ıssız ada'm.
içimde ada'larca boşluk varmış, sevişerek, hayvanca davranarak doldurmaya çalışırmışım, dolmazmış.
çok bulanık görürmüşüm hayatı, çarşaflar yıkandıkça ben de temizlenirim zannedermişim.
çok derdim var gibi gelirmiş, sen varken unuturmuşum. ama yine de en mutlu anımda bile mutsuz olmam gerekiyormuş gibi hissedermişim...ama yine dönüp sana gelirmişim.
yanında uyumaya, ilk defa. her defasında ilk defa gibi.
biriyle uyumaya alışmak gibi...sadece seninle uyumak gibi.
hissederek dokunmak...
annemle konuşamamışım telefonda, kısa keser, para göndereyim der kaçarmışım.
belki sevgilin varmış, belki evliymişin...
belkinin öbür tarafıymış sana hissettiklerim.
ıssız ada'm.
diktiğin süper kahraman kıyafetleri var ya, ikinci el kitaplarda tahmin ettiğin, plaklarda dinlediğim hayatlar...
işte onlar gibi belki de tahmin etsin birileri dedim bizim hikayemizi.
kanımda dolaşan mikrop esir aldı yine beni en sonunda, bile bile mutsuzluğa gittim.
mavi telaşımla, çocukluğunu yaşayamamış ama hala çocuk kemik yapımla, en derinden bakan gözlerimle "sana haksızlık ettim, sen daha iyilerine layıksın" hikayesi yazdım.
kaybettim.
herkes sana benziyordu, ya da bana öyle geliyordu.
arada artık emlakçı olan dükkanının önünden geçiyordum, işim olursa tabi o tarafta...
(içinde sen varmışsın gibi)
ıssız adam...
ıssız ada'm...
eve erkek almak;
"geçen gün hedegül'ün sevgilisi onda kalmış. eve çıktı hemen attı eve."
alınan karar: biz konşular yasak koydu diyelim, eve erkek almayalım.
sonuç: erkek arkadaşıyla eve çıkar, eve gerçekten de başka erkek girmez.
temizlik;
"hedenazlara gittim, aman allahım çoraplarım simsiyah oldu."
alınan karar: haftada bigün sen temizle evi, bigün ben. haftasonu da beraberce büyük temizlik.
sonuç: (buzdolabına asılmış not) canım yaa, hedecan'ın kuzeni yemeğe gelcek ev çok fena, benim dersim var. bi toparlayıversen?
alışveriş;
"ay geçen berkcanlara gittim, aç kaldım ya. ne zaman gitsem makarna yediriyolar. ben evde kalcam ki bi ailenin dolabından farklı olmaz buzdolabım."
alınan karar: paralar gelince doğru markete!
sonuç: canım yaaa! bu ay kart fazla gelmiş, alışveriş yapmasak?
ders çalışma;
"geçen final için berkcanlara gittim çalışmaya. yurtta çalışsam daha iyiydi."
alınan karar: biz eve çıkınca sınav zamanı kimseyi kabul etmeyelim.
sonuç: canım ya bugün hedenazlar gelmesin, berkcanlar gelicek. lütfeeen. sonra bana yatcak yer kalmıyo.
söylenelerin aksine taraflı olmayan mod.
neymiş kendisi ile aynı görüşte olanları silmiyormuş, diğerlerini hemen uçuruyormuş.
ben kısa bir süre önce yaptığım onca dolaylı yalakalığa rağmen silindim, hem de kendisi sildi.
eski nickimi söylesem kimse bunu inkar edemez ama kimliğimi deşifre etmek istemiyorum şimdilik. *
af gelirse söz bu hesabımı sana sildircem sayın mod'um.
hani üniversiteden atılanlar olur,belli bir süre sonra da af gelir.
bu af sayesinde bir sürü bilgiye aç insan eğitimine devam eder.
kendisinden böyle bir talebimiz olsa ne der acaba?
hani silikler için bi şans daha olsa? yeni hesap almak zorunda kalmasalar.
hı zall? bi düşünsen?
ölenle ölünmüyor.
başımız sağolsun.
allah geride kalanlara sabır versin.
allah gençlere uzun ömür versin.
çok acı çekiyordu, kurtuldu.
ne dayanılmazdır kimbilir o teselli sözleri o anda. ne anlamsızdır.
ölüm...
eşittir çaresizlik.
son.
bir daha hiç olmaması.
ölünmez tabi ölenle. ama o an, ne boştur bu laf.
"keşke ölünse" cümlesi dökülür.
elbet geçecektir acısı, elbet hayat devam edecektir ama eskiden olduğu gibi değil.
puzzle da bir parça kaybolmuştur.
ölenle ölünmez, eksik kalınır.
bi yanın gitmiştir artık.
aslında aynı olması ama ifade ediş şeklinden kaynaklanan farklılıklara konu olan başlık.
yaşanan her ilişkiden sonra, bir yenisi başladığında kim kurmamıştır ki "bu sefer farklı" cümlesini.
ilişkin eleştirildiğinde demez misin " biz farklıyız" diye.
ama anlat deseler kullandığın kelimeler farklı olur, gerisi aynı.
yaşananların zamanı farklıdır, ben önce yaşarım, sen sonra.
bana koyar, sen fark etmezsin bile.
ben bugün unuturum, sen yıllar sonra hatırlarsın.
doğum, ölüm, acı, mutluluk, heyecan, sadakat, nefret...
hayatında farklı kavram olan var mı?
avea,
sana sevgili, değerli gibi hitaplar kullanmak istemiyorum. çünkü hitap kelimesinden sonraki kelimelerin ilk harfleri büyük harfle başlar, ama bu, sözlükte pek mümkün değil.
çok avantajlı görünsen de hiçbir esprin yok. seni tercih sebebim ise kamu tarifelerinden birinden faydalanmaktı ama eminim ki ona ödediğim vergi tutarı ile uzun uzun konuşur, daha az fatura öderdim.
maalesef üstüme yapışan sürekli numara değiştiriyor etiketinden kurtulmak için hala aveadayım, yoksa sevdiğimden değil.
hiçbi yerde çekmiyosun, milleti kandırıp durma. yurtdışında hiç çekmemene ve kullanılamıyor olmana rağmen nasıl o kadar yüksek fatura geliyor anlamıyorum.
hani birini rehberden silersin de bahanen "sim kartım kayboldu" olur ya, umarım bigün simkartımı kaybederim de, o bahaneyle başka bir operatöre geçerim.
biraz icraat avea, lafla olmuyor.
please.
tuncay özkan kitabı yazış amacını kişilerin bazı şeyleri duygularıyla değil de belgelere dayandırarak savunması gerektiği olarak açıklar.
kitabın başında barzani ve talabani'nin soyları hakkında bilgilere de yer verir.
--spoiler--
Türkiye savaş nedeni saydığı bir oluşumla karşı karşıya: Kürt devleti. Bu nokta, Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerin de düğümlendiği yer. Bu düğüm ya Türkiye'nin kırılıp dökülmesi ya da yeni bir dünyada kendine yer aramasıyla çözüm bulacak. Çünkü
Irak savaşı sonrasında Amerika artık Türkiye'nin sınır komşusu.Türkiye'de, kavramlar ve argümanlar yerine duygularla konuşmak geleneği vardır. Eğitim ve bilgi eksikliğinin bir sonucudur bu. işte bu kitap, oluşmakta olan Kürt devletiyle ilgili olarak son 50 yılda yapılanları kavram ve argüman olarak açıklama amacıyla kaleme alındı. Bu nedenle çok önemli bazı belge ve bilgilere yer verdim. Amacım, Türkiye hatta Amerika açısından tarihî önem taşıyan bu kavşakta okurumu bilgiyle buluşturmaktır.
--spoiler--
insanın en kötü göründüğü ve mecburiyetten poz verdiği vesiklıkları çevresindeki insanların saklamak istemesi durumu.
vesikalık çektirmek zaten başlıbaşına bir fobidir çoğu insan için. boyun felci geçirecek gibi olursun, senin kastığın yetmiyor gibi bir de fotoğrafçının tavırları deli eder ve ortaya çıkan şey çoğunlukla kasıntı bir surattır.
kimse vesikalığı zevk için çektirmez, hani kenarda dursun da bir şeye lazım olur amaçlıdır hep.
gel gör ki her gören bir tane alır ve kenara koyacak bir vesikalık kalmaz. acil durumlarda dağıtılan kişilerden istemek en mantıklı çözümdür.
ama isteğinde de öyle bir davranırlar ki sanki kolleksiyonunun en nadide parçasını istiyorsun.
lise sondan kalma yüze yakın vesikalık var elimde ve bunlar kesinlikle sıkıldığınız anlarda sizi en çok eğlendirecek şeylerdir. dikkatli bakıldığında çok komik ayrıntılar bulabilirsiniz. gülmemek için kendini zor tutanlar, zorla gülenler, kontes gibi saç yaptıranlar, dergi kapağına poz verir gibi duranlar... hani kimisi öyle bir poz verir ki bir süre ararsınız suratını fotoğrafta.
ama birçok aışkanlık gibi vesikalık isteme alışkanlığı da gerilerde kaldı... dijital ortamda saklanan fotoğraflar vesikalığı unutturdu.
zaten ilerleyen teknoloji ile sınav başvurularında da başvuru anında çekiliyor fotoğraflar.
yani birçok şey gibi vesikalık da yakın zamanda tarih olacak şeyler arasına girmeye hazırlanıyor...
iyi bir şey gibi ama, bakalım.
karşıt fikirde olan yazarın gitmesini isteyerek ortamın kendisine kalmasını beklemektir.
artık kendi fikrini rahatça savunacaktır, çünkü bir kişi eksilmiştir karşı görüşten, diğerleri de nasıl olsa gidecektir.
belki o bi şeyleri desteklemezse fikirlerini birlerine kabul ettirecektir.
amacının fikir alışverişi değil, fikirlerini kabul ettirmek olduğunu içten içe bilmektedir.
o yazar silindiğinden egosu tavan yapacaktır, çünkü o "silik" kendisi ise hala yazar olacaktır.
e yeterlidir bu mutlu olmak için.
tabi bir daha ki yazar alımına kadar...
ama düşünsene o silindiğinde istediği gibi nick altı yazıp, istediği kadar aşağılayabilecektir onu. çünkü cevap hakkı yoktur, "silik"tir o.
egonun coştuğu andır o an.
kişimiz bir selebriti edasıyla ilgili kişinin nick altında içindeki kompleksleri hayata geçirmiş ve gerekli butona basmıştır.
içi rahattır, cevap gelmeyecektir.
tepeye doğru yol alırken, az da olsa gerileyenler bilir bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu.
hep başarmaya alışmışken, tersinin korkusunu.
bundan sebeptir meydan okuma.
büyüklerin bir sözü vardır;
"allah kimseyi gördüğünden geri koymasın"
çünkü başarısızlığı, yoksunluğu herkes sindiremez, kaldığı yerden devam edemez.
meydan okumak değil de kabul etmek vardır bazılarının sözlüğünde.
ya "buna da şükür" deyip orda kalırsın ya da "allahım biraz güç, biraz sabır" der meydan okursun.
ağırlıktır başarısızlık omuzlarda, başkaları der diye değil de, sen bunu biliyosun diye.
bazı şeyleri bu kalıba sığdırarak mübah göstermeye çalışmak bazen.
meşrulaştırmak gibi.
çoğunlukla tanımı yanlış bilinen bir kavramdır hümanizm.
çoğunun hümanizmi kullanma şekli " insanları seviyorum, hümanist birisiyim" şeklindedir.
ama araştırıldığında ortaya çıkan sonuçlar çok farklı olacaktır.
hümanizmde bir şeylere körükörüne, gözleri kapalı inanmak değil; bilim, yöntem ve süphe esastır.
gerçekler vardır...
ve bu gerçeklere arkamızı dönüp, yok sayıp olayları o şekilde yorumlamak hümanizm değil, kendi zihnimizde yarattığımız saklambaç alanıdır.
polyanna olmanın lüzumu yoktur bazı konularda.
çocukluğumun efsanesi mavi bakkal'a...
sen varken ben bilmezdim o diğer bakkalların daha ucuz ya da daha kaliteli mal satabilceğini.
çünkü benim hayatım yaşımdan kaynaklanan imkan ve mesafelerle sınırlıydı.
o sınırlar içinde mavi bakkal vardı sadece, bilmezdim bakkalların diğer renklerini.
kapının sol tarafında file içinde plastik toplar asılı olurdu, beno toplardan hem en güzel renklisini, hem en iyi şişirilmişini hem de yamuk olmayanını seçmek için dakikalarca uğraşan nesildenim.
5 dakika sonra patlayınca seçerken nerde yanlış yaptığını düşünen...
ağacın tepesine kaçtığında hiçbir şeye aldırmadan ağaca tırmanan, dizlerindeki yara izleri hala geçmeyen...
tek tük mahalle bakkalları kaldı artık, ismini "market" ile değiştirmeye hazırlanan.
sen ismini değiştireli çok oldu, alanın da genişledi zaten.
ama beni en çok şaşırtan, çocuk aklımla, ne kocaman olmandı ne de ismini değiştirmen.
"mavi market" değil de "gül market" olmasıydı isminin.
sen "mavi bakkal"dın...
zaten sonra benim mesafelerimde büyüdü yaşım gibi, başka marketlerle tanıştım.
sen market olduktan sonra leblebi tozu satmamaya başladın.
artık hep anneler için bir şeyler satıyordun.
deterjan, et, sebze...
demek ki market olmak böyle bir şeydi.
raflara düzgünce dizilmiş, çeşit çeşit çikolatalar hiç ilgimi çekmemişti.
çünkü içlerinde çokomel yoktu, çünkü onların kağıtlarıyla yüzük yapılmıyordu, kağıtları düzleştirilip kitabın arasına koyulmuyordu.
tozlu da değildi hiçbiri...
sanki ismin değişince daha bir hijyenik olmuştun. sen bakkalken bir şey aldığımızda önce paketteki tozu silerdik, ritüel gibiydi bu...
düzen gitmeni gerektirdi biliyorum.
değişmen gerekti devam edebilmek için.
kızdığımdan yazmadım, özlediğimden...
küfürlü entryden çok daha akıllıca yazılmış ama küfürden beter anlamları olan entrylerden ürkseler daha mantıklı olur.
çünkü küfüre küfürle karşılık vermek meşrudur, ya da karşılık vermez kendini "büyük" ve " ahlaklı" hissedersin.
ama bu küfürden beter olan "ima" ve " ayarlar" o zeka seviyesine denk cevaplar gerektirir.
sessiz kalınca kimse " aman büyüklük yaptı, sustu" demez...
ayarı yemiş olursun, ve bunu kendin bile inkar edemezsin.
filmi bilgisayarda izlemek.
e-book okumak.
sanal arkadaşlıklarla yetinmek.
online alışveriş yapmak.
ikonlarla tepki vermek.
daha aklıma gelmeyen bir sürü şey...
sonuç;
sırtı yamulmuş, kalın camlı gözlüğü olan, nadiren bir ortama girdiğinde etrafa boş boş bakan ve adaptasyon sorunu yaşayan bir e-insan.