her kurban bayramında olduğu gibi alt, üst, sağ yan, sol yandaki komşularınızın gecelere kadar süren çalışmalarında kemiğe vurulan satır darbeleriyle çıkan sestir. Bazen insanın beynini s*ktiği bile olur. örneğin, dizi izleyen bir kadın bu seslerden sonra eline satırı alıp kemik kırma eylemine katılabilir. Fakat bunun sonucu Kan çıkar .
ATV'deki Tatlı Sert ( FaşistSert ) programında sarf ettiği '' önce daş at sonra keyfi asker vur sonrada gel yardım iste, yooooooğ öyle yardım falan yoğ ! '' demesinden sonra sanal ortamda dile ( klavyeye ) getirilen bir çok sözden biri. *
Hayır yani o bişey değil, sanane ki. Otur adam gibi programını sun, reyting al, paranı cebe indir. Kendi kuyusunu kazmak gibi bişey oldu bu, Atv şikayet hattına 100bin'den fazla şikayet gelmiş artı hakkında dava falan açılmış. *
işte öyle, Uzun lafın kısası Herkes Van'lı, Birt tek müge ( y )anlı . *
Herkes dinsiz, ırksız doğar. içinde bulundukları toplum onların gelenek, görenek ve yaşayış tarzına karar verir. Yani doğduğunda sen bir başkasısındır.
'' 8 Ekim 2011 Cumartesi günü Ankara'da DiSK, KESK, TTB ve TMMO'un çağrıcısı olduğu tüm temel haklarımız için insanca yaşamı savunuyor eşit, özgür, demokratik bir Türkiye istiyoruz temalı bir miting gerçekleştirilecektir.
Bu çerçevede DiSK, KESK, TTB, TMMOB istanbul bileşenleri olarak emekçilere yönelik saldırı yasalarını, karar hükmünde kararnamelerini protesto etmek, taleplerimizi dile getirmek ve 8 Ekim Ankara mitingine çağrı yapmak üzere 28 Eylül Çarşamba günü saat 19:00'da Galatasaray Lisesi önünden Taksim Tramvay durağına meşaleli yürüyüş düzenlenecektir.
NOT: DiSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, KESK Genel Başkanı Lami Özgen, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ve TTB Merkez Konseyi Başkanı Eriş Bilaloğlu tarafındna 8 Ekim'de gerçekleştirilecek mitingin çağrısını yapmak üzere 20 Eylül'de yapılan basın toplantısı metni aşağıdadır.
8 Ekim'de "Emekçilerin, Ezilenlerin Sokak Meclisi"ni Kurmak için Ankara'dayız!
TÜM TEMEL HAKLARIMIZ iÇiN
iNSANCA YAŞAMI SAVUNUYOR,
EŞiT, ÖZGÜR, DEMOKRATiK BiR TÜRKiYE iSTiYORUZ!
Halkımıza çağrımızdır:
insanca yaşamı savunmak için, emekçilerin, ezilenlerin sesine ses katmak için 8 Ekim'de Ankara'da buluşuyoruz.
Sosyal duygulara sahip birer insan olarak, insanca yaşamak için gerek duyulan en temel ihtiyaçların bile karşılanmakta zorlandığı ve gittikçe de yaşanmaz hale geldiği bir ülkenin emek ve meslek örgütleri olarak bugün önemli bir sorunu sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bu sorun, bütün diğer sorunları tek tek kapsamaktadır fakat onlardan daha can alıcı öneme sahiptir: "Yaşama hakkının korunması!" insanın fizyolojik bir canlı olarak yaşamını sürdürmesi temel bir haktır. Ama bundan daha da önemlisi, insanları diğer canlılardan ayıran özelliklerini koruyarak yaşaması, yani insanın insanca yaşayabilmesidir.
Temsil ettiğimiz sınıf ve kesimler açısından Türkiye'de yaşam koşulları her zaman zordu. Halkının mutluluğunu ve refahını, ülkesinin esenliğini düşünen ve politikalarının merkezine bunları alan bir siyasi hükümetle yönetilmedik şu güne kadar. Onlar varoluşlarının, iktidarlarını sağlamlaştırmanın dayanağı olarak hep yerli ve yabancı tekelleri, uluslararası emperyalist/kapitalist organizasyonları gördüler. Kendi halklarına sırt çevirip, halkın yoksulluk, sefalet ve adaletsizlikler içinde yaşadığı gerçeğine gözlerini ve kulaklarını kapatıp, önlerine konulan politikaları harfiyen uygulamaya çalıştılar.
Bu gidişat doğrultusunda her gelen gün, geçen günü aratır niteliktedir. insanın insanca yaşayabileceği alan gittikçe daralmakta; güvencesizlik, geleceksizlik, işsizlik, sefalet, adaletsizlik alabildiğine yaygınlaşmakta ve halk kesimleri hükümet tarafından azarlanıp horlanmakta, buna karşı çıkan, sesini yükselten muhalif dinamikler ise ya şiddetle cezalandırılmakta ya da şeytanı bile şaşırtan yöntemlerle derdest edilmektedir.
Türkiye ekonomik, siyasal, sosyal alanların tümünde birden büyük bir çözümsüzlük içindedir. Küresel krizin de etkisiyle işsizlik artmış, yoksulluk ve açlık artık gözlerden gizlenemeyecek bir duruma gelmiştir. Etnik ve dinsel kökenli farklılıklar, toplumsal barışı sağlayacak yönde çözüme kavuşturulamamakta, tam tersine çelişkilerin giderek derinleştirildiği bir siyaset yürürlüğe konmaktadır.
Anayasa Referandum sürecinde kamu emekçilerine "toplu sözleşme düzeni getiriyoruz" denilmişti. Oysa gündeme getirilen 4688 sayılı Yasa‘daki değişiklik ile bırakın özgür toplu sözleşmeyi, kamu emekçilerinin grev hakkı bile engellenmektedir. Özel istihdam Büroları ile emekçiler köleleştirilmeye, Torba Yasa ile emek sömürüsü daha da artırılarak emekçilerin sürgün edilmelerine ve güvencesizleştirilmelerine yasal kılıf uydurulmaya, Ulusal istihdam Stratejisi adı altında, 12 Eylül'cülerin bile cesaret edemediği biçimde kıdem tazminatları kaldırılmaya, özel ve kamu alanı sermayeye peşkeş çekilmeye, emek değersizleştirilmeye çalışılmaktadır. KHK'larla kamu hizmetlerinin tasfiyesi/ticarileştirilmesi süreci tamamlanıp güvencesiz istihdam olağan hale getirilmektedir.
"Artık yeter! kimse ölmesin" diyenler susturulmakta, Kürt sorununda demokratik, barışçıl çözüm yerine daha fazla silah/savaş, daha fazla ölüm anlayışı dayatılmaktadır. Kaynaklarımız bir kez daha savaşa aktarılmakta, barış ve diyaloga dayalı çözüm umudumuz kırılmak istenmektedir.
Siyasal iktidarın, gerçekten demokratik bir toplum yaratma ve onlarca yıldır sürdürülen baskıcı politikalardan arınma anlamına gelecek bir toplumsal dönüşüm programı kesinlikle yoktur. Tam aksine, genel seçimlerden aldığı çoğunluk iradesini, devlet ve toplum üzerinde tam bir tahakküm kurma gerekçesi olarak kullanmakta, yukarıdan hükümet, aşağıdan cemaat eliyle toplumu ve devleti kuşatmakta, kendi medyasını, polisini, yargısını yaratarak herkesi dinleyen ve izleyen, korkuya dayalı büyük bir gözaltı düzeni, kendisine biat eden bir toplum oluşturmaya çalışmaktadır.
Bu süreçte, toprağını, suyunu, havasını ve yaşama haklarını savunanlardan demokratik protesto hakkını kullanan Hopa halkına; TiS ve örgütlenme hakkını savunan kamu emekçisinden kıdem tazminatlarının gasp edilmesine direnen işçilere; "sağlıkta dönüşüm" aldatmacasına karşı koyan sağlık emekçilerinden örgütüne ve mesleğine yapılan saldırılara karşı mücadele eden mühendis, mimar ve şehir plancılarına; ¬evde-sokakta ve işyerinde var olma mücadelesi veren kadınlardan özerk-demokratik-bilimsel üniversite mücadelesi yürüten öğrenci gençliğe; düşüncesinden dolayı cezaevlerinde baskı ve tecride maruz kalanlardan, ‘savaşa hayır‘ diyen barış yanlılarından asimilasyon-inkâr ve imha politikalarına karşı direnenlere kadar, ülkemizdeki tüm muhalif unsurlar, farklı yaklaşımlar giderek baskı altına alınıp edilgenleştirilmeye ve susturulmaya çalışılıyor.
Görmemiz gereken şey şudur: Türkiye'de çoğulculuk adı altında tekseslilik, "ileri demokrasi" adı altında yeni bir diktatörlük biçimleniyor. AKP eliyle düzenin "yeni yüzü", statükosu şekilleniyor.
Toplumu altüst edecek bu tehlikeli biçimlenmenin, yurttaşların yaşama hakkını ortadan kaldıracağını söylemeye gerek yoktur.
Çünkü:
Bir ülkede açlık varsa işsizlik vardır
işsizlik varsa yoksulluk vardır
Yoksulluk varsa adaletsizlik vardır
Adaletsizlik varsa hukuksuzluk vardır
Hukuksuzluk varsa güvencesizlik vardır
Ve o ülkede güvencesizlik varsa, yaşama hakkı kalmamış demektir!
Bütün bu nedenlerle;
Asgari ücretiyle yaşayamayan
Maaşıyla yaşayamayan
Emekli aylığıyla yaşayamayan
işsizliğiyle yaşayamayan
Hastalığıyla yaşayamayan
HES‘lerle yaşayamayan
Kadınlığıyla yaşayamayan
Gençliğiyle yaşayamayan
Kimliğiyle yaşayamayan
Savaşla yaşayamayan
Hayat tarzıyla yaşayamayan
Bütün ötekileştirilenleri, bütün mağdurları, ezilenleri, yoksulları, işsizleri, kadınları, gençleri, çevrecileri, barış yanlılarını seslerini birleştirip, daha yüksek haykırmaları için,
Düzenin "yeni yüzüne" karşı insanca yaşamı savunmak için