dizayn ve üretim maliyetleri daha düşük olduğu için, arkadan itişlilere göre fiyatları daha uygun olur. bakınız mercedes cla fiyatlarının, c 180'lere göre daha düşük olma sebebi. daha az parça kullanımı sadece fiyatı değil, aracın hafifliği sayesinde yakıt tüketimini de azaltır. ayrıca daha az parça, ilerde oluşabilecek yedek parça gereksiniminin yaratacağı olası maliyeti de düşürür. kış aylarında kayma önden çekişlilerde daha az olur. zira, şanzıman ve motor aksamı ile aks sistemi aracın önünde yer aldığı için ön taraf daha ağırdır.
caddebostan sahili'ndeki meşhur cafe. geçenlerde özel bir günde gitmem icap etti. yoğurtlu köfte diye bir şey söyledim, tabak 50 lira. yediğim şey, yani bunu söylerken afrikalı aç kardeşlerim aklıma geliyor, gerçekten vicdan azabı çekiyorum ama gayet tırttı. oldukça pertti. alabildiğine zırttı. kaydadeğer bir cingılbörttü. eşim de pizza söylemişti, böyle sıradan bir pizza olamaz. garsonların da hepsi mi suratsız olur. öyle bütün enerjimi sömürmüş bir mekandır. ilk ve sondu, daha da gitmem.
Bloomberg'te şimdi yayınlanan habere göre, 26 ayrı ilde, 5000 kişiyle ve 10-24 Mart arasında yapılan anket sonucunda, %51.02 oranında 'hayır' olduğu sonucunu açıklayan ankettir.
%13.36'lık kesim ya cevap vermemiş, ya da kararsız olduğunu söylemiş, bunları dağıtılarak bu %51'e ulaşılmış.
aynı şirketin kasım'da yaptığı ankette hayır oyları %56 idi, bu hatırlatma da bir kenarda dursun.
dün sabah güne güzel başlamamı sağlayan bir yudum kitap güzelliğidir.
yazarını (bkz: bora aşık) tanımam etmem, ama sadece bu küçük şeyi yazmış olması bile muhtemelen güzel bir insan olduğuna işarettir. öyledir umarım.
“Anne!” diye haykırdım. Ufak parmağımla kırmızı bir balonu işaret ediyordum.
“Kaç kere dedim sana, sıkı tut şu balonlarını!” diye öfkeyle azarladı annem.
Oysa ağlamıyordum bile, mutsuz da değildim. Gökyüzüne, bulutların yanına yükselen kırmızı balonumu gördükçe içten içe gülüyordum.
“Bir daha dışarı çıktığımızda balon istersin sen!” diye imalı konuştu annem.
Her seferinde bir yolunu buluyor, anneme uçan kırmızı bir balon aldırmayı başarıyordum. Bunu bildiğim için annemin tükürüklü ağzından çıkan bu tehdit cümlelerini dikkate almıyordum.
Annem söylenerek, yürümem için kolumdan çekiştirirken ben hâlâ kafam yukarıda kırmızı balonu izliyor, özgürce uçarak yıldızlara ulaştığını hayal ediyordum.
Henüz birkaç metre ilerlemiştik ki gökyüzünde başka bir balon gördüm. Maviydi ve kırmızı balonu, benim kırmızı balonumu takip ediyordu. “Bak anne!” diye bağırdım.
Annem “Balonunu elinden kaçıran senin gibi bir salak daha işte…” dedi iç geçirerek. Henüz çocuğum diye, beni aptal yerine koyduğunu anlamadığımı sanıyordu. Oysa biz çocuklar yetişkinlerin asla hayal edemeyeceği konuları bile anlıyorduk. O mavi balon benim kırmızı balonuma gönderilmiş bir mesajdı.
Bir süre sonra sarı bir balon daha gördüm. Anneme seslenecektim ki ardından, yeşil, mor, turuncu ve beyaz bir sürü balon gökyüzünde yükselmeye başlamıştı.
O an şehrin farklı yerlerinde, annelerimiz tarafından, balonlarımızı elimizden kaçırdığımız için aptal yerine konuyorduk.
Çok geçmeden gökyüzü yüzlerce, binlerce balonla dolmuştu.
Kırmızı balonumu elimden bırakarak hiçbir yetişkinin anlayamayacağı bir ateşi yakmış, bir devrim başlatmıştım. Ailesinden korktuğu için istediği gibi hareket edemeyen çocukların devrimini; Kırmızı Balon Devrimi’ni!
perdeciydi, fayansçıydı, boyacıydı, davetiyeciydi derken bilumum esnafın alt alta dizildiği görünümdür. fotoğraflar, "bu nasıl olmuş?"lar, "ama bu böyle olmayacaktı"lar gırla gider.
zülfü abi davetiyeleri basarken, ismail usta'nın aynalı büfeyi bitirmesini beklersiniz. 4 ayrı kişiden fiyat alırken kaydettiğiniz 4 numaralı boyacı kapıları boyamadan perdeci necmi'nin perde kesimini halletmesi gerekmektedir...
whatsapp yokken millet nasıl evleniyormuş şaşarım.
peşin edit: o kırmızı yanaklı gülen suratı atan karşı taraf, aman diyeyim.
westworld'un ikinci bölümünde arz-ı endam eden ve "sen gerçek misin?" sorusuna "if you can't tell, does it matter?" diyen hatun kişi. uu beybi. buralar yeşillenmeliydi.
özellikle nakarata çıkan yokuşuyla şahlanan bir Cihan Mürtezaoğlu güzelliğidir.
buraların çoktan yeşillenmiş olması lazımdı da bu yeni nesil alternatif müziğe biraz mesafeli be gülüm.
bak bu ormanda gem tutmaya razı bir yılkı (atı) kadar,
bin duvar yıkar,
sözlerini inceltir bu deli adam
bir gemi yapar,
seni alıp gitsin diye bahar getirir ki;
pencerende dursun göçmen turnalar
inadı bırak gel yelkeni indir
böyle bir umman bulamazsın
yere göğe sığmaz deli bir huyun var
vuslata engel olamazsın
ben bir bal arısı, senin adın zambak
sevmediğin güle konamazsın
allar morlar iç içe geçince
renklere çare bulamazsın
En ucuz rezidansın 250 bin tl ettiği, birlik ve beraberliğe yine ihtiyacımızın had safhada olduğu şu günlerde yaşanan trajik durumdur. Hayır rengi de beyaz. Adam geçmişini bu kadar silme gereği duymamış. Aferin.
kendisi 63'üne gelmiş, amerikalı gitarist, şarkıcı, besteci ve daha niceleri. elizabethtown'da esas oğlan ölen babasını ziyaret için kiraladığı araçla yola çıktığında fonda çalan şarkı ile kendisinden haberdar oldum. gitar ile oynuyor bu adam, gitar ile sevişiyor halka açık alanlarda. alkışı da duymuş bu adam ihaneti de görmüş. bilenler bilmeyenlere anlatsın.
böyle, özetle kendini beğenmiş denebilir ama değil işte. öyle bir duruş vardır ki bu esrarlı mağrur dangalaklarda, sanarsın ki burnu kaf dağı'nın ardında. dangalak dememe bakma bak, bunlar kadın da olur, ki esrarlı mağrurların kadını makbuldur. böyle kibirli, kurumlu, murumlu. kıskanırsın bunu, ne güzel duruşu var lan diyemezsin de ukalaya bak dersin. halbuki bir tarafın çoktan şişmiştir, gözün hep onun olduğu taraftadır. mütevazi falan değildir bu, o esrar, o bilinememezlik perdesi silsile silsile içini acıtır, soru işaretleri buram buram ünlem kokar. o ne duruş ya rab, o ne duruş ki uğruna nice gözler şaşı kalıyor. esrarlı mağrurun kadını makbuldur.
zaman büyük buhran zamanı. 1929'da, 29 ekim-13 kasım arasındaki borsa çöküşleriyle abd'nin 30 milyar doları buharlaşmış. sonraki süreçte Amerika'da her dört kişiden biri işsiz. sscb dışındaki dünyada 30 milyon işsiz var. 1929-1933 arasında dünya ticareti, altın bazındaki değerinin yüzde 66'sını yitirmiş. rockefeller ''93 yıllık yaşamım boyunca buhranlar geldi, geçti. refah ise hep geri geldi, gene gelecek.'' demiş, ancak refah gelene kadar çok şey götürmüştür. ve bu dönemde hiçbir şarkı bu büyük buhranın karanlık ruhunu bu kadar iyi yansıtamamıştır. özetle ''ulan bana bir hayal inşa ettiğimi söylediler de, şu an neden bir dilim ekmeğe muhtacım?''ın yakarışıdır bu şarkı.
bu linkten tom waits yorumunu, dönemin müthiş fotoğrafları eşliğinde dinleyebilirsiniz:
videonun 20. saniyesinde görülen kadın da, sonra iki fotoğrafı daha var, dönemin ünlü abd'li fotoğrafçısı dorothea lange'ın ünlü migrant mother'ıdır.
bu linkten ise, benim de favorim olan süper george michael yorumunu dinleyebilirsiniz:
şarkının tümünün sözleri şu şekildedir:
söz-müzik: e.y. harburg ve jay gorney.
1932'de kaydı yapan isim: bing crosby
they used to tell me
i was building a dream.
and so i followed the mob
when there was earth to plow
or guns to bear
i was always there
right on the job.
they used to tell me
i was building a dream
with peace and glory ahead.
why should i be standing in line
just waiting for bread?
once i built a railroad
i made it run
made it race against time.
once i built a railroad
now it's done
brother, can you spare a dime?
once i built a tower up to the sun
brick and rivet and lime.
once i built a tower,
now it's done.
brother, can you spare a dime?
once in khaki suits
gee we looked swell
full of that yankee doodle dee dum.
half a million boots went sloggin' through hell
and i was the kid with the drum!
say don't you remember?
they called me al.
it was al all the time.
why don't you remember?
i'm your pal.
say buddy, can you spare a dime?
once in khaki suits,
ah, gee we looked swell
full of that yankee doodle dee dum!
half a million boots went sloggin' through hell
and i was the kid with the drum!
oh, say don't you remember?
they called me al.
it was al all the time.
say, don't you remember?
i'm your pal.
buddy, can you spare a dime?
not: ''jobless men, keep going. we can't take care of our own. - chamber of commerce''
kolay mıdır hazır olmak hayatından çıkmayacağına emin olduğun birini oraya almaya? o kadar büyüdün mü gerçekten? gerçi eminsen bitmeyeceğinden ne bekliyorsun değil mi? öyle değil işte o.
ulan bakıyorum, eleman yazdığı her konuda vermiş veriştirmiş bir şeylere, birilerine. bir kuyruk acısı mı var, zamanında tecavüze mi uğramış ne olmuş bilemem, ama gitsin başka platformlarda takılsın derim. ben kimim de bunu derim o ayrı da, çok itici be, çok nahoş, etik dışı bir durum.
bakıyorum aynı birkaç isim, birçok erkeğin etmeyeceği küfürler, kullanmayacağı bir ağızla yazıyor. kusuyor kötü geçmiş çocukluğunu, yediremediği haksızlıkları, ezikliklerini, çirkinliğini, komplekslerini, çıkamadığı erkekleri vs. sevmiyorum. bildiğin iğrenç geliyor.
kadın dediğin ağır olur lan, bir duruşu, mesafesi olur...
az önce bir haberde rast gelinen olaydır. bunu yapan canileri kınıyorum. ancak görüntü biraz komikti, gülmeden de edemedim. yoldan geçen bir vatandaş kavanozu çıkardıktan sonra köpek rahat bir nefes almış ve boş arazideki otları yemeye başlamış...