--spoiler--
Pervari'de bugün saat 20.00 sıralarında PKK'lı teröristler değişik noktalardan ilçe Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü binalarına yönelik roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlendi. Güvenlik güçlerinin anında karşılık vermesiyle çatışma çıktı. Çatışma sürürken, Siirt 3'üncü Komando Tugay Komutanlığı'dan ilçeye Sikorsky helikopterlerle özel eğitimle komandolar gönderildi.
Saldırıda ölen ya da yaralanan konusunda henüz bir bilgi öğrenilemedi.
Siirt'in Pervari ilçesi'nde PKK'lı teröristler ilçe Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü'ne roketatar ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenledi. Saldırı'da 4 sivil yaralandı
--spoiler--
edit: maalesef iki askerimiz şehit olmuştur. göz göre göre ölüyor mehmetçiklerimiz. yazık!!!
tatili iyi değerlendiren sevgilinin yapmış olduğu aşk ritüeli.
sen kendini çok iyi biliyosrsun. evet sana dedim. bak beri!
ulan sen nasıl bir adi insanmışsın ki ben sana bütün sevgimi ve zamanımı vermişken sen en ufak bensiz kaldığın anda bara gidip tanımadığın bir erkekle dans edip onunla sarmaş dolaş fotoğraflarını çektirirsin. ben bu yazıyı sana yazdım değil bu. ben bu yazıyla seni rencide ettim. onun için başlık yönlendirilmesi filan yapılmasın.
biz de burda hanımefendi yılın stresini atın diyelim kuzeniyle ya bişi olmaz diyip yalnız gitmesine izin verelim. asıl enayilik bende goçlar. bu yaşadığım olay sonucu genelleme yaparak bütün kızların ellerinden öperim. hepiniz birer çiçeksiniz.
makbule şakirt bir babanın kızı. yanlış yazılmış gerekçesiyle o makbule değil maklube olacak diyecek yazarlara daha ilk cümleden açıklama yapılmıştır.
laik ise bildiğimiz laik. din ve devlet işlerini kitap ayracı ile ayıran görüş insanı.
makbule daha 25 yaşında türbanlı ve doksan altmış doksan vücudunu sıfır beden gösteren siyah bir çarşafla kapatan, şakirt bir babanın kızıydı. babası öğrenci yıllarında sohbet ortamlarında ortaya konulup ve zevkle yenilen maklube den esinlenerek kızına makbule ismini vermişti. ama makbule nin başına gelecekleri daha önceden bilseydi makbule nin temellerini eşiyle birlikte 1986 yazında yine atarmıydı acaba? cevabı olanlardan sonra şakirt babanın yakarışları veriyordu sanki.
- makbule doğmaz olaydın. namusumuzu iki paralık ettin.(ağlamaklı) yıkılllllll karşımmmdannn.
makbule eğer babasının pişmanlık dolu cümlesiyle doğmaz olsaydı şu anda sıfır yaşında olacaktı. hayata gözlerini açmamış olacaktı. ilişkiden sonra babası şükür namazı kılmamış olacaktı.
laik görüş insanı. o gün atatürkçü düşünce derneğinde içtiği iki fincan kahveden sonra normal işlerini halletmek için atatürk'ün büstünü öperek dernek kapısından adımını atmıştı. akp parti merkezinin önünden geçmek istemiyordu ve normal güzergahını 5 kilometre uzatarak farklı bir yoldan gitmeyi tercih ediyordu. dizel motorlu otomobili bu yüzden günde 20 lira daha fazla yakıyordu. benzinin litresi 4 küsürdü. hadi 4 lira olsundu. 20 lira fazla yakılan benzinin yanında ki sıfırı siliyordu ve 4 ün yanına yazıyordu. bu sayede 40 yapıyordu. pişman değildi.
o günün akşamı laik görüş insanı bi yetmişlik içmişti. cila niyetinede iki bira içmişti ardından. sonra yakasına taktığı atatürk rozetini öperek mekandan ayrıldı. makbule yi gördü. dayanamadı tecavüz etti. makbule öldü. şakirt babası gövdesine ve kaşına 20 kalibrelik silahıyla 2 şer kurşun sıktı. 2 ile 20 yi çarptı daha sonra ve o da 40 yapmıştı. olan makbule ye oldu.
cemaat evlerinde maklube yasaklandı. bu olaydan sonra kimse 40 yapmadı, yapamadı.
yaz günlerinde cehennem azabı yaşatır. sıcak olan ortamı daha da alevlendirir. kış aylarında ise üzerinde kestane patlatılan soba kadar cana yakındır. soğuk karlı gecelerde banyodan sonra annem beni laptop ısısı yardımıyla kurulardı. ah eski günler ah.
Muhalefet mizahla birleşince ne olurun dersi. iktidarın peşine takılmış tatlı su liboşlarından olmadığına memnun oldum.
- Siz hala bu yasakçı, dayatmacı, hoşgörüsüz zihniyetlerden ileri demokrasi bekliyorsanız, Taksim veya Kızılay meydanında da gidin vapur bekleyin, belki gelir.
- Bu zihniyetin özgürlükçü anayasa hazırlaması mudurnu tavukçuluğun tavuk hakları bildirgesi hazırlaması gibi bir şeydir.
tamamen saçmalıktır. survivor yarışmasında nihat doğan hıyarının yaptığı bir ritüel. ulan sen türk değil misin? ne lan öyle svinirken 'yess yesss yeeeeeeeeessssssssssss' diye bağırmalar. oğlum kendiniz olun ya. şu ülkedeki düşünme sınırını bir türlü aşamayan anne babalarımızı ele geçirdiniz lan!! yeter artık.
hoş bir mekanda kahvelerimizi yudumluyorduk. ben tabi her zamanki gibi karanfilli sigaramında yakmıştım. hava çok güzel ve hafif bir esintide vardı. arkadaşlarımın hepsini severdim ve onların gözünde de ben değerli bir insandım. bunu bildiğim için onların yanında çok rahat hissediyordum kendimi. o rahatlığımdan ötürüde sigara iki parmağımın arasından sıyrılarak yanımdaki etekli ve sarışın kız arkadaşımın kucağına düştü.
etekli ve sarışın kız arkadaşım feryadı figan ederek sandalyeden bir hışımla doğruldu ve 'ne yaptın ya sen salak' dedi.
'kusura bakma canım ya! rahat olduğumu düşünüyordum bende tam. şimdi yine kasıldım bak.' dedim.
tam karşımda oturan ve kocaman ray ban gözlüğünün üstünden bu yaşanan olaya bakan en samimi arkadaşımın ağzından 'alışıla gelmiş' cümlesi beni derin ve sancılı düşüncelere sevk etti. hep böyleymişim gibi, hep sakarmışsım ve hep arkadaşlarımın başına olur olmaz işler açıyormuşum gibi hissetmeye başlarken tam, sol omzumdan bir el uzandı ve dedi ki;
- merhaba!! ben alışıla. tanıştığımıza memnun oldum.
derin bir oh çektim. ray banlı arkadaşımın arkadaşıymış meğer. yine rahat olabilirdim artık. ama o rahatlığım aklıma yeni sorular ve düşüncelerin gelmesini engelleyemedi ve engelleyemezdi de.
onsekizinci yüzyıl sanat akımı. olumsuz durumlardaki halini tavrını yansıtan tuale serbest çalışılmış nü resim. mesela kız arkadaşını aldattığın zaman, yakalandığın an işte göte geldiğinin resmidir. babanın arabasını izinsiz alıp, kaza yaptığın an göte geldiğinin resmidir. picasso olsan çizemezsin. leonardo da vinci olsan şifrelendiremezsin.
bara veyahut restaurant'a girildiği vakit yaşanan ilk gerginliktir. size eşlik edene danışılıp 'nereye oturalım ya?' şeklinde ızdırap dolu bir sesle soru sorulur. ve yanında ki de o gerginliğin içine 'kararsız kaldım ya.' şeklindeki cevabıyla dahil olur.
hayatımda yaşadığım onca sene hatırına, annenin ısrarına dayanamayıp onuda o sosyal zımbırtı dünyasına katmak için yapılan girişimdir.
olayın ehemniyeti ve vahimliği, beni klavye başında germekle birlikte aynı zamanda yüzümde hafif bir tebessümde bırakmıştır efenim.
lan sokakta oynarken anne ben acıktım!! çığlıklarıyla pencere önünde bağırışlarımın karşılığını al sana salçalı ekmek.. ezan okuncada eve dön diyen hayatımın en acılı ve en mutlu anlarımda yanımda her zaman bulunan anneme, ben kizil meydan larousse facebook adresi açtım.*
-ilk aşama sana bir email adresi almak olacak anne!!
+hotmail olsun ama oğlum!!*
-tamam anne!
+bu facebook'da oyunda oynuyorlarmış. bende oynuyacam.
-tamam anne.** işte email adresin. şimdi facebook hesabı açalım sana.
+...(gülüyor)
-işte tamam buda. abim var bak! amcamıda ekleyelim. hmmm. yengem filan işte..*
+hahayaatt.. arkadaş olarak ekle diyor. ay çok hoşuma gitti.
-anne kendine gelirmisin? ne oluyor ya?
+ay oğlum heyecanlandım birden.
-...(allahım ben ne yaptım)
ve bilgisayarın başından tamda kalkıp gidiyorken, arkasını dönüp;
+ya liseden zülfe birgün diye biri vardı bi baksana ekleyelim onu.
-anne senin canın sağolsun. ekleyelim tabi.
gelirse bizlere yeni osmanlı müfredatını tattıracak olan bir şahsı münasır. recep tayyip erdoğan'nın demeçlerinden hemen çekip çıkaracağımız 'yeni osmanlı' düşüncesi hemen aşikar geliyor.
peki sizce böyle bir gelecek bizi bekliyor mu? bunu haberi izledikten sonra siz karar vereceksiniz. ayrıca çocukların rahatlıkları, geleceğin milli eğitim bakanının arkasına dönmesiyle de gözler önüne çıkıyor. yani o yaştaki çocuklar 'yeni osmanlı' düşüncesinden ziyade, haylazlık yapmayı tercih ediyorlar.
öğle sonrası. hava parçalı bulutlu ve sağanak yağışlı. bir kafede oturmaktayım.
'halledeceğim daha bir sürü iş var' diye düşünerek, garsonu çabuk bir el haraketiyle yanıma çağırdım.
garson: buyrun efendim!
ben: sade bir kahve alayım gözüm.
garson: hemen efendim.
siparişimide vermiştim artık. ve saatime baktım. saat 14:30'du tam. cebimden sigara ve çakmağımı çıkardım. beklemeye başladım. beş dakika içerisinde kahvem önümdeydi. bir sigara alıp yaktım ve ardından kahvemden bir yudum aldım. tam önümdeki dergiye odaklanmaya başlamıştım ki oturduğum masanın sandalyesi bir anda çekildi.
sevgili: bakıyorum da çok dalgınsınız beyfendi.
ben: (şaşırmış) aa kusura bakma bebeğim. hoşgeldin.
sevgili: hoşbulduk bakalım. ee fazla bekletmedim herhalde.
ben: yok ya. bende yeni geldim işte. ama daha halledeceğim bir sürü iş var.
sevgili: (imalı) çabuk ol diyorsun yani.
ben: hayır bebeğim. öyle demek istemedim...
sevgili: tamam tamam. anladım ben. neyse bana da bir kahve söylede bari.
ben: peki.
uzun boylu, zayıf ve soluk yüzlü garson yine bi el haraketiyle yanımdaydı.
garson: buyrun efendim!
ben: bir sade kahve daha alalım.
garson: peki efendim.
kahvesinin gelmesini beklemeden konuşmaya başladı. benim için iyi bir gelişmeydi bu. hızlanmıştık!
sevgili: nikah işlemlerini hallettin değil mi?
ben: onlar tamam. hiç bir sıkıntı yok. sen ne yaptın peki?
sevgili: bende ev için bir kaç mobilya, perde filan baktım bebeğim.
ben: çok iyi yapmışsın canım. (aslında beraber mobilya bakacaktık ama)
sevgili: sonra annemler aradı. dediler ki 'ev için niye acele ettiniz kızım'..
ben: (kızgın ama belli etmeden) ya ne yapsaydık. illa ki bir ev tutacaktık.. sokakta mı yatsaydık ya?
sevgili: ya öyle deme.. sonuçta onlarda bizi düşünüyor..
ben: biliyorum bebeğim.. düşünüyorlar..
o arada kahve gelmişti. zayıf ve çirkin elleriyle şekerini attı kahvesine. aslında iğreniyordum bu kızdan. çok itici geliyordu o ve ailesi bana. ama elden bir şey gelmiyordu. görücü usülü! büyüklerimiz böyle uygun görmüştü..
sevgili: ya benimde bugün çok karnım ağrıyo ya niyeyse..
ben: hap içseydin bebeğim.
sevgili: içtim canım.. ama yediğim bir şey dokundu herhalde.
ben: olabilir..
dedim ve yüzündeki o kıvranma ifadesine odaklanmıştım. çok zorlandığı belliydi. karnını tutuyordu eliyle. içimden hala o sevimsiz surat ifadesine 'seni sevmiyorum lan aslında' diye haykırmak geçiyordu tam. hem karnı ağrıyordu ve hemde benim bu çıkışımın etkisi daha beter bir etki yaratabilirdi üzerinde. lakin kendimi tuttum. vazgeçdim içimdekileri söylemekten..
ama o ossuruğunu tutamamıştı. zart diye salmıştı büyük bir oktavla ortalığa. allahtan pek kimse yoktu cafe de. fazla kişiye rezil olmamıştık. o anda ne düşündüysem hepsini unutuvermiştim. aklım durmuştu.
sevgili: (gülerek) ya bebeğim.. çok kötü oldu ya..
ben: .......
sevgili: (gülerek) uff yaa!! rahatladım ama..
ben: .......
sevgili: (gülerek) bebeğim bişey desene..
ben: .......
sevgili: (daha da gülerek) merak etme evlenincede senle alışacaksın bu duruma..
daha da alışacaksın bu duruma... daha da alışacaksın.. daha da...
beynimde şimşekler çaktı birden. kaç kurtar kendini diyordu bir yanım yol yakınken. elimi cebime attım ve yirmi lirayı masanın üstüne fırlattım ve hışımla kafeden çıktım. hala o sevimsiz karının sevimsiz sesi arkamdan anırıyordu.
sevgili: bebeğim ne oldu! nereye gidiyorsun?
ben: sen ve ossruğunun olmadığı bir yere gidiyorum..
doksanlı yılların ortaları. daha küçük bir çocuğum. altımı silmeyi bile bilmiyorum yani o derece. beş katlı bir apartmanın en alt katında oturuyoruz. ozamanlar alt katta oturanların fakir, üst katta oturanlarıda zengin bellerdim ben.
onun için babama hep derdim;
'biz neden zenginler gibi üst katlarda oturmuyoruz baba'
babam da cevabı verirdi hemen;
'ne saçmalıyosun lan gerizekalı'
hikayeye başlamak için bir girişe ihtiyacım vardı lakin böle bir şey çıktı ortaya. neyse unutalım bütün bu olanları ve esas meselemize gelelim.
a benim komşu kızım. adın bengü'ydü değil mi? evet evet bengü'ydü. küt saçların vardı. açık kahverengi gözlerin ve kusursuz bir tenin vardı. sana o çocuk aklımla hediye olsun diye bakkaldan tipitip alırdım. sende buna mutlu olurdun. 'yumiyumda aldın mı?' derdin ardından. bende 'hiç unuturmuyum. aldım tabi' derdim. masumduk be komşu kızı. çocuktuk. ama ben seni ve sen beni bir büyük gibi seviyorduk. aşk demiyorduk ozaman buna. çünkü aşk yabancı bir kelimeydi bize. almıyordu kafamız. oyuncaklarımız vardı. onlarla kompliman yapardık birbirimize. mızıkçılık yaparak kavga ederdik. ekmek derdimiz, su derdimiz yoktu. karnımız tok, sırtımız pekti. ve çocuklar başka ne beklerdi ki zaten hayattan. ama işte biz bekledik hayattan birşeyler. oyunumuz bitti. her şey bitti zannettik ozaman. duraksadık, konuşamadık. anlamlı gözlerle birbirimize bakmadık. rol yapamıyorduk daha. öpüşmedik hiç ozamana kadar dudaktan. hiç görmedik de dudaktan öpüşeni. tecrübeyle sabit değildi bizim yaptığımız. tamamen içtendi ve istemsizdi.
yaklaştık birbirimize.. nefeslerimiz hissediyorduk artık. ve ben o yumiyum kokulu nefesi unutamadım hiç bir zaman. unutmayacağımda herhalde uzun bir zaman. sonrasında öpüştük komşu kızı. alışkanlık haline getirene kadar öpüştük seninle. büyüyüncede ayıpladık birbirimizi. utanç eklendi. masumluk yitti, gitti.
ama o an hep aklımda kaldı! aklımda benimle kaldığı sürece, o an da benimle olacak komşu kızı.
kobalt bombası denilince, patlayıcı bir savaş aracı düşünülmemelidir. burada ''bomba'' terimi, ''kalın ve dayanıklı kap'' anlamına gelmektedir.
kobalt bombası, kanser tedavisinde yararlanılan bir tıbbi cihaz olup, kobalt 60 isimli radyoaktif izotopun kuvvetli ışınlarını tümörler üzerine uygulamak prensibine dayanır. kobalt-60, radyoaktif olmayan adi kobalta (kobalt-59), bir atom pilinin ışınlarını uygulamakla elde edilir.
kanserle savaşta, radyokobalt'a (kobaltın radyoaktif izotopu) özel bir önem verilmesinin nedeni, bu cismin, radyumunkine benzeyen bir gamma ışını yaymasıdır. üstelik, radyokobalt, radyumdan çok daha bol bulunur ve ucuza malolur.
bu radyoaktif ışın kaynağı, bomba denilen, kurşun ya da çelikten bir mahfaza içindedir. ışın demeti, bir kanal yoluyla, cihazın ağzından çıkar. ağız, bir dizi diyafram ve bir kanatla kontrol altına alınmıştır.
kobalt bombasının çeperi, bombanın ağız kısmı dışındaki herhangi bir yerinden ışın sızdırmayacak kalınlıkta yapılmıştır.
kobalt bombası, sabit bir sütun üzerinde dönen bir kol tarafından taşınır. uzaktan yönetilen bir elektrik mekanizmasıyla da yönetilir.
radyoaktif ışın demetinin yönü ve yayılma alanı, ışınlanmış her yeri aydınlatan bir ışık merkeziyle kontrol edilir. cihaz ve gerekli bütün parçaları, havası ılımlı bir odaya yerleştirilmiştir. odanın biricik giriş yönü, beton bir duvar ve zikzaklı bir koridorla güven altına alınmıştır.
odanın bir duvarında, kurşun camlı, gamma ışınlarını geçirmeyen, çok kalın bir pencere bulunur. operatör, hastasını pencereden seyreder ve onunla, bir mikrofon ve bir enterfon vasıtasıyla konuşur. odanın kapısı açıldığı anda, kobalt bombasının çalışması otomatik olarak durur.
kobalt bombası, radyoaktiviteden yararlanarak kanser tedavisinde büyük etki sağlar.
güzel bir cumartesi günü. akşam karanlığı hafifce çökmeye başlamış. sokak lambaları bir bir yanarken, maç için bir araya gelen kafile, kulaklarında şampiyonlar ligi resmi müziğini anımsayarak sahada ki yerlerini almakta. heyecan kat be kat armaktadır.*
ve zil sesinin duyulmasıyla birlikte maç başlamıştır. maç yaptığımız halı saha işlek bir caddenin yanında bulunmakta. bu işleklik sonucunda sürekli bir insan seli halı sahanın yanından geçmektedir. bu analizi defanstan sol kanada topu yolladığım sırada yapma fırsatı bulmuştum. topun hedefe ulaşması sürecinde de çevrede dolaşan insanları incelemek benim için oldukça farklı bir deneyim olmuştu. bu arada attığım pası hunharca harcayan takım arkadaşıma sevgiler yolluyorum. herneyse; biz gelelim yabancı seyirci kitlesine..
aslında nereye gittiklerini unutan insanlardan oluşur bu yabancı seyirci kitlesi. kimisi biriyle bululşmak için çıkmıştır evden. kimisi de işten eve gitmek için o yollarda bulunmaktadırlar. kimisi öğrencidir. okuldan, dershaneden çıkmıştır. her çeşit insan vardır anlayacağınız; o halı sahanın bulunduğu caddeden geçen. hepsinin de ortak bir yanı vardır.
'şu atağı izleyeyimde öyle gideyim eve'
işte bu düşünce o insanları esrarengiz bir seyirci yapar. sahada top oynayan tipler birbirlerini tanırlar ama bu seyirci kitlesinin nereden ve nasıl geldiğini anlayamazlar, tanımlayamazlar. esrarengiz kitle, bakışlarını halı sahaya odaklamışlardır artık ve bu güruh her geçen dakika artmaktadır.
devre olur ve kale değişimi gerçeklerşir. artık o güruh karşımdadır. maç kıyasıya mücadele içinde geçmiştir. maçın son beş dakikasının içinde olduğumuzu, halı saha kenarında duran bizden sonra maç yapacak kişilerin konuşmalarından duymuştum. maç boyunca defanstan çıkmayıp, tam bir 'görev adamı' profili sergilemiştim. ama her ne olduysa o son beş dakikada oldu ve ben William Wallace gibi ingiliz ordusuna hücum etmekte olduğumu zannederek, hızlı hızlı ceza sahasına kadar gelmiştim. top sağ kanatta arkadaşımın ayaklarındaydı. takımın sabri sarıoğlusuydu o. ama önündeki rakibinden kurtulmuş ve muz orta tabir edeceğimiz bir orta yapmıştı. artık mantıklı düşünemiyordum. duygularıma kapılarak, havaya topa kafa vurmak için şahlanmıştım. gözümü yumdum... topun havada çıkardığı 'viiuuuhhhhffff' sesi giderek yaklaşıyordu.. top kafamla öyle bir buluştu ki, neredeyse beynimin yerini alacaktı. bu atak mutlu sonla bitmedi ama. kafa vuruşu sonucunda top kale direğinin üç metre üstünden dışarı çıktı..
ve...
'hay senin kafanı sikeyim' diyen beş numara gözlük takan amcayla yüzyüze gelmemiz bir oldu.. kulaklarıma inanamıyarak -o sırada başım ağrıyordu tabi- amcanın ettiği küfüre karşılık bile verememiştim. ardından maçın bitiş zili de çaldı. takım arkadaşım sabri sarıoğlumsu yanıma gelerek
'takma kafana olur böyle şeyler' diyerek beni teselli etmeye çalışıyordu.
günümüzde ''oyıncuyum'' diye geçinenlerin tekrar ve tekrar izlemesi gereken bir film. başrollerini al pacino ve jerry orbach paylaştığı filmin yapımcılığını da al pacino üstlenmiştir.
genelde şehiriçi otobüs seferlerinde ve yolların virajlı olduğu yerlerde gözlenen durumdur. oturduğunuz koltuğun önünde ya da yanında dengenizi korumak için tutunacağınız bir tutamaç dahi yoktur.
otobüs sağa dönüş yaptığında merkezkaç kuvveti sonucu sizi sola savurur. bu savrulmayı absorbe edebilmek için götünüzün sol lobonu kasarak oturduğunuz koltuğa daha bir sıkı bağlanmanız, bu etkiyi en aza indirmenin en ideal yoludur. aynı şey otobüsün sola dönüş yapmasıyla merkezkaç kuvveti bu seferde sizi sağa doğru savurur. bu savrulmayıda götünüzün sağ lobunu kasarak atlatabilmeniz mümkündür. ani bir fren yapıldığında ise göt kasları ve her iki lobdaki kaslar bir takım çalışması yaparak aynı anda kasılır. bu sayedede öne doğru savrulmanız önlenmiş olur.
sonuç olarak; merkezkaç kuvveti büyüdükçe savrulmada bir okadar büyüyecektir. doğru orantı kurarsak götünüz nekadar büyük ve kaslıysa merkez kaç kuvvetini yenmek de sizin için son derece kolaylaşacaktır.
tüm bunlar kafanızı karıştırdıysa ve bunları yapamayacak kadar götüm küçük diyorsanız, biran önce kilo almanız önerilir.
kazıklı voyvoda'nın günümüz versiyonudur. dildolu voyvoda'nın mecra alanları ise porno filmler ve lez ilişkilerdir. birisi insanları hunharca öldürürken dildolu voyvoda ise insanları hunharca... öhöömm.. yeter bukadar!*
online oynanabilen bir strateji oyunu sitesidir. şu anda türkiye işgal edilmiştir yunanlılar tarafından. sanal olmasına karşın yinede insanın sinir sistemini etkilemesi, etkili bir oyun olduğunu göstermektedir.
dinleyen bünyenin hiçbirşey düşünmeden klavyedeki harflere odaklanmasına sebep olur.* coştukça coşar ve yazdıkça yazası gelir insanın.* hızınızı alamayabilirsiniz.* uludağ sözlüğü feth edecekmişsiniz gibi, yazdığınız her harf şanlı ordunuzun birer neferi konumundadır ve oluşturduğunuz cümleler de sizin nekadar güçlü bir imana sahip olduğunuzun göstergesi sayılabilir.** bizans kargaları sizi
cine 5 kanalında görmeye alıştığımız saat oniki'yi geçince emenuella dizisiyle birlikte beliren ve sakıncalı görüntülerin olduğu bilgisini bizlere kırmızı noktayla veren formatın sözlüğe uyarlanış halidir.
yazarlar oniki'den sonra çıkarıp sallayabilir, çılgınlarca sex hikayelerini paylaşabilirler bu nokta ibaresi boyunca. taki sabah ezanına kadar!! ezan okununca herkes camiye beyler!!