içinde var olan acı, hüzün, nefret gibi duyguları bastırarak, olmayı istemediğin yerde maskeyi takıp tüm gerçekleri gizlemektir.
hani bilirsiniz bir şarkı sonrası yada tribünde bir anda alkışlarsın gürül gürül bir ses sonra yavaşlayan yana düşen kollar ve en son duyulan ''şak şak'' sesi. böyledir bu gülümseme herkes gülmeyi bırakmış yeni bir muhabbete odaklanmış yada gelecek başka espiri ama sendeki o gülen yüz hala kaybolmamış. bir anda aptallığına şaşırırsın ''hay a.q nereden düştüm bu muhabbetin içine'' diye içinden hayıflanırken sadece yüzünde yalandan bir gülümseme ruhun başka bir yerde dolanır dolanır durursun olduğun yerde..
akşam yenilen yemeklerin sabah yataktan kalkmadan önce bünyeden gaz halinde çıkma isteğine dayanıyor sanırım.
yaz aylarından ziyade kışın daha çok baskı uygular. neden? etkenlerden biri kış aylarında yenilen yemeklerin genellikle gaz üreten sebzeler falan olması kapuska, nohut, turp, soğan, işte aklınıza gelen kış yemekleri. başka bir etken sabah sıcak yataktan kalktığında hissedilen odanın hafif ısıran mayhoş soğukluğu. öyle bir gaz patlamasına neden oluyor ki sesin şiddetinden ve sonrasında hissedilen kokudan kendinden tiksinirsin. öyle bir rahatlama şekli işte..
''kadına çiçek almanın basitleşme süreci'' olarakta söylenebilir, inanılan bir düşüncenin suya düşüp adi bir duruma dönüşmesi.
20'li yaşların ortasını aşmaz 30'a doğru adım adım yaklaşırken geride bıraktığın yıllara baktığında hiç bir kadına çiçek almadığını hatırlıyorsun ve bunun nasıl bir 'heyecan' vereceğini merak ediyorsun. sohbet ettiğin arkadaşlarından duyuyorsun ''geçen çiçek aldım, çalıştığı işyerine güzel bir çiçek yolladım aradı çok sevindiğini söyledi'' falan filan bilirsiniz bu muhabbetleri. düşünüyorsun ben neden almadım bu güne kadar ''alacağın bir dal gülün özel olmasını istiyorsun'' (yada ben yıllarca böyle düşündüm). gün geçti tüm yılları geride bırakırcasına bir gün içimden kopan bir heyecanla, gül alma isteği geldi. uzatmayalım..
çiçekçinin önünde durdum;
-usta bir tane gül istiyorum ama ilk defa alıyorum nasıl alınır hediye edilir bir anlat.
+tek gül alıcaksın güzelde bir paket yapayım git ver kuruyacaksa bile kutunun içinde kurusun.
-eyvallah usta güzel bir şey yap işte.
aldım çiçeği çıktık hedefime doğru kıpır kıpır heyecanlı bir şekilde ilerliyorum. kendi içimde ufak yollu bir kaç satır bile yazdım beklerken. bu satırları söyleyerek verdim gülü ama nasıl bir göz ışıltısı var bende anlatamam. ilk öpüşme vardır ya elini kolunu nereye koyacağını bilmezsin heyecandan, öyle bir şey (sonra öpüşlerin bile piçi olursun zamanla. süreç işte). içinde ilk defa bir kadına gül vermenin heyecanını yaşarsın. zaman geçer yollar ayrılır, o gül solup gitmiştir yada atmıştır bilemezsin.
düşünüyorsun ''çiçek lan işte kadını mutlu eder neden her zaman almayasın ki! bu zamana kadar vermedin de ne oldu fazlan ne, aldın verdinde ne oldu eksiğin ne?'' hani bir şarkısı vardır ''gözümden öpme ayrılık getirir derdin. öpmedim ayrılmadık mı?''. öyle bir gerçekmiş gül alıp vermek.
sonrasın da her tanıştığın kıza bir gül alıyorsun kırmızı ve kutu içinde oluyor. çalıştığı işyerine çiçek yolluyorsun, sokaktan geçerken çingen gacılardan alıyorsun. arabanın arka koltuğuna koyuyorsun ''senin için'' diyerek radyoda hafif slow müzik eşliğinde veriyorsun.
özür dilerim ama 5 liraya mutlu ediyorsun işte kadını. basitleşiyor, hissizleşiyor duygular. düşünüyorsun ''keşke o sevdiğim kıza da alsaydım neden almadım lan? oysa en çok o haketmişti''.
bu çirkeflik kokan ilişkileri düşünürken, sonra küçük iskender'in sözü geliyor aklına "Bana 'benden iyisini bulamazsın' diyen sevgilim: Ne gemiler yaktım ben, kıçı kırık bir sandalın lafı mı olur.."
kışın soğuk havalarda insanın başına gelen kötü hadise. birde merdivenin köşesine gelmişse o çanak nasıl sızlar morarır oturamazsınız üzerine. üzücü bir durum.
o malum güne kadar sevgi pıtırcığı olan er kişi o günlerde uysal alttan alan taraf olacağına olayların üzerine üzerine gider bildiğin kavga başlatıcı sebeptir.
bu dönemi kalkan olarak kullanan kadın ''bu duygusal dönemimde nasıl bu kadar hayvan olabiliyorsun'' diye sert cümleler kurarak bizimde kırıldığımızı düşünemez.
rabbim bize neden böyle duygusal 1-2 gün bağışlamamış 'isyannnnnnnnnn' bizde kullansaydık iyiydi.
cami duvarına işemenin bir başka versiyonudur kesin ayrılık sebebidir.
vakti zamanında kız arkadaşla yürürken cami duvarının kenarında öpüşmeye tutulduk fakat ezan okunmuyordu. bir kaç saniye öpüştükten sonra, nereden estiyse gözünden öptüm ve yolumuza devam edecekken;
-aşkım gözümden öpmeseydin ayrılık getirir.
+hayatım gözü boş ver cami duvarının dibinde öpüştük sonumuz hayrola.
diyerek gülüşmeler eşliğinde pazar sevişgenleri halinde yolumuza devam ettik. aradan bir hafta geçti ne olduğu anlaşılmadan bir sebepten dolayı ayrıldık ve bir daha ulaşamadım. sanırım belamızı bulduk.
tek başınıza olduğunda sıkıntı yok salıverir özgürce gaz çıkar fakat bu bir sinema, tiyatro yada misafirlik ise yandınız demektir şekilden şekile girersiniz bünye kasılırda kasılır.
sanatsal faliyetler iyidir diyerek davet edilen tiyatroya icabet edelim dedik. öğlen yemeğinde hiç düşünmeden gaz yapan bütün yemeklerden mideye indirmişiz 5-6 saat sonrasını düşünmeden yenilen bu yemekler yoğun bir gaz sancısını tiyatroya saklamıştır.. hoş geldin beş gittin selamlaşmasından sonra oturduk sıra numaralı koltuklarımıza..
öyle bir yere denk geldik ki yan koltukta yeni tanıştığımız güzel hatun diğer yanında bizim arkadaşımız olan güzel hatun ve yan yana diziliş. gülüşmeler hatuna sempatik davranışlar muhabbet çok iyi yazılıyoruz hafiften sahnenin başlamasını bekliyoruz diğer arkadaşları unutmuş gitmişiz. oyun başladı ve sessizlik..
koltukta iki büklüm oturmanın verdiği kasıntı ile bizim mide de sancılar olmaya başladı içimden tutamadığım sesler geçiyor evet ''karnımın guruldamısı'' bir kaç dakika sonra gelecek şiddetli sancıların habercisi. kıza bakıyorum çok güzel bunun yanında ''osurmak'' olmaz şimdi yavaş yavaş salayım dedim hafif ''cart'' sesi çıkıntı iyicene sıktım kendimi şekilden şekile giriyorum tiyatro izlemeyi bıraktım sevindiren tek şey kokmuyor olmasıydı. kafamdan onca şey geçiyor ilk perde ne zaman biter? bu gaz geçer mi? kız anladı mı? bunlar düşünce olarak sıralanınca midede ki sancı hızla artıyor ve göte basınç uygulamaya başlıyor ha çıktı çıkacak. öyle bir sahne olsun ki salon gülsün alkış kopsun diye içimden geçiriyordum ve o sahne geldi gülüşmeler alkışlar ve o anı bekleyen bizim göt koltuktan bizi hoplatırcasına cart, curt, zort, patır kütür yaklaşık 10 saniye kadar susmadı bir ara altıma sıçtım sandım o derece. bir hamle ile montu bacakların üzerine kapadım ne olur ne olmaz koku varsa yayılmasın.
herkesin suratında oyunun vermiş olduğu gülümseme sadece benim suratımda rahatlamanın o gazın benden veda edişinin vermiş olduğu mutluluk gülümsemesi. ve kız eğildi çok korktum duydu diye osurduğumu ama korkulan olmamış ''çok iyiydi bu sahne ama'' dedi ve bendeki tepki ''evet az kalsın altıma edecektim'' diye verilen gelişi güzel bir cevap ve güzel hatundan onaylama cümlesi.
netice olarak altıma sıçmamışım, rahatladım ve kızla çıkışta kahve içmeye bile gittik. böyle bir gaz sancısı kimsenin yaşamaması dileği ile herkese iyi seyirler..
içinde bulunduğumuz dünyevi hayatta, sevgilerin basite indirildiği, hemen hemen herkesin başına gelebilecek adileşme durumu.
yadırgıyor insan bu kadar basit olunabilir? hiç bir sebep yok iken bir taraf kafasında onlarca senaryo yazıyor ve ''hem kendi yazıyor hemde oynuyor'' adi bir şekilde bitmesine karar veriyor senin duygularını düşünmeden. bazıları var yalandan da olsa çıkıverir karşına konuşur eyvallah ama bazıları vardır basit bir mesaj ile bitirir *.
gün geçtikçe daha da yavşaklaşmaya devam ediyor. başka hangi söz güzel olur ki siktir git.
iki çift güzel ela göz, sanki kalemle çizilmiş dudaklar, suratını okşayan eller ve şarkının her kelimesinde nefesi ile hissettiğin bira kokusu dudaklara santim santim yaklaşması. o anı hafızaya kazıma süreci ve şarkı bitiminde birleşen dudaklar. çok güzel bir his be..
--spoiler--
başrollerini kayra şenocak, özgül kavruk, ercü turan ve zeynep aydemirin paylaştığı oyunu kayra şenocak yazdı ve yönetti. oyun yeni evli iki çiftin, evliliğe alışma sürecini komik ve eleştirel bir dille seyirciye aktarıyor. kadın erkek çatışması, evliliklerdeki güç dengeleri ve ufak tefek atışmaların ulaşabileceği boyut elif ile arda, melis ile onurun ilişkileriyle gözler önüne seriliyor.
seçmece erkeklerdir biscolata erkekleri. reklam için özel üretilmiş falan yersen.
tamam adamlara bok atmam haddime değil izlerken ben bile ''ulan ne kaslı adam'' dedim sonra bir kaç reklam sonra ''vay parlak adamlarmış'' dedim. ama sadece bunlar sonra çamaşır makinesi reklamları ilgimi çekmeye başladı.
düşünüyorum ulan nasıl oluyor adamlarda bir tane bile kıl yok biri dürttü beni -epilasyon, -ağda dedi kendime geldim. kaslarına hayran oldum tam ulan dedim yine biri dürtü ''bir kaç ay spor yapmasalar sönerler'' dedi. bunları duyunca mutlu oldum en azından dedim sağlam bir spor ve ağda, epilasyondan sonra bende öyle salınca sallanır daldan dala uçarım dedim.
bakın kızlar bunlara aldanıp kapılmayın-kaptırmayın kendinizi ne varsa ''biz'' -ler de var. bilin ki erkek adamda ''kıl'' olur ''göbek'' olur dişinde dolgu olur. istisnalar vardır elbette ama hepinizde o istisnayı sevemezsiniz.
şahsım olarak victoria secret hatunu gibi bir sevgilim olması için hayal kurmuyorum ne varsa sizlerde var, bütün kadınlar evnelip çocuk yapınca kilo alacaklar bunun bilincindeyiz öyle davranıyoruz. *
fikirlerinizi değiştirin o reklamlar çıkınca zapink yapın öyle ekrana yapışıp kalmayın..
tek gecelik bir ilişki değildir. para karşılığı satın alınan bir gün de değildir. ertesi gün olmayacak bir sevgili, yalandan da olsa yaşanan gün.
geçmiş zaman. şimdi lisedeydik efendiler okulda herkesin takıldığı bir grubu vardır kantin köşeleri, kalorifer dipleri, kale arkası feşmekan tutulur. eller cepte, gömlek dışarı fırlamış, kravat hafif aşağıda hepimizin yaşadığı moda. ''dünya sikime minare götüme'' havalarındayız.
sınıftan veya başka sınıftan samimi olduğumuz kızlar vardır. orta okuluda beraber okuduğunuz fakat lisede farklı sınıflara yada bölümlere aktığınız teneffüsler de karşılaştığınız kızlar bunlar.
o zamanlar facebook falan yok cep telefonunu herkes de yok gazeteden kupon biriktirip alanlarımız bile var. ama bir-iki kız vardır ''çöpçatan'' görevlerini üstlenmişlerdir kendilerine pezevenkliğin kibarcası. kimi zaman gelir ''şu kız senden hoşlanıyor haberin olsun'' kimi zamanda sen gider ''şu kızdan hoşlandığımı bir çıtlatı ver'' dersin. kulağa su kaçırırsın.
böyle yine bahçede mekan tutarken yaklaştı;
-kunta fen matematikteki şu kız seninle sevgili olmayı istiyor haberin olsun.
bu soru yöneltiğinde erkeğin yada kızın her zaman götü kalkar siklemez havasına takılır!
+ya kızım bırak ya olmaz o iş.
-ne olacak lan tamam diyiver gitsin.
+yok be kızım. sosyalde ki kız ne oldu söyledin mi sen?
-boş ver o kızı şimdi. kunta kız seni okulun başından beri beğeniyormuş 1 günde olsa ''evet'' de gönlü olsun.
bu nasıl bir önermedir lan ''bir gün'' bir an düşündüm kızın gönlü olsun bari.
+tamam söyle bak ama uyar 1 gün sadece.
-sen o işi oldu bil. (gülüşmeler)
ertesi sabah okul kapısında karşılaştık beraber kantine gittik bir sabah çayı ısmarladım bir de açma. teneffüsler de görüşüyoruz havadan sudan muhabbet -bizim sınıfta geçen ders şu oldu bu oldu. e sen ne yaparsın falan. öğlen sosisli ve kola ısmarladı hakkını yiyemem. o günlük okul bitti çıkışta kız bir soru yöneltti;
-hafta sonu sinemaya gidelim mi?
şoke oldum ne diyeceğimi bilemedim..
+boş ver sen hafta sonuna başka plan yap. dedim uzaklaştım.
ertesi gün her şey bitmişti zaten. demiştik facebook falan yok o sıralar. aynı mahallede oturmuyorsan ertesi gün anca okulda görürsün birbirinizi. öyle yaşanan bir günlük sevgilikti sonrası alkol sonrası ikindiye benziyor işte saçma ama lise yılları ne yaparsın.
zaman geçti o kız facebooktan buldu ekledi selamlaştık uzun uzun konuştuk öyle bir güzel olmuş ki konuşurken ağzımın suyu akıyordu. ya dedim ne güzeldi lise falan görüşelim bir gün kahve içeriz? ''biz bir günlük sevgiliydik unutma kunta'' dedi. gülücük işaretleri göz kırpmalar. nasıl göt oldu anlatamam! hay ağzına sıçayım keşke söylemeseydim dedim.
bütün duygularını bitirmek için çabaladığın içinde debelendiğin karmaşık hislerin içine düştüğün süre.
gidişlerin zamanının geldiğini hissedersin o ''bakış'' artık eskisi gibi güzel gelmiyordur, ''gülüşü'' eskisi kadar içini ısıtmaz, doğru söylese bile bir yalan ararsın cümlelerin içindeki bir kelimede. uzun uzun baktığında içinden akıp gitmez güzel cümleler kısa kısa sözler kurulmaya başlanıştır. uzaklaşmıştır senden o ''his'' inceden içine işlemiştir artık..
biyorsun ki artık beraber olsan da bir sonu olmayacak kurduğun hayaller ''peçetenin suya değdiği an'' gibi eriyordur göz göre göre.. anlamsız gelemeye başlamıştır, istemeden de olsa uzaklaşıyorsun işte.
bir bildiğin vardır! en başa dönersin filmi yeniden sararsın bu sefer olumsuzlukları oynamaya başlarsın düşün işte? şunu-bunu yapmalım denmiştir ilk zamanlar sen artık istenmeyeni yapmaya başlamışsındır. neredesin? der. olmadığın bir yerde olduğunu söylersin koz verirsin. bir şeyler yedin mi? der. karnın aç olduğunu fakat içki tükettiğini söylersin. sevmiyordu çünkü bunu yapmanı.
kadın bu, boş durur mu? etki tepki meselesi bir yerde. bak geliyor.
senin de sevdiğin şeyler vardı ilk başında konuşuyordunuz.. ''o arkadaşın ile görüşmesen iyi olur'' neydi dur bakim ''ulan o adama nasıl gıcık oluyorum'' demiştin. artık yapmayalım-etmeyelim dedikleriniz yapılıyor. tüketiyorsunuz lan birbirinizi!
göz göre göre gülümseyerek ''yalan'' söylemeye başlıyorsunuz. kimse dur demiyor!
nasılda tükettin kadını, nasıl da o zamana katlanabildin, nasılda izin verdiniz bu saçmalığa!
her şey eskisi gibi değildi ki, az da olsa çirkefleşmeden yavaş yavaş uyuşmadığınızı gösterdiğiniz birbirinize. ne kadın sadık kaldı ne de erkek tutmadı kimse kimseyi ''yapma'' demedi kimse bitiyoruz demedi. film böyleydi tüketilecekti sevgiler ucuz bir pazar tezgahında..
çifte kumrular fotoğrafında bir yerde oturur iken duyguların tavan yaptığı bir anda dökülmeye başlar. bilmem kaç zaman sonra tatil planları, bilmem kaç sene sonra çiçekli pembe panjurlu ev farklı farklı fantaziler dizisi işte. verdiğin cevaplar genellik le ''heee evet, ne güzel olur'' tarzında. biri de söylemez ''ya siktir git öyle hayale sokayım'' diye neden? ortamda ki sevişgen hava dalgası değişmesin.
yeni başlamışsın be kardeşim 1 hafta 2 hafta ne kadar zıkkım bir süre ise kendinizi tanımaya çalışın, gezin tozun paylaşım içinde olun. çay, çorba, kahve için zaten zaman sizi hayal kurmaya ve hayallerinizi gerçekleştirme yönüne sürükleyecektir.
sen daha ilk baştan ''aynı evde yaşlanalım'' dersen göte girecek kredi borcunu başkası düşünür zaten, o uzun vadeli hayalde adam demez mi? ''hatun memelerin amma sarktı be'' durup düşünmez mi adam ''bizim hatun gençken ne güzeldi'' sonra kadın söylenmez mi ''bizim herifte 2. de gelmiyor'' uzun uzun bakar sana kamburunun çıktığını düşünür.. ister istemez hep güzel şeyler düşünülmez soğutmayın kendinizi birbirinizden bırakın biraz zaman geçsin..
kısa zaman sonra ''hay kurduğun hayale sokayım'' demeyin çay içmeye nargile tüttürmeye devam ederken elini tutun, öpün, koklayın, tatlı ısmarlayın birbirinize sinemaya gidin..
bir daha sı olmayacakmış gibi gidilen, bir daha özlenmeyecek gibi sevilen, bir daha hiç soluksuz öpmeyecekmiş gibi son öpüşle yitip giden ardından bakan-bakakalan nasılda geçip gidiyorlar beraber yaşadığın o zaman, nasılda akıyorlar ruhundan kalbinden..
nasılda sızlıyor insan titriyor, nasılda gözlerden damla damla akan yaşlar karışıyor burundan akan sümük ile ve bir hıçkırığa boğulma azmı sildi elinizin tersi, azmı aradı yaslanacak bir omuz. yalnız kalınca nasılda duvarlar üzerine üzerine geldi insanın uyumak için onca uğraş. ''yok, olmaz'' diyorsun! uzunca bir bekleyiş sonrasında değişiyor hisler.
hiç ummadığın zamanda karşına çıkıyor birden. bir panik havası, bir heyecan olsun-olmasın arası bir şey yaşıyorsun. film şeridi gibi geçiyor bütün kareler ve birden ansızın saplanan bir ''sızı'' geçmişin izi sızlatıyor.
olsun diyerek yaşamaya başlıyorsun bir öncekine öldürücü darbeler vurarak..
ve sonra katilin le yüz yüze kalıyorsun onun ile yaşıyorsun elini tutuyorsun, sarıyorsun, öpüyorsun, kokluyorsun. her seferinde biraz daha uzaklaşıyorsun geçmişinden ama, ara sıra kanayan bir yara acıtan bir his oluyor sende o. bir söz çıkıyor ağızdan ''aşk'' adında ve cellat öldürücü darbeyi yapıyor katilinin dudaklarından.
acı ile tatlı arası saplanan bir sızı ''her aşk bir öncekinin katilidir'' ya seviyorsun yada yeni bir katil arıyorsun..
insanın ağladığı zamanlarda gülmek istediği günlere duyduğu özlem.
evet yıllar önce online listesi iletime bu bu notu düşmüşüm ve başlığı açılmadan boş duruyormuş.
yaşadığı bazı olaylar insanı içselleştirir kimi zaman sessiz sessiz ağlarsın hiç kimsenin duymadığı bilmediği zamanlarda. belki düşmüşsündür kanıyordur bir yer acısından, belki çok özlemişsindir özlemden, belki nefret etmiş tiksinmekten, belki gittiğinden belki gidemediğinden saklıdır hep bir yerlerde farklı sebeplerde dolu dolu ağlamaklı gözlerde..
günü gelmiş vakti zamanı bu günlermiş, nede çok özlemişim o'nu, ne çok beklemişim, ne kadar çok nefesine hasret kalmışım.. kıskanıyorum ama bunun dozu nedir bilemiyorum, ''düzelir'' diyorum alışıyorum. yanımda iken bütün zamanları durduruyorum hiç bir şey düşünmüyorum sadece 'o' var. kavga ediyorum-z, hırçın hali deli ediyor gıcık ediyor beni ama yine yanımdaymış gibi sesleniyorum. her zaman yanımda hissediyorum o varmış gibi hareket ediyorum gülüyorum aynada süsleniyorum falan-filan..
düştüğünde kabuk bağlayan yarayı sökerken acır ya üfleyerek sökersin o yarayı fena canın acır hatta sen o kabuğu kaldırırken altından ufak bir kan sızar o kan yine kabuk oluşturur ''hay a.q ne acıdı'' dersin buruk bir ağızla dolu dolu olan gözle küfür sallarsın.. o günler geçer kardeşim gün olur takılır bir gün o ize gözlerin kalmıştır izi fakat elini götürürsün ne kabuk vardır ne kanayan yara bakarsın ve gülersin ''ne acımıştı a.q o zaman'' dersin güler geçersin..
ulan çok güzel gülmeye başlamışım, ne çok özlemişim gülmeyi..