Hepimizin o pislik cani arkadaşları vardır. Sinekleri yakalayıp kanatlarını kopartan, büyüteçle cayır cayır yakan..
Bu çocuklardaki işkence fantezisi nedir hiç anlamam. Yapılan soykırım mıdır bilinmez ama, yapacaksanız da işkence etmeyin canlara...
Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca Yüzbaşı Burkay yine o büyük çam ağacının yanına geldi. Parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada gördü. Yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Ona yaklaşıp şöyle dedi: Yüzün aya benziyor. Kaşın yaya benziyor. Gözlerin yeşil alası. Saçların arslan yelesi. Yürüyüşün turna gibi. Salınışın suna gibi. Hangi yerden, kaynaktansın? Hangi boydan, oymaktansın?
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Yalnız gözlerini kaldırarak Burkaya baktı. Bu bakışla onun kanını kaynattı. Yüreğini oynattı. içine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: Bakışların ışık mı? Saçların sarmaşık mı? Yıldız mısın, güneş mi? Alev misin, ateş mi? Neden sessiz bakıyorsun? Beni niçin yakıyorsun? Çiçek gibi her bir yanın. Söyle, nedir senin adın, sanın?
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Gülümseyerek Burkaya baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğini derde saldı. içine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: Beni niçin üzüyorsun? Gözlerini süzüyorsun. Kirpiklerin paralıyor. Bakışların yaralıyor. Rengin sanki çiçekten. Bilmem hangi çiçekten? ister darıl, ister kız. Tek adını söyle kız!
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözlerini Burkayın gözlerine dikti. Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgarın, ormanda öten kuşların sesinden daha güzel sesiyle şöyle dedi: Beşbalıkta doğdumsa da Karluk kızıyım. Nice erin yüreğinde saklı sızıyım. Yüreğine od düştüyse zorlayıp söndür. Bilen bilir; adım,sanım: Açığma-Kündür. Ölmemeyi istiyorsan yaklaşma bana. Belam çoktur, görünmeden dokunur sana
Burkayın yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. iyi yürekli kişi idi. Tanrıya ve insanlara karşı suç işlememişti. Tapıncağa gidip Tanrıya yalvardı. Tanrım! Yüreğimdeki odu söndür dedi.
Kırk gün büyük çam ağacının yanına gitti. Her gidişte Açığma-Künü orada gördü. Her gidişte içindeki ateş yalazlandı. Her dönüşte tapıncakta Tanrıya yalvardı. Her yalvarıştan sonra bir daha çam ağacının yanına gitmemeye karar verdi. Fakat güneşin her yeni doğuşunda kızın hasretine dayanamadı. Verdiği kararı unutup çam ağacının yanına geldi. Kızın yeşil ala gözleriyle büyülenip kendinden geçti.
Kırk birinci gün çam ağacının yanına gelince kızı bulamadı. Gözleri bulandı. Yüreği yandı. içi sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekledi. Açığma-Kün gelmeyince onu çam ağacına sordu. Ağaç ah edip ağladı. Onu ben de bekliyorum. Artık gelip bana yaslanmayacak dedi.. Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan bir akdoğan ah edip ağladı. Onu ben de bekliyorum. Artık gelip beni koluna almayacak dedi. Kanatları çırpmaz olup otlara düştü, öldü. Yeşil otlara sordu. Otlar ah edip ağladılar. Onu biz de bekliyoruz. Artık gelip bizi çiğnemeyecek dediler. Yanıp duman oldular.
Burkay bezginleşip yerine ,yurduna döndü. Açığma-Künden başka bir şey düşünmez oldu. Tapıncağa gidip yalvardı, olmadı. Ekşi kımız içip esridi, kar etmedi. Tatlı şarap içip kendinden geçti, fayda vermedi. Kağan savaş açınca o da katıldı. Ölmek için atına zırhsız bindi. Oklar sağından solundan uçtu; biri değmedi. Kalkansız, tulgasız vuruştu. Kılıçlar sağından,solundan geçti; biri vurmadı.
Yine yurduna döndü. Açığma-Künden başka bir şey düşünmez oldu. Benzi sarardı. Hasta olup yatağa düştü. Burkayın iyi yürekli bir evdeşi vardı. Erkeği iyi olsun diye okuyucular, bakıcılar, kamlar, bakşılar getirtti. Hiçbir ilaç, dua, hiçbir büyü fayda vermedi.. Günden güne eridi, soldu, bitti. Ölecek hale geldi. Bir gece Açığma-Künün adını sayıklayınca kadın işi anladı. Bütün Kamlançuya adamlar çıkarttı. Kırk gün aradılar, taradılar. Açığma-Kün bulunmadı. Bir gün ihtiyar, çirkin bir büyücü kadın geldi. Bunun derdine ancak Kilimbi çare bulabilir. O, şeytanların akıllısıdır dedi. Burkayı şeytan Kilimbiye götürdü. Burkay ona yüreğini açtı. Sevdiği kızı anlattı. Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum dedi. Kilimbi başını salladı. Yüreğin büyük derde girmiş. Kurtulmak zor. Buna çareyi bulsa bulsa Şeytanlar Başı Madar bulur dedi. Burkayın içi yandı. Gözü dumanlandı. Hiçbir çare yok mu diye sordu. Madar, başını salladı. Ellerini açtı. Var dedi. Eğer evdeşini götürüp Ejderler Kağanı Narantaya kurban adarsan Açığma-Künü kaybettiğin yerde bulursun.
Burkay hiçbir şey düşünmeden kabul etti. Gözünü sevda bürümüş, kanına çılgınlık yürümüştü. Evdeşini Narantaya adak verdi. Naranta, onu öldürüp yedi. Kadın ölürken ellerini göğe kaldırıp beddua etti: Burkay! iyiliğe kemlik ettin. Tanrı seni bedbaht etsin. Kıyamete kadar, dünyaya her gelişinde ruhun ıztırap içinde çalkalansın dedi.
Tanrı bu dileği kabul etti.
Burkay, şeytan Madarın dediklerini yaptıktan sonra çam ağacının olduğu yere gitti. Kız gitti diye yaprakları dökülüp kuruyan çam yine yeşermişti. Açığma-Kün onun gövdesine yaslanarak duruyordu. Burkay yaklaşıp şöyle dedi: Nerede kaldın ay bakışlı? Neden gittin inci dişli? Senin için hasta düştüm. Eller gezip dağlar aştım. Artık bana varmaz mısın? Derdime em vermez misin? Gel,benim ol çiçek yüzlüm! ipek saçlım, ışık gözlüm!
Açığma-Kün bir şey demedi. Büyülü gözlerle Burkaya bakarak gülümsedi. Burkayın aklı başından gitti. Az kaldı kımız gibi eriyip akacaktı. Kıza yaklaşarak sıkı sıkı tuttu. Çiçek kokan yüzünü öptü. Onu evine getirip eş edindi. Fakat bununla derdi bitmedi. Açığma-Künü her gün biraz daha çok sevdi. Öpmekle doyamadı. Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan kıskandı. Esintiden yüksündü. Sen insan değilsin. Peri Kan Katunsun dedi. Sevgisi durulmadı. Arzusu kırılmadı. Öpmekle kanmaz oldu. Sevgisi dinmez oldu.
"Sen Peri Kan Katun değilsin. Tanrı Katunsun" dedi.
Bir gün ihtiyar, çirkin büyücü kadın yine geldi. Bunun derdine ancak Madar çare bulabilir dedi. Birlikte Madara gittiler. Madar güldü. Sen Nızvanı cehennemine düşmüşsün. Eğer o da sana bir defa seni seviyorum derse bundan kurtulursun dedi.
Burkay yurduna döndü. Açığma-Küne Beni seviyor musun? diye sordu. Kadın, saçlarıyla onu sararak ne soracağını unutturdu. Bir ay geçti. Burkay Beni seviyor musun? diye yine sordu. Kadın onu öperek ne soracağını unutturdu.
Böyle aylar geçti. Yıllar geçti. Burkay sevgiden çılgına döndü. Iztırap ıztırap üstüne, keder keder üstüne çekti. Hekimler geldi, ilaç bulamadı. Bakşılar geldi, çare edemedi. Seni ancak ölüm kurtarır. Açığma-Kün, Tanrının cezasıdır dediler. Burkay büyük ıztıraplar içinde öldü. Ölürken yine Beni seviyor musun? diye sordu. Kadın onu saçlarıyla sardı, kollarıyla sıktı, öptü. Fakat bir şey demedi .Burkayın öldüğünü görünce gözleri yaşardı. inci gibi yaşlar aktı. Iztırap çekiyorum diye inledi. Fakat Ben de seni seviyorum demedi.
Burkay ölmekle ıztıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, Açığma-Künü görüp sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. Iztırap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun diye inliyor. O günden bu güne kadar bin yıl geçtiği halde Burkay her bahar orada ağlıyor. Yanında duran Açığma-Kün Sus sus, ben de ıztırap çekiyorum diye yanıp yakılıyor. Fakat Ben de seni seviyorum demiyor ve yıllar böylece akıp geçiyor.
Her dindarı AKP'li sanan insanlar böyle vatandaşların olmadığını iddia etmektedir.
Dindar olmak yobaz olmak değildir, dindar olmak çağdaş olmamak demek değildir, dindarlar Atatürk'ü sevmez diye bir şey de yok. Başı örtmek gözleri örtmek anlamına gelmez.
Kısacası hem dindar hem ileri görüşlü insanlar güzel ülkemin her yerinde de vardır. Onlara burdan selam olsun.
Anası bacısı belli olmayan yazar söylemidir.
Türk kadınlarından çıkanlar, çıktıkları yeri tanımıyorlar. Ayıptır, günahtır. Ilerde bir Türk kadınını kendinize eş edineceksiniz, he ben bir kaşarla evleneceğim diyorsanız tamam o halde.
takriben 2 hafta boyunca yapacağım eylem.
Okuldan gelir gelmez uyuyacağım, akşam ezanı dolaylarında kalkıp sabaha kadar vizeler için kafayı yiyeceğim.
Gündüz çalışmaktan çok daha mantıklı. Dikkatinizi dağıtan en ufak bir olay olmuyor. Mesaj gelmiyor, ses olmuyor, odaya kimse girmiyor.
Herkese tavsiye edilendir.
Aldatmak, karşı tarafı aldatmakla bitmez.
Aldatan insan elini sürdüğü kişiyi değil, kendisini kirletir.
Ucuz bedenlerle kendi bedenini kirletir. Ellerini kirletir. Haysiyetini kirletir.
Aldatmak can yakmaktır. Oysaki dökülmesine sebep olduğunuz her göz yaşı için çok ağır bedeller ödeyeceksiniz.
Aldatılmak için söylenecek hiçbir söz yok. Çok büyük bir hayalkırıklığı. Büyük bir acı...
Ülkenin halini gösteren gazetelerdir. PKK meclisimizde, yandaş medya içimizde. Adamlar yemek yediği kaba pisliyorlar. Allah hepsini bildiği gibi yapsın. Atatürk'e bile dil uzatabiliyor kansızlar.
Bunun partiyle bir alakası yoktur efendim. Bunun AKP'li, hdp'li, MHP'li olmakla alakası yoktur. Bunun Türkiye cumhuriyeti devletinde yaşamakla alakası vardır. Ve bu topraklardan ekmek yiyen herkesin parti farkı gözetmeksizin yapması Gerekendir.
Uzun süre eğitimini aldığım, genel olarak diksiyon ve hitabet olarak geçen, çoğu meslekte çok önemli olan düzgün konuşma sanatıdır.
Diksiyonunuz ile kazanacağınız inanılmaz çok şey vardır. Diksiyon bir nevi silahtır, düzgün kullanılırsa 12'den vurabilirsiniz.
Türk olmayan ve kendini Türk hissetmeyen herkesi dışlıyoruz. Çünkü burası Türkiye. Türklerin yurdu yani. Rahatsız olan insanlara kapıyı her zaman açık tuttuk.
Gerçi bu anti milliyetçi, dinci (kesinlikle dindar değil) hükümetimiz andımızı da kaldırdıydı. Akpkk'kılar mutlu olmuştur tabi.
Ayrıca dağa çıkıp molotof atmayı haklı gören insanlar bu akşam okmeydanında yanan otobüsten indirilmemiş belli ki. Yanından yöresinden geçmemiş belli ki.
Bazen bu sözlükte millet ne içiyor merak etmiyor değilim.
Geçirdiğim bir ameliyattır. Maalesef ki çok pişmanım. En ufak bir grip olduğumda, boğazlarımdaki iltihap hemen ciğerlerime iniyor ve hiçbir kışı zatürre veya bronşit olmadan atlatamıyorum.
Ülkemiz doktorları bademcik ameliyatına hemen alsalar da sizi, lütfen çok acil bir durumda olmadıkça bu ameliyatı olmayınız.
Şimdi benim eşek kedimde bolca bulunan garipliklerdir.
1) evde yaşayan köpeğimin bütün mamalarını yiyip, aynı mamayı kendi kabına koyduğumda asla yememesi.
2) gece ışıkları kapattıktan sonra çıldırıp perdelere sarılması.
3) tuvaletini yaptıktan sonra 1 saat ortadan kaybolması.
4) su içerken sürekli gözünü kaldırıp bana bakması.
5) ders çalışırken kalemlerimi kemirmesi.
6) uzun saça dayanamaması ve eve gelen uzun saçlı kadınların kafalarını eşelemesi.
7) tavana kadar seyreden dolabımın üstünden meyve kokusu almadıkça inmemesi.
Vs vs vs... Evet kendisi garip bir kedi vesselam.
Türkiye'de yaşayan her insanın, her 10 Kasım'da, itinayla kulağına sokacağız siren seslerini. Rahatsız olan kuruluşunda Atatürk'ün payı olmayan başka bir ülkeye gitsin. Bizim için daha iyi olur.
Güzel ve nadide sözlüğümüzde çoğu kişinin arkasından kullanılan söz öbeğidir.
Şimdi şöyle bir durum var, Allah'ın yarattığı hiç bir kula, hiç bir sebepten ve hiç bir görüşten dolayı iyiki ölmüş diyemezsiniz.
Çok büyük suçlar işlediyse cezasız kalmayacağı aşikardır zaten, biletini keserler onun diğer tarafta. Ama ne olursa olsun, iyiki ölmüş cümlesi fazlasıyla cahil, cani, anti-hümanist ve insanlık dışı bir cümledir.
Çünkü ne suç işlenirse işlensin herkesin geride bıraktığı gözü yaşlı insanlar var. Eşi, ailesi, çocukları var.
He diyin ki keşke hapiste çürüseydi, sürünseydi bilmem ne. Ama "iyiki ölmüş" kimsenin ağzına alamayacağı kadar ağır kelimelerdir.
Sonra boyunuzdan büyük cümleler kullanıp sözlükte insanım diye geziyorsunuz. Tebrikler.
Lise arkadaşın nikahında şahit olur, üniversite arkadaşına davetiye bile ulaştıramazsın.
Üniversite bittiği gün her şey biter, ama lise öyle bir yerdi, öyle sıcaktı insanlar, öyle saftı, öyle bozulmamıştı ki.
işte sonra para girdi aklımıza, faturalar, ev kiraları, yemekler, içecekler. Birbirinin gözüne battı arkadaşlar. Yediğiniz fazla bir bisküvi sorun olmaya başladı. Yazık oldu üniversiteye, onca sene dostsuz harcandı...