bölümün en tatlı hocası mahmut hocanın dersine girmek üzereyiz fakat programda bir karışıklık olmuş ve bizim ders işlememiz gereken sınıf dolu. hoca "çocuklar boş sınıf arayalım bu haftalık böyle olsun." dedi başladık aramaya. hoca önde kırk kişi arkada boş sınıf kovalıyoruz. bilen bilir anfilerin iki kapısı olur. hoca anfinin bir kapısından girdi ve sınıfta oturan beş, altı kişiyi görünce "burası da dolu." diyerek çıktı. bu sefer aynı sınıfın ikinci kapısına yöneldi ve sınıfta aynı kişileri görmesine rağmen "tamam çocuklar burası boşmuş." diyerek daldı içeri. sınıftakiler şaşkın, biz gülemediğimiz için vefad. buraya kadarı benim için efsanevi ve yeterliydi. devamında ne yaptık inan hatırlamıyorum sözlük. *
"hmm korku mu en sevdiğim" dedirten başlık.
peşpeşe günlerde the conjuring, insidious ve american horror story izledikten sonra 3 gece üst üste zombili cadılı rüyalar görülür. kendi korku filmimi kendim yarattım resmen. güzel günlerdi. *
atesitlerin temel düşüncesi "ben tanrıya inanmıyorum ama hayatımı doğru yaşıyorum; iyi bir insanım, çalmıyorum, adam öldürmüyorum. tanrı varsa ve tüm bu yaptıklarıma rağmen sırf kendisine inanmadığım için beni cehenneme atacaksa hll spr dvm.s.s" dır.
her akşam apartmanın önüne mahallemizin kedisi yakup* için bir tas süt bırakırım. birkaç gündür tas, bıraktığım yerde değil de apartmanın biraz ilerisinde oluyordu. 4 gün sonra yine aynı şey olunca dayanamadım ve çocukluğumdan beri tanıdığım, apartmanımızın tonton görevlisi ali dayı'ya:
-ali dayı neden benim yakup için bıraktığım tası hep uzaklara atıyosun?!
+(canhıraş kendini savunmaya başlar) kızım hiç olur mu ben öyle şey yapar mıyım? o kedi de insandır sabinin içtiği süt de mi gözüm olacak? olur mu yavrum onlar da insandır yav!
kendimi tutamadım kahkaha atmaya başladım, ali dayı bu duruma gücendi ve hızla yanımdan uzaklaştı. ben de sonrada üzülüp birer orta kahve yaptım, karşılıklı içtik de gönlünü aldım. ehe.
normal değil midir cevabını verdiğim durum. ben kız isteme sırasında mum söndüye ithafen "ne yapacaksınız kızımı babalı oğullu mu kullanacaksnız?!" hakaretine maruz kalanları gördüm. elbette gücenirler! ayrıca mum söndünün aslı şu şekildedir: eskiden alevilerin ne zorluklar altında yaşamlarını sürdürmeye çalıştıklarını biliyoruz. kapılarının çarpılandığı dönemlerde, ibadetlerini gizli saklı yaparlarmış. yalnızca mum yanan bir odada 4 5 kişi ve bir dede olmak üzere. evin ilerisinde de bir gözcü bırakırlarmış ki biri yaklaştığında durumu toparlayabilsinler. biri gelecek olursa gözcü gerekli işareti verir ve dede tarafından mum söndürülürmüş ki görünmesinler. tabii her şeyi olduğu gibi bunu da yozlaştırmışlar ve mum söndürüp herkesin tuttuğunu becerdiği bir olay olarak aksettirmişler.
keklerle, kahvelerle gözgöze geldiği an kıpır kıpır olandır. muavine baksa mı bakmasa mı karar veremez. sıra kendisine geldiğinde fark etmemiş gibi yapar; dışarıyı seyreder, filme bakar, telefonuyla oyalanır. muavin seslendiğinde "ah burada mıydın kuzum hiç fark etmemişim.. bi tatlı bi tuzlu alabiliyoz mu?" diye sorar.
arkadaşımın arabayı memlekete götürmesine 12 saat kala beş kişi doluşup, oradaki üç-dört arkadaşı görüp, iki çay içip döndüğümüz efsane şehir. eskişehir'den sakarya'ya dönmek çok koyuyor yalnız. sakarya il sınırına girdiğimizde sarılıp ağlaştık resmen. allah'ını seven beni eskişehir'e gömsün diye feryat ettiğim doğrudur.
2 sene önce hayli yüklü bir ders kitabı masrafım çıkmıştı. normalde evdekilere söylemeden kendim hallederim ama altından kalkamayacağım bir miktardı. (orospu çocuğu hocalarıma selam olsun. ulan allahsızlar bir kitap 35 lira olur mu? hadi ben buldum buluşturdum aldım; yiyecek ekmeği zor bulanlar ne yapsın?! neyse sakinim.) babam da o sıralar yeni emekli olmuş işi bırakmış, sürpriz bir şekilde de vergi borcu çıkmış, baya zor durumdaydı. utana sıkıla mesaj atmıştım; kitap almam lazım, normalde kendim alırdım ama beni de aşıyor, yarı yarıya verelim ama eğer yoksa çok da önemli değil. sizi etkilemeyecekse gönder demiştim. ertesi gün paranın tamamını yatırdıktan sonra arayıp "o mesajın üstüne ceketimi satar, yine de gönderirdim o parayı." demişti. bak yine gözlerim doldu. babam benim.
bu aralar yaptığımdır. bütün gün yatakta yuvarlanıp dizi/film izlemek, kitap/dergi okumak, cips/çekirdek yemek, çay/kahve içmek gibisi yoktur. hele de bunu iki samimi arkadaşınla yaparsan dokunmayın şabanıma. ama yine 3 4 günde bir dışarı çıkmakta, temiz hava almakta yarar var. çünkü sonrası (bkz: depresyon stayla)
atatürk'ü sevmeyenlerin, insanları ondan nefret ettirmek için açtığını düşündüğüm sayfa. zira gerçekten "atatürk'ün neferleri" olsalar bu paylaşımları yapamazlar. ayıptır ya hu.
"haklısınız albayım." oturdu. "fakat allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? yok. peki albayım. ben de susarım o zaman. gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size, nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. küçük oyunlar istemiyorum albayım."