1.umut sarıkaya'nın meriç'e mektup yazısından yola çıkılarak, toplumun kanayan başka bir yarasına parmak basmaya çalışan mektuptur.
sevgili kıvılcım
ultra zeki, süpersonik ve sıcakkanlı bir insansın. bunu ilk tanıştığımızda bilmiyordum. ama sen matematik mühendisliğini 3. sınıfta bırakıp, doktorluğu seçme ve kız arkadaşıma sınıf arkadaşı olup, kankalık misyonunu üstlenme görevinle ilk günden beri bunu gözümüze gözümüze sokuyordun. hatta bununla da kalmayıp, mukavemet ve termodinamik derslerinde zorlanmamla dalga geçerek " onlar kolay ya sen nasıl veremiyorsun " diyerek beni her ortamda ezmeye çalışıyordun. ilk çıkmaya başladığımız gün, telefonuma gelen " bengü'ye söyler misin ? bir telefonuna baksın ben ulaşamıyorum " mesajından sonra senin ve sıcak kanlı tavırlarının gidişatının boka saracağından kıllanmadım da değil hani. ama her şeye rağmen sürekli bende sana sıcak davranmaya çalıştım. tamam ilk günden kız arkadaşımla yanlız kalmayıp, beraber batak oynama teklifini kabul etmemiş olabilirim. ama zaten ileriki zamanlarda sürekli bataktaki üstün başarılarına da tanık oldum. sürekli elimize verdin. eşli de sürekli sana kaybettik. hep sana bir şeyler ısmarlamak zorunda kaldım. en kötüsü de kaybettiğimiz zaman beraber sinemaya gitmek zorunda kalmamızdı galiba. senin yüzünden tüm iskambil oyunlarından nefret ettim kıvılcım. hatta kaybettiğim tüm oyunlardan..
sevgili kıvılcım neden kız arkadaşıma attığım mesajlara sen cevap veriyorsun ? ee sonunda doğal olarak planlarımıza sen de katılmış oluyorsun. bengü senin kankan 6 yıl boyunca yaren'in olacak insan, ama benim de erkek arkadaşı olarak onunla yanlız vakit geçirmeye hakkım yok mu ? onlara da katlanmadım değil. biliyorsun. sürekli serdar ortaç'ın bestelerinin ne kadar harika olduğunu, kaan'ın seçkin piriler'le öylesine takıldığı, aslından onu sevmediği gibi haberleri senden aldım. beni aydınlattın geniş bilgi kaynağınla. şikayet etmedim. sürekli seni itina ile dinledim. hatta söylemlerine eşlik bile etmeye çalıştım. o kadar ki bazen bengü'nün istememesine rağmen evde yanlız oturmana katlanamayıp, "kıvılcım'ı da çağıralım" diyerek planlarımıza bile davet ettim(aklımı skiyim). düşün sırf sen istemiyorsun diye bengü'nün diğer arkadaşlarını çağırmayıp, seni çağırıyorduk. ama sen yine her ortamda kendini ön plana çıkarıp bir şekilde countessliğini beni aşağılayarak ilan ediyordun. sırtımda 4.4 kg.lık gitar varken, yolda herkül gibi mi yürüyebilmem gerekiyor kıvılcım ? ama dik durmaya da çalışmadım değil. onu da denedim. denedim !!
sana çevremden erkek arkadaş ayarlamaya da çalıştım kıvılcım. bunu da yapmadım değil. ama ne yapabilirim. hepsinin kız arkadaşı vardı. senin için flate'i kız arkadaşından ayırma girişimlerinde bile bulundum. ama olmadı. bu benim suçum mu kıvılcım ? ne yapabilirdim bu konuda. iki çift takılma iğrençliğine bile katlanmayı göze aldım. ama olmadı işte. ancak biyofiziğe çalıştığın zamanlarda yarım saat yanlız kalabiliyorduk. bengü'nün bizde kaldığı ilk günden sonra 12 saatten fazla kankanı göremediğin için mi bilmiyorum, ne söylediysen kız hiç aynı davranmadı.
o büyük pofuduk ineği bengü'ye aldığım gün, aslından senden ayrılmak istemiştim kıvılcım. bengü'den değil. sen omo'nun yanında bantlanmış limonlu cif olarak, hep markette herkesin görebileceği tarafta durmaya çalıştın kıvılcım. o kadar ki artık ben bile hangi ürünü aldığımı bilemiyordum. sen tam olarak, üretim şirketinin satış dehasının bir ürünüydün. meriç 2.0' dın sen kıvılcım ve meriç'ten daha tehlikeliydin.
hep merak ettim kıvılcım. tam olarak ne istedin ? ayrıldıktan sonra mutlu oldun mu ? bunu hiç bir zaman öğrenemiyeceğim. çünkü hala seni gördüğümde yolumu değiştiriyorum ve değiştirmeye devam edeceğim.
bursadaki zirvede tanıştığımız, ortamı çok sevip yazar olan ekşi sözlük yazarı arkadaş. koştursun efenim sözlükte. çok da sevdim kendisini. hoş sohbet kişisi. *
Berkay 8 yaşında sevimli ve hayat doluo bi kardeşimiz Glioblastoma multforme 4 denilen bir beyin tümörüyle mücadele ediyor.Hayata olan bağlılığı ve sevgi dolu bu kadar dostunun desteği en kısa zamanda iyileşip yeniden eski saglıklı günlerine kavuşmasını istiyoruz onu tüm yüreğimizle..
biz uludag sözlük yazarları olarak bi küçük dostumuza manevi destek olup moralini yüksek tutalım, minik berkay arkadaşımızın..
edit:arkadaşlar, yoğun istek ve soru cevap şeklindeki uzun diyaloglar üzerine, zirve 15 mayıs 2011 pazar gününne alınmıştır. alınmaca gücenmece olmasın herkez için en doğrusu buydu.. * +markasızda gelebilir *
blues müziğe doymak istediğimiz şu bahar gecelerinde canlı performans, güzel süprizler ve ulusözlük yazarlarına özel menü ve fiyat seçenekleri ile hoş vakit geçireceğimiz. ayriyeten gece mızıka çalacağıma(bilenbilir) söz verdiğim zirvedir efenim.
not:talepler üzerine küçük değişiklikler olabilir.
adres:
voodoo blues bar
selanik sok. 61/a
kızılay ankara
--spoiler--
Sayın Başbakanım,
Basında yer alan içki yasakları haberleri nedeniyle hazırlamaya başladığımız bu manifestonun konusunu, 2011 Türkiye'sinde yaşanan sosyal hayata yapılan müdahaleler oluşturmaktadır.
Bizler kim miyiz?
Biz yan dairedeki komşunuzuz, biz bakkaldaki çırağız, biz üniversite öğrencisiyiz, biz vergisini kuruşu kuruşuna veren çalışanlarız, biz devletin memuruyuz, biz doktoruz, biz öğretmeniz, biz kesinlikle nedeni içkiden olmayan işsiziz, biz restoran sahibiyiz, biz çiftçiyiz, biz fabrikatörüz, biz akademisyeniz, biz reklamcıyız, biz asker çocuğuyuz, kısacası biz bu ülkenin dünü, bugünü ve geleceğiyiz. Ve biz içki içmeyi seviyoruz. Ama biz bugüne kadar bunu söylemeyi gerekli görmemiştik. Ama şimdi son derece gerekli görüyoruz ve sıralıyoruz:
1.Bizler, her türlü özgürlüğü kısıtlayıcı müdahaleye karşıyız.
2.Bizler, ikiyüzlü demokrasiye karşıyız.
3.Biz "aslı olmayan korkular cumhuriyeti" yaratmaya çalışanlara karşıyız.
4.Biz, topluma karşı sorumlu birey yetiştirmenin yasaklardan geçmediğine inanıyoruz.
5.Biz, bu tip konularda başkasından koruma istemiyoruz; hepimizin kendini koruyabilecek bilinçli bireyler olduğunu biliyoruz.
6.Bir toplumu güzel kılan şeyin farklılıklar olduğuna inanıyoruz.
7.Bizler, demokrasiye inanıyoruz.
8.Bizler, yasakların ileride daha vahim sonuçlar doğuracağına inanıyoruz.
9.Biz, "içki seviyoruz" deme zorunluluğu hissetmeden içki içmek istiyoruz.
10.Biz, bu yüzden alkolik, serseri, işe yaramaz olarak yaftalanmak istemiyoruz.
11.Bizler her medeni toplumdaki medeni insanlar gibi içkinin keyifli anlarımıza eşlik etmesinden hoşlanıyoruz.
12.içkinin bir amaç değil araç olduğunu düşünüyoruz.
13.Bizler çocukların ve 18 yaşından küçük gençlerin içki ve sigara içmelerine kesinlikle karşıyız.
14.Biz 18 yaşında gençlerin silah kullanmasına da karşıyız.
15.Biz bugüne kadar 18-24 yaş arası TC gençleri nasıl yaşadıysa öyle yaşamak; hatta daha da özgür bir ortamda yaşamak istiyoruz. Fakat özgürlüklerin sınırlarına da inanıyoruz.
16.Biz gençken eğlenmek, yaratmak, etkilenmek istiyoruz. Bunun da gelecekte daha sağlıklı, sosyal hayatında ayakları yere daha sağlam basan bireyler yetiştireceğine inanıyoruz.
17.Biz, gece hayatını seviyoruz.
18.Biz, gece hayatını sadece alkol ve cinsel içerikli olarak gören zihniyete karşıyız.
19.Biz bir konsere gitmenin, müzik dinlemenin, insan için geliştirici etkinlikler olduğunu düşünüyoruz.
20.Biz, bir konser dinlerken, notalara bir kadeh de içki eşlik etsin istiyoruz.
21.Biz, dünya starlarını görmek istiyor, bu konuda Dünya’dan geri kalmak istemiyoruz.
22.Biz, tüm çağdaş memleketlerin gençleri gibi kendimizi en özgür hissettiğimiz müzik festivallerine katılmak istiyoruz.
23.Biz, sanatçıların eserlerinin tanıtılması için çaba harcayan sanat galerilerin gala davetlerinde, bir kadeh içki alıp eserleri seyre dalmak istiyoruz.
24.Bizler, 40 yıllık bakkalımızdan 40 yıldır olduğu gibi içkimizi almak istiyoruz.
26.Biz, binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklara gelen turistlere, yine binlerce yıllık kültürümüzde var olan rakı-balık-meze, şarap-yemek uyumlarını en iyi anlatabileceğimiz görselleri sunmak, binlerce yıllık kültürümüzü anlatabilmek istiyoruz.
27.Biz, sevdiğimizle bir deniz ya da orman manzarasına bakarak ya da mehtabı batırarak kadeh tokuşturmak istiyoruz.
28.Biz, dini inançlarımızın ve sorumluluklarımızın sadece bizim meselemiz olduğunu düşünüyoruz.
29.Biz, tabii ki başkasının özgürlüğüne zarar vermeden özgür olmak istiyoruz.
30.Biz, bu hayatı kutlamak istiyoruz.
"Bu mektup/manifesto benim, bizim, onların değil destekleyen herkesindir! Eğer sen de desteklemek istiyorsan; bu yazıyı kendi facebook hesabında, blogunda, ya da nerede istersen orada yayınla.
Biz sesimizin hep birlikte daha güçlü çıkacağına inanıyor ve başbakanımızın söylediği gibi sadece %58'in değil geriye kalan %42'nin de Başbakanı olduğunu göstererek bu yazıyı dikkate alacağını umuyoruz! Hem belki %58'in içinde de bu manifestoyu destekleyenler vardır? Kim bilir...
efenim olay şöyle cerayan eder;
kerter yine herzaman takıldığı falanbara gider ve falanbarda denk gelen arkadaşları muhabbet eder. 24lü C tremolo mızıkasını alkolün etkisi ile inceden çalmaya başlar. bunu gören iş-güç sahibi arkadaşı kemal kerterlerle mızıka üzerine koyu bir muhabbete girer konuşmanın bir bölümünde şöyle bir anektot geçer;
kerter: abi çok güzel birşey bu nerdeyse piano kadar ses aralığı var
kemal: atma recep hepimiz din kardeşiyiz nede olsa
kerter: yok hacı walla billa var o kadar ses bunda
kemal: hacı sende ne uctun yaa piano dediğin alette 7 oktav ses var
kerter: bunda da 6 oktav var
kemal: oha.. sende amma attın şimdi
kerter: var diyorum sana abi yalan borcummu var
kemal: olum sen onu karıya kıza hava atarken kullan en fazla 3 oktavdır bu alet
kerter: 6 diyorum sen neden inanmıyorsun
kemal: varmısın lan iddaya
kerter: tamam dayı sen kaşındın
kemal: nesine
kerter: birasına
kemal: bira mı.. bari ortada bir idda var adam akıllı birşey olsun
kerter: tamam lan bu geceki hesabına
takriben 50 tl lik hesap belirleyen gençler, 50 tl lik açık hasabına iddaya girmişlerdir.
kerter bir oturuşda 6 oktav senin tüm notalarını üfledikden sonra ciğerleri patlama safhasına gelmiştir. fakat kemali bu performans tatmin etmemişdir. internetten 24 lük mızıkanın nota dizilimini en detaylısından buldukdan sonra. kerter bilimsel bir gerçeklik ile iddasını kazanıp mızıkasını çalmadığı halde mızıkasından 50 tl sini kazanmıştır. aynı gecede afiyet ile ezmiştir o paraları.
kerter aramalarına hız katmıştır efenim. camdan ayakkabı için birkaç falangül bulmuştur. ama hangisi gerçek falangül bilememekdedir. en temizi o sevdiğimiz üniversiteye gidip falangülü aramasıdır, kendisi şuan istanbulda mahsur kalmışdır gri şehir ankaraya döndüğü vakit bulacağına inanmakdadır.
kuruluş tarihi 09 haziran 2010 olan Hacı Bi Saniye;hissiyat posasını yazarak,çizerek,çalıp söyleyerek değerlendirmeye çalışan insanların soluklandığı bir gölgedir.Öylesine bir gölge ki o gölgede hissiyat pis eser,gönül caddeleri ceryan yapar.Şimdilik bu aktiviteler vasıtasıyla kendince eylenen bu insanlar;sizlerinde iştirakıyla olur olmaz şahlanabilir.Birileri dinlerse müzisyen,birileri okursa yazar,birileri bakarsa çizer olur şu deli yüreğim!
bu gün öğrendiğim hededir.
Lezbiyen çifte şok!
Talih, çocuk sahibi olmak isteyen lezbiyen çiftin yüzüne beş kez güldü!
Kadınlardan biri tüp bebek tedavisine gerek kalmadan ABD kaynaklı sperm bağışıyla hamile kaldı ve 60 milyonda bir ihtimal gerçek oldu.
27 yaşındaki Melissa Keevers ile irlandalı sevgilisi 21 yaşındaki Rosemary Nolan şimdi beşiz bebeklerinin doğumunu bekliyorlar.
Hamile olan Melissa, "Haftalardır şoktayım. Neler olduğunu idrak etmem uzun zaman aldı. Ama şimdi durumu kabullendim ve heyecanlıyım" dedi.
Avustralya Brisbane'de yaşayan çift beşiz bebekleri olacağını Melissa beşinci hafta ultrasonuna girdiğinde öğrendi.
Yine sperm bağışıyla dünyaya getirdikleri bir yaşındaki kızları Lilly için kardeş isteyen çift, biyolojik babayı sperm bağışı ve tüp bebek tedavisiyle ilgili bir Amerikan şirketinin sitesi aracılığıyla bulmuş.
27 yaşındaki hukuk öğrencisi biyolojik baba çocuklarla ilgili tüm haklarından feragat eden bir anlaşma imzalamış.
Melissa, "Üniversite giderlerini karşılamak için bunu yaptı. Onunla asla görüşmeyeceğiz" diyor.
Ama çocuklar sperm bağışıyla dünyaya geldiklerini bilecekler.
Melissa, "Bebek yapamadığımızı, bu nedenle doktora gittiğimizi ve doktorun bize yardım ettiğini anlatacağız" diyor.
Beş bebek taşımanın çok büyük dikkat gerektirdiğinin bilincinde olduklarını belirten ve kendisinin de ikiz kardeşi olan Rosemary ise, "Riskin farkındayız. Bebeklerden bazılarını aldırma şansı var, ama böyle bir seçim nasıl yapılır ki? Doğa bu bebekleri bize vermeye karar verdi, o halde doğa hakkımızdaki kararı versin" diyor.
Mali konularla ilgili olarak da ailelerinin ve arkadaşlarının desteğinin her zaman yanlarında olacağını belirten çift, günde 70 bebek bezine ihtiyaçları olacağını hesaplamış bile. ABD'den altılı bebek arabası siparişi de verecekler.
Rosemary, "insanlar tebrik mi etsinler acısınlar mı bilemiyorlar. Ama bizce bu bir mucize ve daha mutlu olamazdık" diyor.
bunlar bahaneler ve mecburiyetler olarak ikiye arılır. bahaneler çokdur bir kısmı da yalandır hani.. mecburiyetler ise genelde sağlık ve iş nedenleridir.
inceleme kategorisinde de, siftahı yapmak istiyorum.
Çocukluğumda, herkes LEGOya bayılırdı. Yani o zamanki arkadaş çevrem bayılırdı, 50 yaşındaki eşşek kadar herifin bu birleştirilen parçacıklarla işi olmazdı. Ben de severdim. Çok güzel binalar yapardım. Sonraysa, tekme atar, parçalardım. Toplamayı sevmezdim, öylece kalırlardı yerin üzerinde. Tabii gecenin bir yarısı su içmeye kalkıp, kapaklandığım anlar olmadı değil.
Başlıktan, resimden ve girişten anlayabileceğimiz gibi, bu bir LEGO oyunu. Geçen yıllarda, aynı firma (Travellers Tales) Star Wars serilerini oyun haline getirmiş, büyük bir beğeni toplamıştı. Bu LEGO furyasına, şimdide maceracı arkeologumuz Indiana Jones ekleniyor, gayette güzel oluyor.
HAN SOLO MU DÖVER INDIANA JONES MU?
Diğer LEGO oyunlarının sanki bir modu gibi Indy. Bütün altyapı aynı, grafikler neredeyse aynı. Zaten oyunda diyalog yok, LEGO figürlerinin çıkardığı ilginç ilginç sesler var. Tabii, Force gücü ve ışın kılıcı olmayınca işler biraz değişse de, mantık aynı. Yanlış anlamayın, bu kötü birşey değil, tam aksine çokta güzel, çünkü zaten tutan bir formülü niye değiştiresiniz ki?
Oyun eskileri gibi, bir oda ve orada olan üç haritadan ibaret aslında. Dedim ya mod gibi, LEGO Star Wars: The Original Trilogyde bir barda, farklı kapılardan geçip giriyorduk bölümlere. Burada istediğimiz haritanın önüne gelip, istediğimiz filmi LEGOlarımızla oynayabiliyoruz. Gayet kolay olan ilk bölümü bitirdikten sonra, istediğiniz filmi oynayabilirsiniz. Ben diğer iki oyundada yaptığım gibi, film sırasına göre oynamayı seçtim ama karar sizin.
Oynanış, küçük eklentiler ve karakter güçleri nedeniyle zorunlu yapılan değişiklikler dışında, aynı aslında. Diğer oyunlar gibi, kapılardan gizli geçitlerden, kurtulup, yeni alanlara giriyoruz. Bu alanlardan da çıkabilmek için, aynı bir önceki alanda yaptığımız gibi bir dizi işlemler yapıyoruz. Her karakterin, özellikleri var. Indynin, kamçısını kullanarak ulaşılması başka türlü imkansız yerlere çıkıyoruz. Oynayınca görürsünüz, tahtalar var oyunda. Bu tahta karelerin üzerine çıkınca, Indy otomatikman kamçıyı fırlatıyor, ya tepedeki bir şeyi kullanıp karşı uca atlıyor, ya da yakındaki bir şeyleri kendine çekip yolu açıyor. Küçük karakterler, kendileri gibi küçük tünellerin altından geçip yine başka türlü ulaşılamayan alanlara geliyorlar. Kadın karakterlerse, diğer karakterlere oranla daha yüksek bir zıplama gücüne sahipler. Yerde çiçekli bir simge gördüğünüzde anlayın ki, kadın karakterinizi kullanıp zıplama yapmanız gerekiyor.
INDIANA JONES BULMACALARDA HAN SOLOYU ÇiZER
Oynanış bulmacaları çözmekten geçiyor. Bulmacalar genelde zor olmasalar da, bazı alanlarda gerçekten kafayı yiyorsunuz. Mesela, ikinci filmin bir bölümünde, Indiana Jones ile Short Round öbür tarafa atlayabilmişlerken, şimdi adını unuttum, şarkıcı karakter geçemiyordu. Biri tünel kullanmış, diğeri de kamçısını. Nereden bileyim ben iki karakterin de aynanda havadan nasıl sarktığı belli olmayan halatlara tutunması gerektiğini de, yerden bir platformun yükselip hanımefendi hazretlerinin tırmanmasını sağlayacağını. Kadın milleti böyle işte sevgili okurlar, bütün sorunlar ondan doğuyor. Buradan, LEGO oyunlarının bile gerçekçi olabileceğini de görüyoruz.
Alanlarda ilerleyebilmek için, bazen mekanik işlere başvuruyoruz. Bazı yerlerde çeşitli araçlara biniyoruz. Bunlarla kapı falan kırıp, ortamı dağıtıyoruz. Bazense, bazı kapıların açılması falan filan için, anahtar bulmamız gerekiyor. Çok farklı yerlerde olabiliyor bu anahtarlar. Bunları alabilmenin öncelikli yanı, maymunlar sayın okurlar. Her maymun gördüğünüzde, alanda bir muz kolisi arayın. Muzu alıp, maymuna fırlatın. Size, diğer elindeki şeyi verecektir. Genelde, bu alanda kullanılacak bir alet veriyor. Kürek veriyorsa, yerden birşey alacaksınız demektir, etraftaki havaya yavaşçana çıkan altınımsı şeylere dikkat edin. Anahtar veriyorsa, kapı açmanız gerekiyor demek. (Bazen verdiği kürek ile kazdığınız zeminden çıkabiliyor anahtar) Sonra, etraftaki kırılabilecek herşeyi kırmayı deneyebilirsiniz. Etrafta neredeyse herşey parçalanabiliyor. Tabii Crysis efektleri beklemeyin, bir LEGO vazosu nasıl parçalanırsa öyle parçalanıyor eşyalar. Bazen, iki tane yeri olan platformlar görüyorsunuz. Bunu gördüğünüzde anlayın ki, oraya kutular getireceksiniz. Bunlar alanda heryerde olabilir, kazmanız gerekebilir, araç patlatmanız gerekebilir (evet, bir bölümde tır patlatınca boss fightta kullanılacak eşya çıkıyordu ortaya) veya birşeyleri kırmanız gerekebilir. Şanslıysanız, kabak gibi ortada da olabilir.
LEGO Indiana Jones: The Original Adventuresın en büyük kozu, eğlence faktörü. Çocukluğunuzun en cool oyuncağı LEGOların, bir dönemin en cool adamı Indiana Jones ile ortaklığı, mükemmel olmuş. Oyunun grafikleri öyle inanılmaz değil, yeterli sadece. Sesler zaten yok gibi, Indiana Jonesın kendi müziği çalıyor genelde. Bazen tempo hızlanıyor, bazen ise hiçbir şey yok ortalıkta. Çaat diye kutuyu kırınca, o çaaat sesini duyabiliyorsunuz. Küçük parçaları toplayınca da bir ses efekti geliyor, aldığınızı anlayıp kendi içinizde havanız oluyor.
Oyunda güldüren, komik anlarda yok değil. Bunların neredeyse hepsi, ara sahnelerde gizli. Filmi izleyenlerin özellikle gülebilecekleri detaylar var. ilk aklıma gelen, Mısırda geçiyor. Hani birinci filmde, Indiana Jonesı kılıç ustası bir adam kıstırmıştı. Herif milyon tane hareket yapmış, sonra Harrison amca tetiği çekip vurmuştu. Herkesin yarıldığı bu anı, oyun kendisinden de birşey koyup oyuncuya veriyor. Ne olduğunu söylemeyeyim, oynayınca gülersiniz
ASLINDA iKi TANE INDIANA JONES VAR!
Birazda çoklu oyuncu seçeneklerinden bahsedelim. Aynı bilgisayarda iki kişi co-op oynanabiliyor. Gamepadiniz varsa arkadaşınızı çağırıp, takılabilirsiniz. Gamepad demişken hemen belirteyim, oyun bir gamepad ile çok daha rahat oynanıyor, aklınızda bulunsun. iki kişi deneyemedim, ancak herhalde zevkli olur.
Her LEGO oyunu gibi, Indynin de süresi çok uzun değil. Maksimum 10 12 saatte bitirebilirsiniz. Sonra isterseniz Free Play modu var, istediğiniz karakterle istediğiniz yerde oynayabilirsiniz, ancak beni pek sarmadı.
HAN SOLODA DÖVEBiLiRMiŞ ASLINDA
Bu kadar oyunu anlattık, övdük. Ancak, oyunun bariz bir eksisi yok arkadaşlar. Karşımızda iyi bir oyun var, ancak süper bir oyun değil. Aslında fikir çok orjinal, e güzelde uygulanmış. Sorun ne peki? Hissetmek lazım galiba. Hep aynı şeyi yapıyormuşunuz hissi. Oysa Assassins Creeddeki kadar bariz değil. Sonuçta, yeni bir alana giriyor, etrafta olan şeylerin hepsini kırıyor, çıkan objeleri kullanıp kapıyı açıyoruz veeeee yine aynı şeyi yapacağız. Yanlış anlamayın, alanların tasarımı LEGO dünyasına çok güzel uyarlanmış. Yine de, ben bir süre sonra yine aynı şeyi yapacağım diyerek sevinmiyorsunuz.
Sonuç olarak, yeni sitemizin ilk incelemesinin sonuna geldik. Fena bir yapım incelemedik. Kısa keseceğim burayı, yeni sitemizin herkese hayırlı olmasını dileyerek. Herkese iyi günler dilerim
ARTILAR
-LEGO ve Indy aynı yerde!
-Farklı yerler olduğunu hissettiren alan tasarımı
-Komiklik
EKSiLER
-Kendini devamlı oynatmıyor
Tür: Macera
Yapım Yılı: 2008
Yapımcı: Travellers Tales
Dağıtıcı: LucasArts
Çoklu Oyuncu: Aynı bilgisayarda 2 kişi Co-Op
Hepimizin ve eminiz birçoğunuzun da dört gözle beklediği, Lenovonun all-in-ones kategorisinde yer alan IdeaCentre A600ü sonunda ofisimizi ziyaret etti. Sahip olduğu özellikleri, performansı ve başarılı tasarımıyla ilk bakışta tüm dikkatleri üzerine toplayan ve bir an önce kullanmak için fırsat kollayacağınız Lenovo IdeaCentre A600, üstün özellikleriyle kullanıcılarını eğlenceye davet ediyor. Vakit kaybetmeden Lenovo IdeaCentre A600ü daha yakından tanımaya başlayalım.
FARKLI VE BAŞARILI TASARIM
21.5 inç gibi oldukça geniş bir ekranın sahibi olan IdeaCentre A600ün ekranının alt kısmı içeriye doğru kıvrılarak estetik bir görünüm sunuyor. Elbette ekranın alt kısmının eğimli olması yalnızca estetik açıdan dikkat çekmek için düşünülmemiş; aynı zamanda bu alanda hoparlörlerin yer alması ve hoparlörlerin sağlayacağı sesin iyi bir akustiğe sahip olması için de bu şekilde tasarlanmış. Dolby Home Theater destekli hoparlörlerin sunduğu ses kalitesi genel olarak oldukça iyi. Hoparlörlerin bu başarısında IdeaCentre A600ün arka bölümünde yer alan Subwooferın da etkisi büyük. Ekrana dönecek olursak, IdeaCentre A600 ile 1920×1080 piksel, yani Full HD görüntüler alabileceğinizi söylemeliyiz. Bu da demek oluyor ki, IdeaCentre A600 ile Blu-ray filmlerinize can verebileceksiniz. Tam bu noktada IdeaCentre A600ün bir Blu-ray sürücüye sahip olduğundan bahsetmemiz ve bu Blu-ray sürücünün Apple iMaclerden aşina olduğumuz gibi Slot Loading türünde olduğunu da belirtmemiz gerek. Geçtiğimiz nisan ayında, yani 11. sayımızda incelemesini gerçekleştirdiğimiz HP TouchSmart IQ500deki gibi kablosuz bir klavye, fare ve bir uzaktan kumandayla gelen IdeaCentre A600, HP TouchSmart IQ500den farklı olarak kablosuz klavyesinin üzerinde bir touchpad alanına ve dokunmatik tuş takımına da yer vermiş. Bu sayede koltuğunuza yerleşmiş ve karşınıza IdeaCentre A600ün Full HD ekranını almışken, tüm fonksiyonları yalnızca IdeaCentre A600ün kablosuz klavyesini kullanarak gerçekleştirebiliyorsunuz. Yanınıza bir de yine IdeaCentre A600ün uzaktan kumandasını aldıysanız, değmeyin keyfinize. Cihazın fare ve klavyesinin tasarımları IdeaCentre A600ün şık tasarımını tamamlar şekilde geliştirilmiş. Kullanımları ise, sorun çıkartmayacak cinsten. Ancak klavyenin üzerinde yer alan dokunmatik alanın istediğimiz şekilde bir performans sergilemediğini söylemeliyiz. Zira dokunmatik tuş takımının tepki süresi bazen beklediğiniz sonuçları vermeyebiliyor. Bu arada merak edenler için, IdeaCentre A600ün az önce değindiğimiz HP TouchSmart IQ500deki gibi dokunmatik bir ekranı bulunmadığını söylemeliyiz. Fakat uzaktan kumandası ile etkili bir kullanım sunduğu açık.
EĞLENCELi MULTiMEDYA DENEYiMi
Üzerinde 2.13 GHz hızında çalışan Intel Core 2 Duo P7450 işlemci bulunduran IdeaCentre A600, ayrılmış 256 MB, toplam ise 2045 MB hızında çalışan ATI Radeon HD 4650 DDR3 ekran kartının da sahibi. 4 GB DDR3 bellekle gelen IdeaCentre A600, 7200 RPM hızına sahip 640 GB genişliğinde sabit disk imkanı da sunuyor. Böylece performans olarak pek sıkıntı yaşamayacağınız bir multimedya merkezi haline dönüşen IdeaCentre A600, günümüzün parlak oyunlarını rahatlıkla oynamanıza imkan tanıyor. Elbette tüm konfigürasyon öğeleri açık durumdayken bazı oyunlarda zaman zaman sıkıntı yaşamanız olası. Ancak IdeaCentre A600ün sahip olduğu özellikleri göz önünde bulundurduğunuzda buna pek de bozulmayacağınızı düşünüyoruz.
UZAKTAN KUMANDA FARKI
Hazır IdeaCentre A600ün oyun performansına değinmişken, sahip olduğu uzaktan kumandadan da artık bahsedebiliriz. Dört farklı fonksiyonu uygulamanıza olanak tanıyan bu uzaktan kumandanın kullanmanıza imkan tanıdığı özellikler arasında bulunan; Windows Media Center ve TV kullanımı, fare özelliği göstermesi ve kablosuz VoIP telefon olarak kullanılabilmesinin dışında, sanırız en fazla ilgi çekecek yanı Nintendo Wiiden aşina olduğumuz Wii Remote benzeri bir işleve sahip olması. Evet, bilekliği kolunuza takarak, IdeaCentre A600ün karşısına geçip uzaktan kumandayı sallayarak oyun oynamanız mümkün. Peki, bu özelliği destekleyen oyunlar neler? Öncelikle IdeaCentre A600ün Wii Sports gibi bir oyun paketiyle geldiğini söylemeliyiz. Masaüstünden ulaşabileceğiniz bu oyunlar arasında; pinpon, tenis, bovling ve türevleri bulunuyor. Uzaktan kumandanın bu oyunlar sırasında sergilediği performans ise neredeyse kusursuz. Bunun yanında uzaktan kumandanın bu başarılı fonksiyonundan günümüz oyunlarında da yararlanabiliyorsunuz. inceleme sırasında bu özellikle Batman: Arkham Asylumda başarı göstermişken, Call of Duty: World at Warda ise oldukça zorlandığımızı itiraf etmeliyiz. Son olarak IdeaCentre A600ün dahili bir TV Tunerla birlikte geldiğini ve televizyon yayınlarını izleyebileceğinizi söylemeli ve yakından incelenmesi gereken bir ürün olduğunu da sözlerimize ekleyerek IdeaCentre A600ün ekranındaki bovling salonuna doğru gitmek üzere aranızdan ayrılmalıyız.
KEYiFLi SiNEMA SAATLERi
Dolby Home Theater desteği ve Blu-ray sürücüyle evde sinema keyfi yapabilirsiniz
KABLOSUZ OYUN KEYFi
Wii Remote tadında özellik gösteren uzaktan kumanda ile bovling oynayabilirsiniz
KIVRIMLI TASARIM
Aşağıya doğru kıvrılan ekranın alt bölümünde ise hoparlörler bulunuyor
DiSKi ÇIKARTIN
Ekran üzerindeki dokunmatik tuş bölgesini kullanarak Blu-ray diski çıkarabilirsiniz
KABLOSUZ KLAVYE / FARE
Ürünün şık tasarımını tamamlayan klavye ve farenin kullanımı genel olarak iyi
TV iZLEYiN
Cihazın TV desteği sayesinde TV yayınlarını izlemeniz mümkün
PUANLAMA
ARTILAR
Farklı ve şık tasarım sahibi, uzaktan kumandanın gösterdiği özellikler, TV ve 6 USB bağlantısı sunması, Dolby Home Theater destekli hoparlörleri, Blu-ray sürücüsü.
EKSiLER
HDMI çıkışı yok, dokunmatik tuşların tepki süresi beklenen performansı sunmuyor.
SONUÇ
Kablo sıkıntısına son vermek ve farklı bir deneyim yaşamak isteyen kullanıcılar tarafından tercih edilebilecek olan IdeaCentre A600, tasarımı, performansı ve Wii Remote tarzı bir özelliğe kavuşturulmuş olan uzaktan kumandasıyla etkileyici.
TEKNiK ÖZELLiKLER
işlemci
Intel Core 2 Duo P7450 2.13 GHz
Ekran
21.5 inç Full HD (1920×1080 piksel)
Ekran Kartı
ATI Radeon HD 4650 256 MB DDR3
Bellek
4 GB DDR3
Sabit Disk
640 GB 7200 RPM
Optik Sürücü
Blu-ray sürücü
Bağlantılar
USB (6 adet), Wireless, Bluetooth
Ethernet, kamera, kart okuyucu, TV Tuner
Ses Çıkışı
Dolby Home Theater destekli hoparlörler
interneti sizde benim gibi derslerinizle ilgili bilgilere erişmek için de kullanıyorsanız, Student Pad tam biz çalıkşkan öğrencilere göre.**
Web siteleri için ayrı, Word belgesi için ayrı tarayıcı açmak zor geliyorsa, öğrenciler için geliştirilen Student Pad adlı web tarayıcısı ile her ikisini tek uygulamada toplayabilirsiniz.
Alt kısımda web sitelerini açarken, üstte de bir zengin metin biçimlendirici barındıran Student Pad, ayrıca karekök hesabı yapan bir hesap makinesine ve Gmail ya da Hotmail hesaplarından kolayca e-posta göndermenizi sağlayan bir e-posta istemcisine sahip.
Üstelik tek bir işlem dosyasından ibaret olan 714 KB'lık uygulama dosyasını USB belleğinize atıp her yere yanınızda götürmeniz de mümkün.
Celali isyanları, 16. ve 17. yüzyıllarda, Osmanlı yönetimindeki Anadolu'da toplumsal ve ekonomik yapının bozulmasından kaynaklanan ayaklanmaların tümüne verilen addır. Bu ayaklanmaların adı, bu kapsamdaki ayaklanmaların ilkinin önderi olan Şeyh Celal’den gelir. Bozoklu (Yozgat) olan Şeyh Celal, Mehdi olduğu iddiasıyla (kesinlikle kaynak belirtilmeli) 1519'da Osmanlı yönetimine başkaldırdı. Tokat yöresinde başlayan Şeyh Celal ayaklanması, anadolu alevileri ve göçebe yaşayan diğer gruplar arasında destek buldu ve devletin ağır vergi yükü altında ezilen binlerce çiftçinin de katılmasıyla hızla yayıldı. Ayaklanma aynı yıl kanlı bir biçimde bastırıldı.
Celali isyanlarının nedenleri
16. yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti'nde ekonomik ve toplumsal bunalım baş gösterdi. Anadolu ve Akdeniz üzerinden geçen uluslararası ticaret yollarının coğrafi keşifler sonucunda yön değiştirmesi de bunda etkili oldu. Osmanlı Devleti, bu ticaret yollarının kendi topraklarından geçtiği dönemlerde sağladığı kazancı yitirdi. Öte yandan Avrupa devletlerinin güçlenmesi karşısında fetihlerin durmasıyla ganimet gelirleri de ortadan kalktı. Devlet, gereksinim duyduğu geliri sağlayabilmek için vergileri artırdı. Osmanlı Yönetiminin Babadan-Oğula geçmemesinde titizlikle durduğu tımar sistemi saltanat haline geldi. Oluşan bu yarı-feodal durum, vergileri ödeyemeyen köylülerin topraklarını terk etmesine, kasaba ve kentlere iş için göç etmesine yol açtı. Geçim yolu bulamayanlar ise eşkıyalığa başladılar ya da eşkıyaya katıldılar. Bütün bunların sonucunda Osmanlı toplumsal ve ekonomik düzenin alt üst oldu. işsizlik ve geçim sıkıntısı, medrese öğrencisinden askerine kadar toplumun bütün kesimlerine yansıdı. Ayrıca Anadolu'da yaşayan Alevi halk Osmanlı Devletinin teokratik olmasına karşı çıkıyordu.Bu yüzden sık sık Osmanlı ile arası ters düşüyordu.
Anadolu'da ilk büyük Celali Hareketleri, medrese öğrencilerinin (suhte ya da softa) hareketi olarak ortaya çıktı. Medrese öğrenciler ve medrese bitirip iş bulamayanlar Yozgat, Amasya, Adıyaman , Sivas ve Malatya yörelerinde büyük ayaklanmalar başlattılar. Bu ayaklanmalar tarihe Suhte ayaklanmaları olarak geçti. Daha sonra, asker sınıfından levent ve sekbanlar ayaklandılar. Bu arada Osmanlı Devleti'nin yerel yöneticileri, güç kullanarak halktan vergi toplamaya başladılar. Yerel yöneticilerin zulmü merkezi hükümet tarafından önü alınamaz duruma gelince, III. Murat (1574-1595), III. Mehmet (1595-1603) ve I. Ahmet (1603-1617) soygunlara, yöneticilere ve memurlara karşı köylülerin silahla mücadele etmesini isteyen fermanlar çıkardılar. Bu dönemin önemli ismi şeyhülislam Mustafa Sunullah Efendi olmuş ve devşirme sadrazamlara karşı verdiği fetvalar ile Anadolu'da ki Türk varlığının yaşamasını sağlamıştır.
Destekleyen Gruplar
Anadolu'da meydana gelen Celali isyanlarına sadece çiftçiler ve işsizler destek vermemiştir. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın Laiklik çalışmaları Alevilerden büyük destek almıştır. Osmanlı devletinin teokratik olmasına karşı çıkan Aleviler Celali isyanına destek vermiştir.
Anadolu'daki önemli Celali ayaklanmaları ve önderleri
ilk Celali önderlerinden biri Bolu ve Gerede yöresinde 1581'de ortaya çıkan Köroğlu Ruşen'di. Köroğlu, soyguncu devlet yöneticilerine ve beylere karşı mücadele etti. Yaşamı ve serüvenleri, halk arasında derin izler bıraktı ve Köroğlu Destanı’na konu oldu.
16. yüzyılın sonlarına değin Celali ayaklanmaları, daha çok yöresel bir özellik taşıyordu. 1598'de Sivas ve Maraş bölgesinde çıkan Karayazıcı Ayaklanması, Celali hareketlerinin niteliğini değiştirdi. Sekban askerlerinin komutanıyken ayaklanan Karayazıcı’ya, dirlikleri ellerinden alınan sipahiler, topraklarını terk eden köylüler, işsiz kalan sekbanlar, yönetimden hoşnut olmayan beyler ve paşalar da katıldı. 20 bin kişilik bir ayaklanmacı ordusunu yöneten Karayazıcı, büyük kentlere bile baskınlar düzenleyip çekiliyordu. Karayazıcı üzerine gönderilen Osmanlı ordusu karşısında Tokat'a çekildi ve 1601'de öldü.
Karayazıcı'nın ölümünden sonra ayaklanmacıların başına kardeşi Deli Hasan geçti. Osmanlı Devleti, Orta Anadolu'ya egemen olan Deli Hasan kuvvetlerini bastıramayınca, onunla anlaşma yolunu seçti. Deli Hasan’ı paşa unvanıyla Bosna beylerbeyliğine atadı. Ancak devletin bu tavrı öbür Celali önderlerini cesaretlendirdi. 1603-1607 arasında Celali ayaklanmaları bütün Anadolu'ya yayıldı. Tavil Ahmed, Canbulatoğlu ve Kalenderoğlu gibi Celali önderler devlet otoritesini ortadan kaldırdılar. Anadolu’daki köylüler canlarını kurtarmak için yerleşim yerlerini terk ederek dağlara sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlı tarihine bu dönem "Büyük Kaçgun" olarak geçmiştir.
Sonunda Osmanlı Devleti, Celalileri kesin olarak ortadan kaldırmaya karar verdi. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa büyük bir orduyla 1606’da Anadolu'ya geçti. 1610 yılına kadar giriştiği savaşlarda Celalileri ve adamlarını acımasızca öldürerek cesetlerini açtırdığı kuyulara doldurttu. Bu dönemde öldürttüğü insan sayısının 65 bin civarında olduğu rivayet edilir.
Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa 1622'de yeni bir ayaklanma başlattı ve bu ayaklanma ancak 1627’de bastırılabildi. Sultan I. ibrahim döneminde (1640-1648) Sivas Valisi Vardar Ali Paşa ve Isparta yöresinde Kara Haydaroğlu ile Katırcıoğlu ayaklanmaları çıktı. Ama Osmanlı Devleti, ayaklanmacılara karşı siyasetini belli ölçülerde değiştirdi ve onları denetim altına alma yolunu kullandı. Katırcıoğlu, Karaman beylerbeyliğiyle ödüllendirilerek etkisiz hale getirildi. 1658'de ayaklanan Abaza Hasan Paşa'ya da devlet görevi verildi. Anadolu'da 17. yüzyıl ortalarından sonra görülen yerel Celali toplulukları da II. Viyana Kuşatması'ndan sonra Avusturya ve müttefiklerine karşı yürütülen savaşlarda asker olarak orduya alındı.
Celali ayaklanmalarının sonuçları
Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirdi. Ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçti. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan Tımar Sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. isyandan sonraki kıyımdan kaçabilenler iran'a kaçarlarken, saklananlar iç ve Doğu Anadolu Alevilerinin temelini oluşturmuşlardır ve atalarıdırlar, Saklanamayan ve kaçamayan kalabalık Türkmen aşiretleri ise bugünki Bulgaristan ve Makedonya topraklarına sürgün edilmişlerdir, o vakte kadar yalnız Batı Anadoludan yapılan iskanlarla az bir Türk nüfusuna sahip olan Balkanlarda bu tarihten itibaren Türkler çoğalmıştır. Köylü çiftbozan olmuştur yani tarlasını bırakıp, işlemeyip göç etmek istemiştir, böyle köylülere çiftbozan adlı ceza vergisi uygulanırdı.
Hellblack : Merhabalar! Öncelikle röpörtaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bir Şamanik Black Metal grubu olarak öncelikle grubunuzu tanıtır mısınız?
Mustafa Boz : Grubu kurma fikri 2008'in yaz aylarında rastlıyor. Arkadaşlarla Tıva Türkleri ve müzikleri hakkında muhabbet ederken, neden bizim kültürümüzü metal müzikle harmanlamayalım diye düşündük. Sonunda bunu yapmaya karar verdim ve uzun bir isim arama sürecinden sonra çok sevdiğim bir abimin tavsiyesi üzerine Yabgu adında karar kıldım. Pek çok eleman değişikliği oldu. Bunun nedeni ise diğer arkadaşların farklı şehirlerde olmasıydı. Böyle olunca uzunca bir süre tek kişilik bir oluşum halini aldı. Müzikal olarak da kendimi yetersiz gördüğümden de iyi işler çıkaramıyordum gerçekçi olmak gerekirse. Özellikler ekipman konusunda çok sıkıntı yaşandı.
Uzunca bir süre tek başıma devam ettikten sonra 2010 kış aylarında eleman aramaya karar verdim ve daha önceden tanıştığım, kardeşim gibi sevdiğim Hüseyin'e ilk teklifi götürdüm. Sonra diğer elemanlar da dahil oldu olaya ve son durum budur işte...
Hellblack : Abinizin tavsiyesi üzerine Yabgu isminde karar kıldınız ve bu grubunuzun ismi oldu. Peki Yabgu ismi sizin için özel şeyler ifade ediyor mu? Ve bu ismi başkasının ağzından duymak sizde ne gibi hisler uyandırıyor?
Mustafa Boz : Yabgu bence çok kutsal bir isim. Tarihte Hunlar tarafından kullanılan ilk hükümdar ünvanlarından. Çoğu kişi hükümdarın yardımcısı sanıyor yabgu ismini ama yanlış biliyorlar. Yabgu hükümdar yardımcısı değil, hükümdarın ta kendisidir. Bu hükümdarlığın kutsal bir amacı da var tabi ki. Kök Tengri tarafından verilen Kut sayesinde Yabgu ismini alıyordu hükümdarlar.
Bu ismi duyma konusu ise, birilerinin Yabgu hakkında bir şeyler konuştuğunu gördüğümde gerçekten çok seviniyorum. Olay ufak ufak meyvelerini vermeye başladı diye düşünüyorum. Şimdiye kadar bana gelen tepkilerin çoğu da olumluydu.
Hellblack : Peki neden müziğinizde Türklüğe yer veriyorsunuz? Ayrıca Bilirsiniz ki black metal zor iştir, hele hele şamanik black metal gibi bir türle bu işe başladıysanız yolunuz uzun, zorlu ve taşlıdır. Dolayısıyle diğer türler daha çok tutarken bu türe müziğinizde yer vermek biraz cesaret ve sağlamlık ister. Yani neden Türk ezgileri ve black metal?
Mustafa Boz : Her şeyden önce biz Türküz. Dünyada pek çok grup bu müzikle kendi kültürlerini harmanlıyor. Bu yolda bir sürü saçmalıkla karşılaşırsınız tabi ki. Yabancılar bunu yaptığında takdir edilirken, bunu bir Türk yaptığında faşist ilan ediliyor. Birkaç black metal grubumuz denedi bunu ama hep bir iki şarkı ile sınırlı kaldı. Ben öyle olmasını istemiyorum, Türk kültürü ve Türk ezgileri her zaman olacak Yabgu'da. Black metali seçtim çünkü bu tarzı seviyorum. Dışarıdan bakıldığında çok kolay icra edilirmiş gibi görünüyor insanlara ama işin özü öyle değil malesef...
Hellblack : Devam etmeden önce bu aydınlatıcı, güzel yorumlarınız için teşekkür ederim.
Mustafa Boz : Rica ederim, asıl ben teşekkür ederim.
Hellblack : Peki bu çok zor bir iş değil mi? Hissettiğim kadarıyla tekrar Türkler'in dünyaya hakim olmasını arzuluyorsunuz ve müziğinizde ırkdaşlarınıza birlik ve zafer çağrısı yapıyorsunuz. Kimileri buna halayperestlik der, kimileri saçmalık der, kimileri müzikte bu tür düşüncelerin Yeri yok der vs vs.. Yani buna inanıyor musunuz? Peki inanıyorsanız tek sizin müziğinizle atılan adımlar yeterli olmayacak olsa gerek. O zaman daha ne gibi adımlar atılmalıdır Türkiye'de ve diğer yerlerde?
Mustafa Boz : Aslında dünyaya hakim olmaktan ziyade yeniden birleşmemiz gerekli desek daha doğru olur. Neden bu düşüncelerin sanatta yeri olmasın ki? Milli edebiyat zamanında çok da güzel işlendi bu tür vatan ve ırk sevdası üzerine olan konular. istiklal Marşımız bile buna en basit örnektir. Biz de bu hislerimizi farklı bir pencereden sunmayı amaçlıyoruz insana. Bu da müzik tabi ki. insanlar bu konuda bilinçlendirilmeli, birileri çıkıp işin aslını tek tek anlatmalı. Ne yazık ki gerçek tarih, bize ilkokulda okuttukları tarih kitaplarındaki gibi değil. Birileri doğruları anlatmak zorunda bu insanlara.
Hellblack : Evet haklısınız. Şimdi biraz konu dışına çıkalım * Bize kendiniz ve grup elemanları hakkında bahseder misiniz?
Mustafa Boz : Grupta gitarları çalıyorum. Yabgu'ya başlama kararı aldığımda Konya'da, Selçuk Üniversitesi Resim Bölümü'nde eğitim görüyordum. Ama hayatta her zaman insanın istediği olmuyor tabi ki. Bazı nedenlerden dolayı oradan ayrılma kararı aldım. Sanırım çoğu kişi de bu yüzden Yabgu'yu Konyalı bir grup sanıyor *
Vokalistimiz Hüseyin ise izmir'de yaşıyor. Onun da bir kaç grubu oldu daha evvelden. Ben Impasse Room'dayken tanışmıştım onunla. Malesef o grubu dağıldı geçtiğimiz haftalarda.
Davul görevini üstlenen Burak da Impasse Room elemanıydı. Kendini her geçen gün daha da geliştirerek bize güven veren bir arkadaşımızdır.
Yabgu'ya yeni dahil olan Mine arkadaşımız ise ileriki zamanlarda klavye konusunda bize yardımcı olacak. Ayrıca kendisi üniversite yıllarımdan arkadaşımdı.
Bass gitarda ise pek çok konuda anlaştığımız birisi var ama henüz kesin bir durum olmadığından o mevkiyi geçmekte fayda var.
Hellblack : Daha önce 'Kan Kan Kan' parçasını coverlamıştınız, şimdi de Dombyra. Kayıt alırken ortamınız nasıl? Uyumunuz? Yeni gelen arkadaşlarla şu ana kadar ne gibi zorluklar çektin ve daha önceki elemanlarınla neden yolları ayırdın?
Mustafa Boz : Kayıtları benim küçük bir stüdyo halini almış odamda alıyoruz. Pek çok eksik var farkındayım ama zamanla onlar da giderilecektir elbet. Arkadaşlarla çok iyi anlaşıyoruz. ideolojik düşüncelerimizden tutun müzikal zevkimize kadar pek çok ortak noktamız var. Arkadaşların hepsi bu olayda çok yeni dahil olmasına rağmen yaşanılan zorluklar hemen hemen hiç yok. Önceki arkadaşlarla yolları ayırma sebebimiz, dediğim gibi farklı şehirlerdeydik. Bir araya gelmemiz çok zor oluyordu. O yüzden en mantıklı karar bir süreliğine tek başıma yola devam etmemdi ve bunu yaptım.
Hellblack : Peki türünüzde etkilendiğiniz gruplar var mı, örnek aldığınız. Varsa kimler?
Mustafa Boz: Tabi ki var. Albert Kuvezin, Arslanbek Sultanbekov, Emil Terkishev ve Kongar-ol Ondar bizi en çok etkileyen müzisyenlerdir.
Hellblack : Peki demo, e.p gibi şeyler var mı yakın zamanda? Geleceğe yönelik planlarınız nelerdir?
Mustafa Boz : Evet bir kaç hafta içerisinde Bozkurtların Uyanışı adında bir demo çıkaracağız. Şimdilik pek bir sıkıntı yok ama her şey yerli yerine oturduğunda konserlerle insanlara kendimizi duyurmak istiyoruz, uygun teklifler gelirse tabi ki. . .
Hellblack : Peki dinleyicilerden ne gibi beklentileriniz var? Sizin müziğinize hitap eden insanlardan...
Mustafa Boz : Her şeyden önce bizi takip eden insanlara çok teşekkür ederiz. Kendi öz kültürümüzü öğrenmeliyiz. Bizim kökümüz Anadolu değil ki. Asyadan at sırtında geldik biz bu topraklara. Bu garip yozlaşmayı en aza indirmeye çalışmalıyız. Yabgu'ya ön yargı ile yaklaşmasınlar. Tek amacımız gerçek kültürümüzü metal müzik ile harmanlamaya çalışmak. Bence daha artmalı bu tür gruplar ve oluşumlar. Ne kadar fazla olursak o kadar çok insana hitap etme şansımız olacaktır.
Hellblack : Peki sizin gibi zor bir görevi sırtlamış grup ve gruplara karşı ön yargıları nasıl yıkabiliriz?
Mustafa Boz : Bunun tek cevabı var : ''Vatanını, kültürünü ve ırkını sevmek faşistlik değildir.''
Bunu anlamaya başladıklarında tüm ön yargılar da ortadan kalkmış olacaktır. Nedense bu tür saçmalıklar sadece ülkemizde yaşanıyor...
Hellblack : Geçen günler Srebrenica katliamının yıldönümü idi. Temmuz 1995'te yaşanan ve en az 8300 Boşnak'ın Bosna-Hersek'in Srebrenitza kentinde Sırp ordusu tarafından öldürüldüğü gündü. Bu acı olay hala tazeliğini koruyor ve bu yara en derinlerimizde. Bu insanlık dışı olaya karşı metal müziğin tepkisi ne olmalıdır ve sizin tepkiniz müziğinizle olacak mı?
Mustafa Boz : Öncelikle şunu diyeyim. Yer yüzünde Osmanlıdan önce Boşnak diye bir ırk yoktur. Hepsi öz be öz Türktür o Boşnak denen insanların. Osmanlının yaptığı en iyi politika, balkanlardaki iskan siyasetidir. Bugün o coğrafyada hala Türkçe konuşulmaktadır biliryorsunuz. O insanlar iskan zamanında oraya yerleştirilen göçebe Yörüklerdir. Boşnak - Türk diye ayırmak, Moğol - Türk ve Azeri - Türk ayırımı yapmaktan farksızdır. Orada ölenler bizim insanlarımızdı. Bazı güçler böyle uydurma milletler yaratarak balkanlarda çok da güzel şekilde bozdular birliğimizi. ''Unutmayın Atatürk de balkanlarda doğdu. Atamıza da hakaret etmiş olursunuz böyle sapkın düşüncelerle!!!'' Bence Doğu Türkistan'da olduğu gibi Bosna Hersek'te de diplomatik olarak yeterince tepkimizi ortaya koyamıyoruz. (Ahh tabi filistin var değil mi? O arapçıkları nasıl unuturum) *
O coğrafyadan pel çok grubu takip ediyorum. Hepsi de olanaksızlıklarına rağmen çok da iyi işler çıkarıyorlar.
Bosna katliamı konusunda yapılan en iyi çalışma Bahadır Uludağlar'ın Life After Life albümüdür bence. Emin olabilirsiniz Srebrenica konusunda kesinlikle bir bestemiz olacak.
Hellblack : Bu röpörtajda bizimle olduğun için oluşumumuz adına teşekkür ederim dostum. Sağlam olduğuna inanıyorum. Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Mustafa Boz : Ben de teşekkür ederim dostum. Ara sıra sayfalarımıza girip takipte kalın. Şartlar el verdiğince elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSiN...
Hellblack : Tabi ki de. Takipte olacağız * Bu konuda size güveniyoruz. Görüşmek üzere… Sağlam kalın!
ULU TANRI !.
GÜZEL TANRI !.
GÖK TANRI !.
Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !..
Düşman şerrinden sakla ! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal, cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !
ULU TANRI !.
Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !
ULU TANRI !.
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! iradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK'ü hemen öldür !
TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK'ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!
ULU TANRI !.
Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !
GÜZEL TANRI !.
Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !
AMAN TANRI !.
TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!
Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !.
TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. insanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. insaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. insaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret!
TANRI !.
TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak !
Brooklyn denizinden çıkmış, değişik bir CryEngine 2
Çizgi roman okumak, benim için değişmeyen alışkanlıklardan biri. Ufakken Uzay Şövalyesi Rom (En sevdiğim kahramandır!) ile bu alışkanlığım başladı. Daha sonra Silver Surfer, Thor, Örümcek Adam, Süpermen, Batman derken elimde koleksiyonum oldu. Koca adam oldum, halen yeni serüvenleri okumandan duraıyorum. Usta çizerlerin elinden çıkan çizgi romanların, çizimlerine ayrı bir hastayım. Çizgi roman ne alaka denirse, işte burada oyunlarla olan köprüyü de kurayım, geçiş rahat olsun. Bu çizimler, artık sayfalardan, kağıtların arasından çıktı, oyun olarak PC ve konsolların sayesinde ekranlara kadar geldi. Böylesi görselliğe sahip oyunları gördük, şimdi onların arasına Merchants of Brooklyn de katılıyor.
Sokakları arşınlarım, ama yürüyecek sokak kalmamış!
Merchants of Brooklyn (MOB), Paleo Entertainment tarafından geliştirilmiş. Firma daha önce Half-Life 2nin multiplayer modlarından biri olan Paleolithic Revolutionı yapmış. MOB da, Paleonun kendi projesi.
Oyun Water World (Su Dünyası) filmindeki gibi bir atmosfere sahip. 3100 yılındayız (Torunlarımızın torunlarının torunları zamanı), küresel ısınma nedeniyle su her yeri kaplamış. Brooklyn sokakları artık, deniz olmuş. Şehir üst ve alt olmak üzere iki kısma bölünmüş. Havalar ısınınca, serinlemek için denize giren Brooklyn halkı böylece ikiye ayrılmış. Üstlerde yaşayanların liderleri, Brooklyn Institute of Technology (B.I.T) ile iletişime geçmişler. Amaçları B.I.T sayesinde klon teknolojisiyle Neanderthal yaratıp, kendilerine işçi sağlanmasıymış. Bu klonlar da iri kıyım, kuvvetli, vurduğunda oturtan cinsten. Neanderthaller arasında ölümüne dövüşler yapılıyor, biz de buradan kaçan özel bir dövüşçüyü yönetiyoruz. Alt şehre kaçıp, diğer insanların desteğini alarak üstlerin yönetimini devralmak için çarpışıyoruz.
"Abi bir göz taraması yapacaktım da, çok kıpraşıyorsun!"
Filmlik konumuzu es geçtiğimizde, oyunun kuşkusuz en ilginç yanını kullandığı teknoloji çekiyor. MOB, CryEngine 2 ile hazırlanmış yapımlardan biri, hatta Crysis ve Crysis Warheadten sonraki ilk oyun bile diyebiliriz. Yalnız CryEngine 2 öyle bir şekilde kullanılmış ki, Crysiste gördüğümüz görsellikle pek bir alakası kalmamış. MOB, grafik olarak son çıkan Prince of Persiaya benziyor. Çizgi romandan çıkmış gibi, çizgilere ve görselliğe sahip. Yapımcılar CryEngine 2yi değiştirmişler. Ancak bu grafiklerin kötü olduğu anlamına gelmiyor, hatta vasatın üstünde güzel bir görsellik var. Yalnız bazı mekan tasarımları ve karakter modellemeleri birbirini tekrar ediyor. Bir de bazı yerlerde nedense kaplamalar kötü gözüküyor. Bunlar haricinde grafiksel olarak ofsaytlık durum yok.
CryEngine 2 grafik harici çevreyle etkileşimi ve fizik unsurlarını da sağlıyor. Öldürdüğünüz düşmanlar haybeye patates çuvalı gibi yere düşmüyorlar. Çevredeki bazı nesneleri kullanıp, onun bunun kafasına atabiliyorsunuz. Hatta düşmanlarınızı akşam yemeği gibi parçalayıp, kopan kafalarını, bacak yada kollarını da silah olarak kullanabilirsiniz. Ancak oyundaki etkileşim Crysisteki kadar iyi değil.
Kol kola
MOBun oynanışı eski tipteki FPSler mantığında. ilerle, kapıdan geç, düşmanları öldür kuralı geçerli. Ancak fiziksel ve çevresel etkileşimler, klasik oynanış mantığını biraz daha eğlenceli hale getiriyor. Gelelim diğer bir noktaya, kolumuza. Kol ne alaka diye soracak olursanız, şöyle bir cevap vereyim. Oyunun başında karakterimizin başından geçeni görüyoruz. Bir dövüşte sağ kolu kesiliyor ve yerine biomekanik bir kol takılıyor. Bu kol bizim her şeyimiz. Biomekanik kolumuz silah şeklini alıyor ve X-Mendeki Gambit gibi eşyalara güç yükleyip onların patlamasını sağlıyor. Böylece çevredeki nesneleri veya düşmanlarımızın vücut parçalarını bombaya çevirebiliyoruz. Bir dövüşçü olduğumuzu unutmamız lazım. Yumruklarımızı da kullanabiliyoruz. Hatta biomekanik kolumuza gene güç yüklediğimiz zaman, düşmanları tek vuruşta parçalama imkanımız var. Kolumuza güç yüklediğimiz zaman Crosshair, mavi bir şekle giriyor ve dolmaya başlıyor.
Düşmanların alayı geri zekalı, ama bol sayıda geliyorlar. Çoğu üstümüze gelip ateş etmekten veya yumruklamaktan başka bir şey yapmıyor. Saklanma gibi bir hünerleri yok, ama arada sırada size bakıp hiçbir şey yapmadan arkalarını dönüp, tabanları yağlayabiliyorlar.
Sudan çıkmış balık
MOBun sesleri efektleri bazı zamanlar çok tok bir şekilde duyulurken, bazen sesler duyulmaz bir hal alabiliyor. Yapımın CryEngine 2 sayesinde menüsü aynı Crysis, hatta bazen Crysisin bir modunu oynuyormuş gibi hissedebilirsiniz. MOB, single player dışında multiplayer olarak da oynanabiliyor. Sonuç olarak oyun, buram buram kalite olmasa da, grafikleri ve kol, bacak koparma imkanıyla zaman geçirtebilir.
hilesini merak edenler için;
Oyunu -DEVMODE komut satırı parametresi ile birlikte başlatın. Ardından oyunu oynamaya başlayın. Aşağıdaki kodlardan birine basarak sonucunu aktive edin.
Kod: Sonuç:
[F1]: 1./3. Şahıs görüş açısı geçiş yapar.
[F2]: ilk Checkpoint'e döner.
[F10]: ikinci Checkpoint'e döner.
[F3]: Uçma/Hayalet modu geçiş yapar.
Ek olarak, oyun esnasında ~ tuşuna basarak konsol penceresini çıkartın. Ardından aşağıdaki kodları girin ve [Enter] tuşuna basarak işlevini aktive edin:
Kod: Sonuç:
g_godmode 1: Tanrı modu
i_noweaponlimit 1: Limitsiz silah
i_unlimitedammo 1: Limitsiz cephane
r_displayinfo 0: Geliştirici bilgilerini gizler
ai_IgnorePlayer = 1: Yapay zeka oyuncuyu yok sayar
kanımca ukteyi veren arkadaş pek hızlı yazdı valetin değil valentin dir soyadı ama nedense falentin diye okunması gerekirken ısrarla valentin diye okunan yazar.
bir dil üstadıdır. eserlerini okumak alman dilininin hiç keşfetmediğiniz kelime havuzunda yüzmeye benzer. bulmaca çözer gibi çözebilirsiniz ne demek istediğini. yeri gelir gramer tanımaz, yeri gelir 1 sayfalık tamamen doğru gramerli cümleler kurar. diline sinmiş ilginç bir komedi unsuru vardır.
hani amadeus filminde mozart'ın bir eserini ilk defa gören salieri yıllar sonra o günü anlatırken odasına gelen rahibe " on the page it looked nothing. the beginning simple, almost comic. just a pulse" der ya valentin de aynen öyledir.
genelde bizim mecaz-ı mürsel dediğimiz söz sanatıyla dalga geçer. tabi ki 1. kattan 2. kata bir merdiven çıkar lafı özünde saçmadır. çünkü merdivenin bir yere çıktığı yoktur ama öyle söylenegelir. valentin böyle kullanımları alır, evir çevirir, abartır, büyütür gözümüze gözümüze sokar.
narrenrede 'nin başlangıcında zaten der ki: " modern bir ressam nasıl resim yapıyorsa modern yazar da öyle yazabilmeli." valentini en iyi özetleyen cümledir kanımca.
ayrıca diyaloglarında bir amaç yoktur. yani iki kişinin bir diyalog yoluyla illa da anlaşması gerekmediğini düşünür. sorular ve cevaplar havada kalır. neden her diyalogun bir sonucu olmalıdır ki zaten? hayatta her diyalogun bir kesin sonucu yok ki yazıda da olsun? absürdlüğün sınırlarını zorlar valentin bu tür kısa diyaloglarla.
önemsiz hatta sıkıcı gibi gözüken bir yazıda 2 kelime sizi koparır sandalyeden düşebilirsiniz. öyle baştan sona gülüp eğleneceğiniz bir yazar değildir. hatta zaman zaman sıkıcı bile gelir. yazmayı sevdiğini de zannetmiyorum. gayet doğaldır güldürmek istemezse güldürmez. durup durup anlık mizah patlamaları yaşayacağınız bir yazardır. her an o anki yazının karakteri bir nalbura gidip metre satın alıp elinde o metreyle başka bir nalbura girip başka bir metre alıp ilk aldığı metrenin 1 m olup olmadığını ölçebilir. şaşırmayınız.
zum beispiel:
-- bir mektupta annesinden "meine damalige mutter als ich geboren wurde" (doğduğum zamanki annem) diye bahsedebilir. ya da bir trenden "yeni doğmuş tren" diye bahsedebilir ve gerçekten treninin doğduğunu ima ediyordur. (belki de etmiyordur)
-- bir öyküsünde, kısa oyununda her an şu mesleklere sahip insanlara rastlayabilirsiniz: hidrojen doğramacı, fıtık kontrolörü, deprem koleksiyonucusu, düşmana uyku tozu atan topçu eri, yağmur damlası sayan adam, muhabbet tellalı ( hayır pezevenk anlamında degil cidden iki kişinin sohbetini yöneten kişi, gerçi şimdi açık oturum düzenleyenler bu komik mesleğe dahil oluyor)
--
lehrer: was ist ein fremder?
valentin: fleisch, gemüse, obst, mehlspeisen u.s.w.
lehrer: nein, nein nicht was er ist, will ich wissen , sondern wie er ist?
--
ayrıca almanca'ya şöyle bir kelime katmıştır: (tek başına sözlükte başlık olarak açılamıyor)
"nasentröpferlauffangungsundheruntertropfverhütüngsapparat"
dialoglarındaki kişiler ilginçtir. genelde isim olmaz, a kişisi ile b kişisi, er ile sie, he ile she konuşur. arada kendini koyar a nın yerine, b için de bir başkasını.
nasıl zuschauer, zuhörer varsa yani bakmakla görmek arasında, duymakla işitmek arasında bariz bir fark varsa, leser ile zuleser arasında da böyle bir fark var der. yani okuyanla gerçekten okuduğunun bilincinde olup okuyan insan. türkçeye çevirmesi manasız gibi durabilir tabi. ama valentin işte almancadan başka bir dile çevirelemeyecek şeyler yazmış.
yalnızca schriftsteller değil aynı zamanda wortsteller olarak görmek lazım valentini.
rastladığım ilk almanca müteşair örneğini de valentin vermiştir:
expressionismus
kanapee glüht meersfreiheit,
lippen blau aus abendbrot,
stille nacht in mermalade
edle kunst, behüt dich gott.
ve son olarak valentin okuyacaklar için ufak bir sözlük:
dös : das
scho: schön
net: nicht
s' : sie
a : ein
i: ich
zsamm: zusammen
könna: können
zwo: zwei