Sözlük formatında açılmış goodreads benzeri bir oluşum.
Başlıkları kitap, film, dizi, müzik olarak ayrıştırıp, kategorilere göre düzenlemişler. Ayrıca kitabın yazarı, kapağı, filmin yönetmeni, fragmanı gibi unsurları da başlığa eklemişler. Güzel bir oluşum olmuş.
Uzun süreceğini sanmıyorum, kimseyi de tanımıyorum bu oluşumdan ama mantığı hoşuma gitti ve buradaki aynı nick ile kratter Olarak orada da yazıyorum. Bir database oluşturulabilir. Çünkü kategorizasyonu güzel.
Yazar alımında bir kısıtlama yok sanırım, ben hemen yazmaya başladım. Çok az interaktif kullanıcısı var, döngü şuan sağlanmıyor. Ben de okudum, çok film izlerim, dizilerin hepsini bilirim, müziklerimi siz de dinleyin derseniz bunları paylaşabilirim diye düşünüyorsanız, gelin katkı yapın siz de, tavsiye ederim.
mısırdaki katliama da karşı olan çarşının tribün pankartıdır.
bütün dünyanın sessiz kaldığı vahşete ve katliama çarşı sessiz kalmamıştır. gerekli mesajları 'tribünlerde siyasi sloganların yasak olduğu' bir zamanda herkesin gözüne sokarcasına vermiştir.
bazen paradoks olabilecek bir sorunsaldır. kişinin duygu yoğunluğuna göre değişir. bazısı aşkını sonsuza kadar kaybettiği ve hayalini kurduğu geleceği, aşkı yaşayamayacağı için üzülür ama kimi de vardır geçmişte sadık bir şekilde sevdiği ve çok anılar yarattığı sevdiğini kaybedince bu anıları hatırlayıp acı hisseder.
hiçbir şey düşünmek istemiyorum. çünkü kafamı 5 dakika yanlız bırakınca hemen müzeyyenle yaşadığım anılara dalıyor ve kendimi üzülürken buluyorum. acıyı hayatımda ilk defa bu kadar hissediyorum. kimseyle yaşamadıklarımı, yaşamak istemediklerimi yaşamıştım çünkü onunla ve inanmıştım.
acaba diyorum bu kadar yaşanmışlıkılarım olmasaydı, her şarkıya bu kadar anlam yüklemeseydik, her şiiri bize yazılmış gibi hissetmeseydik dahi çeker miydim bu acıları?
gitmeseydin halbuki, ne dert negam ne keder ne de sorunsal kalırdı. ben yine mutluluk 8 harftir ve m ile başlar demeye devam ederdim.
devlet eliyle yapılan ve kimsenin anlam veremediği soyma işlemidir. işin ironik kısmı ise tamaman bu prosedürün yasal işlemesidir. defalarca şahit olunmuştur ancak benim anlatacağım olay çok enteresan. başıma bu da geldi yani.
--spoiler--
devlet yeni bir uygulama ile herkesi sigortalı yapma derdine düşmüş ve zorunlu sağlık sigortası diye bir düzenlemeye gitmiş. bu düzenlemeye göre vatandaş gelir testi yaptıracak ve belli aralıktaki gelirlere göre devlete prim yatıracak. eğer geliri düşükse de onun yerine devlet yatıracak pirimi. eğer ki gelir testi yaptırmaz isek de otomatik olarak devlet sizin yüksek gelir aldığınızı varsayıp aylık 213 tl pirime mahkum edecek. ve sizi sigorta kapsamına alacak. (eğer sigortalı bir işte çalışmıyorsanız tabi)
buraya kadar her şey mantıklı görünüyor aslında. sosyal devlet olamnın getirdiği falan fisan gibi şeylerle savunulabilir. fakat bu düzenlemeden bir çok kişinin nedense haberi olmamış ve devlet bir çok kişiyi kendisine borçlandırmış. özellikle de okurken babasının sigortasını kullanan öğrencilerin başına gelmiş bu olay.
ben öğrenci olarak yurtdışına gittim. yaşım da 25'in altında ve yurttdışında yaşıyorum. peki devlet ne yapmış bana? beni bir güzel borçlandırmış. hem de 1829.67 tl. geçenlerde türkiyeye geldim ve bu konu açıldı. arkadaşımın birisini de üniversite de okurken devlet borçlandırmış. düşünsenize istediği zaman her şeyimizi tak tak bulan devlet bu arkadaşımın, benim ve daha nice üniversite öğrencilerinin öğrenci olduğunu bulamamış.
neyse lafı uzatmayayım, arkadaşım dedi gel bi de senin t.c kimlik numaranı sorgulayalım. belki sen de borçlanmışsındır diye. dedim yok yahu, ben zaten aylık 90 euro yatırıyorum yurt dışında sigorta için, ne alaka dedim. burda yaşamıyorken, devletin sağlık hizmetini kullanmıyorken beni niye borçlandırsın. neyse bir yazdım t.c mi, o da ne? devlete 1829.67 tl borçluyum. ödemezsem bu para her ay üzerine 213 artı fazizlerin binmesiyle katlanacak. resmen beyin balatalarım yandı.
sonra da diyorlarki beyin göçü olmasın. be birader! adama demezler mi beyin mi bıraktın ki göçünden bahsediyorsun!
nasıl izah edeceğimi bilemiyorum bu durumu. tek amacı doktorasını yapıp ülkesine dönmek olan benim birden bütün doğrularım yıkıldı. yazıktır günahtır.
eğer ki ben bu parayı ödemeye mecbur kalırsam ki durum onu gösteriyor göçecek bir beyin bile kalmayacak.
sonuç! sonuç yok. enteresan bir durum. yurt dışında yaşarken bile devlete borçlanabiliyorum. vatandaş ne yapsın. bu mu yani sosyal devlet anlayışı.
--spoiler--
hakkatten, devlet bize bakmıyor. bakmadığı gibi de nerden çeksem, nerden koparsam diye düşünüyor. sömüren bir devlet, vatandaşına ne vaad edebilir ki?
mevlit kandili dolayısı ile hz muhammedin doğum gününü kutlamak ve bir samimiyet göstergesi olarak kurulan cümle, iyi niyet belirtisi.
bugün alemlere rahmet olarak gönderilen, şefaat peygamberi hz. muhammet(sav)'ın doğum günü. mevlit kandili!
ne mübarek bir gündür ki dünyaya insanlığın en şereflisi teşrif etmiştir. karanlık bir dönemi tarihe gömüp islamın temellerini atmıştır.
her ne kadar bugün bir kesim tarafından anlaşılamamış ya da çok radikal başka kesimler tarafından oldukça yanlış anlaşılmış olsa da o merhamet timsali, sevgililer sevgilisi, insanlığın kurtuluşu, müjdecisidir. ümmetinden selam olsun!
edit: eksileyen yazarların da kutlu olsun kandili. ne de olsa özgürlükler diye bir kavram var ve oy butonlarından herhangi birini kullanmakta serbestsiniz! en azından biz peygamberden öyle öğrendik. hoşgörüyü!
osman yüksel serdengeçti hakkında yayınlanan en kapsamlı eser. kitabı okuyarak büyük dava ve ruh insanı serdengeçtiyi tanıyabilirsiniz. her insanın okuması ile bilgi hazinesine yeni şeyler ekleyeceği muhakkak. ayrıca bu kitabı okumak sadece serdengeçtiyi değil türkiyenin son yakın tarihini de okumak demektir.
kitabın hacmi sizleri korkutmasın. zira okumaya başlayınca su gibi akıp gidiyor sayfalar, bittiğini farkedemiyorsunuz bile ama haznenize yepyeni bir bakış açısını kazanmış oluyorsunuz.
türkiyede insan hayatının yine çok kolay alınabileceğinin bir kanıtı olan şofördür. direksiyon başındayken başını kaldıramayan bu kişi 3 kişiye çarpmış ve bunlardan birisini öldürmüştür. peki elde bu kadar kanıtlar varken, bariz bu şahsiyet suçluyken nasıl oluyorda hala dışarda ve hala direksiyon sallayabiliyor.
üstelik kendi direksiyonunu da değil burası önemli. bir toplu taşıma aracının şoförü. kendi ölse kimsenin içi acımaz ama insan taşıyor.
yaşının 19 olduğunu varsayarsak bütün bu olaylar bir sene içinde cereyan ediyor. yani bir sene de 3 adam çarpma, iki yaralı ve bir ölü. ve hala bir toplu taşıma aracının direksiyonunda. alimallah ya o dreksiyonu ters bi yere kırsa? içinde bir sürü yolcu, kim verecek o canların hesabını?
yazıklar olsun benim güzel ülkem. bu adam sadece görünün bir yüzü bunların. istanbulda bunların daha ne çirkefleri var. onlara da bir el atan olsa keşke de hadlerini bilseler.
edit: o şoför ya da onun amcaoğlu da olabilir burda. gitmiş eksi butonunu keşfetmiş. ne diyelim.
taraflı tarafsız bir çok futbol severin çok sevdiği efsane başkanlardan süleyman seba ile ntvspor'un gerçekleştirdiği röportajdır.
1926 tarihinde doğdu seba. bugün yaşı 87, artık yaşlanmış, konuşacağı kelimeleri bile bazen hatırlamakta güçlük çeker vaziyette ama hala sempatik, hala karizmatik takdir edilesi bi adam.
hiçbir zaman yönetici sevmedim futbolda. çünkü futbolda yöneticilik yapmak inanılmaz kara paralar aklamak, kulübü paravan gibi kullanıp zengin olmak, yemek ve tarafgirlik duygularla şarlatanlık yapmak demektir benim gözümde. ancak seba farklıydı. her zaman bir beyefendi, abi, baba gibi bi adamdı. ntvspor'un yaptığı röportajı görünce duygulandım be sözlük!
kocaman dağ gibi adam, artık ihtiyar, geçmiş günleri yad ederken gözleri kayıyor ufuklara, özlüyor o günleri, hala bir heyecan var kalbinde takımı için, futbol için.
allah uzun ömürler versin. kendisi çok değerli bir insandır futbol için. futbolun güzel yanıdır.
hepimizin hocam yerine öğretmenim dediği yıllarda, çok büyük insanlar olarak gördüğümüz hocalarımızın yaptığı bizim sorgulamadığımız ama anlamaktan çok uzak olduğumuz davranışlar bütünü.
örnek vermek gerekirse;
hocanızın dilinizi çekmesi.
kulak yerine daha çok can yakan saçınızın favori kısımlarını asılması.
kafanızı silgiyle geçmesi. en çok can yakan da budur.
Cumhuriyetin kendi başına bir fazilet, bir iyilik ve güzellik kaynağı olduğu iddiası pek doğru sayılmaz. Cumhuriyet bir çerçeve, çok muğlak bir çerçeve ve içine konulacak fotoğrafa göre mânâ kazanacak bir çerçeve. Belki de bu yüzden Amerikalıların, ingilizlerin, Felemenklerin bir Cumhuriyet bayramı hiç olmadı; onlar çerçeve yerine tabloya önem verdiler.
nedir cumhuriyet? vatandaşın çeşitli seçim hakları ile yönetim üzerinde söz sahibi olması, vekil tayin etmesi usulü ile yönetimi şekillendirmesi. ayrıca demokrasi ile ilişkilendirildiğinde de özgürlüklerin ve hür iradenin egemenliği ile kişilerin ve toplulukların yeni bilimsel, kültürel, entellektüel ve modern düşüncelere yönelip, gelişme kaydetmesi, atılım yapması ve yeni değerler ortaya koymasıdır. ayrıca bu gelişmeleri pozitif yönlü daima nesilden nesile aktarması.
cumhuriyetin manası budur. yoksa cumhuriyet tek başına kalmış boş bir çerçeveden başka bir şey değildir. mühim olan o çerçevenin içini doldurabilecek bir resim yapıp tabloyu tamamlamaktır.
bizim şuan yaptığımız ise tamamen şekilcilikten öteye gitmeyen, kimin neyi ne için yaptığı anlaşılamayan eylemle bütünüdür.
birisi tutmuş törenleri engellemiş, birisi de tutmuş törenler engellenemez deyip alternatif tören yöntemleri icat etmiş. peki sonuç? ne var elde?
bir dahaki 29 ekim geldiğinde cumhuriyeti geliştirmek için neler yapacağız? ya da sadece sırf iktidara kapak olsun diyerek 29 ekim de alternatif protestolu törenler yapıp, cumhuriyetin en sadık bekçileri olup 30 ekimde raflara mı kaldıracağız?
geçen seneki 29 ekimden bugüne kadar ne ortaya koyduk somut olarak? geliştirmek adına bir tuğla koyduk mu biz de?
cumhuriyet ancak demokrasi ile bir anlama bürünür. gerçek demokrasi ise ancak ilerleme ile mümkündür. yoksa hileli bir çukurdan başka bir şey değildir demokrasi.
bakın ırak cumhuriyetine! saddam döneminde onlarda cumhuriyetti. ya da kaddafinin libyası da cumhuriyetti. sadece bomboş bir çerçeve olarak duran bir nesne.
ne yazıkki bizim ülkeminizin büyük bir kısmı şekilci yaklaşımlarla; ilerlediğini, değerlerine sahip çıktığını ve onları koruduğunu varsaymakta.
cumhuriyete sahip çıkmak fikir bazında olur. çok sevdiğim bir hocamın güzel bir sözü vardı:
vatan sınırlarda, topla tüfekle olmaz,
vatan savunması ancak kafada yeni fikirlerle ve aksiyona geçmekle olur.
bizler daha cumhuriyetin manasını bile anlayamamışken neyi kutluyoruz, niye kutluyoruz) sadece 29 ekimlerde böyle dan dan dan konuşacaksak eğer, ellerde bayraklar, dillerde sloganlarla sokaklarda yürüyeceksek 72 milyonu sokağa dökseniz neye yarar. 30 ekimde her şey sıradanlaştıktan sonra!
dipnot: bi de cumhuryet yıkılacak, rejim elden gidecek diye çığlık atan bi güruh var. onlarada şöyle iki cümle edeyim.
bugün dünyanın en dikta yönetiminin bile ismi cumhuriyettir. tek parti olsa bile seçimler yapılır ve kişi seçimle başa gelir. mesela en islamcı devlet iran, en dikta rejim suriye, en kalabalık ülke çin... cumhuriyet her yerdedir. merak etme bzimkilerde rejimi istedikleri kadar oynasalarda cumhuriyet ilelebet kalacaktır. tek parti yada çok parti hiç farketmez. cumhuriyet var olacaktır. dedim ya cumhuriyet sadece bir çerçeve diye. sen o çerçevenin iççine çizilecek reme bakacaksın. bir fırça darbesi de sen atabiliyor musun, ya da atmak için çabalıyor musun diye?
uzun oldu farkındayım ama meramımı anlatmak istedim. gelişme adına tek bir hareket yapmayıp cayır cayır kuru gürültü yapan insanların var olduğunu bildikçe hem de hiç azımsanmayacak ölçüde olduklarını bildiğimden içimdekileri dökmek istedim.
manayı almak önemli. yoksa sadece boş çerçevelere bakıp duracağız. bu 29 ekimde bi muhasebesini yapalım bunun. ben ne yaptım kendime, aileme ve devletime faydalı olacak diye, ya da gelecek adına ne yapabilirim diye!
not: entry siyasi bir entrydir. ancak asla tarafgir bir entry değildir.
dire straits gurubunun 1983 yılında piyasaya sürdükleri ilk live albüm. dünyaya bırakılan eşsiz bir miras.
konser çekimini albüm haline getirmişlerdir. bütün performanlar insanı tatmine ulaştırır. özellikle mark knopflerin gitar performansı devrin en iyilerindendir.
attığı sololar eşsiz güzellik taşır. sultans of swing şarkısındaki performansa kulak vermelisiniz. özellikle penasız atılan soloyu yaşamalısınız.
albümdeki diğer parçalar ise;
1) Once Upon A Time In The west
2) romeo and juliet
3) expresso love
4) private investigations
5) sultans of swing
6) two young lover
7) tunnel of love
8) telegraph road
9) solid rock
10)going home
herkesin mutlu olduğu, birlikte vakit geçirdiği, eş dost ziyaretlerin yaptığı zamanlarda o ortamlarda bulunamamaktır. o coşkuyu bi şekilde yaşayamamak. mesela vatandan uzak olmak, ya da daha evvelki bayramlarda hep sizinle olan bir sevdiğinizi kaybetmek.
insanların mutlu olduğu bu bayramları sizin buruk geçirmenize neden olur. heleki bir yakınınız ve sevdiğinizi kaybetmişseniz. ya da her hangi bi sebepten ötürü ailenizle değilseniz. en kötüsü de vatanınızdan ayrı olup çevrenizde o coşkuya dahil edecek birilerini bulamamaktır.
ilk defa yşandığı zaman insanın içini burkan, daha evvelki bayram anılarının bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmesine neden olan durum.
zaman ne kadar değişirse değişsin, bayramların hala bir heyecanı, bir samimiyeti ve coşkusu vardır. eş, dost, akraba ziyaretleri yapılır. sizin de eviniz dolar taşar, farklı bir heyecan, farklı bir coşku yaşarsınız.
bayrama özel yapılan envai çeşit hazırlıklar, küçüklerin bayram için sakladığı ve bayramda giydiği elbiseler, el öpme ve harçlık kapma yarışları, annelerimizin türlü zahmetlerle yaptığı yemekler, tatlılar, büyüklerimizin eski bayramlara ilişkin anlattığı ve kafamızdan ancak hayal meyal canlandırabildiğimiz o meşhur eski bayramlar hikayeleri. bunların hepsini yaşamak çok güzel.
zaman bizim de yaşımızı biraz büyütünce artık monotonlaşmaya başlayan bu duygular herkesten, her şeyden, aileden, eş, dost, akrabadan ve vatandan uzakta kalınca insanın içini yakan bir kor halini alıyor. keşke diyorsunuz...
o duyguları yanlız başına yabancı bir ülkede kimsenin sizin coşkunuza ortak olmadığı bir yerde yaşayamamak resmen insanın gönlüne aldığı bir darbe gibi oluyor.
şimdi sol frame'yi inceliyorumda yok bayram şöyledir, yok böyledir, kötüdür, pistir, vahşettir gibi yazılar mevcut.
siz gelin onu bir de benim penceremden izleyin. uzaktan bakınca ne davulun sesi öyle, ne de görünen manzara.
insan yaşadığı her anın hakkını verebilmeli sonra çok geç anlamak zorunda kalmamak için.
ne yazıkki benim yanımda ne elini öpeceğim bir büyüğüm var, ne yolda gördüğümde bayramın mübarek olsun diyeceğim bir kimse. ne de coşkuma ortak edebileceğim dostlarım. iyisi mi bunlara sahip olanlar bu anın mululuğunu çıkarsınlar.
herkesin bayramının kutlu olması dileğimle. gurbetten vatanım insanlarına selam olsun.
dün oynanan beşiktaş- sivaspor müsabakasında çarşının büyük ozan neşet ertaşı anmak için açtığı pankarttır. bir galatasaraylısını da fenerbahçelisini de gururlandıran, hüzünlendiren bir davranış. futbol sadece futbol değildirin başka bir açıdan kanıtı.
çarşı her zaman türkiyenin değerlerine ve sosyal sorunlarına duyarlı yaklaşımıyla taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmış bir oluşum olmuştur. bu pankartla bunu bir kez daha kanıtlamıştır. ayrıca pankartın elden ele bütün stadda dolaşması da saygıyı hakeden bir davranış.
yoksa kuru kuru hadi maçtan önce bir dakikalık saygı duruşunda bulunalım deyim geçiştirmemişlerdir.
muhtemelen de rahmetli ozanımız neşet ertaşı anmak için de en manalı unsurlar ve kelimeleri seçmişlerdir.
bir galatasaray taraftarı olarak kendilerine teşekkürü borç bilirim. ve gerçekten de ağla sazım ağla, giden gitti. şimdi ağlamayacaksn çalma bir daha!
saf duygularını sevdiği insanlara çocukta ve masumca anlatmaya çalışan bir çocuğun gösterdiği sevgidir.
çok masumdur altında hiç kötü bi düşünce yatmaz. dünyada duyulmuş en kıymetli duygudur. büyüdüğün zaman bile hatıladıkça yüzünüzde tebessüm oluşturan, akıldan çıkma ihtimali olmayan bir şey. kendinizi en mutlu ve yalın hissettiğiniz an.
misal şu hikaye buna çok iyi bir örnektir;
---sp---
10 yaşındaki çocuk pastaneye girdi. garson kız hemen koştu... çocuk sordu: 'çikolatalı pasta kaç para?' '15 tl.' çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. bir daha sordu: 'peki, dondurma ne kadar?' '10 tl' dedi garson kız, sabırsızlıkla. dükkânda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki... çocuk parasını bir daha saydı ve 'bir dondurma alabilir miyim, lütfen?' dedi. kız dondurmayı getirdi. fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. çocuk dondurmasını bitirdi. fişi kasaya ödedi. garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 5 tl bahşiş duruyordu...
---sp---
sevginin masumiyeti o kadar gerçektir ki çocuğun yaptığı fedakarlıktan hissedilir.
onun için paranın bi marjinalliği yoktur. o, sevgisini göstermek için vazgeçtiği 5 lira değil aslında. en sevdiği, çok istediği çikolatalı pastadan vazgeçmesidir.
o çikolatalı pasta çocuk için o kadar önemlidir ki o an katlar, yatlar bile ikame edemez onu ama o sevgisini gösterebilmek için çok büyük bir fedakarlık yapmıştır. vazgeçmiştir çikolatalı pastadan.
keşke insanlar hiç büyümese de masumiyet kavramı ve fedakarlığın değeri ölmese. keşke bu keşkeli cümleleri kurmak zorunda kalmasaydıkta dünya daha mutlu ve yaşanabilir bir yer olsaydı.
oldukça gollü geçen ve dünyanın en kaliteli ligi olarak adlandırılan la liga'nin inanılması güç rekorların kırıldığı alandır.
daha evvel hugo sanchez'in 38 gollük rekorunu 40 golle kıran ronaldo bu sezon yetinmeyip 41 golle kendi rekorunu da kırmıştır.
bunu kendine gurur meselesi yapan messi de bu sezon boş durmayıp son maçta attığı 2 golle 41 gollü ronaldoyu yakalamış ve kıyasıya rekabet devam etmektedir.
ayrıca gol krallığı sıralamasında real madrid'in diğer forvetleri de boş durmayıp higuain 21 gol ve benzema da 19 golle varlıklarını göstermişlerdir.
ligin bitmesine 4 hafta var. bakalım 50 gol barajı aşılıp gözlerimiz yuvalarından fırlayacak mı!
haftaya oynanacak el clasico daha bir önem arz etmektedir artık. 42. golü kim atacak?
çiçeği burnunda tff başkanı, aynı zamanda eski bjk başkanı ve tüpçü erdoğan demirören'in oğlu, cemal'in babası yıldırım demirörenin uygulamaya geçirmek istediği yeni lig modelidir. eğer fifa'dan da onay alınabilirse seneye büyük ihtimalle lig 22 takım ile oynanacak ve 42 hafta süren bir maraton başlayacak.
buna mukabil küme düşme kaldırılacak, daha evvel küme düşürülmüş olan ankaraspor lige geri davet edilecek, play- off denilen hadise de kaldırılacak. peki bu sistem ne getirecek?
para getirecek tabiki de, yıldırım demirörenin beşiktaşta az kazanmasına mukabil tff başkanlığına seçilmesi ile karını artırması muhtemel. 42 hafta boyunca insanlar, medya, takımlar futbolla yatıp kalkarken dereden paralar birilerinin cebine akacak.
sosyal medyanın bu denli kontrolsüz büyümesi sonucu yazar sıfatı kazandığını varsayan kişilerin okuma özelliklerinin evrimleşme yoluna bile başvurmadan aniden yok olup gitmesidir.
herkes bir şeyler yazıyor. çok seslilik iyidir, yazsın tabi ama bakıyorsun herkes kendine yazıyor. kimseyi umursadığı, okuduğu falan yok. aklına ne gelirse. daha önce elli kere de yazılsa aynı şey, sanki ilk düşünen o imiş gibi tekrar yazıyor.
böylece ne ortaya çıkıyor? kontrolsüz büyüme. istanbul gibi bir problem hasıl oluyor. kalieli olması arzulanan bir işin kontrolsüz büyüme sonucu çarpıklaşması.
evet sosyal medya şu anda tam olarak bu çarpıklığı temsil etmektedir.
dün başlanan devlet törenlerinin bugün defin işleminde son bulacak hadisedir.
büyük türk liderlerinin yanına adını gururla yazdıran değerli şahsiyet rauf denktaş bugün selimiye camiisinde kılınacak cenaze namazının ardından cumhuriyet parkına defnedilecektir. cumhuriyet parkında bir rauf denktaş anıtı oluşturulacaktır.
bütün türk milleti olarak bir kez daha haktan rahmet dileyip, olmayan; ama varsa diyerekten tüm haklarımızı helal edelim.
tekbirlerle ve dualarla uğurladığımız değerli kişinin açtığı yolda nice gençlerin yürümesi dileği ile.
bilinirki onları öldüren azrail değildir, fikirlerinin unutulmasıdır.
bu video ortaya çıkmasaydı muhtemelen türkiyeye geldiklerinde; -oğlum öyle karılar götürdük öyle karılar götürdükki aklınız durur. cennet gibiydi orası diyerek ballandıra ballandıra anlatırlardı. ancak artık onların karıyı değil, karının onları s.ktiği gerçeğini bütün türkiye biliyor. bu da türkiye dönüşü planlarına biraz sekte vurmuş gibi.
soluk aldıkça soluklardan bile daha fazla kullanılan sözcüklerin ifade ettikleridir.
duygu, düşünce ve ruh halimizle birlikte sığ halimizinde göstergesi konumundadır sözcükler.
zira bir anlık öfkemiz de bir sözcüğe bağlıdır bazen, bir ömür minnet ya da bir ömür mutlulukta.
o kadar güçlüdür ki sözcükler, bu güce sahip olanı kral yapar.
en büyük zenginlikler bazen bir 'mutluluk' sözü ile elde edilirken, bir ömür sürüp gidecek kırgınlıklarda yine baş aktördür sözcükler.
tapılası insanlar'ın arkasındaki güçtür sözcükler. halbuki sözcükleri aldığınız zaman geriye sadece et ve kemik kalacaktır.
bazen o da kalmayacaktır. belki de ölmüştür müellifi.
fakat ölüyü yaşatan da sözcüklerdir, diriyi tutan da. her şey onlarda gizlidir.
sevgi, nefret, minnet, vefa ve bir sürü duygunun akarsuyudur sözcükler. ab'ı hayat gibi can verir onlara.
olmasa onlar hepsi birer cansız ruh olurdu. kimsenin ruhuna işleyemeyen ölü ruhlar.
bugün mevlananın kalbi sözcüklerle atıyor.
her kalp atışında yeni bir heyecanla seslenir bize. yeni bir üslup katar zihnimize.
kim merak ediyor ki ahmet hamdi'nin mirasını, halbuki 'ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında' dedin mi hemen zihninde, gözünün önünde beliriverir aziz üstad ve devam ediyor 'yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında.'
onu duyuyorsun. ağzından çıkan her sözcüğü tane tane.
ayva'nın sarı, nar'ın kırmızı olduğunu biliyoruz ama bir sözcüğe dökmeden ifade edemiyoruz. çünkü kalptir sözcükler. kalbi olmayan bir canlı düşünülebilir mi?
allah'ın insanlara gönderdiği dinler bile varlıklarını sözcüklere borçludur.
duyulduğu zaman insanın içini titreten sözcüklerdir onların da var olma sebebi. inandıran, haşyet etmemizi sağlayan.
nimetlerimizdir bizim sözcükler, ama şakalarımızı bile bu nimetlerle yaparız.
nimetle bile şaka olunabileceğinin kanıtıdırlar.
ne varki kimsesizliğe mahkumdurlar bazen. yıpratılmakta cabası.
en güzel duyguların ölümüne kurşun sıkmaktır onları yıpratmak. bilmemezliktir ve sonunda kendi üstüne toprak atmaktır.
hepimizin yakından tanıdığı pinokyonun aslında bir imge oluşundan mütevellit, gerçekte temsil ettiği anlamdır.
tahta bir beden ve bir yaratıcı(gebetto).
yaratıcıya göre o kendi maharetini ve ustalığını göstermek için oluşturduğu bir nesne.
tahtadan yapılmıştır. aslında tahtadan yapılmasının sebebi bitkilerin de canlı olmasından ileri gelir.
(yazar burda kainatteki her şeyin, biz görmesek veya hissedemesek bile, canlı olduğunu göstermek istiyor.)
yani sembol olarak kullandığı nesne de canlıdır.
ona insan nasıl oluşur, neler yapar, neler yapmaz öğretmiştir.
sevmenin ve hissetmenin canlı olmaktan ziyade bir ruh işi olduğunu göstermiştir.
çünkü pinokyo bir ruha sonradan kavuşmuştur. tüm bu duyguları tadarak ve öğrenerek.
ve elbetteki yanlışlar yaparak.
dünyayı kavrayış biçimi daima yeniden çizilmiştir. her seferinde de kendine yeni bir meziyet katmıştır.
yana yeni bir şeyin yanlış olduğunu neticeleri ile birlikte öğrenmiştir.
tabi bir de yalan söyleme mevzuusu vardır.
insan zıtlıkların ürünüdür. tıpkı sevgi ile nefret, siyahla beyaz veyahut açlık ile tokluk gibi.
bu zıtlıklar neticesinde insan bir tercih yapmaya yönlendirilir.
hikayemizin kahramanı üzerinden anlatılan bu gerçek yalan ve doğru üzerinden yapılmıştır.
her yalan söylediğinde uzayan pinokyonun burnu aslında iki şeyi temsil eder.
insanın gururu ve kibirini
yine simgesel anlamda (ki deyimlere bile konu olmuştur) bu gurur ve kibiri burun temsil eder.
burnunun uzaması onu fiziksel olarak çirkin gösterir. çünkü yalan söyleyerek çirkin bir harekette bulunmuş ve ruhunda kötülüğün iyiliğe karşı galip gelmesine vesile olmuştur.
ayrıca bu göstermiştir ki insanın bedeni, ruhun hezeyanları ile şekillenir.
yoksa beden dediğin şey bir elbisedir. öleceğin güne kadar giyeceğin elbise.
esas mesele ruhtur. ruhunu nasıl şekillendirdiğindir.
zıtlıklar mücadelesini hangi tarafın kazandığıdır.
çevremizde bile ne çok insan vardır. yaşar ama görmez, duymaz, bilmez. sadece nefes alır ve elbisesini çıkaracağı günü bekler.
çünkü hakiki anlamda yaşamak bir duygu işidir.
pinokyo sadece tahtadan yapılmış bir kukla değildi.
pinokyo bir insan nasıl olunur onun canlandırılmış göstergesiydi.
gözümüzün önünde doğan ve şekillenen bir insan modeliydi pinokyo.
nerde o eski ramazanlar cümleciğini aratmayacak ölçüde haklı olunan söylem, yakarış ve sızlanma.
bir dönemin jenerasyonu ile güzel oyuna ve müthiş hırslı futbolun sonucu olarak gelen başarılardan şimdiki milli takımın can yaktığını düşünen her kişi söylemektedir aynısını.
eskiden başarı vardı, ondan ziyade azaplar içerisinde maç izlemiyorduk.
bir ronaldo yoktu belki ama hakanın da ondan pek kalır yanı yoktu. en azından gol sayısı olarak.
okan, emre, arif, hasan şaş, yıldıray. hangi birini diğerinden ayırabiliriz ki?
her maçta muhakkak bir güven vardı.
şimdi öyle mi? ne hikmetse şimdi bir kuşku, bir karamsarlık hakim.
bırak yenmeyi, mevcut forvetlerin hint kumaşından parlak yetenekleri(!) ile gol atabilir miyiz acaba diye derin bir düşünceye daldım.
nerden nereye sayın sözlük ahalisi.
bakın, aşağıda linkini vereceğim maçta bir milli maç. üstelik bugün oynayacağımız rakiple yapılmış.
arif mi desem, hakan mı desem; ya da yıldıray ile okana ayrı bir paragraf mı açsam ne yapsam bilemedim.
ancak son kazakistan maçı geldiğimiz noktayı göstermiştir.
son saniyede kullanılan berbat bir frikikten sonra rakip oyuncunun da hediyesi ile kazandığımız maçta duyduğumuz mutluluk(!)
90+5'in mutluluk anı olması için, 94 dakika azaplar içinde mi bekletmeliydi milli takım.
o günlerin anısına;
+
hakikaten, geçmişini unutan bir neslin yok olmaya mahkum olduğu gerçeğini birileri hatırlatmalı mevcut milli takım oyuncularına.
eş anlamlı kelimeler olarak kabul edilen anlam ve mana arasındaki farktır.
şimdi efendim herkes bol keseden söylüyor; dilimiz çok zengin, çok fazla kelime var falan diye; ancak kimse böyle ince ayrıntıları dikkate almıyor.
aslında dilimizi zengin yapan olgu da bu dikkattir.
anlam bir nesnenin veyahut olayın bizdeki karşılığıdır. doğru olmak zorunda değildir.
bizim zihnimizde çakan ışık anlamdır işte.
misal, hayat çok anlamsız diye cümle kuran bir kişinin aslında demek istediği şudur:
''hayat bana geldi, baktım, baktım, zihnimde bir ışık çakmadı. oturtamadım bir yere. bundan dolayı da bana çok anlamsız geldi.''
hayat bu kişimizde karşılık bulmamasına ve bütün anlamsızlığına rağmen; manalı bir şekilde platonikte olsa devam eder. kişinin ona bir anlam yükleyememiş olması, hayatın manasının olmadığı anlamına gelmez.
çünkü mana; hakikatin bizzatihi kendisidir. olması gerekendir.
mesela devlet bahçeliyi görünce uluyan ülkücü şahsiyete bahçeli: ''ne manası var bu yaptığının, yarından itibaren ocak dışısın'' demiş.
bu örnek durumu iyi özetler.
hareketi yapan kişi için ulumak çok anlamlı bir davranıştır. çünkü o ilkeleri gereği onu bir sembol olarak algılamış ve çok yüksek anlamlar yüklemiştir ulumaya. fakat hareket esasında çok manasızdır. özünde hiçbir gerçeği barındırmaz (en azından bahçeliye göre). onun için bi genel geçerliliği yoktur. yani asli olan hakikat derecesine mükellef değildir.
yeri gelmişken link atalım:
görüldüğü üzere birbiri ile eşanlamlığı olduğu düşünülen kelimeler bile farklı anlamlar ihtiva edebiliyor.
böylece benzer şeyler arasındaki farklar ile farklı şeyler arasındaki benzerlikleri kurcalarız zihnimizde.
benim için anlamı küçük, fakat büyük mana içeren bir hadise olarak teveccühlere taktim edilesi bir yazı.
pkk'nın işlediği eylemlerin bütün sorumluluğunu akp üzerine atmaktır.
pkk 1970 yılından beri terör eylemlerine faal olarak devam etmektedir. hre hükümet 1970 yılından beri bu sorunu bitirmek için çeşitli çözüm önerileri ile olaya yaklaşmıştır, ancak buna rağmen bu eylemler bitmemiştir ve 40 bin genç ebladımızı en güzl çağlarında toprağa verdik.
ak parti hükümeti de bu sorunun bitmesi için çeşitli çözüm önerileri sunmuştur. kürt açılımı olarak bilinen demokratik açılımda bu kapsamda alınan bir karardır.
kararın özünde yatan hadise; pkk'nın kürt vatandaşları türkiye cumhuriyeti hükümetlerinin kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptığı gerekçesiyle kandırmalarını engellemektir. bunun anlamı, pkk kürt halkını etnik ayrımcılık etiketi ile kandırıyor ve milli bütünlüğe zarar veriyor.
ak parti de bu durumu engellemek için yani kürt vatandaşların özgürlüğüne müsaade edildiğini göstermek amacı ile bir proje gerçekleştirmiştir.
bu proje ile amaçlanan kürt halkının da varlığını türkiye cumhuriyeti içinde kabul etmek ve onlara pozitif bir ayrımcılık yapılmayacağını kanıtlamak içindi. dolayısı ile pkk yıllarca beslendiği kürt halkının desteğini yitirecekti. çünkü özgürlükleri ve yaşam standartları artan kürt halkı pkk'ya inanmayacaktı.
teoride dinlemesi çok güzel olan bu proje tutmadı ne yazıkki. çeşitli suistimallere uğradı. siyaset sahnesinde koltuk sevdası için bulunan bir takım muhalif parti üyelerinden de çözüm için adımlar atılmayınca projeden olumlu sonuç alınamadı.
ancak bu projenin varlığı ve günün birinde tutma ihtimali pkk'yı endişelendirdi. çünkü varlığını kürt halkına dayandıran bu örgüt, kürtlerin kendisinden desteğini çekmesiyle bitme noktasına gelebilirdi. ( varlığının kaynağı olan dış güçlerde mevcuttur elbette pkk'nın) dolayısı ile projeyi baltalamak için türlü türlü hadiseler çıkarttılar. pkk'lıların davullu zurnalı karşılanması bunun bir örneğidir.
biz siyaset yapmak için meclise gidiyoruz diyen pkk'nın bir kolu, çözüm önerileri üreteceğiz vaadi ile halkını kandırmıştır. hala da kandırmaya devam etmektedir. çünkü onlar da bu etnisite ayrımından yararlanan insanlar. ve sorun olmazsa bizede ihtiyaç duymazlar diyerek her türlü çözümün önünü tıkamaktadırlar.
ak partinin varlığından en fazla rahatsızlık duyan kesimin başında pkk gelmektedir. çünkü onların sağladığı standartlar kürt halkını bazı şeyler hakkında yeniden düşünmeye sevk ediyor. bunun sonunda pkk varlığı da tehlikeye girebilir tabi. ve bunun sonucunda olay kopuyor.
seçilen vekiller bir şekilde alavere dalavere ile meclise girmiyorlar ve bunun suçunu ak partinin üzerine atıyorlar. kürtlerin kafasında soru işaretleri oluşuyor. acaba bunlar kürtlere hala ayrımcılık mı yapıyorlar diye.
ardından pkk bir eylem daha yapıyor ve daha gençliğinin baharında 13 canımıza kıyıyor. bunun ardından da biz türklerin kafasında soru işaretleri oluşuyor. acaba bu terörün sorumlusu ak parti mi diye.
bunu fırsat bilen bazı siyasiler, insan olmaktan önce biz siyasetçiyiz, siyaset yaparız mantığı ile vuruyorlar ak partiye.
peşinden duygusal olarak çöküntü yaşayan bizler de bu 13 (bugün için 13, tabi geçmişide hesaba katarsak yüzlerce oluyor) canın hesabını da ak partiden soruyoruz. ve pkk'ya duyulan kinin neredeyse %90'ı ak partiye de duyuluyor.
ancak bu yalnıştır. pkk ak parti ile var olmadı. öncesinde de şerefsizliklerini yapıyorlardı şimdi de. ancak şimdi yapmalarının bir nedeni var. ak partinin izlediği politikadan çok rahatsızlar. varlığını borçlu olduğu kürt halkı ak partiden dolayı fikir değiştirirse yok olma noktasına gelecekler çünkü. bundan mütevellit eylemlerini sıklaştırarak ak partinin yıpratılmasına vesile olmak istiyorlar.
duydukları korkunun bir örneğini de şuradan algılayabiliriz. şehit haberlerinin olduğu gün bilmem ne'nin bilmem ne'si olan bir kurul özerkliklerini ilan ettiler. ve sonunda eklediler 'kürt halkı artık kendini özgür, özerk kürdistanlıyım diyerek tanıtabilir' deidler. bunun maksadı şu:
biz sizin özgürlüğünüz için varız. bakın sizin özgürlüğünüzüde sağladık. siz artık özerk olarak kurulmuş kürdistanın vatandşısınız diyerek onları kandırmak.
allah aşkına onlara kim böyle bir hakkı verdi, ya da o toplandıkları kurul nedir? hangi bir resmiyeti var? türk devleti aptal mı ki onların bi kağıttan kafalarına göre okuduğu metni kabul etsinler?
ancak ülkede kaos çıkarmaktan büyük zevk alan kişiler bunu yine büyük bir zevkle yapıyor ve bizler burdan bunların suçunu ak partiye atıyoruz.
evet. onun orda bu kelimeleri söyleybiliyor olması ona ak partinin sağladığı bir özgürlük. eskiden olsa yapamazdı onu. ancak onlar kendilerine verilen özgürlükleri en güzel şekilde suistimal ederek amaçlarına ulaşıyorlar.
amaç şu: türk halkının nefretini tekrar geri kazanmak. çünkü artık türklerin çoğunluğu kürtlere nefretle bakmıyor. sonucunda da uzlaşma olması muhtemel bir süreci baltalamayı bunlar boyunlarının borcu biliyorlar.
dağda pkk, şehirde kck, mecliste de bdp yolu ile. bizlerde bunların bütün faturasını sanki bunları ak parti icat etmiş gibi iktidar partisinin üstüne atıyoruz. hatta bazıları o kadar ileri gidiyorki akp= pkk diyor. yahu bunu hangi akıl keser. böyle bir yargı nasıl yapılabilir?
böyle bir eşitlik olsa niye yırtınsınlar böyle? pkk'nın eylemlerinin artması ak partinin onların aleyhinde şeyler yapıyor olmasından mütevellittir.
ak parti yaptığı birçok hadiseden ve izlediği bazı politikalardan ötürü eleştirilebilir, ancak asla, en azından benim nezdimde, terörün suçu üzerine atılamaz. bu kadar kin duyulacak bir şey yapmadı çünkü. ne yazıkki bu şekilde düşünen insanları gördükçe, pkk'nın ve bdp'nin türk halkı üzerinde oynadığı oyunun tuttuğunu görüyorum. çünkü bu vesile ile ak partiye zarar vermeyi ve nefret tohumlarını tekrardan ekmeyi amaçlıyorlar. görünen o ki amaçlarına da ulaşıyorlar.
bunlara fırsat vermemek lazım. devir birlik ve beraberlik zamanıdır. ilk adım mecliste imzalanan ortak deklarasyondur. burda siyaset yapmaya gerek yok. terör üzerinden siyaset yapan her kimse, ya şerefsizdir, ya da fırsatçıdır ki aslında o da şerefsizdir. tek bir ortak akıl ile hareket edilmeli. iktidarı ile muhalefeti ile. gereken yapılmalı. hesap pkk'dan sorulmalı.