söz konusu durum #19191919 başlığına entry girilememesi ve mevcut entrylerin oylanamaması durumudur.
bakın, beni dikkatle dinleyin. atatürk'ü, şov amaçlı ve göstermelik değil, gerçekten severim. söyleyeceklerim kendisiyle tamamen alakasızdır.
benim değinmek istediğim nokta, bu başlığa entry girme ve mevcut entryleri oylama hakkımızın elimizden alınmasıdır. moderasyon, madem bu kadar çok seviyorlar, ki sevmeliler atatürk'ü, yabancı şirketlerin para karşılığında sözlüğü saatlik kiralamasına müsaade etmemeliler. ne çabuk unuttunuz vodafone'un sözlüğü 1 saat boyunca kapattığını? iki yüzlü olmasın kimse, adam gibi sevin atatürk'ü. çünkü adam gibi sevilmeyi hak eden bir insan o.
kaç yaşındaydım, kaçıncı sınıfa gidiyordum, hiç hatırlamıyorum. birinci sınıf veya ikinci sınıf olması lazım. ozan da ilkokul arkadaşım. 24 kasım öğretmenler gününde, öğretmen masasının önünde sıra olup sırayla öğretmenimizin elini öptükten bir kaç ders sonra açılmıştı muhabbet. ozan'ın doğum günüydü o gün. nasıl da kasılıyordu. öğretmenimiz bile şaşırmıştı.
-öğretmeniiim, bu gün ozan'ın doğum günüü.
+gerçekten mi? iyi ki doğdun ozancım.
o teşekkür ederim öğretmenim
+ileride öğretmen olursun belki ehehe, hadi derse geçelim çocuklar..
evet, doğum günü-meslek ilişkilendirmesini böyle mükemmel yapan bi öğretmenim vardı ilkokulda. neyse geçelim onu. çok kıskanmıştım ozan'ı o gün. benim doğum günüm hangi özel güne denk geliyordu acaba. eve gidene kadar içimi kemirdi o soru. hemen sordum abime, 'bilmiyorum' dedi. normaldi bilmemesi. internet falan yok o zamanlar. ben de bilmeseydim iyiydi. kimi zaman iyi bir şey değildir özel günde doğmak.
ilkokul 4. sınıfta okulumu değiştirdim. yeni arkadaşlar falan edindim. bi gün, konu burçlardan açıldı. daha önce gazete köşelerinde okumuştum burçları, ama herkes kendi burcunu kendisi seçiyor zannediyordum. burçların yanında parantez içindeki tarihlere (22mart-21nisan gibi) anlam verememiştim. arkadaşım sümeyye vardı o zamanlar. çok iyi anlaşırdık. benden hoşlandığını çok sonraları öğrendim. o sormuştu ban 'burcun ne' diye. 'bilmiyorum' dedim. diğer kızlarla birlikte güldüler 'nasıl bilmezsin' diye. ne zaman doğduğumu sordular. 'martın başlarında' dediğim zaman 'balık' burcu olduğumu öğrendim. yeni bir kalem almışım gibi, yeni burcumu sahiplenip gazete köşelerinden okumaya başlamam da bu sıralarda olmuştu.
mart ayına yaklaştığımız zaman, sümeyye bana doğum günümü sordu. hediye falan almak istediğini söyledi. ben de söylemedim doğum günümü. hediye aldırmak istemeyişim güzel bi bahane olmuştu bana. alçakgönüllü bir insanmışım gibi. aslında yok öyle bir şey. ehehe.
uzun uğraşlar sonucu söylemiştim sümeyye'ye doğum günümü. önce o da bilmiyormuş sanırım hangi özel güne denk geldiğini. arkadaşlarına falan söylemiş, hediye almış benim için. kalemleri tamir etmeyi sevdiğim güzel bi kalem almışlardı sanırım. tabi bir gün önce hepsi öğrenmiş ertesi günün hangi özel gün olduğunu. hep birlikte gelip kutladılar doğum günümü ve aynı zamanda 8 mart dünya kadınlar günümü. bütün okula malzeme oldum ben her 8 martta. herkes birebir kutluyordu 'dünya kadınlar günün kutlu olsun zuhehahah' diyerek. o zamanlar üretmiştim 'dünyadaki kadınlar da çok şanslı yahu ehehe' esprisini. hala var ortaokul düzeyinde espri yapanlar ama gülüp geçiyorum onlara. ağzımı kullanmadan hem de.
bu röportajlar falan değil kast ettiğim. şarkı söylerken annesinden azar işiten, 'al işte kırdın kırdın' videosu bunlara birer örnek. bu tip olaylar günlük hayatta yaşanabilir, doğaldır. ama bunları internete kim yüklüyor arkadaş? videodaki insanlar bu videoları arkadaşlarına falan yolluyor da onlar mı yüklüyor internete? benim bir mallığım videoya çekilse, bakıp gülerim ama internete yükletmem. kimse yükletmez. anlamadım gitti.
bana ilkokul yıllarımı anımsatan vekiller. biz silgi atarak başlardık kavgaya bunlar su atarak başlamışlar. gerçi biz o zamanlar sırayı falan kaldırmazdık. ehehe.
tavşanlı imkb anadolu öğretmen lisesi'nin güzide öğretmenlerinden. kendisi öğrenciler arasında 'yürüyen kütüphane' olarak da bilinir.* tatlı dillidir. dersini sadece konuşmasıyla dinletir. engin tarih bilgisi vardır. televizyonlarda şov yapan tarihçilere 5 basar. hem bilgisiyle hem kişiliğiyle örnek öğretmendir. 'vilayetlerin sultanlığından faziletlerin sultanlığına osmanlı' adlı kitabı vardır. okunması şiddetle tavsiye edilir.
vaudeville for vendetta, rapper ninja gibi yazarların bilgi sayfalarında çıkmasını istediğim yazı. daha pek çok kaliteli yazar var, bu saatte hepsini yazmak zor geldi yanlış anlamayın. bu yazarları küstüren, soğutan zihniyeti sorgulamak lazım.
-hacı nabıyon ya nerelerdesin?
+eyvallah hacım sen neler yapıyon?
-iyi işte ya ne olsun okula gidip geliyom.
+aynen valla vizeler bitse de bi rahatlasam.
-ben de ya ehehe
+ehehe..
-..
+ee var mı bi isteğin?
-eyvallah sağolasın. senin var mı?
+kendine iyi bak görüşürüz..
bak nasıl da bitti muhabbet? bu kadar basit işte. ama bi de bu lafa alışmak var. refleks halini aldıktan sonra insanı zor durumda bırakır valla. aynen şöyle:
-aa kordinaryus hayırdır nereye böyle?
+eve gidiyorum vildan. var mı bi isteğin?*
-nası yani? iyi misin sen?
+şey ya, işte, nası gidiyo okul?
-ben okulu bırakmıştım ya geçen sene?
+heee, evet ya. ehehe. şey işt...
-neyse ben gideyim sen pek iyi değilsin. baay.
+...
bak gördün mü? nasıl da kaçtı kız. manyak zannetti işte. hemen kullanılmaz 'var mı bi isteğin' kozu. saklayacaksın. doğru zamanı bekleyeceksin. çat diye vuracaksın muhabbetin ortasına oracıkta bitireceksin. yoksa saçmalarsın kendi kendine. bak vildan'a bastı gitti. ağzını kırdığımın vildanı.. ühü..
günlük hayatta sürekli yaşadığım, beni benden alan üstüme bir ben daha koyan noktadır. çileden çıkarır insanı.
yahu yolda yürürken eski bi arkadaşla falan karşılaşırsınız. ayaküstü muhabbete başlarsınız. bir noktada muhabbet kilitlenir ya hani, işte o anda oradan koşarak uzaklaşmak istiyorum. öyle bi nefret ederim muhabbetin kilitlenmesinden. izleyelim:
-ooo ahmet naber ya?
+vay, hüseyin. iyilik ya senden naber?
-iyi be ahmet. ne olsun. okul falan koşturuyoruz.
+aynen ya. dersler falan işte.
-eheheh..
+hmm.ehehe
-ehe
+...
-....
+...
-..
.
.
işte bu nokta ömrümü yer benim. adamla durmuş muhabbet ediyosun, birden öğretmenin girdiği ilkokul sınıfı gibi sessizliği gömülüyor iki taraf da. gitsen gidilmez, kalsan kalınmaz. ama son zamanlarda 'ee var mı bi isteğin?' sorusunu geliştirdim. onu koz olarak kullanıyorum. hemen bitiyor muhabbet. ona da başka zaman değinirim artık.
kucağına aldığı çocuğu severken kendini kontrol edemeyen insandır. başlığı açarken 'bu konularda başlık açmadan önce iki kere düşünün' diye uyarı verdiler bana. iki kere düşündüm valla.
hani misafirliğe gidilir, bir sürü insan toplanır. en küçük üye uyumaktadır o ara. sonra uyanır, sütünü emer. annesi tarafından hazır bir şekilde piyasaya sürülür. bir anda bütün ilgi onun üzerinde yoğunlaşır. dikkatini çekmek için şekilden şekle giren insanlar olur. hah, işte o insanlara vermiyeceksin çocuğu. verme kardeşim. bokunu çıkarıyolar sevginin. kolunu ısıran mı ararsın, yanaklarını öpen mi ararsın... içine dalıyor çocuğun. sonra sevmek için alırsın kucağına, veledin yanakları ıslak, kolları kızarmış, pestili çıkmış resmen. sevginin de bi sınırı var kardeşim. el kadar çocuk böyle de sevilmez ki..
sözlük yazarlarımızda tespit ettiğim özelliklerdir. şimdi çoğu kızacak belki ama ne yapalım, yeri geldiği zaman çok pis tespitirim.
-din. inanmayan bi insan çıkıyor, kendi inancına göre bir şeyler söylüyor. belki sınırı biraz geçiyor. sonra 'vay efendim şu şöyle de, bu böyle de bıdı bıdı bıdı...' yahu yeğen, dur iki dakka. adamın istediği o zaten. zaten inanmayan bi insanı sen iki satır yazıyla hafız mı yapacaksın? gül geç, malzeme olma millete.
-milli duygular. insanın seçme ve değiştirme şansı olmayan özellikleri üzerinden laf salatası yapılıyor. biri hayal ürünü bi yerden bahsediyor, zibilyon tane insan çıkıp 'yok biz varız da, bizim ölümüzü çiğnemeleri lazım da bıdı bıdı bıdı..' görsen 4 tane rambo gücünde eleman. kaldı ki komik şeylerden bahsediyolar siz ciddiye alıyosunuz. şu anda bile maliye.gov'un hacklenmesinin muhabbeti dönüyo deli gibi. sakin olun 14 yaşında bi veledin işi. rezillik belki ama bizimkiler bir şeyler yazınca her şey süper olacak sanki. az mantıklı olun la.
-cinsiyet. bekaret ve sevişme mevzuları açıldığı zaman aboooo... muhabbetin kralı dönüyor ortamda. namus bekçileri bi yandan, ahlak polisleri bi yandan, yine bir sürü bıdı bıdı.. bi durun milletin oyununa geliyosunuz. troll diyoruz hatta bunlara. adamlar eğleniyor bilgisayar başında.
-futbol. hiç bahsetmiycem maç başlıklarının entrylerine baksanız ortamda alex fergusonlar, jose mourinholar, arsen wengeller kolbastı oynuyor sanki. bi yorumlar, bi kasılmalar falan. sanki takımın kâr ortağı. o derece yani.
-en komiği de ayar verme çabası. birisi ironi yapıyor veya bilerek bi yanlış yapıyor. bir sürü ayarlar, laf sokmalar falan.. görsen cem yılmaz sanki.
trollerin yaptığı bu konularda damarınıza basmak. gerisi geliyor zaten. ünlü bi düşünür demiş ki: az mantıklı olun la.
yahu kim görse bu fotoğrafı, göbeğini tutaraktan gülüyor. kahkahalar yankılanıyor etrafta. ama ben hüzünleniyorum. kim bilir ne derdi var çocuğun. kim bilir ne acı çekti de ağlıyor yavrucak. ama götelek bi ebeveyn tarafından dünyaya kahkaha malzemesi olarak sunuluyor bu çocuğun acısı. bak bu satırları yazarken gözlerim doldu yeminle. o nasıl bi bakıştır, nasıl bi acıdır. yanımda olsa bağrıma basıcam şu çocuğu.
ben. yani öyle kendimi sevdiğimden falan değil. yine severim kendimi ama öyle fiziksel olarak değil. mevzuyu anlatayım ben.
günlerden bir gün, havanın acayip soğuk olduğu bi gün, ben okula gitmek üzere evden çıktım. ancak ne atkı, ne şapka, ne eldiven var yanımda. soğuktan korunmak için montu olabildiğince kabartım kafamı olabildiğince içine gömdüm. görseniz, boynum yok gibi. gören besmele çekerek geçiyor yanımdan. öyle bi gömdürmüşüm ben kendimi. ama ne fayda? ne tarafa dönersem döneyim, rüzgar karşılıyor beni buz gibi. kulaklarımı hissetmiyorum. hatta yerinde olduklarından da emin değilim ama çıkarıp bakmaya korkuyorum elim üşüyecek diye. öyle bi soğuk yani.
neyse ben okula iyice yaklaştım. iyi ki de yaklaştım çünkü yüzümü hissetmemeye başlamıştım. 'yüz felci mi oldum lan' diye kendi yanaklarımı sıktırmaya başladım. burnumla falan oynuyorum kan gitmesi için. yüzümü sıktırırken kafamı kaldırdım kızın birisi sırıtıyor bana. 'tamam sevimlisin ama o kadar da değil' diye gülüp geçti yanımdan. lan kız beni beğendi diye mi sevineyim, mal yerine mi konulduğuma üzüleyim bilemedim. ama o an kan gitti yani her yerime. ısındım birden.
her günün gecesi, yeni bir güne başlamadan önce insanlarımıza hasıl olan durumdur efenim. malum pek çok kişi sözlükte dikkat çekebilmek için yazıyor. entrylerini yeni günde yeni başlıklar altında sergilemek istiyor. hal böyle olunca da gün bitimine doğru girilen entry sayısı bir hayli azalıyor.
kısaca; saat 00.00'dan sonra entry girip daha çok okunmasını isteyenler, sizin kalıbınıza tüküreyim. ehehe.
iyidir, güzeldir diyerekten aldığım a4 tech markalı mousenin sürekli ses çıkarmasıdır.
bilgisayarımı alırken, yanında bir de mouse aldım. a4 tech, makaralı, çok kibar duran ve kullanışlı bir mouse esasında. ilk günlerde bilgisayarda çoğunlukla counter strike oynadığım için fark edememişim. daha sonra geç vakitlerde internette dolaşırken garip bir ses duymaya başladım. kaynağını bulunca şaşırdım. bildiğin mouseden geliyor ses. incecik bir cızırtı. o altındaki kırmızı ışık parladığı zaman daha da artıyor. bi türlü çözemedim gitti. servisi de yok her yerde. biçare kaldım ortalıkta. alacağın olsun a4 tech. logitechden şaşmam bundan böyle.
hayatına her girenin bir iz, bir çizik bıraktığı hayattır dostlar.
şu yaşıma geldim, yemekhane tabldotu kadar çilekeş bir eşya görmedim. yahu o nasıl bir görüntüdür öyle? ışık kaynağının altındayken görünür en net olarak. her açıdan, her uzunlukta bir çizik vardır üzerinde bu tabldotların. hem de her yerinde. bana kaybeden insanları hatırlatır zaman zaman.
kimi insanlar, hayatlarına yeni birilerinin girmesini önemsiz olarak görürler. ve sonuçlarına katlanmakta güçlük çekerler. zayıf olana yakışan hayattır bu. her gelen bir iz bırakır üzerinde. ve birazcık dikkatli bakıldığı zaman tüm izler tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir. oysa güçlü olmalıdır insan. bazen çok zor olsa bile..
mantıklıdır. eğer istediği zeki kız ise, kendine zeki kız arayan kişi zaten akıllıdır. istekleri doğrusunda ilerler çünkü. ama zeki olmayabilir. akıl ve zeka arasındaki farkı bilmeyenler, konuşmadan önce öğrenmelidirler.
üçgen şekliyle doritos olabilir. panpalar ve panpişlere de hayvan demiştir. belki böylelikle panpaları dünya çapında meşhur ederek dünyayı ele geçireceklerdir.
gece kuşu gibiyim bu aralar. gece dolaşıyorum sözlükte. şükela peşindeyim daha çok. beğendiğim entryleri yazan yazarları da inceliyorum arada. ancak şu 'yazar bu entrysinde coşmuş' butonu ile 'en beğenilen entryleri' arasındaki farkı anlamıyorum. çünkü iki yerde de farklı entryler var. iki listede de bulunan entryler de var tabi. ama bir yazar beğenilmeden nasıl coşar ki entry bazında? neye göre beğenildiğini, yazarın neye göre coştuğunu nasıl belirliyorlar anlamadım hala. gizli bir hesaplama tekniği falan var herhalde. garip.