kontörün pahalı, sms paketlerinin pek bulunmadığı, arkadaşların/dostların birbirine çağrı atarak "aklımdasın" dediği yıllardı. Yani çok eski yıllar değil ama çok özel çok güzel yıllardı. işte o zaman gönlü tertemiz sevgisi bambaşka biri vardı beni seven, bana değer veren ama karşılık göstermediğim, gösteremediğim.
Öyle severdim, sayardım ama sevgilim gibi hissedemedim o zamanlar. şimdi sorsan "çocukluk"muş benimki, hayatı bilememekmiş. anlamamışım, anlatamamışım. ben kendi kendime kıvranırken, esas onu kırmışım...
sonra bir gün, bir doğum günümde... artık "tak" dediğinde canına, bir hediye paketi geldi eve. açtım baktım içinde mp3 çalar (daha yeni çıkmış, çok havalı) "aaa harika bir hediye" diye sevinirken bana yazdığı notu gördüm. "esas hediyen bu değil, içindeki" yazan. merakla kulaklıkları takıp dinlemeye koyuldum... hayatımda kendimi tüm anlamları ile "kötü" hissettiğim bir o an vardır.
"sonunda hicranı öğrettin bana, ben sana sevmeyi öğretemedim"
Bir insan bir insana daha ne kadar büyük bir ders verir ki... keşke bir zaman makinesi olsa da o günlere dönüp kalbini bu kadar kırmasaydım... kahretsin!
Bazıları belki çok mutlu olacaktır, belki bir başkası ile evlenmiştir ama yine de ömrünün sonuna dek onun kalbinin bir köşesinde senin yokluğunun sızladığını bilirsin ya, hatta eminsindir pis bir egoyla işte böyle zamanlarda daha da bir garip hissettirir eski sevgili.
"Geçen haftasonu evlendi, çok da iyi birine benziyordu gelin hanım, meslektaşlar bir de..." cümlesi ile başlayan bir evlilik haberinin başrolündedir kendisi. 2013'ün evlendirdiği diğer eski sevgililer gibidir ama bir farklıdır aslında. Bu sefer üzen değil, çok üzülendir. Hatta o kadar çok üzülendir ki, bir ömür pişman olunandır. Bir gün olur ya karşına çıkarsa, özür dilenecek ve affı beklenecek olandır. iyidir, düzgündür, özeldir... çok özeldir... Ama kırılmıştır, vicdansızca üzülmüştür...
Yine de bundan bir kaç ay önce merak etmiştir seni, linkedinden profiline bakmış hesabını kapatmayı unuttuğundan yakalanmıştır. işte bundan bir kaç ay sonra evlendiğini duyarsın. Bir kaç ayda evlilik olmayacağına göre hep aklında olduğunu bilirsin...
Tüm anılar gelir sarar, nerden baksan 10 yıl öncesine dair, yarım yamalak ama hep masum anılar. tutmaya kıyamadığı eline, öpmeye kıyamadığı dudaklarına bakarsın... Bir de ondan sonra defalarca kez kırılan incinen kalbine... acaba? dersin... Ama bir yandan da bilirsin olmamasını ne kadar istediğini, hatta onu da ikna etmek için ne kadar uğraştığını... Yine de garip his gelir.. hüzün gelir, sevinç gelir...
bazen eski sevgili, çok kırılan çok üzülen ve bir ömür pişmanlık duyulacak olandır. 20 yaşımın aklıyla demiştim ki "bugün değil de bir 10 yıl sonra çıksa karşıma, ben kırıldıktan döküldükten sonra, işte o zaman gerçekten değerini bilirdim. Ama bugün daha hiçbir şey yaşanmamışken ona asla hak ettiği değeri veremiyorum ve ben de biraz kırılmak istiyorum"
Sen misin bunu diyen ey klorak lekesi... Al işte sana, bol bol kalp kırıklığı, bol bol drama...
kırılmamasını dilediğimdir. acun yine programına malzeme edecek birini buldu ne yazık ki. kesin jüriye çiğdem'in durumunun ne olduğu söylendi ve özellikle seçmeleri istendi. ne diyim, ben ilerleyen dönemlerde bu programda yaşanacaklardan şimdiden korkuyorum.
son dönemde çok sık tecrübe ettiğim duygu. "ben hep böyle miydim?" diye soruyorum kendime, cevapsız. Hayat hiç adil değil a dostlar. Adil olsa hepimiz aynı tiple aynı zekayla doğardık mesela - ama doğmadık.
sadece daha güzel doğdun diye, hep daha şanslı oluyorsun mesela. daha yakışıklı ve daha zengin erkekler seni tercih ediyor. çok akıllı olmak zorunda değilsin, iş mülakatlarında +1 önde başlıyorsun vs vs vs... Yani hayatın, eğer gerçekten ciddi şanssızlık problemin yoksa, hep bir adım önde gidiyor.
Zenginsen de bi adım öndesin. bi kere takman gereken daha az şey oluyor. "o okulu kazanabilecek miyim?" "mezun olunca iş bulabilecek miyim?" "spor salonuna yazılsam mı?" "araba alsam mı almasam mı?" düşünmene bile değmeyecek sorular oluyor. tabii ki düşünüyorsun, ama kabul edelim, arkasında destek olmayan biri kadar düşünmüyorsun asla...
Bazıları ehliyet almak için mezun olup,çalışıp, cebine 3-5 kuruş para girmesini beklerken, bazıları pazardan domates almaya gider gibi gidip araba alabiliyor mesela...
Kaç yaşına geldim, hala ergen gibi hissediyorum kendimi zengin ya da güzel arkadaşlarımı gördükçe, hele bir de bu güzellerle zenginler evleniyorsa iyice ergenleşiyorum. değiştirebileceğim bir şey olmadığını biliyorum, e tamam elimdekilere de şükrediyorum... ama yine de insan işte, daha fazlasını ya da daha kolay gelenini istiyor.
Ne bileyim, işten istifa edip "sizin çilenizi çekemem lan" deyip, yurtdışında herhangi bir şehre taşınma kararı almak isterdim. sonra sıkılında geri dönüp, birkaç ay iş arayıp yeniden başlamak isterdim. ama işte, nerde? mümkün mü? bize değil... anasını satim!
not: tüm yazım boyunca geçerli olan şudur ki: istisnalar kaideyi bozmaz. ben genelleyerek yazdım buraya.
Enteresan bir durummuş efendim. insan ne dese bilemiyor. Zamanında ziyadesiyle canımı yakmış, neşeli cıvıl cıvıl bir insanken genç yaşımda beni hayattan soğutmuş, aylarda yemeden içmeden kesilmemi sağlamış ve bunu tamamen kendi egoları için yapmış bir eski sevgilim vardı benim. Hatta zamanında şöyle bir entari döşemiştim kendisi için: (bkz: #6178094)
insanın ruhunda stalkerlık olmayagörsün, geçenlerde merak ettim (dipnot: evlendiğini biliyorum) "lan" dedim "bu şimdi bi de çoluğa çocuğa karışır" şeytan dürttü, Facebook profiline baktım. ve bingo! eşi hamileymiş * Hatta bir de kızları olacakmış. (Yok yok yok, burada fonda izel'den Kızımız olacaktı filan çalmıyor)
Sonra kendi kendime düşündüm de, olan oldu geçen geçti, iyi ki de yollarımız ayrıldı vs. hepsi bir yana... bir gün karşılaşırsak eğer yüzüne bakıp "kızın da aynen senin gibi biriyle tanışır umarım, belki o zaman nasıl biri olduğu anlarsın" demek isterim. "La kızın ne günahı var?! diye sorsam da kendime, bir tek kendi canından birinin canı böylesine yanarsa ne kadar aşağılık bir insan olduğunu anlar belki diyorum... Bir gün gelsin o da üzülsün, biraz huzuru kaçsın istiyorum.
Tanım: bazen de, son aşk olmasını isterken, onun bunu bir türlü beceremediğidir.
Belki de ilk aşkım değildi, ama en çok onu hatırlıyorum geçmiş aşklarımdan. O hep ulaşılmazımdı benim, hep en çok sevdiğim.
Ortaokula başlayacağım ya da başladığım yaz, bir tatil kasabasında tanıştık onunda. O zaman için abiydi bana. Hatta abi diyordum, olanca masumiyetimle. Ama yakışıklı bir abimdi, biraz da deliydi. Pek ilgilenmemiştim o zamanlar.
Ardından kuzenimle bir başka yaz tatilinde birbirimizi gaza getirdik. Öylesine uzunu senin/ kısası benim bölüşmelerinden birinde payıma düşmüştü sadece. Laf olsun diye yani, güya... Ama olur ya, oldu işte... Laf olsun diye olmadı benim sevgim, gerçekten sevdim ben onu farketmeden ve farkettirmeden.
Sonra hayatım hep bu sürüncemede geçti. Her yaz yeniden açtığım bir defterdi o. Yaz bittikten sonra biraz daha andığım ve sonra kapatıp rafa kaldırdığım. Evde barkta sürekli adını andığım için ailem ve komşular da durumu farketmişti. Hatta çocuğuz nasılsa ya daha, çeneyi tutamayıp anlattıkça onun hakkında, gülüyorlardı halime. Kimmiş bu delikanlı bir fotoğraf çekil de görelim dediler.
Çekildim, hala da saklarım. Geçen onca yıla rağmen birlikte çekildiğimiz ilk ve tek fotoğrafımızdır çünkü.
Yıllar yılları kovaladı derler ya hani, işte aynen böyle oldu benim için de... Yazlar yazları kovaladı ve ben her yaz kendimi onu ararken buldum. Bazen başarılı oldum, bazen başaramadım... Ama hiç pes etmedim ve hiç pişman olmadım. O benim için her yaz yeniden yeşeren bir ümit olmuştu ve her tatil sonunda yeniden unutmak zorunda kalıyordum onu.
Çok küçüklükten hayatıma girdiği için, sayesinde kepçe kulaklı erkekleri sever oldum ve ela gözlüleri... ve daha çok ona benzeyen erkekleri... Bir zamanlar beğendiğim erkek tipinin robot resmini çizseler, biri tutup onu getirirdi bana. Bir çok kıza göre hiç de dikkat çekmeyecek biriyken belki, benim için en özel olabilecek kadar değerliydi.
Sonra bir gün, onun okuduğu okulu kazandım. Aklıma geldiğinde ne kadar heyecanlanmıştım. Bu sefer karşılacaktık ve o bana aşık olacaktı... Belki de mezun olunca evlenecektik... Olmadı... Ama bu sefer aramızdaki o barajı aştık, aynı okullarda okumak arkadaş olmamızı sağlamıştı. Ara ara çıkıp görüşür, mesajlaşır olmuştuk. Ama sadece bu kadar, ne eksiği ne fazlası...
Artık arkadaş olduğumuzu iyice sindirince, görüşmelerimiz de bir şekilde azalmıştı. Arkadaşımdı sonuçta, sürekli görüşmek zorunda değildik. O hep bir yerlerde vardı... Bir kaç yıl da böyle geçti zaten...
Okullar da bitti, büyüdük... Başka şehirlerde bambaşka hayatlar yaşamaya başladık... Sonra yine bir yaz günü hiç beklemediğim bir anda bir mesaj aldım. Neredesin? Buralara gelmeyecek misin? diye soran. Arkadaşımdı nasılsa, arkadaş gibi cevap verdim. Ama sonra gerçekten yolum düştü onun olduğu şehre, gitmişken onu da aradım. Görüştük...
Sadece çok eski bir arkadaşımla buluşmak istemişken, o geceyi elele tamamladık. Nasıl oldu ne oldu bilmiyorum. Hala arkadaş olduğumuzu düşünüyordum ben, elimi tutmuştu ama olsundu ne olacaktı ki? Ama ona göre öyle değildi. Bu sefer o beni sevmişti. Nasıl olduysa olmuştu ve 15 yıl sonunda beni görmüştü.
Ardından kısa bir süre görüşemedik ve sonra tekrar yollarımız kesişti(bu sefer ben de çok çaba göstermiştim bunun için, çünkü yıllar sonra gelen bu ödülü sahiplenmek istiyordum) Çok güzeldi her şey. inanılmaz güzeldi. Birlikteydik, ailelerin de görebileceği bir şekilde... Herkesin aslında anlayacağı ama adlandıramayacağı bir şekilde... Çok da mutluyduk aslında, birbirimize dokunmadan duramıyorduk. Sürekli yanyana olalım istiyorduk, ama kısacık bir mutlulukmuş yaşanılan. Belki de çölde bir serap.
Yollarımız tekrar ayrıldığında, biz yeniden kendi hayatlarımıza döndüğümüzde, benim aklımda bir daha ne zaman bir araya gelebileceğimiz, onun aklında ise bir daha hiç bir araya gelemeyeceğimiz varmış. Ben hayaller kurarken ona dair, o beni tamamiyle silmiş.
Her şeyin bittiğini ya da bitmesi gerektiğini öğrendiğimde üzülemedim bile. Sinirlenmedim bile... Öyle bir sevgi ki bu, onun mutsuz olmasını bile istemiyorum... Mutlu olsun yine de, sevdikleriyle olsun... Ben de mutlu olurum nasılsa, yaralar yeniden sarılır elbet...
Ama, ama olsaydı eğer... başarabilseydi benim kalmayı... hem ilk hem de son aşkım olmasını isteyebilirdim ondan... Ama cesaret edemedi, belki de yeterince sevemedi... Bunları hiçbir zaman bilemeyeceğim nasılsa... Bu sefer defteri tamamen kapattım ve bu sefer rafa kaldırmıyorum, kullanılmış ve sayfaları bitmiş bir defter olarak, onu uğurluyorum...
Tıpki kelebek etkisi filminin son sahnesindeki gibi, bu sefer gerçekten bitiriyorum...
dudaklarında bir başkasının tadı varken, hala tüm kalbinle onu özlemektir. bir kere söylediğinde, ardı arkası kesilmeyen bir yalandan farksız bir eylemdir.
bir şekilde bilgisayarımda yer bulmuş olan ve ne zaman bir parça dinlemek istesem bilinçsiz bir şekilde dinlemeye başladığım kayahan eseri. kayahandaki sarışın sevgisinin bir diğer versiyonu için (bkz: sarı şekerim)
izledikten sonra uzun süre aklım bir karış havada gezmeme ardından, oturup üzerine düşünmeme sebep olan ve "anı yakalamanın" önemini sorgulatan mükemmel bir film. izlenesi ve tavsiye edilesi