kızla sevişirken x kişi ateş istemiştir. y kişi de prezervatif sormuştur. x kişi aynı anda bir çakmak ve bir kibrit bulundurduğuna ve y kişinin de annesinin hayatta olduğu bilindiğine göre x ile y arasındaki ilişkinin çözüm kümesini yazınız.
şiir için cahit zarifoğlu'nu ölçüt olarak gösterir; hatta "cahit zarifoğlu şiir ödülü"nün ilk sahibidir ama şiiri özdemir ince'ye daha yakındır. hatta onun ekolünden sayılabilir ömer erdem şiiri. bununla birlikte ömer erdem, özdemir ince'den daha şairdir.
ne derseniz deyin, maalesef fiyat, ürün ve mekân standardı olup da bu kadar yaygın başka bir market yok türkiye'mde. tatil yerlerinde bile aynı fiyatlardan satış yapılmaktadır bim'de (bim'deki bir kasiyer kıza âşık olduğum için de saçmalıyor olabilirim bimmiyorum).
ya aynı marka ürünün en büyük marketlerden bile ucuz satılmasına ne demeli. bim o fiyata satabiliyorsa siz de yapabilirsiniz bunu. ayrıca aşırı lüksü aramayan bir ailenin bütün market ihtiyacı buradan karşılanabilir.
barzani ve pkk'dan farklı alanlarda da hizmet bekliyoruz. mesele fiyatları standart olan bir lokantalar zinciri. bici apo bici miydi...
- ermenilerden özür diliyorum
- abi yapma sen de mi ya
- er menilerden dolayı özür diliyorum diyecektim
- anlamadım abi erken boşaldığını mı söylüyorsun. er meni falan
- sus lan duyurma herkese şimdi
- abi tamam da bana niye diyorsun bunu
- sen duyarlı bir insansın. erkek feministsin falan ya
- eyvallah abi
pkk'nın bir askerimizi şehit edip attığı çöplük. halkların kardeşliği için elindeki esiri öldürüp çöpe atıyorsun. yaşasın halkların kalleşliği. kalleşlik mi dedim kardeşliği kardeşliği!
bir de yücespor macerası vardır ki fenerbahçe'nin organizasyonu olması muhtemeldir.
bilal kısa ümit millî takımda epey oynamış, a milli takıma da çağırılmıştır.
ayrıca merzifonlu, samsunlu falan değil; has osmancıklıdır. osmancık'ın karaçay köyünden gelme (internete biri bir şey yazmayagörsün, her yerde noktalama hatasına kadar aynısı veriliyor. sonsuz bilgi kaynağı peh peh peh!). forma nümerosu 19, sakın çorumlu olduğunu ima ediyor olmasın!
futbola osmancıkgücü'nde başlamış; çorum'da bir-iki amatör takımda daha oynadıktan sonra fenerbahçe'nin paf takımına seçilmiştir (altyapıdan yetişmek bu olmasa gerek). fenerbahçe'de çok fazla kadroya girme şansı bulamamış ve izmirspor'a transfer olmuştur. sonra malatyaspor'a geçmiştir. izmir ve malatya küme düştükleri hâlde bilal kendini göstermeyi başarmış ve diğer büyük takımların (bjk, gs,ts) transfer listesine girmiştir. fener'in etkisiyle olacak bu takımlara gitmeyip ankaraspor'u tercih etmiş ve burada eski hocası aykut kocaman ile buluşmuştur.
sol ayağını harika kullanır. sol açık, sol iç ve santrafor mevkilerinde oynamıştır. futbol zekası olan adamdır, her yerde oynar. yattara hariç türkiye'de daha tekniği yok, daha iyi menejerler var. bir de televizyondan, gazetelerden ağabeyleri yok. bilal kendini geliştirip erman toroğlu'ndan falan övgü almayı başarmalıdır.
çorum osmancıklıdır. osmancık'ın gururudur. tatillerinde babasının tezgâhında sebze satmaktan, bayram namazında bütün cemaatle bayramlaşmaktan, hatırları kırılmasın diye halısahada top oynamaktan imtina etmez (eskiden oynuyordu sayın gökçek, osmancık gücündeyken falan, tabi tabi).
beraber dutlukta top oynamışlığım vardır. çekinip yanına gidemediğim hâlde beni görünce yanıma geldi, mahçûp etti. allah yolunu açık etsin.
bilinçli avlanmayla mümkündür. ceylan olsun, tavşan olsun kurtların nasibini fütursuzca avlarsak kurtlar yollara, evlere inerler. genellikle kışın yaşanan ve besilik hayvan sürülerini tehdit eden bu sorun için en faziletli yol, tabiatın dengesini muhafazaya yönelik tedbirlerdir. "bir kuş vuruldu"
bu işten anladığını, ne yarışlar gördüğünü ifade etmeye çalışan insan türü yarış sonunda "la bunlar eşşek, la bunlar da at mı?" gibi söylemleri tercih ederler. "ulan sen de öküzsün sana bişey diyen var mı?" sorusuna ilginç cevaplar alabilirsiniz. ama en ilginci "akşam eve gelmez misin ben sana gösteririm serseri" şeklinde olur. iyisi mi siz attan anlayan amcalara bulaşmayın.
bu arada atları da vururlar sözü geçerliliğini yitirdi. ilaç şırınga ederek öldürüyorlar sakatlanmış atları. atları da mı iğnelerler şimdi?
Hayvansal içgüdü (bkz: Animal Instincts) filminde işlenmişti üstelik. adam karısını başka heriflerle izleyerek şevke geliyordu. karısını kameraya alıp izliyordu. çileli filmdi. az çektirmedi bize!
bu pornoculuk evlilikleri de felakete çeviriyor; çocukların da psikolojik olarak sorunlu yetişmesine sebep oluyor. o kadın programlarında kocalarının anal sekse zorladığı kadınları da izlemişsinizdir. böyle bir dertten nereye gidersiniz? o kadınllar ki anaları babalarını çıplak görmemiştir. pornonun piç ettiği kocasının amerikan fantezilerine mazur kalıyor.
penis zaafının yerini godoşluğa bırakması da muhtemel. hele ki erkekliği güçsüz bünyelerde pusuda bekleyen bir mikrop gibi.
delikanlının penis görünce kendi penisinin helecanlanmasıdır. tecrübeyle sabittir. penis görmekten vajina görmüş gibi haz alıyorum. ha sakın buradan yok penisi ağzıma alayım, yok dilime verdiğim şekiller sayesinde başını helezonlara boğayım, yok efendim bir erkek olarak bulduğum her delikten içime alayım türünden fantezilerim olduğunu düşünmeyin. isterseniz düşünün bilmiyorum. ama şunu söyleyim ki homoseksüellik saygı duyulacak bir şey değildir. elbette sadece özenti ya da marjinallik çabasının ürünü olarak görmüyorum hemafroditleri. buna yatkın hatta mâ'il doğmuş insanlar da var. hem yaratılışından hem de yetişmesinden ötürü böyle bir hâl içinde bulunan insanların en azından toplum yararı için tedavi olmaları gerekir.
vido diye telaffuz ettiğimiz ve sadece porno anlamına gelen video kasetleriyle başlayan erotik-pornografik hayatımız, tutti furitti ile ayyuka çıkmış ve analog çanakların ilk yıllarında venüs, eros gibi kanallar çoluk çocuk hepimizin ağzına sıçmıştı. bu kanallar başka uydulara geçtiğinde livesat, kanal61 gibi televizyonların da çoktan şifrelerini kırmıştık. her ne kadar sağ kenarda fahişe telefonları ve reklamlara ayrılmış kısma kızsak da kâlû belâdan beri sarışın olan bu âfet-i devran, bu kâfir güzellerinin o hâllere nasıl düşebildiklerine artık şaşmaz olmuştuk.
oysa biz kendi evimizde bile donla yıkanan adamlardık. ömrümüzde penis görmüşlüğümüz mü vardı! ama daldık pornoya. şahin k'ları, rocco'ları sikinden tanır olduk. oralıydı, analıydı penis görünce sevinir olduk. artık penis bilinçaltımızda vajinanın öncüsüydü (bkz: şartlı uyaran). biri malı çıkarıp sallasa biraz sonra asian teenage gelecek sakso çekecek sanarak yavşayacağız oracıkta.
şakalarımız, fıkralarımız zenci üzerine değiştiği gibi; artık güreşi ve hamamı da sorgular olduk. sırf kafamızı karıştırmak için düzenlenmiş gay eylemlerine hakk vermeye mi başladık ne. gay'lar güreş izleyince ya hakkaten bunda homoluk var, demeye başladık. hamam diye bir film çekip, türk erkeğine ibne dediler; doğrudur abi, şeytan kandırmıştır gibi kabullenmelere girdik. niye? çünkü penisten haz almaya başladığımız için gay'lik konusunda düşünmüştük. elbette erkek görmekten nefret ediyorduk teoride. ama pratikte freud bizi dürtüyordu. karı getirecekti o penis bize.
sonunda rüyalarımızda bile sevişemez olduk. kamyon devirip cenabet uyandığımız sabahlarda rüyalarımızı hatırlamaya çalışınca kendimizi orada burada cd arar, çala çapına internet açmaya çalışır hâlde hatırlıyorduk. başrolde oynadığımız bir porno izleyene kadar kendimiz düzemeyecektik homemade blondeleri. hep film izliyorduk. penisler havada uçuşuyordu. biz penislerden azmaya başlamıştık.
on sekiz doldu kerhaneye gittik. o kadar tecrübeliydik ki. yirmi yedi yıllık orospuyu ellerimizle soyduk. kadın belki de ömründe ilk kez böyle bir muamele gördü. bu yeni jenerasyonun tinto bras yapımı olduğundan haberi yoktu. sakin ve serttik. beş dakikalık işimizi dokuz dakikaya uzatabildik. ama bir eksiklik vardı. hadin lan hamama gidelim diyen dayı oğlu, emmioğluna yok la ben eve gidecem deyip evde mastürbasyon yaptık. çünkü aradığımız oydu. kerhane malının resimlerini slayt olarak kafamızdan geçirirken asılmanın standartlarını çoktan bulmuştuk. çünkü biz çocukken çok çekmiştik.
sonra kız arkadaş, sevgili... biraz da amerikan romantik filmlerinden nemalandık. uyanır uyanmaz öpüşmelere, cafe'lerde yiyişmelere çalıştık. adam gibi evimizde sikişsek ya. yook ondan bir şey anlamıyorduk ki. bari filmini çekelim. biri sevgilimizin ağzına doğru şöyle çıkarıp malı salıverse ya... öyle hoşlanacaktık ki! herifi öldürmek zorunda olmasak kıza yeni baştan âşık olabilirdik.
aslında kitabı çok isteyerek almıştım (kitabın vergiden kaçırmak için bizzat yayınevi tarafından korsan basılması da bahs-i diğer). o günlerde öfkemi boşaltacak bir şeyler arıyordum. ağlamak için kitabı açtım. fonda cem karaca'dan deniz üstü köpürür türküsü... daha ilk sayfalarda ağlıyorum. ağlıyorum ki kimsenin kalbini kırmayam. ilk sayfalar kupkuru ama olsun ağlayacağım. sayı değerleri, şehir, insan isimleri... bir iki hiç duymadığınız ad var ki anlıyorsunuz hemen, bu da kurgu kahraman diye. sonra bir cümlede büyü bozuldu. işte kurtuluş savaşımız, kadının erkekle aynı ortamda bulunabilmesi adına da verilen bir savaşmış efendim. muallimeler erkeklerle toplantıya katılıyorlar. ne biçim bir azim bu. işte gözlerimden yaş değil kan aktı bu cümleyi okuyunca.
evet biz asırlardır kadınımızı toplumdan soyutlamıştık efendim. kurtuluş savaşı bir yerde kadının cemiyete dahil olma, başını açma savaşıydı. nene hatunlar, elif bacılar, hacer analar, gülsüm çavuşlar... işte hep başlarını açmak, erkeklerle yan yana oturmak, discolarda dans edip coşmak, plajlarda serbestçe güneşlenebilmek için savaştılar. sırf bunun için bebeklerinin üstündeki peştemalı alıp mermilerin üzerine serdiler. hatta baş örtülerini de serdiler ki mermilerin üstüne, millet başı açık kadına alışırken bu mermi korumak da bahane olsun.
atatürk'ün ya da turgut özakmanvari atatürkçülerin sosyete özeni, kadının açılması fantezisi kurtuluş savaşına da cumhuriyet dönemine de mâl edilemez. kadını erkekli çevrelere cumhuriyet mi soktu sanıyorsunuz? en yenilikçi, en medeniyetçi biz miyiz diyorsunuz?
islâm'dan sonra kadının açılması ve erkekle aynı meclislere girmesi özeni türk tarihinde osmanlı'yla başlar. cumhuriyet çocukları, siz osmanlı'nın yeniliğine, padişahlığın kazanımlarına hayransınız! onlar kadar batı hayranısınız, kendinizi batıya karşı onlar kadar aşağılık hissediyorsunuz. bugün belki paris'ten, londra'dan gelinlik, parfüm, tuvalet getirmeyi saçma buluyorsunuz (belki o kadar bile değil ya neyse); ama sosyete özeninin ne zaman başladığını ve kime özendiğinizi bilmiyorsunuz.
bu arada siz sosyete kelimesinin mânasını biliyor musunuz?
hâsıl-ı kelâm turgut özakman kendi ideoloji ve ruh hâlini istiklal harbi'ne giydirmeye çalışmış; edebiyat veya tarih sahalarına alınamayacak kadar şahsî bir ürün ortaya çıkarmıştır.
her şeyden önce topladığınız bilgileri romana yedirmeye çalışıyorsanız, kurmacada üstün stratejileriniz olmalı ve manevralarınızı okuyanın gözüne sokmadan, el altından yapmalısınız. tarih romancılığı sadece belge ve rakamla olmaz.
eğer arap harflerine aşinaysanız, kürtçe oldukları öne sürülen kelimeleri "ingilizce-farsça", "farsça-ingilizce" sözlükte karşılıklarını bakabilirsiniz. zaten bir ya da iki harf değişikliğinden sonra kürtçe kelimelerin bizim de asırlardır kullandığımız osmanlı türkçesine ait ağır kelimeler olduğunu hatırlıyorsunuz.
meselâ kürtçede "bes" yenilmek demekmiş. siz bunu farsça sözlükte bulup açıklaması olarak da "pes" kelimesini görünce "pes doğrusu!" diye cümle içinde kullanıveriyorsunuz. ulan kürtçe biliyoruz sakın dağa çıkmayalım anasını satim, aman boş bulunmayalım hatta yüksek yerlerde gezmeyelim kanımızda var! diyorsunuz. ha gerçi kürtçe farsçayı doğurmuş, ne doğurması farsçayı yaratmış hatta türkçe ve fransızcaya da örnek olmuş yüce bir dil. bir roman yazarsanız kırk ayrı ülkeden ödül alıyorsunuz o menem yüksek bir edebiyatı var bu dilin. ne dili, dillerin anası!
aslında bizim köyün de kendine has bir dili var. kendine hastır. hastır! biz de bir millet olmıyalım ey halkım! bizim köyün literatüründe "hepako elağan mamir mada bubalu" gibi bir ifadeye rastladığımda bundan şüphe etmiştim. lakin eleğan'ın ele güne karşı deyimindeki "ele gün", mamir'in "mâmur", bubalu'nun "vebâli" olduğunu öğrendiğimde ümidim hepako ve mada kelimelerine bağlandı. bakalım buradan yola çıkarak bir avrupa devletiyle antlaşma sağlayabilirisem... hadi hayırlısı.
adımı taşıyan dördüncü nesil matrak yazar. erkek olduğuna ve rock sevdiğine delalet eden yazılarından, bir de rock grubuna üye olduğu ve başka bir sözlükte yazdığı için buralara seyrek uğradığını hissettim.
imlâda özensiz, tematiğe asi ve fakat tecrübeye kıymet veren bu yazarın adımı nereden bulup benden önce aldğını araştırırken başvurduğum çeşitli siyonist localarda kaydını bulamayınca isminin tipik bir gençlik hevesiyle avrupâi bir ünlüden geldiğine hükmettim.
evet hayatımı değiştiren ayet olmuştur bu. filin güzel bir hayvan olup, hortumunun da uzun olduğu gerçeğini göz önüne alarak yaşadım o günden beri. o ayetleri okuyana kadar nasıl bir gaflet içindeymişim. arap edebiyat profesörleri de tam not verdiğine göre bu kitabın derhâl edinilmesi kuranın benzerinin emridir.
bir de mehdi efendimiz allah'tan aldığı bu kitabı şu fiyata satıyor diye reklamları dönen bir adam vardı. nur tv miydi neydi. kendilerine kitap gönderilmiş peygamberler kitaplarını para karşılığı vermeyi nasıl da akıl edememişler.
turan dursun ümmetinin kitabı da varmış; artık şu eziklik duygularından kurtulup mukabele ve mevlitler yaparak huzura ersinler.
ömrünüz boyunca hiç görmediğiniz insanlar "falancanın oğlu vardı ya, bi kız vardı ya lisede, ya bizim şey vardı ya" gibi başlayan cümlelerle ölümünüzden bahsedecektir. fakat birkaç saniye içinde o insanlar normal hayatlarına dönecekler, çay söyleyecek, bilet alacak, fotokopi çektirecek veya tuvalete gireceklerdir.
aileniz öfkelendiğiniz, sinirden bağırıp çağırdığınız bir hatıranızı hatırlayıp hocaya, müftüye gidecekler ve intiharınızın sinir anında olduğuna dair fetva isteyeceklerdir. en büyük tesellileri cenaze namazınızın kılınması olacaktır.
evet öldüğünüzü kendi gözleriyle gördükten sonra yakınlarınızın tek derdi cenaze namazınızın kılınıp kılınmayacağıdır. ve o namaz illa ki kılınacaktır.
aileniz yıllar da geçse "biz ona herhangi bir baskı yapmadık, bizim bir suçumuz yok" gibi bir savunma psikolojisine girecekler ve arkadaşlarınızı gördüklerinde sizi onlar öldürmüş gibi kaçacaklardır.
sizi tanıyanlar intiharınızı, hayatınızdaki gariplikleri anlatarak dikkat çekmeye çalışacak, selam vermediğiniz adamlar kankalarınız olacak böylece çevrelerinde sivrileceklerdir.
bunları nereden mi biliyorum? arkadaşımın cenaze namazını kıldım ve herkese bir dönem ilaç kullandığını yani sinir hastası olduğunu anlattım. allah rahmet eylesin.
bunlar tabi bu dünyada olacak şeyler. başka bir dünyanın varlığına inananlar için bir de orası var.
bir misalle meseleye açıklık getireyim de dağılın:
hoca efendi bir gün göle yoğurt çalıyormuş. adamın biri hocayı göle yoğurt çalarken görünce demiş ki:"hoca bu kadar yoğurdu kim yiyecek?" hoca da demiş ki:"göle yoğurt çalındığına inanıyorsun da yoğurt gölünün yenip tükendiğine niye inanmıyorsun?"
millet kelimesine tahammülü olmayanların kasıtlı türettiği bir kavramdır. bunlar türkiye'yi anlatırken de anadolu tabirini kullanırlar.
türk insanı! yok türk hayvanı, türk bitkisi! yakın zamanda bu ifade anadolu insanı olmaya başladı.
millet kelimesinde dinî bir esas vardır. milletler aynı din üzeredirler. vatanını sevmek de islâm'ın bir düsturudur. atalarını, milletinin tarih ve toprağını sevmek. türk milleti vahdete olduğu kadar birliğe* de yatkın bir fıtrattadır. her devirde birlikler kurup büyümüş, birliği kendi lehine çevirebilmek için birlikler bozmuştur. yabancıyla da birleşebilmiştir.
millet kelimesinden korkmayınız. millet kelimesi sizi millet yapacaktır.
atatürk'ün terk ettiği ismidir. çocuk yaştayken "kemâl" ismini seçmiştir. mustafa ismindeki öğretmeninin kendisine kemâl ismini vermesi, işin bizim bilip inanmamız gereken yönüdür.
atatürk o kudrettedir ki kendisinden başka hiçbir beşer ona doğrudan bir tesirde bulunamaz. mustafa ismini reddettiği veya kemal ismini seçtiği gibi; mustafa kemal olarak nâm saldığı hâlde nüfus cüzdanına ismini kemal atatürk olarak yazdırmış ve kendisine bu şekilde bir imza seçmiştir.
fethullah gülen sempatizanları kendisini rahmetli diye anar. çünkü türkiye'de imam hatipler kapatılırken rahmetli "hizmet okulları"nın önünü açmıştır. bu özelliğiyle de fethullah gülen'in dostluğunu kazanmıştır.
taraflı tarafsız herkes ondan namuslu diye bahsetmektedir. zaten namussuz diye bahsetmek hakarettir. ecevit'i namuslu diye anmaktan mânâ diğerlerinin namussuz olduğunu vurgulamaktır. ecevit tıpkı halefi zeki sezer'in de yaptığı gibi düşük modelli arabalara binmiş, lüksten kaçmıştır. bununla birlikte partisinin serveti büyüktür. seçim galiplerinin devletten aldığı yardımla izah edilmesi zor bir meblağ olan bu servet sanıyorum tofaş araba kullanımından ileri gelmektedir. recep tayyip erdoğan da tofaş kullansa aynı serveti elde eder. bence bim'i satıp tofaş araba almalıdır sayın başbakan.
ecevit ismet inönü'yü devirecek kadar büyük; aynı teknikle deniz baykal'a yenilecek kadar küçüktür. hizipçiliğin* mimarıdır.
şair bir gazetecidir. gazeteciliğini bilmem ama şiir ve hikâyeleri basittir. bu ülkeye başbakanlık etmiştir. saygıdeğer bir insandır.
bir halk şarkısıdır. "Kankı gülzârın gülüsün söylegil ey nâzenîn."
bir doğu egzotizmi bir menkıbedir. okuyanın gözleri kör olur, çalanın eli çolak kalır. doğunun büyüklüğüne inananların büyüsüdür. doğuda doğmaamışlara doğaçlanmıştır.
keklik biter, bülbül açar bir kayalıkta, bir gözü mavi bir gözü bleu, bir elinde âsa bir elinde gitar... öldüğünü haber vermeye gitmektedir.
mantık babanın mumlarını söndürmüştür. keramet gösterse buradan da göç etmek zorunda kalacak; göstermese koyunlar sessizlikten yanacaktır.
adı kokusundan ve saçlarından gelir. deniz görmediği hâlde gözleri mavidir. hiç evlenmediği hâlde gözleri mavidir. hiç bebesi olmadığı hâlde babadır.
"Gözünüzün görmediklerine kendinizi inandırır, başkalarını da kandırmaya çalışır, kötülük düşünürsünüz. Ama bir yandan da, gözünüzün önünde geçenlere de kör gibi bakarsınız."