2005 sonraki seriyle yetinmeyip 1963'te başlayan kalasik seriyi izleyen, kitaplarını okuyanları da vardır elbet. hatta üzerinde the angels have the phone box yazan bir tişörtü olanları bile vardır.
stream protokolüdür. internet üzerinden video paylaşımı yapıldığında; videonun (ya da neyi stream ediyorsanız) buffer edilmeden direkt olarak yayınlanmasını hedefleyen bir protokol.
evinizde rtp üzerinden yayın yapan herhangi bir yayını izlemek/dinlemek için vlc player kullanabilirsiniz.
ruhu olmasa bile ruhu varmış gibi davranabilir. şu anki bilgisayar teknolojileri bu kadar gelişmedi, ama ileride yeterli miktarda veri işleme hızı ve bellek sağlanırsa insanları simule eden biligisayarlar yapılabilecektir. fakat bu sadece ruhu taklit etmek şeklinde olacaktır. elektornik sistemlerde bilinç, kendi kararını vermek, kararsızlık, duygular gibi sistemleri simule etmek bile şu an mümkün görünmüyor.
1890 yılında John Searle tarafından ortaya atılan deney. günümüzde yapay zekanın kendi bilinci olamayacağını savunanların elindeki en önemli kozdur.
deney şu şekilde; kapalı bir odaya bir insan konuyor. bu insana bir kitap veriliyor; kitapta nesneler (elma, armut, kalem...) ve bu nesnelere karşılık gelen çince kelimelerin yazılışı var. bu odanın bir yerinde sadece bir kağıdın ve bu nesnelerin sığabileceği bir boşluk var.
dışardan gelen bir adam bu delikten içeriye, üzerinde çince kelimeler yazan kağıtlar veriyor. içerdeki adam da kitaptan bakıp o nesneyi bulup adama veriyor aynı delikten. dışardaki adam, içeride çince bilen birisi olduğunu düşünecektir. ama aslında içerideki insan sadece anlamadığı, ne olduğunu bilmediği kelimelerin karşılığı olarak yapması ona söylenen şeyleri yapmaktadır.
özetle deney şunu savunur; bir bilgisayar, ne kadar insan gibi davransa da, insan gibi hissetmesi ya da düşünmesi gibi bir şey düşünülemez. o sadece kendisine verilmiş komutlar sayesinde insanı taklit edebilir. bu sebeple hiç bir elektronik sistemin bilinci ya da ruhu olamaz.
1 - NASA'ya telefon açın. işte onların numarası: (713)483 31 11. Onlara buradan olabildiğince çabuk ayrılmanızın çok önemli olduğunu anlatın.
2 - Eğer sizinle iş birliği yapmaya yanaşmazlarsa, Beyaz Sarayda çalışan herhangi bir arkadaşınızı arayın -oranın numarası (202) 456 14 14- ve NASAdaki adamlara sizin tarafınızı tutan birkaç laf etmesini söyleyin.
3 - Eğer Beyaz Sarayda arkadaşınız yoksa, Kremline telefon açıp (uluslararası santrale bağlanıp 0107 095 295 90 51'i bağlamasını isteyin). Onların da orada (en azından konuşabilecekleri) bir arkadaşları olmayabilir, ama biraz da olsa bir ağırlıkları vardır, o yüzden deneseniz iyi olur.
4 - Eğer yine başarısız olursanız, yol göstermesi için Papayı arayın. Telefonu şu: 011 39 669 82 ve telefon santralı hata yapmıyormuş.
5 - Eğer bütün bu denemeler başarısızlıkla sonuçlanırsa, tepenizden uçup giden bir ufoyu bayrak sallayarak yere indirin ve telefon faturanız gelmeden önce bu gezegenden ayrılmanızın ne kadar hayati bir önem taşıdığını açıklayın.
--spoiler--
lisans hayatımı özel bir üniversitede tamamladım. yüksek lisansıma da aynı üniversitede devam ediyorum. şikayetçi değilim durumdan.
öğrencilerin bir kısmı gerçekten baba parası ile okuyan (ya da okuyor gibi görünen) insanlar olsa da, siz kendiniz için bir şeyler yapmak istediğiniz sürece diğer üniversitelerden farkı olmuyor. arkadaş kitleniz daha küçük oluyor, orta halli bir ailedeyseniz -bursluysanız bile- okul masrafları biraz tuzlu gelebiliyor...
ama okul size devlet okullarından daha çok imkan sunabiliyor genelde. çünkü ödenek sıkıntısı gibi bir derdi yok. ayrıca öğretim üyeleri de genelde o kadar kötü olmaz (hepsi diyemiyorum ne yazık ki, ama çoğu iyidir). çünkü okul, öğretim üyesi seçerken ne kadar kaliteli seçerse, reklamı o kadar iyi olur diye düşünür. bu da kaliteyi biraz yükseltir.
tabi dediğim gibi; bu okulların en büyük eksisi, öğrencilerin yarısının boş beyinli zenginler olması. bir yerden sonra onları görmezden gelebilirseniz gerçekten verimli bir eylem olabiliyor özel üniversitede okumak.
yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda ulaşılan kuraldır.
ilişkide büyük olan tarafın yaşının yarısından yedi fazlası, partnerin bulunması gereken minimum yaş olmalıymış. bundan daha küçük olursa cinsel ve psikolojik açıdan ilişkinin mutsuz gitme ihtimali çok yüksekmiş.
ilk duyduğumda saçma gibi gelse de adamlar bunun üzerine tezler, makaleler yazmış.
(bkz: science bitch)
nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama böyle bir denklem çıkarmıştı abiler. Mantıklı ilişkiler için minimum ilişki yaş sınırı senin yaşının yarısı artı yedidir diye. ben onların yalancısıyım.
orjinal crossfire'da var olmasına rağmen girmenin imkansız olduğu oda. bazı serverlerde bu odaya girilmesi icin duvarda bir kapı oluşturulmuş, değiştirilmiş crossfire mapleri kullanılırdı.
küçük bütçeyle ortaya çıkarılan, fakat gün geçtikçe büyük firmalara yaklaşmaya başlayan oyun türü.
reklam ve pazarlama gibi etmenleri genelde içinde barındırmadığı için zaten bir kaç adım geride başlar bu tür. microsoft, sony, ea gibi firmalarla kapışmasına zaten imkan yoktur. indie oyun geliştiriciler de bunun farkındadır. gerçekçi grafikler ya da pahalı olan diğer etmenlerin yanına bile yaklaşamazlar. bu açığı oyunun hikayesine, oynanabilirliğine ve orjinalliğine yüklenerek kapatmaya çalışırlar.
bu da bazen o kocaman firmaların uğraşıp oluşturamadığı kalitede hikayelerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. bazıları gerçekten sanat eseri kalitesindedir.
doğal durum. maddi getirisi az olduğu için çoğu firman uğraşmak istemiyor. çünkü orjinal oyun alan kitle çok büyük değil bizim ülkemizde. para getirmeyeceğini bile bile de adamlar bu işe emek ve sermaya harcamaya yanaşmıyor.
buradaki bit, veri yolu genişliğini temsil eder. işlemci ve ramin anlaşması için yollanan kodlardaki opcode ve adresin toplamı veri yolu kadar olmalıdır. daha gelişmiş sistemlerde ram kullanımı arttığı için adres büyür. bu sebeple gelişmiş uygulamalar daha büyük veri yolu kullanır.
teknik olmayan biçimiyle;
senin 2 metre yüksekliğinde bir tünelin var. bu tünele en gelişmiş havalandırma sistemini de kursan, en kaliteli ışıklandırma sistemini de döşesen bu tünelden 3 metrelik otobüsü geçiremezsin.
yani saçmalık değildir. daha fazla yük taşımak istiyorsan (daha detaylı oyun) o büyük tünele ihtiyacın olması doğal.
çok tırt başlayan, ama giderek toparlayan; ve ilk sezonun sonlarına doğru oldukça izlenesi bir yapım haline dönen dizi.
bir de garip şekilde bana fallout'u anımsatıyor bu dizi. nükleer savaş sonrasında dünyaya dönme olayı yüzünden olabilir tabi bu anımsama.
--spoiler--
o değil de; mount man mount man diyip durdular. ben de yabani gibi bir şeylerdir diye düşünmüştüm. abiler baya baya gaz bombası ile, tatik lazerli silahlarla falan geldiler lan. çok güzel sağ gösterip sol vurmuş senarist.
--spoiler--
Banka soymaktan, galeriden resim çalmaya, seçime hile karıştırmaktan, FBI binasından server çalmaya; ne kadar itlik kopukluk varsa yapabileceğiniz bir oyun. Kendi çetenizi kurup, tanıdığınız insanlarla oynadığınızda daha bi lezzetli olan FPS.
vurayım, kırayım, düz devam edeyim mantığından mümkün olduğunca uzak olan; nerede duracağınızı, kimi, nereden, nasıl vuracağınızı uzunca planlamanızı gerektiren oyun serisinin 3. oyunudur.
e3'teki videosu ile göstermiştir ki 2.oyunu aratmayacak kalitede bir oyun bizi bekliyor. v2'de insanların iç organlarını gördüğümüz gibi; bunda araçların motorlarının içini de görmemiz çok hoş bir etki katacaktır. trigger kayışına, ya da ne bileyim fren hidroliğine nişan almak hoş bir etki yaratabilir. özetle; iyi bi oyun geliyor gibi. umarım hayal kırıklığına uğramayız.
gireceklere kendimle ilgli bir örnek vermek istediğim sınav;
2008 senesinde girmiştim sınava. dershane denemelerimde 240lara zar zor ulaşabilen bir öğrenciydim (bizim zamanımızda okul puanı hariç 300 oluyordu maksimum puan). öss'ye girdim; mat1, mat2 full. türkçe 1 boş falan. özetle 277 puan gibi bir şey almıştım. 1 yıl boyunca denemelerde aldığım en yüksek puandan neredeyse 40 puan fazla yani. türkiye 12.000.'si oldum say-2'den, hep istediğim biglisayar mühendisliği bölümüne yerleştim. bir çok insan için çok çok iyi bi puan olmayabilir, ama benim için çok çok iyiydi bu sonuç.
özetle; kendinize güvenin, deneme sonuçlarınız beklediğinizden düşükse onlara çok aldanmayın. belki benim gibi siz de 6 yıl sonra başkalarına anlatırsınız "bak ben ygsde/lysde, 1 sene boyunca girdiğim denemelerde aldığım en yüksek puandan şu kadar daha yüksek aldım." diye. neden olmasın?
verimlilik açısından tatmin edici olmasını umut ettiğim projedir.
whatsapp arkaplanda çalışırken 15 mb yer kaplıyorken ramde, ben gidip 40 mb ram işgal eden uygulamayı kullanmam. tamam 2 gb ram var telefonda, ama ram ne kadar dolu olursa şarjın o kadar hızlı tükeneceği gibi bir geçrek de var.
bir de az veri harcaması önemli. 2 satır yazıyı yollamak için kilobytelar tüketmenin, arkaplanda notification beklerken kişinin internet paketini sömürmesi falan hoş olmaz.
onun dışında süpersonik yenilikler getirme şansı pek yok sanki. ama yine de olanı daha iyi sunmak çok önemli.
14 şubat 2014 itibariyle atılmış uydu. hayırlı uğurlu olsun.
fakat bir şey söylemek istiyorum.
bu ülkede uzay mühendisliği bölümü okuyan gençler var. sadece bir üniversitemizde olsa da, bu bölüm yıllardır mevcut. kendi uydumuzu yapmaktan neden bu kadar uzağız o zaman hala?
hadi yapamadık diyelim... çok zordu üretimi.
kendi uydumuzu fırlatmaktan, o hesaplamaları yapmaktan bile bu kadar uzak mıyız? her mühendislik mezunun geçmiş olduğu diferansiyel denklemler dersinde işlenen denklemler değil mi bunun hesabı? hatta diferansiyel denklemlerin ne kadar saçma bir ders olduğu söylendiğinde, ne işe yarayacağı sorgulandığında ilk verilen cevap "uydu fırlatımındaki hesaplamalar bunlarla yapılıyor" olmuyor muydu? ne oldu? tüm mühendislik fakültesinde, her dönem o kadar öğrencinin aldığı ders boşa mı?
bir ülkenin kendi uyduları olması çok güzel bir şey. özellikle iletişimin bu kadar önemli olduğu bir çağda, iletişmek için kendi ağını kurabilmek çok önemli. ve bunun için atılan her adım çok güzel. ama aklım almıyor, neden kendi uydumuzu yapamıyoruz. gerçekten yapamayacağımız için mi, yoksa cesaret edip de bu adımlar atılamadığı için mi...
yine de hayırlı olsun. inşallah 4b'yi, 5a'yı falan kendimizi yapıp fırlatabiliriz.
Mükemmel bir hikaye üzerine kurulmuş bir oyun. Ve gerek görselleri, gerek müzikleri ile bu hikayeyi o kadar güzel yaşatıyor ki insana...
Miliyonlarca dolar harcayıp grafikleri güzel ama içi boş oyun hazırlayanların aksine; düşük bütçeyle nasıl harikalar yaratılabileceğinin büyük bir kanıtı bu oyun.
ana hikayeyi spoiler vermeden özetlemek gerekirse;
Sigmund Corp. isimli şirket, ölmek üzere olan yaşlıların son isteklerini gerçekleştirmek için bir teknoloji geliştirmiştir. o kişilerin anılarına gidip, son dilekleri için gerekli bilgileri toplayıp, bir kaç değişiklikle son isteğini anılarının arasına yerleştirmeye çalışan bu şirketin iki çalışanını kontrol ediyoruz biz de.
Johhny, 1 ya da 2 günlük ömrü kalmış birisi. bizden istediği ise -oyunun isminden de tahmin edilebileceği gibi- aya gitmek.
4 saat civarında bitebilen bir oyun. ama o 4 saat, o kadar dolu dolu geçiyor ki; 20 saat oynayıp da "aman bu muydu" dediğiniz oyunlara kıyasla daha çok tatmin ediyor sizi.
4.evre en son evredir her türü için. bu evrede kanserli hücrelerin tamamen temizlemesi gibi bir şans yoktur.
fakat hiç bir şey için son değildir. kemoterapi ve radyoterapi gibi yöntemlerke zararlı hücreler kontrol altında tutulabilir ve nispeten daha acısız, normale yakın bir hayat sürülebilir. bu şekilde 10-15 yıl, hatta daha fazla yaşayabilen insanlar vardır. tabi bu hücrelerin nereye yayıldığına göre değişir.
allah kimsenin başına vermesin. metastaz, pet gibi Kelimeleri sadece genel kültür için öğrenen insanlar gerçekten çok şanslı...
düzenleme: moral çok önemli. çevrenizde varsa bu illetten çeken birisi, sevildiğini hissetmesini sağlayın. yalnız olmadıklarını bilsinler. ve siz de yalnız olmadığınızı bilin. zordur birinin gözünüzün önünde eriyip gitmesi... ama sevgi en büyük ilacı bunun, bunu unutmayın.