hayatın yavanlığı, hayatın dengesizliği ve kader gerçeği arasında gelip giderken önemli olan herhangi bişey bulmanın karmaşıklığında kaybolurdum zaman zaman. sonra anlamlar yüklemenin hayatı daha yaşanılabilir kıldığını düşünmeye ve yaşamaya başladım. sanırım kendi çizgilerimi belirlediğim çocukluktan gençliğe dönüşüm sırasındaydı tüm bunlar.
sonra anlam yüklemeninde yavanlıkları, dengesizlikleri türedi. anlam yüklediğin insanlar, duygular, inanışlar, düşünceler yüklediğin anlamın yanında çok anlamsız kalabiliyordu. dengesizliklerin içinde dengeli yaşamanın kolay olmadığını düşünürken aslında ne büyük bir dengesiz olduğumuda anlıyordum salınan saniye kordonuna bakarken. zaman içinde var oluşu ispatlamanın imkansızlığı gibiydi hayatın yaşanılabilirliği.
anlam yüklemenin güzel yanları vardı hayatı anlamlı kılan. zaten bu da hayata bir anlam yüklemektir temelde. aşk için dakikalara anlam yüklemek gibi, tarihe anlam yüklemek gibi. 4 ekim 2008, 3 ekim 2008 boş beleş takvimin diğerinden farksız günleride oılabilirlerdi. olmadılar... artık unutmayacağım tarihler arasında yer alacaklar. yeşil erik, tavuk gibi anlamsızlıktan sıyrılmış birer an imgesi olucaklar. sonra anı yumağı ve sonra düş olucaklar, uyandığında kabus...
koşmanın da üzerine anlam yüklenir. istersen zafere koşan bir kıral gibi düşünürsün koşmayı, sevgiliye koşan aşığın ışıltılı adımları, ya da bir aptalın kendinden korkusu için kırdığı kalplerden kaçış adımları...kalp kırarak...
özlemek zaten kendi içinde çok fazla anlamı barındırır. özlem kelimesi anlamlı hayatların sahibesi insan dudaklarından düşerken zaten güzelleşmiştir. ama kendi anlamını yükleyebilirsin. özlem deyince hak edişlerin uzağında bir duygu tahayyül edebilir ve özlem tezahür ettiğinde kendini özlemek için haksız bulabilirsin. yine de engel olamazsın özleme. engel olamadığın yitirişleri hatırlatır.
beklemeye anlam yükleyebilirsin. beklemek nefret celbeden bir rutin saniye kordonudur. onu anlamlı kılabilirsin. sevgiliyi beklemeyi anlamlı kılan çok özveri vardır anlatılır. ölümü beklemenin dik duruşunu beklemeye anlatabilirsin. "bu kadar nefret celbetme. beklemenin derinşliğinde boğulmak mümkün bak!" beklemeye bir anlam daha yükleyebilirsin en anlamsız bekleyişi işaret ederek. en anlamsız bekleyiş dönmeyeceğini bildiğin sevgiliyi bekleyiştir. onun anlamı yürekten sızar ama sadece bekleyeni ilgilendirir.
düşünmeye anlam yükleyebilirsin. kimi düşündüğün yada neyi düşündüğünü önemsemeden her düşünceni anlamlı kılan bir sevgi pırıltısı sızırabilirsin. onu düşünmek gibi. ne yaptığını merak etmek gibi. cevap bulmayacak soruların çaresizliğine sığınıp, düşünmeye ara vermeden geçen dakikaları saymak, günleri saymak gibi. bir inancı düşünmek gibi. nasıl sadık olabildiğini düşünmek gibi. hiç düşünülmemiş bir düşünceyi ortaya atmadan önce kafada derinlemesine düşünmek gibi bir anlam yüklyebilirsin.
hayatın yavanlığı, hayatın dengesizliğine ve kader gerçeğine bir anlam yükleyebilirsin hepsini entegre ettiğin bir düşüncede. hayat yavan olmalıdır zaten ve hayat dengesiz olmalıdır. kaderini oynadığın role bağlı kalıp oynamalısın. kendi sınırlarını değerlendirdiğin günden sonra önündeki merdiven basamakları bunlardır. merivenleri çıkmak için duygularına yaslandığını varsaymak bü üçlüyü anlama kavuşturacaktır.
aşk a anlam yüklyebilirsin. tad vermediği her dakikada çektiğin acıya müptela olmanın aslında durgunluktan daha anlamlı oluğunu düşünerek. öyle ya aşık olmanın derinliğinde yüzemeyen bir hayat denkleminde hissedememenin sorun teşkil etmesinden daha gerçekçi bir hayattır. sonuçta her şey hayata anlam yükler en temelinde. aşkın senin için 1 dakikalık mutluluğa aylarca keder hazırlamasına bir anlam yükleyebilirsin. o sevgili ile 1 dakika mutluluğu paylaşabilmek için onca kederi göze almaktan daha güzel özveri var mıdır?
anlam yüklemeye bile anlam yükleyebilirsin. anlam yüklemedikçe yarışmacı olacak, kendini düşünecek, ben merkeziyetçi bir dünya oluşturacak, yaşıyorum sanıcak ve duvara kafa atıcaksın.
sözlüğe bir anlam yüklenilebilir. yazmanın rahatlattığı bir bünyem var kişisel olarak yüklediğim anlam ve varyasyonlarını ancak hayal edebilirim.
sözlük bir yanıyla öğrenmek için eğlenceli olabilir.
sözlük rahatlamak için ve ifade etmek için gerekli olabilir.
sözlük asosyal yaşamda kendini kandırmak için sana farklı alternatifler sunabilir.
sözlük buna benzer bir dolu gerekliliğin arzularıyla var olmuşken farklı bir gereklilik ekleyebilirsin ona. 1 dakikalık mutluluk için göze aldığın kederi sana sunmuş olabilir. minnet duyarsın.
melankolimin azgınlığını depreştirdiğim son bir kaç gündür anlam yüklediklerime baktım. sonra anlam yükleyenlere baktım. yüklenen anlamları boşa çıkarışlarımı izledim. yüklediğim anlamlara layık olamayışlarımı izledim. ben merkeziyetçi tuzaklara düşüşümü izledim. bir maçın özet görüntüleri gibiydi. anlamsız, ruhsuz ve tadsız. ama düşünmeye anlam yükleyemediğim salınan saniye kordonunda elimde çok bir ifade yoktu.
aşk a anlam yüklemedim bu sürgitlerin içinde. içimdeki ifadesiz çırpınışları düşündüm sadece. hayat ve zaman el ele verip alıştıracaktır belki, belkide başaramayacak hastalıklı bir süreci işaret edecektir. bilemiyorum...
sözlüğe anlam yükleyemiyorum ve gereklilik sebeplerini artık bulamıyorum. bu sözlükte bir yazıya yüklediğim son anlam olucak bu.
göz yaşına anlam yükleyebiliyorum sadece. müstehaklık, haksız özlem, hayattan beslenişimden gelen dengesizlik.
meraba demek isterim sadece, benimle değil de bi başkasıyla konuşur gibi sohbet etmesini isterim susup dinlemek için ve yine sadece...
bazı dönemlerde insancıl yanlar, duygular, rutinlikler, dengesizlikler vs. , ruhu bozan ne varsa katlanılabilir dönemlerdir. "hayat dengesiz ve bende bazen..." dersin en kötü. bazı dönemlerde herşey yolundadır bir tek rutinliklere yüz buruşturuyorken hayatının aslında ne kadar yavan, lezzetsiz ve beklenmedik olduğunu düşünürsün. ben ikinci durumu çok fazla hissedemem. işler pek az zaman yolundadır. 18 gün saydığım bir gecede 18 güdür tek bir kez düşünmeden edemediğim bir kadınla nasıl tanıştığımızı hatırlıyordum. bayramlar tadsızdı. bunu konuşuyorduk. sonra tadsızlıklardan konuştuk. belki hayatımdaki tadsızlıkların arasında güzel bir tad olarak düşünüyordu beni. ben kendimi tuza benzetirim. tüm güzel tadları bozabilecek gücü bir tanesinde bulabiliyordur. belki 18 günün acısı tad anlaşılmazlığımdı.
kadayıfın bozuk tadından konuşuyorduk. şerbetinin içine düşen bir tuz tanesine lanet ediyorduk. ama kader diyemem onu düşüren hep bendim.
küçük bir kız düşlerim bana mutluluk diyen her kimse.. mutluluk denildiğinde söyleyen melek olsa yada kavi bir böcek olsa önemsemeden küçük bir kız düşlerim. düşlerimde sıkışmış...
düşlerimde ezilirken bana mutluluğu gösterir farkında olmadan. bazen kumdan kaleler yaparak. bazen tek kolu kopup kaybolmuş bebeğine masal anlatarak. mutluluk karmaşıktır bu yüzden anlamını bildiğim günden beri. ararım tadını içimdeki korkuyla. ararım içine düşüreceğimi bildiğim halde yanımdan ayıramadığım tuz tanelerimle.
18 gün önce saymayı önemsemediğim bir gecede mutluluk arayışlarını tanımlara uydurmaya çalışırken birden bire o kızı buldum. kumdan kaleler inşa etmiş, tek kolu kaybolan bebeğine masallar anlatmış, onu onarmış güzelliğinden bir kaç ışıltı damlatmış. tedirgin olurum ve oldum onu görünce. korkarım tuz tanelerimden. ama gülümsedi bana sanki eli dokundu dudağıma. 18 gün saymayı aklımdan geçiremezdim o an. boyutlar ışıldıyordu ben hissetmeyi keşfederken. nerdeyim neyim bir an unutmuşken.
sonra bir tane ve bir tane daha. ne çok düşüyordu o kızın gönül çorbasına. lezzeti bozuluyordu tadı acılaşıyor kıvamı karışıyordu. ne çok tanem varmış meğer. göz yaşımdaki tadı bir gönüle düşürmeyi becermiştim. becermiştim kendim olmayı yine. başkası mutlulukların içinden sıyrılırken becermiştim kendim olmayı yine. 20 oldu bir kaç saat önce. sayıyorum sayamadıklarıma inat özlediğim kadını. sayıyorum, acılaştırdığım ve saymadığım geride kalmışlıklara inat. rutinliklerden birisidir saymak bu kez işler yolunda değil istisna günlere el sallayarak.
damarım, dudağım çatlasın istiyorum bu gün. düşürdüğüm tuz taneleri beni yaksın istiyorum.
dünya senaryolarına inanmaya başladığımdan beri atlattığım tüm keder çizgilerini kendi haline bıraktım. sorgulamak bir sonuca ulaştırmıyorsa artık kaderci oluyorsunuz belki, belki bu güçsüzlüğün en karmaşık kılıfı.
dünya senaryolarında rol alan bir figüran olduğumu anladığımdan beri başrolleri anlamlı bulmuyorum. genel senaryonun kalemi beni sevmeyebilir, saygı duymayabilirim. yürümeye başlamışsam, önümdeki yolu gitmek için değil, ne kadar tuhaf olabileceğini merak ettiğim için.
dünya senaryolarına inanmaya başladığımdan beri aşk tat vermiyor. figüranların dünyasında yıldızlar uzak ışıltılardır.
dünya senaryolarına inanınca birşey artık korkutucu gelmiyor. "yarın ne kadar kötü olabilir?", "daha ne kadar anlaşılmaz olabilir?" düşününce çok yormuyor artık. kendi senaryomun alışkanlıklarını keşfettim ve sıradışılıkların figüranlarda sahne kenarından izlenildiğini anladım. "hangi aşk daha umutlu, hangi yarın daha heyecanlı ve hangi gök yüzü daha mavi olabilir? " yarından haber almak için dünden görüp, bugüne bakıp kurgulamak... kendi senaryomun alışkanlıklarını ezberledim. küçük mutluluklar son kurabiyeler gibi ve çamura düşecek, kirlenecek...
dünya senaryolarına inanmaya başladığımdan beri, dünya senaryolarına inanmanın; kaybetmeyi kabul etmek, öğrenilmiş cesaretsizliğin kölesi olmak gibi çetrefilli hastalıklar olduğuna eminim.
ama yine de figüranların dünyasında yıldızlar uzak ışıltılardır.
ilk yarısına biraz agresiflik ekleyerek gol bulabileceğimiz ve ilk yarısına bir dolu aptallık ekleyerek gol yiyebileceğimiz bir ikinci yarının bizi beklediği maçtır. umarım sadece agresif oynarız optimum un üzerine...
sevgi ile gelen gizliliğin romantizmin tadını kim unuttu?
aşk özel bir duyguysa genellemenin anlamı nedir?
samimi yazmak ve konuşmak güzeldir anlamlıdır ama romantizmi katletmek için silah erotizm mi olmalı?
sen romantizmini katlediyorsun belki ama anladığın kadar yaşadığın hayat ve aşkta kim senin sınırlarında anlıyor aşkı ve hayatı?
ben hayatı anladığım, aşkı anladığım ve inandığım her ne varsa sınırlarının aynı olduğu bir insan tanımadım. ona hayran olurdum belki. parmak izi gibidir insan karakteristiği, buna bakarak duygularım hareketlenemiyorsa affet ben romantizme inanıyorum henüz.
kafa izniyle sözlükten uzaklaşmış bizleri tespitlerinden mahrum bırakmış yazardır. benim aklıma gelmişti ama önce davrandı o. burdan el sallıyoruz ve onu özlemle bekliyoruz. **
kadınlar hakkında düşüncelerimin bu yazı ile çok farklı yerlerde durduğuna eminim. genellemelerin ya da kategorize edişlerin bir dışa vurumu olsun istemem bu yazının.
kadın için klişe tespitlerden birinden yola çıkmak istiyorum. kadın özel hissetmek ister. şimdi bir kadın için onu özel hissettirecek birşey yapmak harikadır. ben çok iyi hissediyorum yapabildiğimi düşündüğümde. zaman geliyor ve insan mutlu ederek mutlu olmayı seçiyor. kadın için onu özel hissettirecek bir yol düşünüp onun için birşey yapmaya karar verdiğinde bunu ne kadar aleni yaparsan * o kadar etkili olucaktır. fakat diğer kadınların varlığı unutulmamalıdır. bir kadın için böyle birşey yapmak tüm tribünün tempoyla sahadaki bir futbolcuya odaklanması gibidir. bu kadın özel ise diğer kadınlardan farklı olduğunu söylemişsindir. bu da aleni yaptığın her ne ise eleştirilere maruz kalacağına dair bir işarettir.
gelelim kadınsıların omuz omuza organize oluşlarına. kadınsılar kadınlardan biraz farklıdır. onlar başkalarının mutluluklarıyla mutlu olabilen kadınların bu özelliğini taşımayan ve bunun yerine başka bir kadının mutluluğu ile kıskançlık duyan ve mutsuz olan yapılardır. peki kadınsı demek doğru mudur? kadın bu kadar harika iken kadına benzeyen anlamı taşıyan kadınsı kelimesi bu dengesiz özellik için elbette uygun değildir. bu kelimeyi bu yaratığa adapte eden kadın görüntüsü ve davranışları altında beklenmedik yönlerini gizleyebiliyor olmasıdır. kadınsılar genellikle organize oluşları açısından kusursuz yaratıklardır. çok iyi organize olabilirler çünkü amaçlarına odaklılıkları sayesinde amaca giden yollar dost, amaç için kalkan eller müttefiktir.
öyleyse kadınsı **
korkulası atakların, beklenmedik saldırıların kaynağıdır. kadınsı bir dışavurum aracı olarak çok ciddi bir düşmandır.
kadınsı kadınların bir takım özelliklerini taşımasından dolayı bir erkek için en son düşman olunası yapıdır. iyi dileklerim tüm erkek ve kadınların kadınsıların düşmanlığından kaçmaları ve kaçınmalarıdır. bir kadınsı eleştirel dünyasında eleştiri imgesi yaparsa eğer sizi başarısız olsa bile vazgeçmeyip bıktıracak, beklenmedik organize oluşlarıyla korkutacak, omuz omuza saflığınızı kemirecektir. öyleyse kadınsı kadın kelimesinden türemiş en çirkin kelimedir.
kadınsılar birer duygu teröristi, birer kan emicidir. son dönemde bana bulaşmaları ile sık sık canımı sıksalar da doğru tanımları yapamadığım dünya da kadın ile kadınsı arasındaki farkı görebiliyorum...
liv tylor un balina yutmuş hali hakkında fanteziler kurduğumuz yazardır. ne var ki bunu burdan söylemeyeceğim. kendisi gayet iyi bilir söz konusu liv tylor olsa bile balina yutmuş halini sevemeyiz. *
son günlerde sabahlara kadar süren muhabbetinin yokluğunda ne yapacağımı düşündüğüm harika yazardır. tespitleri ve araştırmacı entry leriyle uydurma iddiaları çürütmesine de ailecek mest oluyoruz.
yazmaya başlayacağın yeri bulamıyorsan ruhundaki noksanlığa bakmalısın derdim, yüreğindeki noksanlığa... derdim diyorum çünkü noksan olmamıştı sanki daha önce ya da ben kabul edememiştim bilmiyorum. dinlerdim hep yürekli aşk öykülerini ve sezerdim noksanlıkları. sonra düşünmek kolaydır bunlar yapılmamalı demek kolaydır. bir kez hata yapınca piskoloji sabittir tekrarlamayacağına yeminler ettirmek için sabittir.
anlatmaya başlayacağın yeri bulamıyorsan noksanlıklarına bak ve anla ki sana yol gösterebilsin. ben bu yazıya başlayacağım yeri bulduğumu sanmıyorum. ama kararını verecek te ben değilim.
bir kadını anlamak, anlamayı arzulamak noktasındayım. anlamak diye başladım aslında ama anlamadığımı anladım. sonrasını düşündüm hep anlamıyorum ama anlamak istiyorum.
şöyle demişti bir keresinde:
-zeplinlerle kediler indiren cinsten biriyim.
-anlar mısın?
+sanmıyorum.
+ama anlamak isterim.
aslında anladığımı sanıyordum. ama ondan dinlemek istemiştim. onun anlatmasını istemiştim. şimdi geçen zamanda anlayamadıklarımla baş başa dakikalar tüketiyorum, saatlerle aram hiç iyi olmadı. günler tüketiyorum tarihle aram hiç iyi olmadı. onun öyküsünü yazmıştı birisi. onu anlatan derin ve sendeleyen cümlelerle. basit erkek doğasında sendeleyen cümlelerinm karmaşıklığında kendimi bulma gayretindeyim bu gün. gözden çıkaramayacağım herşeyimi almışlar gibi elimde kalan sendeleyen cümleleri çözme gayretindeyim.
"kadınların, küçük komik acı öyküleri vardı. öyle ya peçete kolleksiyonu yapan bir cinsten ne beklenebilir ki? sizce kaç erkek bilir kadınların küçükken peçete kolleksiyonu yaptığını?"
işe yararlık açısından bakınca bilen kaç erkek buna bir anlam yükler? bildiğim halde anlamadığım bir noktadayken peçete kolleksiyonunu yakmışken, peçete kolleksiyonu yapan kadını sevmenin anlamsızlığındayım.
"kadın anlaşılmamış bir şaka gibi havada asılı. kadın hep, en önemli yerini unuttuğu komik bir öyküyü arar. aslında her öykü, bir terkedilmeyle başlar."
okuduğum her cümle üzerinde düşündüğüm bir hatayı işaret ediyordu. sanki benim öyküm yeni başlıyordu. hissetmenin güvensizliğindeydim belki ama bana senin öykün yeni başlıyor diyordu. en önemli yerini unuttuğum komik hikayem yok. gerisini de unuttuğumdan olmalı...
"gözler dehşetli bir sancıyla büyür, büyür ve sonunda patlar. bu bir yana, kıkırdak halindeki oynak kurallar, taşlaşarak etlerine kazınır...izler, izler: çirkinleşir kadınlar. 'ağlar melekler'..."
daha sanal bir göz ile bakmalıydım. bedenin kaybolduğu noktaya daha derin ve anlamlı bakmalıydım. ruhtaki izler belki de böyle görünecekti bana. sözlerimin arasına karıştı hep. bu bir korkuydu. ben düz bir adamım dedim çünkü korktum. şimdi dediğim derin bakışı atacak zaman geldiğinde bön baktığım için.
"kenar mahallelerin koca memeli özlü sözleri, mürekkep yalamış bütün günlerde doğrulandıkça, gülesi geliyor insanın. anlamanın gereksizliğine inandıkça insan."
ne güzel cümleydi bu ki bana beni en pis şeklimle aynada göstermişti. öğüt gibi nasihat gibi dilden düşen her anlamsız kelimenin oluşturduğu kesif cümlelerden beslenmeyi beceremedim. dinlemedim bildiğim gibi yapmak için ben merkeziyetçiliğimi kabullenmediğim için. bencillik suyuna bandığım ekmekten yedim lezzeti böyle keşfettim. ve sonunda vardığım noktada kısa sendeleyen cümlelerin karşısında bandırdığım her lokma ekmeğin yüzümdeki çirkin yansımasını gördüm.
anladığımı ve anlatamadığımı sıralasam yan yana anlatamadıklarım çok yüksekte kalır anladıklarımın yanında. şimdi ellerimi koyacak yerim yok, ruhum hasta dokunduğum yer acıyor. ellerini koyacak yer bulamayan birisine acı çektirdin mi hiç? bunun azabı çok büyük gel bana sor. azap meleği bile üzülür ama hiç çekinmez azap verirken biliyor musun neden? ellerini koyacak yeri olmayana acı çektirme derecesinde bir azap daha bulamadığından.
"çaylar getiriyorum ona, çaylar dökülüyor. çaylar döküldükçe ellerim çoğalıyor, ellerim çoğaldıkça yastıklar ıslanıyor. ceplerimde tek kişilik sinema biletleri. demek bütün kedileri öldürdük, bütün çaylar döküldü demek."
bir öyküyü anlatabilmenin yolu iki sendeleyen cümleyi birleştirmekti benim için. bugün geldiğim yere bakınca bana şu cümle çok cana yakın geldi. şimdi durup olup biten herşeyi isnat edebilirim ama sanırım artık sendeleyen cümlelere ayıp edemem.
"sence de bugün, düne göre daha suskun değil miyim? gün geçtikçe."
"nylon kadar hüzünlü kadın, kemancısını, kentin ıssız sokaklarından birinde, onca nylonun arasında yitirmişti.
bu gün anlatmak istediklerimi anlayamadığım sendeleyen cümlelerin kardeşliğinde ifade edebilme yolunu aradım. kendi sendeleyen cümlelerim bana fısıldadı. sevgiyi anlatmak bu kadar zor olmazdı sanırım anlattığım herneyse düşünmek çok yorucuyken anlatabilmek çok güzeldi.
tırnak içindeki yazılar ece temelkurandan alıntıdır.
acil servis vakaları her gece hastanelerde cereyan edem hadiselerdir. boynunda hissettiği basınç ona çarpıntısını hatırlatıyordu. ilk kez olması onu çok korkuttu.
hastaneye yaklaşırken trafik sıkıştı. halbuki gece yarısını geçmişti saat. sıra dışıydı. az ötede sebebi anlaşıldı. jandarma aracı ile sivil araç çarpışmıştı. hastaneye gitti adam. işlemler vardı öncelikle. nasıl bir sancıya katlandığın önemli değildi. o işlemler bitene kadar orda dikilecektin. işlemler bitti. acil muayene bölümü kapısının önüne geldi adam. annesi haline dayanamamıştı. hep yanındaydı. babası tedirginliğini gizliyordu. adam berbat görünüyordu. yolda boynundan nabzına baktığında annesi yo normal dedi. sesi öyle demiyordu. korkmuş gibiydi.
kapının önünde bir öbek polis dikiliyordu. lütfen dışarıda bekleyin diyen bir polis vardı. açık tenli ve simsiyah saçlarıyla oldukça yakışıklıydı. içeriden bağıran bir adam vardı. adam oturduğu koltukta yanında annesi ile içerdeki adamın bağırışlarını dinliyordu.
"anamı siktiniz lan. avukatım gelmeden burdan gidersem o.çocuğuyum." bu sesler bütün hastanede duyulabiliyordu. kısa sürede kalabalıklaştı kaos sever yurdum insanı sayesinde servis önü doldu. içerden 2 beyaz eldivenli polis çıkıverdi.
sopa atıkkları belliydi. sopa yiyen serseri birden içerden fırladı. nasıl olmuşsa kapıdaki polis yığınağından her yanı kan içinde sıyrıldı. adamın üzerine doğru koşuyordu. adam kıpırdayamıyordu. adamın yanına geldiğinde üzerine atladı. adamın annesi ve babası ayırmak istediler ama polisler yetişmişti. kıpırdayamayan adam orda kanlı kazazedenin hışmına uğruyor hiç tepki vermiyordu. polislerle beraber adamın babasaı onu ordan çekti aldılar. içeri girdiğinde muayene zamanı gelmişti. doktor göğsünü dinlediği adamda sıra dışı birşey olduğunu anlamıştı. bu kalple ilgili değildi. onu piskoloğa yönlendirdi. bir diazem istedi hemşireden. adam istemiyordu bu kadar tehlikesi aşikar iğneyi. iğne hazırlanırken tüm bedeni titremeye başlamışitı adamın. iğne ile sakinleşti. oturamıyor sırt üstü yatamıyordu. ama artık evine dönüyordu.
acil servis vakaları tam olarak budur. kapı önündeki kavgada halini umursamayan serserilerin itiş kakışına karşı koyup içeri girersin. sonra aynı kargaşanın daha büyüğü içerde seni bekliyordur. çıkarken rahat çıkarsın. destek kuvvet gelmiştir. adam giderken doktor şunları söylemiştir. çok cesursun ama canını böyle riske atma.
eve geldiğinde bu haliyle anlatmaya çalıştığı bir aşkı vardı anlattı. ne olduğunu kendiside bilmiyor.
kendisine tubik dememe gıcık olan, tubuk deyince bu kez katil olmak üzereyken aman demem sonucu affeden has türk yazardır. aman deyince el kaldırmadı.
ince göndermeleri ile takip ettiğim, muhabbetine doyum olmayan ve ara ara en boğuk zamanlarda sanki seziyormuşcasına merabasıyla boğukluğa ışık tutan yazardır.
edit: unutmadan. halbuki unutmuştum.
yasal uyarı
bu entry deki kişi, kurum ve kuruluşlar hayal ürünüdür.
Zamansız
Kara denklemim vardı, içinden ayıramadığım güzelliklere özlemlerimle birlikte yumak olup
bakarlardı. Dün ile bu günü ayıran bir çalar saatin etkisinde savrulan bu dünyada imgelerim
kendisiyle barışık olmalıydı. Dünden kalan en güzel mirası unutturmaya çalışan bedenlerin
dostlukları her zaman yalandı. Bildiğim tüm toplamların işlevselliğini yitirdiği anlardı.
Dikkatimin hep dağınık olduğu anlardı. Sarsıntılı rüyaların gelişleri gidişlerine paraleldi
ama geçtikleri bir bedendi ve hassastı o beden. Üzerinden geçen anı yumakları yaralıyordu.
Dün ile bu günü anlamlı kılan anıları geldiği yere hapseden bir çalar saatin etkisinde
dönen dünyada temel hissetmek olsa da en geri plandı. Yaşamanın anlamını sorgulayan her
cümlede hissetmek sonucu çıksa da hissetmenin varlığı onu güzel kılmayacaktı.
Ey anlamların daraldığı düzensiz denklem.
Karardığın tüm boşlukların anlamını anlamış olmam senin için yeterli değil elbette.
Dokundurduğun tüm rüyaların ilgisine yaklaşmış ve artık onları arzulamış olmam da umrunda
değil. Çözülebilmenin tek yolunu aramaktan sıkılmış olmasam da bırakmalıydım. Ama sıkıldım
ve artık durduğum düzlemi göründüğü çizgide değerlendiriyorum. Düzlemi bilindiği gibi
okuyorum. Yaşamı anlaşıldığı gibi anlıyorum. Eksenimi böyle belirliyorum. Dün ile bu güne
eşit mesafede bir çalar saat etkisinde politikleşen bu dünyada çok yüzlülüğü anlıyorum ama
asla kabul etmiyorum.
Yaklaşan hiçbir elden çekinmiyorken ve uzaklaşan hiçbir ele üzülmüyorken budanacak
yerimi arıyorum. Budanacak duygumu işaret etmeni istiyorum ve patikayı böyle sonlardırmak
istiyorum. Bana düzlükleri vadeden tüm nasihatperver insanların haklı olduğuna inanabilmek
için sonlandırmak istiyorum. Dün ile bugünü farksız gören bir çalar saat etkisinde
farklılıklara körebe insanların dünyasında yabancılaşmamak için kör olmayı kabullenmiyorum.
Özlemleri anlıyorum. Arzu denilen vahşet doğurganlığı güçlü anaç kavramları
anlıyorum. Sevgi denilen bencillik doğurganlığı güçlü anaç kavrama inanıyorum. Saygı
denilen zorbalığı kabulleniyorum. Özgürlük denilen yalanları yutuyorum. iyilik denilen
kavramın yaşadığına inanıyorum. Karanlıklara küfretmiyorum. Durduğum noktada aşırı normal
olduğumu düşünürken durduğum noktaya bakanların aşırı normal olduğumu düşünürlerken anı
yumaklarının geçiş ekseninde bulunmamdaki ısrarı anlamıyorum. Dün ile bu günü farksız kılan
bir çalar saat etkisinde zorbalığı kabullenmiyorum. Dün ile bu günü umutlu yapan bir çalar
saat etkisinde dönen dünya için bir önem unsuruyum. Dün ile bugüne saldıran bir çalar saat
etkisinde özgürlüğün yıkıldığı her noktada özgür hissedebilmek için düşlerime yalvarıyorum.
Dün ile bu günü ayıran bir çalar saat etkisinde dönen dünyada yaşayorken dün ile bu
günümü ayıran bir çalar saat etkisinde kaldığım sürece cümlelerimle sorgulamaktan öteye
geçmiyorum.
not:kendime ait blog sayfamdan alındıtır. aylardır barışmak için sabırla beklenilen sevgili bir gün yemeğe davet etmiş bütün özlem tavana vurmuştu. yemeğe gittiğimde neyi özlediğimi kendi kendime sordum. özlediğim şey bu değildi. onun bilgisayarında yazdığım bu yazı, boşluktaki piskolojimin dürtüsü ile bir çok alanda görücüye çıkıp çok beğenildi. ne var ki bundan daha yalın bir hale sokamıyorum ne kadar çabalarsam çabalayayım. bir yeri bozuluyor muhakkak. ben de hatasıyla yanlışıyla böyle bıraktım. *
bu şarkıyı ilk dinlediğimde kafamda oluşan klip i hiç değiştirmedim. her dinleyişimde aynı klip oynuyor hayal penceremde.
erdemleriyle gayet mutlu olan bir insanın erdemlerini ortaya cömertçe koyan, sevilmek için veya iyi olmak için değil, içinden öyle geldiği için iyi olan insanın her zaman maruz kaldığı istismar ın aşk modelinde nasıl can yaktığına değinmiş güzelim grubumuz. çok da güzel olmuş. sektörleşmiş keyifimiz müzik içinde artık ciglet albümlerin çiğnenilip atılmasından sıkılmaktayım bu gibi albümler de olmasa ne dinleriz bilemiyorum.