Adaletin eşitliğe kurban edildiği bir çağ...
hukukun lime lime edildiği bir çağ...
akılsızlığın bir erdem olarak lanse edildiği bir çağ...
neo vandallar, neo barbarlar çağı...
yalan çağ...
şüphe hastalıkların yarısıdır.
iyimser olmak, olumlu düşünmek ilaçların yarısıdır. sabır ise şifanın ilk adımıdır.
ibni Sina
Günümüzde meditasyon adı altında yapınca çağdaş, dinimiz gereği yapınca yobaz olunan, iyiyi çağırmak, 777 vb düşüncelerin atası.
Dilin söylediği hayırdır, iyi düşünün iyi olsun.
düsturumuz; asrın ihtiyaçlarını müdrik, doğu ile batıyı iyi bilen münevver, dindar görüneceğim diye mutaassıp olmayan, aydın desinler diye de dinden taviz vermeyen, tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik.
(mahmut celaleddin ökten)
beden yorgunluğunun çaresi bir türlü bulunurda iki incitici kelâmın gönle bıraktığı ağırlık, insanın kalbinde bir ömür yük olarak kalır. silip bir köşeye koyar, affettim dersin eyvallah. ama yükü omuz yerine kalp taşıdığı için elbet bir gün o yorgunluk tekrar nükseder.
Tarihin en çok merak ettiğim dönemlerinden birini konu edinen, derin ve sürükleyici bir roman: Nizamülmülk, Hayyam ve Hasan Sabbah arkadaşlığı. Lübnan asıllı bir hristiyan olan yazarın olaylara tarafsız yaklaştığını düşünmek yanıltıcı olur. Zaten tarihçiler bile, kişisel yargılarından, dönemin baskın anlayışından kendisini kurtararak yazamaz. Bu yüzden Selçuklu'yu tasvir eden yerici ifadeleri dikkate almadan, edebi yönüyle tavsiye ediyorum kitabı.
24 yaşında Semerkant'a gelen Hayyam'ın karşılaştığı ilk manzara, ibn Sina'nın öğrencisi olan Cabir'in felsefeyle uğraştığı için softa takımı tarafından sokak ortasında dövülmesi olur. Onu kurtarmaya çalışınca, aynı saldırının hedefi haline gelmesin diye dönemin kadısı Ebu Tahir tarafından koruma altına alınır. Çünkü kadı, ibn Sina eserlerini ezbere bilen bu gencin methini duymuştur ve kendi abisi de yazdığı bir şiir yüzünden öldürülmüştür.
Hayyam halkın hoşuna gitmeyen sözler etmiştir: "Camiye arada giderim, orası gölgeliktir" cümlesini "Ancak Rabbiyle barış içinde olan insan ibadethanede rahatça uyuyabilir" şeklinde açıklar. "Yobaz değilim ama 1 olana asla 2 demedim" cümlesiyle dindarlığını ifade eder.
Kadı onu Maveraünnehir'in efendisi Nasır Han ile tanıştırır. Huzurunda şiir okuyan kadına "Ağzın altınla dolsun" deyince Cihan bir tepsi dolusu altını ağzıyla toplamaya başlar. Hayyam kadını çok beğense de, bu tavrı onaylamaz. Aynı şey kendisine teklif edilince oruçlu olduğunu uydurarak reddeder. Hayat anlayışları kesişmeyen bu kadınla yolları kesişir. Cihan'ın gözü hep yönetimdedir, Hayyam'ınki ise bilimde. Hükümdarın takdirini kazanarak rasathanesini kurar. Bilinmeyene x denmesi, onun bir isimlendirmesidir.
Bir süre sonra Selçuklular şehre saldırır. Çağrı Bey adamlarına şehri yağmalatmak ister, Tuğrul Bey onu Ramazan ayı hatrına durdurur. O yıl insanlar ilk defa oruç ayı bitmesin diye dua eder. Vakti belli bir saldırıyı beklemek daha zordur ama sonuçta Tuğrul Bey kardeşine engel olur. Bu noktada Selçuklular için şu ifade kullanılır: "Ellerinden hem her türlü alçaklık gelir, hem de her türlü soylu davranış"
Tuğrul Bey kurtardığı Abbasi halifesinin kızıyla evlenmek ister. Halife daha düne kadar putlara tapan bir millete kızını vermeye yanaşmaz. "Bağdat'ı aldığım gibi o kızı da alacağım" diyen Tuğrul Bey muradına ulaşır.
Bu arada Ömer, Hasan Sabbah'la tanışır. 17 yaşındaki bu genç din, felsefe, tarih alanında her şeyi okuyup bitirmiştir. Amacı devlet yönetiminde yer edinmektir. Vezir Nizamülmülk kurt ile kuzunun aynı dereden su içebileceği huzurlu bir memleket düşler. Hayyam'ı istihbarat işlerinin başına getirmek ister. Oysa Ömer sırlar ile o sırları ortaya çıkaranlar arasında kalsa, sırlardan yana tavır koyacak bir adamdır. Bu görev için Hasan'ı önerir.
Hasan zamanla hükümdarı vezirine karşı doldurmaya başlar. Elindeki en önemli silah, cimri Melikşah'a vezirin harcamalarının boyutunu anlatmaktır. Nizamülmülk kendini şu cümlelerle savunur: "Allah'ın elinden daha fazlasının gelmeyeceğini düşünüyorsanız hiçbir şey harcamayın. Ben Rabbimin cömertliğine inanıyorum. Müslümanların iyiliği içinse, tek kuruşu bile hazinede tutmam." Vezirin hesaplarını incelemek için kırk gün süre isteyen Hasan, raporlarının karıştırıldığını fark eder ve Melikşah'a sunacağı belgeleri bulamaz. Bu noktada vezir Hasan'ın katibini satın alan bir dalavereci olarak lanse edilir tarih sahnesinde. Hasan'ın gözlerine mil çekilmesi kararlaştırılsa da Hayyam devreye girer ve gözden düşmenin acısını ancak okuyarak hafifletecek bir adama bu cezanın reva görülmesine engel olur.
Bundan sonra Hasan Sabbah kişisel intikamını, devletin başına uzun süre bela olacak bir tarikat kurmaya vardırır. Her yerde peşine taktığı müritleri Alamut Kalesinde teşkilatlar ve suikastler planlar. "Bir balığın denize atılması nasıl lütufsa sizin de ölüme gitmekten korkmamanız gerekir" diyerek müritlerini hedef aldığı insanlara yönlendirir. Kalabalıklar içinde ölüp öldürerek yeni hayranlar kazanırlar. Kendi ailesine karşı da son derece sert olan Hasan, bir suça karıştıkları iddia edilen iki oğlunu da ölümle cezalandırır. Müritlerinin uyuşturucu kullandığı iddiası Marco Polo'ya aittir Oysa onları uyuşturan tek şey son derece bağnaz bir imandır. (Haşhaşiler denilen bu akla zarar tarikatı tanımak isteyenler için Alamut adlı roman bir başyapıttır)
Bu arada Nizamülmülk Melikşah'ın siyasette etkili hanımı Terken Hatun'u kızdıracak hamleler yaptığı için isminin üzeri çizilir. Zaten bacağında ur bulunan vezir kendini Siyasetname adlı eserini yazmaya verir. Ya hastalıktan, ya Hasan'ın müritlerinden, ya hükümdardan gelecek ölümü beklemeye başlar. Ölümünden 35 gün sonra da Melikşah zehirlenerek hayata veda eder. Terken Hatun boğularak öldürülür. Cihan hayatta kalamaz. Ve Hayyam bir asker tarafından kaçırılarak kurtarılır. Hasan o askeri de ortadan kaldırıp Rübailer'in yazılı olduğu eseri kaleye götürür. Amacı Hayyam'ı da yanına çekmektir ama Ömer hiçbir zaman kaleye gitmez. Yazma eserin kalede Moğolların çıkardığı yangında kül olduğu sanılmaktadır.
Bundan sonra hikâye, o eserin peşine düşen anlatıcıya bağlanır. Ve konu yine tarihin merak edilen dönemlerinden biri olan iran devrimine dönüşür. Cemaleddin Afgani kahramanımızı, peşinde olduğu eseri bulabileceği iran prensesi Şirin'e yönlendirir. Bu sırada iran'da şah ve demokratlar arasında rejim mücadelesi devam etmektedir. Meclisin açılmasını sağlayan devrimcilere rağmen, bu model Hindistan'a kötü örnek olur diye Batı tarafından desteklenen Şah galip gelir.
Yazar prenses Şirin'in elinde bulunan Hayyam rübaileri yazmasına ulaşır. Prensesle evlenerek Titanic gemisinde balayı planlar. Büyük faciadan sonra yazma eser sulara gömülürken prenses de ortalıktan kaybolur.
Neden bütün kitabı anlattım? Çünkü yazarın Selçuklu topraklarında başlayan, iran'a bağlanan ve Titanic'de son bulan enteresan kurgusu kayda değerdi. Ayrıntıları işleme biçimi, yazdığı diyaloglar çok ustacaydı. Herhangi bir parçayı atlamak, kitaba haksızlık olurdu. ideolojik boyutunu, tarihi gerçeklik payını bir kenara bırakarak; ben edebi yönünü ve ele aldığı dönemi çok sevdim. Yaptığı sayısız baskıyı hak ediyor bence.
Korkma dedi. Kimse aşktan ölmez. O işler sadece masallardadır. Bir de romanlarla filmlerde. Hangi ateş sonsuza kadar yanmış ki? Biraz tüter sonra sönersin.
Bugün, dünyada olmanın, hayatta olmanın, bir mucizenin içerisine olmanın farkına varanları alkışlıyorum.
Evet, “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası” sözünün künhüne varanları alkışlıyorum.
Usanmayanları, usandırmayanları, yorulsa dahi yormayanları, tahammül edilecek bir hayatı sürükleseler dahi âleme coşku verenleri, her dem mucizeye dokunurmuş bir sesi âleme şifa olanları alkışlıyorum.
Muhteşem geniş, engin, derin bir âlemde kendi kabuğunu kıranları alkışlıyorum.
iyilik yapmaya müsaade edenleri, izin verenleri alkışlıyorum. Zira asıl iyilik, birinin size iyilik yapması için müsaade etmesidir. iyiliğinizi kabul etmesidir. Bu sizi tefeci olmaktan kurtarır.
Bugün, insan olduğum için, insan kalanları alkışlıyorum.
Mucizevi bir rüyanın sönmeye mahkûm ateş parçalarıyız. Bazılarımız yandıkça daha da büyürüz. Ateşiyle âlemi pişirenleri alkışlıyorum.
Bir şükür cümlesi gibi var olan insanlar var ya âlemde; şükür. Tüm canımla alkışlıyorum hepsini. Şükür!
Türkiye'de çoğunluğu oluşturan kitlelerin hiçbir zaman "ideallerin peşinden koşma" lüksü olmadı.Gündemi hep ertesi günün geçimi,ailesinin geleceğiydi.Elitist "sol" siyasetin en büyük hatası,bu insanlara "ideal satmaya" çalışmak oldu.Almadıkça kızdı.Kızdıkça küçümsedi,düşmanlaştı.
seven sevdiğine meftun ve hayran olur. seven sevdiğine meftunluğu ve hayranlığı kadar adımlarına dikkat eder. sevgi ve hayranlık iddiasında bulunan kişinin yürüyüşünde bozukluk varsa meftunluğu ve hayranlığı kuru laftan başka bir şey değildir.
Gazzâlî:
“Dünya sevgisini gönülden çıkarmak cidden zordur. O, öyle müzminleşmiş bir hastalıktır ki, gelmiş ve geçmişler onun tedavisinden âcizdirler. Bunun tek tedâvi çaresi var. O da, ahiret gününe ve oradaki büyük mükafat ve mücazâta îmandır.
Bu îmanı yakîn derecesine varan kesin olarak buna inandığı vakit, artık yavaş yavaş dünya sevgisi kalbinden göç etmeye başlar.
Çünkü önemli şeyi sevmek, önemsizi gönülden çıkarır..”
ihyâ/Ölüm ve Sonrasını Anma Kitabı
"Kalp cennet ve cehennem düşüncesinden, birinciyi ummaktan ikinciden kaçmaktan uzaklaşınca, azim ve kararı gevşer.
Himmeti zayıflar, teşvik ve dürtüsü gevşer.
Cenneti ne kadar şiddetle talep ederse ve uğrunda çalışırsa kendisini sürükleyen duygu daha kuvvetli, himmeti daha şiddetli, çalışması daha mükemmel olur. Bu, tatmayla anlaşılır."
sevdiğin insanları olduğundan daha iyi daha masum sanmak.. kusursuz ve mükemmel görmek.. sonra o insanın aslında o kadar da kusursuz ve iyi olmadığını farketme, hayal kırıklığı, kapanış.. hiçbirimiz mükemmel değiliz ama neden karşı tarafı böyle sanıyoruz acaba.
ilk başlarda insanlar için beklentimi olumlu anlamda çok yüksek tutup sonrasında hayal kırıklığı yaşıyorum hep.. bu özelliğimi aşmam hatta yok etmem lazım. bana bazen çok zarar veriyor bu huy.. dünyadayız ve kendimiz dahil içindeki hiçbir şey mükemmel değil.
Charles Dickens iki Şehrin Hikayesi giriş cümlesidir: Zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü; bilgeliğin ve aptallığın çağıydı. Hem inanç hem de kuşku devriydi. Işığın da asrıydı karanlığın da. Hem umut baharıydı hem de umutsuzluk kışı. Her şeye sahiptik hiçbir şeyimiz yoktu.
Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanllık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze inceden
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan
Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!
Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram
Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.
nasıl anlatayım. herkes güzel yollarda, ben adım bile atamamışım gibi. herkes sevilmiş, benim başım hâlâ okşanmayı bekliyor gibi. saatlerce beklenmesi gereken meydanda herkes oturacak bir tabure bulmuş bir ben ayakta kalmışım gibi.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
'Gül ağacı değilem
Neden sana eğilem'
Gül şüphesiz mevsimliktir,mevsimi geçince solup gider; ama, Gül ağacı devam eder. Karda,kışta,fırtınada,sıcakta,soğukta yaşar,ömrünü sürdürür ve asla rüyasını yitirmez!
Bu ağaç Gül ağacı,güller açmış gül ağacı rüya ağacı.
Rüyasını asla yitirmeyen ağaç.
Ve en güzel rüyaların ağacı.
Yaşadığın hayat sana göre hakettiğin hayat olmayabilir; lakin insana hakkını ziyadesiyle verecek olan Allah’tır. Her şey gelip geçer, iyiliği elden düşürme, baki olan Hak ve hakkındır.
“Oku,şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa
inan ki her ne demişsem görüp de söylemişim”
“Sessiz yaşadım,kim beni,nerden bilecektir?” diye zamanaşan sözü ile bir Milletin bildiği, sözünde, dostluğunda vefâsı ile ahlâkının da idrak edilip örnek alınması temennisiyle..
#MehmetÂkif…
Belki de tükenmişimdir.
Bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur.
Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır.
Hep ben yorulmak istemiyorumdur.
Yeniden inanmaya ihtiyacım vardır.
Beni bana geri vermek istiyorumdur.
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
Su olsan kimse içmez, Ölür de susundan
Yol olsan kimse geçmez, Sarp kayalara uğratır da yolunu
Elin adamı ne anlar senden?
Çıkarsın bir dağ başına,
Bir ağaç bulursun
Tellersin pullarsın Gelin eylersin.
Bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün
Bir de bulutları görürsün
Köpürmüş gelen bulutları
Başka ne gelir elden?
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı
Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı!
Küçük Dergi, Sayı 1, Nisan 1952, (Sadık Kemal Göğçeli imzasıyla)
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır, bir güldürür;
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.