bu bir yardım kampanyasıdır caps videolarına bakınırken gördüm ve gözlerimin dolmasına sebep olmuştur. link aşağıda verilecektir yorumlardan anladığım kadarı ile çocuk avcılar civarı burger king yakınlarında geziniyormuş hep adı ömer ve annesi babası kağıt topluyormuş. yorumlarda herkes hesap numarası istemiş mahallesinden tanıyan biri yazmış ben elimden geleni yapacağım diye. yeni bilgiler geldikçe ekleyeceğim.
eğer o civara yakın olanlar ve çocukla konuşma fırsatı olan varsa gidip daha sağlıklı bilgiler alırsa daha güzel olur.
evet artık tam olarak böyle hissediyorum artık mutluluğun ne olduğundan bile haberim yok. kazayla mutlu olsam bunun nedenlerini, sebeplerini araştırıyorum. asla nedensiz ve sebepsiz mutlu olamayacakmışım gibi hissediyorum. asla nedensiz mutlu olamayacağım çünkü ben bir bağımlıyım ve büyük bir bunalımım.
listen2myradio üzerinde yayın yapan nesef lugaz isimli yakın bir dostumun radyo programı. hemen her gün saat 00:00 da yayına başlıyor ve iki saat sürüyor. gerçekten kaliteli olduğunu düşündüğüm "insan içine hiç çıkmayacaktık " mottosu ile çıkmış ama benim tersini düşündüğüm bir yayın olduğu için insan içine çıkması gereken bir radio programı radio bedbaht.
assassin's creed: unity'i duyurusundan önce sızdıran kotaku adlı adam ac: victory adlı oyunu daha ubisoft açıklamadan internet ortamında sızdırdı. kısaca unity i yeni bitirmiş biri olarak çabuk çıkmasını istediğim, unity'in monotonluğundan ve hatalarından sıyrılmasını dilediğim yeni oyunun adı.
odaya girerken ''-lütfen depresyona girerken ayakkabılarınızı çıkarınız'' yazılı tabeladan anlamalıydım, bugün bir şeyler olacaktı. aslında ben deli değilim, sadece öyleymişim gibi yapıyorum. biri vardı, onu görmek için 60 kilometre yol yürümüştüm yolda gözlerimi kaybettim. böylelikle onu görmezden gelebilirdim ama ben daha iyisini yaptım: karşısında geçtim ve senin gözlerini ben tasarladım, keşke benim tasarladığım bu gözlerle görebildiklerimi bir görebilseydin dedim, kendinden nefret ederdin. hiç aldırış etmedi. olabildiğince yalnız kalmıştım.
doktor, aslında düşündüğümü sandığım bu şeyleri yüksek sesle bağırmamdan rahatsız olacak ki; son olarak "lütfen aklını bulmak istediğin gibi bırak" dedi. güzel laftı. aklımı en son nerede bıraktığımı hatırladığım gün onu da gidip alacağım. söz veriyorum.
hüzünlerin en gark halidir. özellikle sabaha karşı 4:00 ve 6:00 arası edilmişse. hatta şöyle bir yaşanmışlığım var; intihar eden bir kızın öldüğü saat sabah 6:13tü. aynı gece masanın üstünde duran cep telefonuna iletildi mesajı düştü. saat 00:33 tü.
bir filmde görmüştüm filmde bir kadın dünyanın yanılsaması olan gezengende kendiyle karşılaşıyordu. ilk cümlesini unuttum ama ben olsam bir şey söylemeden tekme tokat girerdim piçe.
bir kadının nasıl örtünmesi gerektiğini söyleyen bir tanrıya inanmak çok zor. 24- Nur Suresi 31 (yanlış olabilir) üstelik kuarkların çalışma prensibini tasarlayan aynı tanrı. insan hayret ediyor gerçekten.
sanırım ekşi sözlükteki din karşıtı açılan başlık ve gönderilere bir tepki olarak uygulanan sevdadır. sözlüğe girerken karşılaştığım ve şukela butonu ile gördüğüm ve artık sıkkınlık veren bir durumdur. daha önce neredeydiniz? hem banan ne kardeşim sizin din savaşlarınızdan? ben eğlenmek ve biraz bilgi edinmek adına giriyorum sözlüğe affedersiniz ama bokunu çıkartıyorsunuz. sözlük moderatörlerini, zall ı ve sözlük yazarlarını bu konuda daha temkinli davranmaya davet ediyorum.
git gide büyüyen gezi parkı devriminin oyunlaştırılmış hali. bir metro 2033 atmosferi. bu akp durmadan bot atıyor ve polis burda 'fire ın the hole' diye bağırmadan atıyor bombaları. durum ciddi.
otostopla bir yerlere gittikten sonra bunun tadına varmak ve bir yere gitmek için artık otobüse para vermemek daha eğlenceli oluyor ve yeni insanlar tanıyorsun her seferinde. milyon paran da olsa yapacaksın. fonda da bu şarkı olacak ama(
bir tren rayı var karanlıklar içinde ve üzerinde bir tren. bu artık rayından çıkması gereken bir tren. rayından çıkmak değil de trenin makas değiştirmesi. bunu yapıyoruz çünkü; ''diğer taraftan kabuk değiştirmeyen yılan ölür. aynı şekilde düşüncelerinin değiştirmesine engel olunan kafalar da öyle.''
bu bir edebiyatta kabuk değiştirme ve sosyal medyanın gücünü olumlu anlamda kullanma harekatı. birilerinin artık taşın altına elini koyması gerekliydi. amacımız, kıyıda köşede kalmış amatör ve profesyonel kendi halindeki yazarların gün yüzüne çıkması. amacımız (bkz: birinci yeni) ve (bkz: ikinci yeni) şiir ve edebiyat akımını harmanlayıp ve üzerine de diğer akımlardan tuz biber ekip kendimizden de bir şeyler katarak yeni bir şeyler yaratmak.
yedinci yeni, kendisinden önceki akımlara tepki olarak değil, bunca yıldır Türk şiiri için yazmaktan evla bir katkı yapmamış, bir fikir aşılamamış, bir yenilik getirememiş onlarca şaire, yazara tepki olarak ortaya çıkmıştır.
yedinci yeni, somut adımlar atmayan şairlerin, yazarların yanı sıra, Türk Edebiyatını oluşturan temel unsurlarda olan okurların, bir yenilik isteği, bir yenilik arayışının içine girmemesine tepki olarak ortaya çıkmıştır.
yedinci Yeni, kendisine ait şiirlerde kural, biçem, hece, aruz gibi şeyler istemez, barındırmaz.
isteyen, istediği serbestlikte şiirlerini icra edebilir.
ahenk, ölçü ve uyakla değil, anlatım zenginliği ve kelimeleri hissettirmekle mümkündür.
sizler bunlara gülüp geçebilirsiniz, önemsemeyebilirsiniz. Ancak biz, ölürken de bundan bahsedeceğiz. Kimse yok ise, biz varız! iki kişi de olsak. Bizim için Türk Edebiyatında Yedinci Yeni devri başlamıştır.
batuhan dedde isimli şairin ''bunu bi insan yapmış olamaz'' dedikleri cinsten bir yazın.
''biz hangi günahın tohumuyuz? hangi karanlık sanatın en cılız büyüsü? hangi küfrün kalbi en kıran kelimesi?
yaşamak; üçüncü sınıf pavyon şairlerinin sınıfı belirsiz kadınlara yazdığı şiirler gibi iğreti duruyor üzerimde. 6 numaralı kapıdan çıkıp, koridorun üzerinde günbatımına doğru yönelen bir tren yolu gibi döşenmiş kırmızı çizgiyi takip ediyorum. sanki bütün kabileler bu rayların üzerinde idam edilmiş gibi. islak ve sıcak. ve kırmızı. tanrı buraya uğramış gibi bırakılan devasa ayak izleri. koridorun sonundan yayılan cızırtılı bir ses bütün odaları dolduruyor; dont cry. kafamın üzerinde dönen ama hiç de esinti yaratmayan pervaneye bakıp şarkıya eşlik ederken, ayrılık ne renk? diye düşünüyorum sessizce. kırmızı çizgiye çarpan turuncu hüzme, koyuluğu biraz daha saydamlaştırırken can çekişen alyuvarları görüyor gibiydim, çığlıklarını duyuyor gibiydim. biraz da deli gibiydim
telefon çalıyor
telefon çalıyor, eskitme mobilyalarımı deler gibi bir çınlama ile. sigaramdan bir nefes daha alıp, kahkaha atarken çıkartıyorum dumanı. içeri sızan ışıkla birleştiğinde bu duman ve kahkaha da olduğunda bir an için korku filminden bir kareyi andırıyor bana. telefon çalıyor. bir parça kan damlıyor annemin en sevdiği halısına kesik bileklerimden. utanıyorum. telefon çalıyor. ellerimdeki demir kokulu sıvıyı aceleyle üzerime silip ahizeyi kaldırıyorum; -neden geç açtın? duş alıyordum anne, kan ile telefon kapanıyor. annem her zaman yaptığım ölüm şakalarından biri zannedip küfür gibi kapatıyor telefonu. acıyla gülümsüyorum çünkü kırıldım. annemin intihar dahil benim hiçbir işi beceremeyeceğimi düşünmesi, beni üzüyor. beni üzdü. beni şair yaptı. beni yalnız bir adam yaptı. ah, anne! cehennemine odun olacağım sanırım. ben istemedim bunu, tanrı öyle diyor gibi.
dakikalar ilerliyor cızırtılı dont crya aldırmadan küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyorum, oyuncak bebeğinin kolları kopartılmış bir kız çocuğu gibi. akrep, yelkovanın peşinden koştukça geride bırakacağım sevgilimi hatırlıyorum. akrep bendim. yelkovan hep firari. içimde büyük bir çukur açıldı gibi hissediyorum birden bire. birileri o kuyuya düşmüşte, yardım çığlıkları atar gibi. aynada bana yansıyan yüzüme bakıyorum; yakışıklı değil ama ortalama bir ceset. iskandinav ırkına dahil olmalıymışım, beyaz tenli olmak bana yakışıyor. babama kızıyorum ya da anneme. bir norveçli ya da danimarkalı biriyle evlenebilirlerdi. dizlerim titremeye, ağırlığımı taşımamaya başlıyor. yakıt olarak kullandığım kırmızı sıvı azalmaya başladı gibi. eğer bir arabanın benzin deposunu delerseniz, benzin oradan akmaya başlar ve depo tamamen boşaldığında arabanın motoru stop eder. bir araba gibiyim. yakıtım boşaldıkça fonksiyonlarımın zayıfladığını hissediyorum. birazdan ivmem duracak. görüş alanım azalmaya başladı. koridorun sonundaki duvarda asılı portreyi aşırı bulanık görüyorum, tabloda oturan ihtiyar, ayaklanıp sikini gösterse, utanamam. çünkü göremiyorum.
sanırım vakit yaklaşıyor. bunu kalemin her otuz saniyede bir istem dışı elimden düşmesinden yola çıkarak söylüyorum. lanet olsun, yazdığım ilk sayfa tamamen kana bulandı. olay yeri inceleme ekiplerinin ne yazdığımı okuyabilmek için kağıdı kimyasal işlemlerden geçirmesi heyecan verici olacaktır. eğer geri gelebilseydim, onların bu işlemlerle uğraşırken arkamdan ettiği küfürleri duymak isterdim. eğlenceli olacağı kesin. biriken kan, masadan taşarak halıya damlamaya başlıyor. annemin en sevdiği halısı mahvoluyor. bu kez utanmıyorum. ne de olsa gidiyorum. saatin tik takları, kanın yere çarptığı anda çıkarttığı şıp sesi, koridorda yankılanan cızırtılı dont cry. bu bir insanın müzisyen olmadan yaratabileceği en kusursuz senfoni orkestrası. mozzartın, bachinkilerden eksik yanı, kendinize has bir orkestra olması. seyirci yalnızca kendinizsiniz. bu daha özel kılıyor bu konçertoyu.
kapı çalıyor birileri kapıyı öfkeyle yumrukluyor. kafamı masanın üzerine usulca koyup, geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. en çok özleyeceğim şey masmavi bir çift göz olması, hayatımı yeterince iyi yaşayamadığımı gösterir gibi duruyor fakat ben bundan rahatsız değilim. gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. dudaklarımdan kendimin bile duyamadığı bir fısıltı, hafif bir tebessümle karışıp orkestraya karışıyor. müzik daha bir derin geliyor. daha anlamlı. koridora vuran güneş daha bir koyulaştı gibi. ben hala geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. güzel günlerimiz olabilirdi eğer insanlık jileti yaratmasaydı. gözlerim biraz daha kısılıyor, biraz daha donuk bakmaya başlıyorum. haftalardır tezgahta duran bir orkinos gibi ölü bakıyorum. yüzüm iyice kireçleşiyor. biri kapıyı daha da öfkeyle yumrukluyor. sanki savaş davulları çalıyor gibi. gözlerimin önünden minik bir kan nehri geçip burnuma değiyor. biraz demir biraz alkol kokuyor. o nehirlerde avlanan korsanlar görmek güzel olurdu diye düşünüyorum. konçerto, alkol, sigara, müzik, tebessüm. mükemmel ölüyorum. tek eksik var içimde, tutamadığım bir sıcak el. en çok özleyeceğim bir çift mavi göz.
kapı daha bir şiddetle vuruluyor. ve kırıldı
içeri birkaç adam giriyor tanımadığım ya da gözlerim fazla flu gördüğü için tanıyamadığım. üzerime doğru koşarlarken artık veda vaktinin geldiğini anlayıp hafif bir tebessüm ile gözlerimi kapatıyorum. sanki beni kovalıyorlardı da ben kapıyı yüzlerine çarptım gibi. gözlerimi kapatırken en çok bir çift mavi gözü özleyeceğim aklıma geliyor. gözlerim kapanıyor.
gerisi?
anlatılamayacak kadar karanlık ''
bizim bakkal muhittin abinin defteri ele geçirmesi ve sonra onu veresiye defteri yapması ile death note anime serisine yeni soluklar kazandırabilecek, devam niteliği taşıyan serinin son bölümüdür ''death note: veresiye defteri'' borcu olan herkesin tek tek ölmesi ve bizim bakkal muhuttin abinin olanlara bir anlam verememesi ile devam edecek bu yeni bölüm, seriye yeni bir soluk getirecek gibi gözüküyor.