herhangi bir başlık altına girilmiş herhangi bir konudaki herhangi bir giriyi akıl ve mantıkla değil dışkılama uzvuyla okuyup anlamaktır. var böyle şeyler, ben şahidim.
Hocaefendi namıyla anılan fethullah gülen'in en büyük atatürkçü olduğu iddiasıdır.
Nereden çıkardım şimdi ben bunu? Egemen Bağış'ın türkçe olimpiyatlarındaki konuşmasından, ayrıntısı aşağıda :
--spoiler--
"Aynı karga kovalayan korkuluk gibi ezberci bir nesil yetişsin istediler, ama Atatürk'ün, o vizyoner liderin 1930'lu yıllarda Sovyetler'in bir gün çökeceğini öngörerek 60 yıl sonrası için bir talepte bulunduğunu bize öğretmediler. Atatürk, 1930'lu yıllarda 'Sovyetler elbet bir gün çökecektir, ama orada bizimle aynı dili, dini, değerleri paylaşan soydaşlarımız var. Onlarla şimdiden kültür köprüleri kurulmalıdır'; diye bir talimat vermiş. Ne acıdır ki Atatürk'ün o hayalini gerçekleştirmekle kalmayıp, Türk dünyasının da ötesine geçip o kültür köprüleri kuran çok büyük bir zat, bugün vatan hasreti çekiyor. O, diğerleri gibi Atatürk hakkında nutuklar atmaktansa onun hayallerini gerçekleştirmeyi seçti."
--spoiler--
Bakan Bey, fethullah Gülen'in atatürk'ün hayallerini gerçekleştirdiğinden bahsediyor.
insan ister istemez düşünüyor, acaba hocaefendi atatürkçü mü diye...
Fethullah gülen atatürkçüyse o zaman bizler atatürkçü değiliz. Ne olduğumuz da belli değil.
bir kadın düşünün ki uzun zamandır sevişmediği için ağrılar içinde kıvranıyor, bir yandan da acıklı acıklı yüzünüze bakıyor gel ağrımı dindir dercesine. ne yaparsınız peki böyle bir durumda? o kadıncağızı ağrılar içinde bırakmayı vicdanınız kabul eder mi? soruyorum sadece...
islam dininin böyle bir peygambere ihtiyacı var kanımca.
hatta belki de dünyanın böyle bir peygambere ihtiyacı var.
nerden çıktı şimdi bu yezit diyebilirsiniz.
şu almanya'da kızını bilmem kaç kere bıçaklayan baba haberini okuyunca oluştu kafamda.
adam islam yolundan gitmedi diye kızını bıçaklamış.
belki bunun altında farklı nedenler yatıyordu. baba kızını zengin bir adama vermeyi planlıyordu, kızı arkadaşlığını sürdürünce alıp bıçağı kesti.
ne farkeder ki?
benzer olaylar güzide memleketimizde de olmuyor mu?
türlü türlü rezillikler, kepazelikler, aymazlıklar, cahillikler islam adına yapılmıyor mu?
birileri sürekli dini tekellerinde tutup insanları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmiyor mu?
peki halk ne yapıyor. "yok kardeşim sizin bu anlattığınız islam değil, biz gerçek islamı biliyoruz" diyebiliyor mu?
kesinlikle hayır.
demek ki birilerinin yeniden çıkıp bu dini en ince ayrıntılarına kadar anlatması gerek.
aksi halde islam adına daha çok cinayet işlenir, daha çok hayatlar heba olur kişisel çıkarlar uğruna.
bizler buradan defalarca anlattık, söyledik, söylüyoruz, çevremizde anlatıyoruz ama maalesef kimsenin bizleri iplediği falan yok.
mantık dini diyoruz, hurafelere prim vermeyin diyoruz, yok anlatamıyoruz kendimizi. onlar sadece inanmak istediklerine inanıyor, kim onları baskı altına alıyorsa onun peşinden gidiyorlar.
maalesef cehaletle başa çıkamıyoruz. bana göre insanlığın tek düşmanı cehalettir. başka yerde düşman aramaya gerek yok.
işte bu nedenle islamın takviye bir peygambere ihtiyacı var.
madem bizim sözümüz geçmiyor o zaman bunu ilahi yetkiyle donatılmış birisi yapsın.
Perşembe günkü yazımdan sonra, sizlerden birçok mesaj aldım. Çoğu okuyucum Belçika'daki sosyal devleti anlatmamı rica etmiş.
Aslında hep sosyal ve hukuk devleti istiyoruz, diyoruz; ama bu tam olarak nasıl oluyor bilmiyoruz.
Ben bunu ilk defa Belçika'da gördüm. Daha önce uzun yıllar Amerika'da ve ingiltere'de yaşamış olmama rağmen, benzer bir yapıyı oralarda göremedim.
Ama şunu en baştan söylemem gerekiyor. Bir devleti sosyal devlet yapan zenginliği ve nüfusundan ziyade, insanlarının tutumları.
Sadece hastane hayatını anlatmam bile, sizlere oradaki hayat ile ilgili çok iyi bir fikir verecektir.
NEYE iHTiYACIN VAR?
Kaldığımız hastane sadece bir üniversite hastanesiydi.
Hastaneye yatar yatmaz, sosyal hizmet uzmanları gelip, ekonomik durumumuz hakkında bizden bilgi aldı ve ne tür desteğe ihtiyacımız olduğunu sordu.
Orada da Türkiye'de olduğu gibi sağlık masraflarının çoğunu devlet karşılıyor. Siz sadece % 20'sini ödüyorsunuz. Ama % 20'yi ödeyecek paranız yoksa, sosyal hizmet uzmanları sizin adınıza o parayı ödüyor.
FAKiR OLMAK
Belçika'da siz istemedikçe, fakir olmanız mümkün değil. Fakir olmayı becermek büyük bir başarı olur.
işiniz yoksa, devlet hatırı sayılır bir işsizlik maaşı ödüyor. Geçerli bir sebepten dolayı işe gidemezseniz, o günkü kaybınızı devlet ödüyor.
işverenseniz ve belirli günler iş yapamadıysanız, o günlerde isçilerinizin parasını devlet ödüyor.
Ha bu arada yaptığınız her iş, devlet tarafından sıkı bir şekilde kontrol ediyor. Yani bizdeki gibi yarım yamalak yapılmış hiçbir şey yok.
REFAKATÇi SiSTEMi
Türkiye'deki gibi refakatçi sistemi yok. Hastane hastanın her şeyinden sorumlu. Hatta o kadar ki sizin hata yapma ihtimalinize karşı, hasta ile ilgilenmenizi istemiyorlar.
Yazılarımı yazmak ve diğer işlerimi yapmak için aklımdan "Keşke hastanede internet olsa" diye geçirirken, öğrendim ki hastane ücretsiz internet sağlıyor. Hatta ve hatta bilgisayar da kiralayabiliyorsunuz.
DOKTOR TUTUMU
Doktorlar ve hemşirelerin tutumları da Türkiye’deki çoğu doktorun tutumlarına hiç benzemiyor. Onların peşinden koşmayı bırakın, size bilgi vermek için onlar sizin peşinizden koşuyor. Her konuşma "Başka sorunuz var mı" sorusuyla bitiyor.
(Bizde böyle doktorlar var, ama sayısı o kadar az ki.)
EVDE BAKIM
Bir hafta sonu eve çıkmak istedik. Sosyal hizmet uzmanları eve çoktan özel hastane yatağı göndermişti. iki gün boyunca sabahları gelip ilaçlarını verdi ve ağabeyin vücudunu yıkadı.
Her sabah her hastanın bedeni ıslak bir bezle temizleniyor.
Ayrıca eve yemek siparişi verebilmemiz için telefon numarası bıraktılar. Bu hizmet eve çıktığımız her gün aralıksız devam etti.
KÖPEK
Şimdi size hayal edemeyeceğiniz bir şey söyleyeceğim.
Bir gün koridorda "golden retriever" cins bir kopek gördüm. Burada köpeğin ne işi var diye merak edip, görevliye sordum. Yürüyemeyen bir hastanın köpeğiymiş.
Gidip kadın ile konuştum. Yürüyemez hale gelince, devlet ona bir tane eğitilmiş köpek vermiş. Köpek 200 tane komut biliyor ve kadının bütün işlerini yapıyor.
TELEFON
Bir gün sabah yataktayken, ağabeyimin telefonu çaldı. Bir polis. "Sayın Bolat arabanızı yanlış yere park etmişsiniz. Bu defa ceza yazmayacağım ama bir daha öyle koymayın lütfen" diyor. Şok oluyorum. Polis, numarayı buluyor ve arıyor.
Polislerin görevi ceza vermek değil, davranışı öğretmek ve sorumluluk vermek
AVRUPA BiRLiĞi
Bütün bunları neden anlattım? Orada sadece insana değil, tüm canlılara saygı var.
insanlar, bir insanoğlunun hak ettiği gibi yaşıyor. Devlet her vatandaşından sorumlu hissediyor.
Ama bizim hayatımız burada mücadeleyle geçiyor.
Avrupa Birliği'ne girip girmemizin ne önemi var? Neyi bekliyoruz?
Bu tür bir hayatı politikacıların bize sunması için, Avrupa birliğine mi girmemiz gerekiyor? insanca yaşamayı bize Avrupa Birliği mi öğretmeli?
Biz benzer bir hayatı hak etmiyor muyuz? Her insanoğlu hak etmiyor mu?
--spoiler--
köşeyazarı belçika sosyal devlet yapısından örnekler vererek türkiye'deki sosyal devlet anlayışını ve devletin yetersizliğini eleştirmiş.
ama daha yazısının başında yazdığı bir cümle ile kendi ayarını kendisi vermiş, işte o cümle :
"Bir devleti sosyal devlet yapan zenginliği ve nüfusundan ziyade, insanlarının tutumları."
evet gerçekten de bir devleti sosyal yapan insanlarının davranışları, bakış açıları, fikirleri ve zihniyetleridir.
hastanelerimizde yaşanan aksilikler, yanlışlıklar denetim yetisinden yoksun devletimizin bir ayıbıdır, fakat hastaneye akın eden hastaların hiç mi kabahatleri yoktur? Hele doktorlara, hemşirelere bir sorun da anlatsınlar...
bizim ülkemizde de işsizlik maaşı ödeniyor ama belirli koşullar altında. çünkü toplum yapısının bunu suistimal etme potansiyelinin herkes farkında.
ölen ana babasının ölümünü bildirmeyerek emekli maaşını almaya devam eden insanların yaşadığı bir toplumda çok daha geniş bir kitleyi etkileyecek bir hususun suistimal edilmeyeceğini düşünmek ahmaklıktır.
fakirlik diyeceksiniz, ben de hayır tembellik diyeceğim...
gelelim yazıda geçen telefon hadisesine. ülkemizde şoförlerin neredeyse hepsi yanlış yere park etmek, kırmızıda geçmek, kırmızıda bekleyeni dövmeye kalkmak, geçiş önceliğini her daim kendisinde görmek gibi güzel huylara sahip oldukları herkesçe malumdur. peki soralım o zaman polis hangi birimizin peşinden koşsun?
+iyi günler, ben x trafik şube müdürlüğünden memur ahmet, aracınızı yanlış yere parketmişsiniz, şimdilik ceza yazmıyorum, bir daha tekrar etmesin lütfen.
- lan sen benim kim olduğumu biliyor musun? ben falancanın yeğeniyim, sürdürürüm şerefsizim.
devlet elbette her vatandaşından sorumludur, zira devletin varolması için birincisi toprağa ikincisi de halka ihtiyaç vardır. Ancak kanun kural tanımayan, birbirine saygısı olmayan, birbirini her daim kazıklama peşinde koşan insanların varolduğu bir ülkede devlet hangi vatandaşına hakim olabilir?
zaten devleti teşkil eden nedir? kurumları... o kurumlarda görev yapanlar kimlerdir? insanlar...
devletimizin dört dörtlük olduğunu bu nedenle iddia edemeyiz ama önce çuvaldızı kendimize batırmamız gerekmiyor mu? aynaya bakıp sorumluluklarımızı ne derece yerine getirdiğimizi kendimize sormamız gerekmiyor mu?
Az önce komplo teorileri ile ilgili yabancı bir sitede gezinirken denk geldiğim bu teoriye göre; obama sözde 27 Kasım 2009 tarihinde tüm ulusal kanallardan ortak yayınlanacak bir konuşma yapacakmış. Bizdeki ulusa sesleniş gibi birşey olsa gerek. Asıl iç gıcıklayıcı olan, obama'nın bu konuşmasında hangi konuya parmak atacağı...
En yaygın teoriye göre, 21 ya da 22 Kasım tarihinde abd'nde bir stadyuma bir ufo inecek, bundan bir hafta sonra da obama dünyadışı varlıkların varlığını amerikan kamuoyuna açıklayacak.
Aşağıdaki linkte bununla ilgili bir yazı bulabilirsiniz :
eften püften konularla uğraşmayı kendine bir vatan vazifesi addemiş olan ben bunu da sizlerle paylaşmanın haklı gururunu yaşıyor, dünyadışı varlıklara da buradan şu soruyu sormak istiyorum : hacı, uzaylı açılımı da olacak mı?