Yüreğimde yara sesi var.
Bir bıyık niye uzar, kıyametteyken sen?
Ayna sırrını döker mi hüzünden, unutulmaktan?
Hani öz yüzüne bakamazsın ya,
Hani suyu kirletir ya ellerin.
Ki o eller devrim ateşi taşırdı,
Yüzü gülsün diye ayazdakilerin.
Şimdi saklanacak yer ararlar.
Bir el niye utanır kendinden hoca?
Sadece birbirine tutunur karanlıkta usulca?
Ah elleri salhaneye sokmamalı,
Susuz ellere denizi göstermemeli,
Ne yapacağını bilmez şaşkınlarım.
Tutar bir su sızıntısına kanar da, deryadan olur.
Ama ne bilsin bunu yağmurla beslenen nilüferler.
Eller mi suçlu de hoca?
Açlık mı, susuzluk mu?
Açlık; çarık yedirir derdi de masal amcam,
Bir türlü anlamazdım.
Bir el niye bilmez ölçüsünü,
Panikler, saf sevda karşısında?
Hata sinsice bekler kapısında.
Niye büyükçe kirlenir çocukların elleri?
Peki, bilir misin ellerdeki o kahredici kederi?
Neden bunca kolay kundaklanır,
Köy evlerine benzer yürekleri?
Büyümese daha mı iyi olur köy çocukları?
Köyünde kalsa, kirletmese kentleri, kentlileri.
De hoca, daha mı iyi olur?
Kirli çocukları beslemeyip asıp kurtulsak,
Ah de hoca?
Köylü yürekli, kına bakışlı,
Bir yürek neden öldürür kendini, yetmeyince kendine?
Bir bakış neden uzar tırnak tırnak?
Neden her günah ille de bir el arar?
Peki eller neden mezar kazar?
Omzum ortasında iğneli fıçı,
Çengelli sorularla tetiklenen.
Bir yürek neden yanıtlayamaz mantıklı soruları?
iflasını verir mantık maliyesine, kendini fesheder.
Kaybettiği kanla sarar yine yarasını.
Olur olmaza ilikler yakasını,
Öylece köylü durur zulmün önünde, sökülür diş diş.
Sustuğunu unutturmak sayar ahmakça.
Ellerim günah rengi hoca,
Tütün basıyorum yangınıma,
Acı acı yansın, külden beter olsun.
Bir el niye imdat ister batarken günah batağında?
Ellerimde havar sesleri.
Bırak boğulsun ellerin kendi çığlığında.
Bir el ne ister hoca, başka ne?
Çatısı niye çöker bir yüreğin?
Kan ağlar göçünce kırlangıçları.
Bırak yıkılsın başına dünyası,
Yıkasın ölüsünü kendi kanında ne çıkar?
Tabutunu öz ırmağı götürsün kim bakar?
Bir yürek kaza sonucu nasıl ölür?
Ölürse iyi ki mi ölür, yolun, havanın hesabı sorulmaz mı?
Ohh, öldü de kurtulduk mu olur?
Ah hoca.
Yüreği mahkeme salonu, aklı kürsü,
Adil olduğunu bildiğim yargıtaysız merci,
Kestiğin boynumdan kan akmaz bilesin.
De, bir yürek niye yargılatır kendini bir başka yüreğe?
Neden öyleyse bir yürek kendine ağır,
Kendi ipinde sallanır ve böylesine birbirine sağır.
Asma yaprağı gibi titremesi, asılacağını bilmesinden mi?
Yoksa asma dalı gibi birbirine sarılmasını bilmemesinden mi?
Nasıl küfür gibi durur göğsün elinden bir yürek?
De ha, herşeyi bilen Şahrud, de
alta kopyalamış olduğum dizelerin sahibi. kimisine göre komik, kimisine göre ilginç gelecek. ama ben gerçekten teşekkür ediyorum kendisine. tarif edemediğim duygu ve düşüncelerime ön ayak olup dile getirmemi sağladığı için.
evet garip ama ben onu çok sevdim. sıkı sıkı takipçisiyim artık.
merhaba. ben 27 yaşındayım, adım b. evde oturmayayım diye 5 yaşında anaokuluna başladım. evde oyun oynasam ya da doya doya televizyon izlesem ya da en güzeli sabahtan akşama kadar mahallede koştursam da olurdu ama anaokulu diye bir kurum vardı ve ailem oraya yolladı. yine ben 5 yaşında sıkıntıdan okuma yazmayı çözmüştüm ama ilkokul diye bir şey yaratıldığı, beş yıl boyunca çocukları oyalamak için bir bina yapıldığı için oraya gönderildim. ilkokul birinci sınıfı bitirdiğimde basit bir şekilde matematik anlatmayı beceremeyen babam sayesinde iki bilinmeyenli denklem çözebiliyordum. ilkokulun beş yılı boyunca acayip sıkıldım. bu beş yılda defalarca dizimi kanattım, blok fülüt çalmayı öğrendim, bir kere gözümü yardım, kabakulak ve su çiçeği geçirdim, düzgün olmayan yazımı bir türlü düzeltemedim. onun dışında çok sıkıldım. bir de evde ailemin dinden hiç bahsetmemesi fakat okuldaki çocukların sürekli "allah karanlıktaki karıncayı bile görür" demesi yüzünden paranoyak oldum. bir ara babamın düşüncelerimi okuyabildiğini düşünüp yaramazlık yapamıyordum. ha bir de ilkokul beşte harket enerjisinin ısı enerjisine dönüşümünü anlatmak için kaydıraktan kayan ve poposu yanan çocuk örneğini verdiğim için dayak yedim.
ilkokul dört ve beşinci sınıflarda anadolu lisesi sınavına hazırlandım. çünkü iyi iş bulabilmek için iyi üniversiteye gitmek, iyi üniversiteye gidebilmek için de iyi liseye gitmek gerekiyordu. çocukluğumu ders çalışarak geçirdim. ilkokuldan sonar hazırlık okudum. bak o güzeldi. sonra ortaokul ve lise. bozulmayan sırayla ve aynı kelimelerle selçuklular, osmanlı ve cumhuriyet tarihleri öğrendim. liseden mezun olduğumda ikinci dünya savaşı hakkında hiçbir şey bilmediğim gibi birinci dünya savaşı da benim için bir sırp milliyetçisinin frand ferdinand'ı öldürmesinden ibaretti. bol bol dua ezberledim, saçma sapan matematik problemleri çözdüm, üçgenin iç açılarını ve dış açılarını ezberlemem yetmiyormuş gibi onyedigenin bir dış açısını hesaplayabiliyordum. blok fülüt çalmaya devam ettim. sandıktan takla attım. mercekte kırılan mum ışığının iz düşümünü buldum filan. bunlar hep iyi bir üniversite ve akabinden gelecek iyi iş hayatı, bol para içindi.
hayatımın en ergen yıllarını ders çalışarak geçirdiğim için manyak bir ergen oldum. çılgın gibi test çözdüm. trigonometri, türev, integral öğrenmeye çalıştım. beceremedim çünkü çok sıkılıyordum. üniversiteyi kazandım. ilerde iyi bir iş bulabilmek için anorganik kimya dersini geçmem gerekiyordu ve bunun için periyodik cetveli ezberledim. sonra sülfürik asitle elimi yaktım. bir keresinde organik kimya laboratuarında astım krizim tuttuğu için profesörden azar işttim. haklıydı, astımım varsa niye bu bölümü okuyordum? ama kimya bölümünde ne okunur, kimya mezunu ne iş yapar bilmeden o bölüme girmiştim işte. zar zor mezun oldum üniversiteden, tca siklusunu ve karbondioksitin molekül orbital şemasını çizmeyi ezberleyerek.
yaşım 24'ü bulduğundan artık ne iş yapmak istediğimi biliyordum ve yüksek lisansa başladım. genetik bölümünü kazandım, kanser çalışmak için heyecanla okula gittim tezlerin dağıtıldığı gün. maya çalışması verdiler bana. "kanser?" dedim, "maya da iyidir" dediler. yüksek lisansı bıraktım.
iş aramaya başladım sonra. istanbul'da 1+1 bir ev ve sadece elektrik faturasını karşılamaya yetecek işler teklif ettiler uzunca bir süre. halbuki ben 24 yaşıma kadar iyi bir iş bulabilmek için franz ferdinand'ı, tca siklusunu ezberlemiştim. blok fülüt bile çalmıştım! bari doğalgaz faturamı da ödeyebilseydim!
bir süre sonra tüm faturalarımı da ödeyebileceğim bir iş buldum. çünkü hak etmiştim bence. en çok sandıktan takla atarken haketmiştim! iki yıl oldu. iki yıldır allahıma çok şükür faturalarımı ödüyorum. iki yıl oldu, iki yıldır mobbing yaşıyorum. iki yıl oldu, iki yılda defalarca hıçkıra hıçkıra ağlayarak çıktım ofisten. iki yıl oldu, iki yıldır nefret ederek geliyorum işe.
merhaba, ben b. birkaç ay sonra 28 yaşımı bitirecek ve 29. yılımdan gün almaya başlayacağım. 5 yaşından beri iyi bir iş bulabilmek için saçma sapan işler yapıyorum, ama mutsuzluktan ölüyorum. hem badminton oynamayı öğrendiğim hem de ikinci dil olarak öğrenmeye çalıştığım almanca ile "ich bin acht un zwanzig jahre alt" demeyi becerebildiğim halde hayatımın 2/7'sinde geç uyanabilmek ve kahve içmeye gidebilmek için hayatımın geri kalan 5/7'sinden nefret ediyorum.
"umarım barbie gökkuşagını kurtarır" denilesi çizgi film. baharın ilk tomurcuğunu kurtaramazlarsa peritopya sonsuza kadar kışa esir olacak.
çocukluğuma inecek olursak, durumumuzun çok iyi olmasına rağmen hic barbiem olmadı. belki bilinç altımda ki bu şeyden kaynaklı her haftasonu fox tvde bu filmi izliyorum.