laikliğin baş gezdiği şu cumhuriyette, hiçbir ehl-i islâm, milliyetçi olmaz. evvelâ maksâdım kimseyi nefrete sürüklemek değil, nefret edin de demiyorum. onu faşist ve kendisine hitler denmesi ile iftihâr eden nihâl atsız der ancak.
evvelden baran dergileri, cumâ dergileri var idi. bediiyat vesâire.. şimdi akp hükümetinin abd'ye boyun eğmemek için kısa süreli abd emperyalizmine boyun eğmesi, [yararlı sonuçları da vardır, meselâ erdoğan, mason olmayan nadir bir cumhurbaşkanı.] medyatik sansürü izdiyâd ettirdi.
kapitâlizmin âmentüsü olmuş bir cumhûriyette, işçilerin sömürülüp artık değerlerine peşkeş çekildiği şu cumhûriyette milliyetçi olunmaz. özel mülkiyet ve piyasaların her sektörde kol gezdiği lâkin amaçlarının sektör yükselmesi, değerlenmesi değil de para olması [ebû cehil zihniyeti, lânetûllâh!], ehl-i islâma eziyet, din-i mübin-i islâm'a aykırıdır.
evvelâ müslümân, ebû cehil zihniyetinin kol gezdiği yerlerde her dâim şanlı islâm devrimini, bir ümmet-i muhâmmed olarak devam ettirmeli, nato-ab gibi sömürgecilerin âmentülüğünü yapmaktan vazgeçmelidir.
evvelâ, ecevit, demirel hatta ve hatta özâl dahi ülkeye artık değerden başka bir halt vermemiştir. baştan aşağı bok çukuruna batmış gibi artık değerlerle baş başayız. mahsüllerin değerlendirilmemesi, evvelâ bu AKP döneminde de maâlesef ki ekonomik krizden mütevellid olan bir durum..
evvelâ amacım tc'ye hakâret yahût aşağılama değildir. evvelâ başlık sansasyonel olsa dâhi, her okuyanın anlayabileceği kanâatindeyim.
vesselâm.
hâşiye.
islâm'ı tâhrif hareketlerinin açık açık 100 sene evvelinden itirâf edildiği kemâlist cumhûriyet, aslında her şeyi açıklar vaziyette.
bugünlerde [lânetullâh, hafâzânallâh] yaşar nûri ve abdülaziz bayındır gibi türevlerin çoğalması, yasak ilişki zina değildir diyen ihsan eliaçık gibilerin medyada yer bulması, 15 temmuz girişimini yapan fethullâhçılardan kat ve kat daha tehlikelidir.
yalnız bu tarz değil, edip yüksel ve reşâd halife'yi [hâşâ!] resûl gören zihniyet, cemre demirel gibi türevleri de kemâlist rejimin yağcılarıdır.
asrın tok gibi ne üdüğü belirsiz piyonlarda, irân hizmetçiliği ve terör sempâtizanlığını, aşırı talibâncılıkları ile belli etmektedirler.
elhâsıl, gerçek müslümân, atatürkü sevmez diyen âziz nesin'in ikâzı ile bitiriyorum yazımı.
[islâm devriminden kâsıd, sâhih islâm anlayışıdır. samanlıkta iğne arar gibi hata kollayan kemâlistler olduğundan malûm, 1 cümle yazı için, 5 cümle şerh-hâşiye gerekiyor.]
ekşi'deki gibi bir aktiflik ve değer tabi yok lâkin ulan bu ne yalnızlık?
hiç 'olan biten' konulu, 'sorularını cevaplıyorum' konulu kimse gelmedi şu sözlüğe.
Batı’da tedavi yolu basitti: Akıl hastası ateşte yakılır, işkenceye uğrar, sonunda ruhları şeytandan kurtarılmış şekilde ‘Öbür Dünya’ya, Tanrı’ya havale edilirdi.
Modern psikiatrinin büyük kurucularından psikiatr (ingilizce: psikiatrist) Dr.Kraft-Ebing şöyle yazıyor: “Hristiyanlık, akıl hastalarına ilgi göstermiyordu. Onları şeytan tarafından ele geçirilmiş yaratıklar şeklinde algılıyordu. Akıl hastalarını tedaviyi Avrupa, Türklerden öğrendi. Türkler, bizden çok önce, akıl hastalarına mahsus hastaneler kurdular (Traité Clinique de Psychiatrie, Paris 1897, s.53).
“Deliliğin hastalık olduğu 16. asır Avrupası’nda bilinmiyordu” (Jean Vinchon, Les Malades de I’Esprit, Paris 1930, s.24). “1818’de Fransa’da akıl hastaları, hayvanlardan ve canilerden daha kötü muamele görürdü” (Esquirol, Rapport, Paris 1874, s.2).
müslüman gençliği de kandırırlar içi boş sözlerle.
tarih kitapları ve medeni bilgilerden haberleri yok.
bunu deyince de afganistan gibi mi olalım? m. kemâl onu kasdetmiş diyorlar.
bre gâfil! afganistan kimi olmaktan neden korkuyorsun diyemiyor kimse de. bağımsızız deyu milleti gazlarken iyi, en ufak bir tenkitte afganistan -arabi ülkelerin başında da amerika var- gibi olmaktan korkuyorsunuz.
evvelâ i. inönü gibi amerikâ başkanının, venizelos'la sarmaş dolaş olan -karısı mevhibe'de koluna girmiş idi yuh!- bir kemâlist (!) ile aynı yolda müdâafa edecekseniz,
amerikâ'dan da korkmaya gerek yok diyeceğim lâkin -darbeci, faşist- kenân evren'in -lanetûllahi aleyh- 80 ihtilâlinde yunan'ı nato'ya alması birer göstergedir.
geçenlerde başlığımın altında bu ne perhiz bu ne lahana! diye bitirerek yazdığım bir yazımı alıntılayan bir kemalist yazar,
"hem doğru üslub bekliyorsun, hem de tahrik ediyorsun." demiş idi.
tahrik, Arapça ḥrk kökünden gelen taḥrīk تحريك “birini veya bir şeyi harekete geçirme, dürtme” sözcüğünden alıntıdır. ¹
eleştiri, Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit: ²
bu kamalist kesim, eleştirisel kitap okumadıkları ve kendilerini abdülhamid'in sol taşşağı zannettikleri için ezber sözleri tekrarlar kesim.
ulan yaşını başını almış adamlar da yapar bunu.. Komik ve nesil için üzücü olan o..
bir de tahrik oluyor imiş.. sizler tahrik olmuyorsunuz, tahrik olmaya yer arıyorsunuz. ütopik burjuvazi milliyetçiliğinde halkı ve diğer ırkları ezmek ve kendinizi -haşâ- tanrı gibi görmek istiyorsunuz belki de.
biraz meseleye vatan değil de insan gözüyle bakamayan seküler kemalistler daha da kötü ve çirkinleşerek israil destekçiliği yapıyor. allahım, sen yardım et! işte tek ırk tek millet anlayışının insani ve maddi manevi zararlarını ve etkilerini bu kemalistlerde görmek mümkün.
bir de kendileri eleştirince de ifade özgürlüğü diyor bencil ve cahiller. tarafıma dahi badeleyen, tarikatçı, akpli benzetmeleri ile kendi kendine hallere giren ve vatanı kurtardığını zanneden zatlar bunlar.
1 gecede cahil bırakılan insanlar.. öyle ki bunun zuhûru da belli. tarafıma dahi, kâmûs-i osmânlı lisânı ile tenkid yapıldı. neden? işte, bir gecede, bir anda yapılan inkılâbtan (!).
"Dilimizi çıkmaza sokmuşuzdur. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır! Bırakmazlar. Ama ben de bu işi başkalarıına bırakmam"
"Bozdu âhlakını hep Millet-i Osmâniyye
Kalmadı kimse de hiç gayret-i Osmâniyye
Gitti eski şeref-ü şevket-i Osmâniyye
Girdi bir hâlete kim Devlet-i Osmâniyye"
"Osmanlı milletinin âhlakı bozulmaya başladı. Gerek bizden gerek onlardan gidenler, iyi yönleri değil eleştirilecek yönleri almaya başladı. Meselâ, yalan, hilekâr olmak, ırz ve namusa önem vermemek, sözde durmamak ve hayâ etmemek, nefsinden başka bir şeyi düşünmemek ve ne olursa olsun para kazanmak gibi.. "
1909-1911 arası iTC'nin basın katliâmıdır.
Sada-i Millet başyazarı Ahmet Samim, Serbesti Gastesi'nden Hasan Fehmi, iştirâk Gastesi'nden Hüseyin Hilmi, Mizan gazetesi Muharrir'i Zeki, öldürülmüştü.
Evet, Karabekir, Araboğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böyle de okutturacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakta devam etmesinler. ¹ Denilerek tercüme edilmiştir. ¹
bu mes'eleye karşı yapılan müdâafalarda ise
Toplantıda Köprülüzade Fuat, ismail Hakkı (Baltacıoğlu), Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) gibi daha pek çok önde gelen, eli kalem tutan insanlar da oradadır. Ancak ne hikmetse onlardan hiçbiri, Atatürk'ün o gün orada Karabekir'in iddia ettiği gibi Kur'an'la ilgili olumsuz şeyler söylediğine ilişkin tek bir satır bile yazmamıştır. ² denir lakin, hamdûllâh suphi, rûşen eşref, m. kemâl'in propaganda icâbında yaveridir. ayrıca yapılan iddianın da saçmalığı ortadadır, onlar yapmadı ve o sebebten yoktur denilmesi.. ve kaynağın ise sinan meydan olması..
kâzım karabekir paşa, günlüğünde de bu konuya değindiklerini âlenen ifâde etmiştir.
15 Ağustos 1923 Çarşamba. Heyet-i ilmiye'nin son müzakeresinde bulundum. Kitap bayramı teklifimi kabul ettiler. Akşam Maarifin ziyaretine beni çağırdılar. Terbiye mütehassısı ismail Hakkı ile Köprülü Fuat Beylerle din ve ahlak ve terbiye hususunda görüştük, mütalaamı kabul ettiler..." ³
"Görüldüğü gibi Karabekir'in günlüklerinde, on yıl sonra -Atatürk'le yolları ayrılınca- ortaya atacağı (uyduracağı) iddialardan hiçbir eser yoktur. Günlüklerinde o gün Atatürk'le tartıştığına veya bu tartışmada Atatürk'ün öfkelendiğine ilişkin tek bir satır yoktur."⁴ denir bu iddiaya cevâz olarak.
işin aslına bakıldığı zaman heyet-i ilmiye'de konuşulan mes'elede mevzûubahs olmamış, yok mu sayacağız yani? veya olmadı mı diyeceğiz? zırvalık!
meh'âz.
¹ Karabekir, Nutuk'a Cevaplar, C. 12, s. 3824.
² Sinan Meydan, Panzehir, s. 93-112.
³ Kazım Karabekir, Günlükler, C ll, istanbul, 2009, s. 871.
⁴ Atatürk, Kur'an'dan "Araboğlu'nun Yaveleri" Diye Söz Etti Yalanı, https://ataturkarsivi.blo...oglunun-yaveleri.html?m=1
i. kurtuluş savaşı-ii. kurtuluş savaşı gibi saçma düşüncelere sahip ve sosyalizm+milliyetçilik ikilemini birleştirmeye çalışan milliyetçi bürokrasi destekçisidir.
m. kemal içinse sadece kurtuluş mücadelesinde eğip bükerek konuşup, çıkar şu ağzındaki baklayı denilecek hale getirmiştir.
işçi grevleri, koçgiri isyanı umurunda olmaz ya da cahilliğindendir, bilmez. cumhuriyet kuruluşu evvelindeki dönemi yazarken, söylev ve demeçlere bakmamış halbuki.
eee, şefik hüsnü'yü de, ali şükrü bey'i de, hatta mustafa subhi'yi de bilmez sanırsam..
ey kıvılcımlı! bu liberal cumhuriyette olan özel sektör gelişiminden de mi haberin yoktu? dedirtir aslında.
nâzım hikmet ile aynı davada yargılanıp bir de üstüne komünist manifesto ve kendisinin kitabının yasaklandığı m. kemal türkiye'sinde, celladına aşık olmuş bir fikir (!) adamıdır.
ey kıvılcımlı!
yaşadığın dönemde işçilere karşı yapılan zorbalıkları hiç mi okumadın? maşaallah, 40-50'li dönemlerde kitapların gazete alıntılarından geçilmezken, o dönem? grev yasaklarından ve sendikaların kapatılışından, tek ve liberal-kapitalist bir burjuvaziye karşı hiç mi gözünü açmadın?
kendisini idol alan nurullah ankut ve yaverleri de bu tanım ve sorulardan sorumludur. kendileri de halkların kurtuluşu derken, savundukları halkın ne olduğu belli değildir.
erdal eren savunucusu yetkililere sahiptirler ama maşaallah, liberal cumhuriyet eleştirisi yapanlara da abd emperyalizminin uşakları yaftalamasını yapmadan bırakmazlar. oh ne âlâ!
geçenlerde aya yorgi kilisesini şans eseri görmüş olduğum taksim'de biraz daha Beyoğlu'nu gezmek istemiştim ve karşıma çıkan rum lisesi ile büyülenmiş biçimde buldum kendimi. kapı aralığından baktığımda ise atatürk büstünden dahi etkilenmiş idim.
mimarileri dahi mükemmel, mimarileri ile birlikte toplumu ile dahi benim tarafımdan her daim takdire şayan liselerdir.
bir henri bergson kitabıdır. tarafımda 1949 meb basımı bulunan ve o dönem müfredatça okutulan, 1949 basımının çevirisini mehmet karasan'ın yapmış olduğu kitap.
bir araştırma yazısından:
"Bergson’un Ahlakın ve Dinin iki Kaynağı başlıklı eseri Yaratıcı Tekâmül’de geliştirilen biyoloji modelli metafiziğe ait fikirlerle özellikle de evrim fikriyle devamlılık içinde bulunur.
Bergson’un amacı ahlâkın ve dinin hangi kaynaklardan itibaren günümüze dek evrildiklerini açıklığa kavuşturmaktır. Bergson toplumsal ahlâk ile ahlâk arasında aydınlanmacı, hatta Kantçı diyebileceğimiz bir ayrımla işe başlar. Böyle bir ayrım Eski Yunan’da söz konusu değildir. Toplumsal ahlâk bize kendi toplumumuzun tarihsel ve kültürel birtakım değerlerini kazandırır ve bunları hayata geçirmek için davranışlarımıza bazı normlar dayatır. Örneğin bir kadının yüksek sesle gülmesi ayıptır, “namus” değerini cari kılan böyle bir normdur. Burada bir davranışın kısıtlanması için evrensel bir gerekçe söz konusu değildir. Ancak bazı toplumlarda bu tür davranışlar yüzünden insanlar öldürülebilir. Bergson’a göre bu toplumsal ahlâkın gerçek anlamda “ahlâk”la bir ilgisi yoktur. Bergson bu ahlâka kapalı ahlâk demesinin sebebi statik olması ve bütün insanlığa açık olmamasıdır. Peki kapalı ahlâkın kaynağı nedir? Bergson’a göre insan türü de örneğin, arılar, maymunlar ve filler gibi hayvan türlerine benzer bir biçimde, bir topluluğun desteği olmadan hayatta kalamayacak bireylerden oluşmuştur.
Prof. Dr. Mükerrem Hiç, 1953 yılında, mezun olduğu istanbul Üniversitesi
iktisat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak göreve başladı. 1955–1956 yılları
arasında Harvard Üniversitesi’nin Harvard Business School’un özel bir yıllık
MBA programına katıldı. 1956–1957 yılları arasında da Harvard Üniversitesi’nde
Yönetim Muhasebesi dersi verdi. Döndükten sonra, 1958 yılında ekonomi dalında
doktorasını tamamladı.
1958’den 1962 yılına kadar istanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya devam etti ve 1962 yılında doçent oldu. 1964–1965
yıllarında özel bir burs programı kapsamında Princeton Üniversitesi›nde dersler
verdi. Türkiye’ye döndükten sonra 1968 yılında profesör oldu.
Boğaziçi Üniversitesi (Robert Kolej) (1973–1974), Columbia Üniversitesi
(1976–1977) ve Türk Harp Akademisi’nde (1977–1978) misafir öğretim üyesi
olarak dersler verdi. Daha sonra iktisadi Kalkınma Enstitüsü müdürlüğü yaptı.
Ayrıca 1980-83 yılları arasında Dünya Bankası için bir araştırma yürüttü.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1983 ile 1987 yılları arasında 17. Dönem
Yozgat milletvekili olarak görev yaptı.
Bu görevi esnasında Türkiye- Avrupa Ekonomik Topluluğu ilişkileri komisyonunda ekonomi danışmanı olarak başkan vekili olarak görev aldı. 1987 yılında yeniden Fakülteye döndü ve 1996 yılına kadar Bölüm Başkanı olarak görev yaptı. 1996 yılında emekli profesör oldu.
Prof. Dr. Mükerrem Hiç’in yayınladığı çok sayıda kitabı ve makalesi vardır.
Ak parti'nin belediye başkanlığını kazandığı ilçelerde verilen vaatler ve yapılanlar ile alakalı bir değerlendirmenin olduğu muhalif bir youtube kanalı.