. brenna maccrimmon sayesinde keşfetmiştim vakti zamanında. geçmişin hüznünü, neşesini, kıyıda köşede kalmış farkına bile varılmayan türlü duygularını çağırırken zamansız olmayı becerebilmiş büyülü seslere sahiptir bu iki kadın. gecenin güne döneceği şu vakitlerde içimi sızlatmışlardır el birliğiyle.
yine bir dio, yine bir sabahlama şarkısıdır. ronnie abi sayesinde şaşı bak şaşır formatında eş yükselti eğrilerini bikbiklemek bile eğlenceli hale gelmiştir gecenin şu vaktinde. sayende mezun olacağız inş.