kibritle oynarken büyük yangınlar
çıkaran sen miydin dar bir alanda
güldüğün olurdu, şiir yazdığın
bir kuş sapan taşlarından sıyrılıp
kanadını gökyüzüne çarpınca
seni bir kuğudan ya da ceylandan
havuzdan, avcıdan önce sormuşum
seni el emeği ya da göz nuru
olan ince kitaplardan sormuşum
beyaz tenli ekmek benim tanığım
seni sofralardan önce sormuşum
sen bir ozan mıydın, boy hedefi mi
seni hep gerili duran bir yayın
öldürücü kimliğinden sormuşum
dağın bir yanını tırmanmamışken
öteki yanını düşleyen dostum
ey haksız nedenlerle dışlanan ağaç
seni ormanlardan farklı sormuşum
kibritle oynarken yangın çıkaran
seni yanık giysilerden sormuşum
daha çok beş harfli bir kız adından
ya da bir sevdalı baştan sormuşum
umudumun öncüsü nasıl özlendiysem
seni böyle olur olmaz yerlerde
seni olur olmaz kimselerden sormuşum
ters karşılık alınca kavga etmişim
kokusunu saklayan gülün yanına
uzun süren sürgünlere gitmişim
dağın bir yanını tırmanmamışken
öteki yüzünü düşleyen sendin
ilk dizesi oldun şiirlerimin.
ilenç. işte beni bu selenli harfiyle hiç bırakmıcek olan ilenç,
gittiğim her yere götürdüğüm, gittiğim görünmeyen köpeğim
ilenç. -kim benimle arkadaşlık edebilir? kim? o keşiş'in
kanını taşıdığım söyleniyor ve dulmaz bir çalkantıyla
oradan oraya koşuyorum yalınayak ve küçücük çenemde
büyük bir ben, kapalı güzelliğimle tanıyorum hala. lekesi
gibi u.
çiçek. çiçek satıcılığıyla başlamışım serüvenlerime. iplere
dizili çiçekler ve çocuklar, gül kurusu. ama nasıl da
büyülüymüşüm o zamanlar, bir pericik yüzünden
bakılamazmış. boş arsaları vardır yaz gecelerinde hafifsi
malta hummalarının. kış gecelerinde de sonsuz beberuhili
sanrıların haberleri. sonra taştan geçit. elli yaşlarında bir
cadının çekmecesinde yaşıyorum, çivilenmiş. -gerçekten,
yaşıyor muyum acaba? mevsimin ne olduğu bilinmiyor ve ben pek üşüyorum. gibi u.
.. çiçek satıcılarının o sürgününde kudüs'e gitmiş, çalar
saat'e yerleşmiştim.. bunları anmak, anmak bile istemiyorum
ki.. bitivermişti hemencecik, biriktirdiğim paralar çiçek
karşılığı.. bunca uzar izmir'ler rehnedildim ben burada. bu
bir fotoğrafın arabı olsun benden, eline geçecek mi bir gün?
ibranca öğrenimi yaparken bir boliçede görünmeyen
köpeğimle çektirdiğim. issız ve korkunç. yapraklarını
dökmüş ulu bir ağacın altında bir kanepeye incelikli ilişmiş
olarak. -yazıklandığımdan değil. geçmicek diyedir kaygılanıyorum. a.
"yaleyteni küntü turaba" arapçasının okunuşudur. yanlış hatırlamıyorsam nebe suresinin son ayetidir. divan edebiyatına da çok fazla dahil olmuştur. en güzel örneklerinden biri yine yanlış hatırlamıyorsam sezayi-i gülşeni'ye ait şu beyittir;
hâk-i pâyın olduğum gördü dedi kâfir rakîb
taş ile başını döğüp yâleyteni küntü türâb".
( ey sevgili senin ayağının toprağı olduğumu gören kafir rakip bağrını döverek keşke ben de toprak olsaydım dedi)
twitterda tt olmasına ramak kalan sikimsonik şey. kurban kesen yardım edemiyor mu yardım edebilmek için kurban kesmeme şartı mı var anlamış değilim. kısacası insanların dinini değiştirmek için fırsat kollayanlar böyle kriz günlerinde bile ellerinden geleni yapıyorlar.
işçi kardeşliği partisi ve türkiye birleşik işçi partisi'nin genel başkanlığını yapmış olan profesör doktor. kot taşlamadan kaynaklanan silikozis hastalığını gündeme taşımasıyla bilinir. sosyalisttir. has parti istanbul 3. bölge 1 sıra adayıdır...
--spoiler--
bir bedene hapsolarak geçici bir tutsaklığa mahkum edilmiş fakat mahiyeti sınırsızca özgür olan ruhum dokundu kendi kafesine...
--spoiler--
--spoiler--
sonra ağlamak, tam içimden, kokunun yakıcı bir nefes olup da kalbimin zarına değdiği yerden kopa geldi
--spoiler--
mükemmel anlatımı olan nazan bekiroğlu eseri...
bizim nesil yani 85-90 arası doğanlar. ya da sadece oturduğum semtin bu aralıklarda doğan çocukları...
mesela şöyle bir dialog;
-lan burada kaç tane karınca vardır acaba?
-bilmem ki olm baksana büssürü 1000 trilyon vardır bence
-bence daha fazladır olm en az 100 trilyar vardır...*
bütün gün kırlara bakmışım
başaklarla kımıldanan
o bitek yalnızlığa
burnumda gökyüzünün ince kokusu
bütün gün sana bakmışım
derin mırıltılarla ırmağa karışan
çakıntılı gövdene senin
uzanmışım terli toprağa
yanına gözlerinin
çıplak gecelere dokunuyorum
yazın ve düşlerin sıcak kıvrımlarına
denizi başlatıyor dudaklarının tuzu
yüreğim konuşuyor şavkından
ellerim böğürtlen moru