türklerin müthiş icatlarına bir örnek. 'güzellik argümanı' tarafımdan tanımlanmış bir tür mantık safsatasıdır. genel olarak karşı cinsten bir insan konuşurken dış görünüşüne bakarak söylediklerini yargılama eğilimi diyebiliriz. türkiyedeki erkeklerde had safhada bulunan bu mantıksal hastalık , bazı dişilerimizde de görülebilir. (bkz: khal drogoya tapınan kız)
örnek vermek gerekirse ayalet shaked başlığına ekşi sözlükte yazılan kimi entryler.
dün akşam dünya kupası dahilinde oynanan almanya brezilya maçından sonra çevrilen geyiklerin düşündürdüğü birlikteliktir futbol ve cinsiyetçiliğin yıllardır devam eden ilişkisi.
bu ülke sınırları içerisinde yaşadığım için gözlemlerim türk futbolseverler üzerinden yapılacaktır. bilenler bilir bu ülkede taraftar zamanında şunu http://store.donanimhaber...19AE3B1E321CE7077325B.jpg yapıyordu hatta hala yapıyor: http://twicsy.com/i/SMQood
bu olay ne yazık ki , kadınlı erkekli gruplar halinde konuşulduğunda, kadınların dahi eğlenceli bir espri gibi algıladığı bir olay. yani bir futbol takımı bir diğerini kendi stadında ilk defa yendiğinde bu olayı 'bekaret bozma' (ki bu kelimeler de sorunlu bir kullanım aslında) ile ilişkilendirmeyi oldukça normal hatta zekice bir gönderme gibi algılıyoruz.
malesef toplumun hemen her tabakasında futbolu cinsellikle, atılan golleri 'posta'yla , kaleyi de vajinayla bağdaştırma durumu var. işin en kötüsü 'yenilen takım =kadın' oluyor. yani kadın cinselliğine bakışımızın aşağılayıcı, küçümseyici olması öyle bir kabullenilmiş ki 'kızım sakın ha verme kimseye evlenmeden, değerin düşer' öyle benimsenmiş ki yenilgi kadınlıkla özdeşleştirilmiş. bu iğrenç bakış açımızın ve günlük hayatımızda ya da izlediğimiz sporda dahi her şeyi cinsellikle bağdaştırma çabamızın altında belki de cinselliğimizi rahat rahat yaşayamayıp , kafamızda sürekli cinsel arzular dolaşıyor olmasındandır. belki de kadınları cinselliğe karşı bu kadar önyargılı yetiştirip, seviştiklerinde suçlu hatat yenilmiş hissettirmesek bu toplumda cinsellik bu kadar tabulaşmış olmayacak ve herkes rahat rahat sevişebilince futbol maçlarından sonra böyle espriler yapmayacağız.
içinde bulunduğumuz online platform dahilinde bile dün gece 'brezilya öyle 1 -7 ki yarrağı' gibisinden bir başlık açıldı. içinde bulunduğum bu oluşumdan utanmama sebep olan bir başka başlık. 3 yıldır artık alışmışımdır sanıyodum her akşam bekaret başlığı açılıp sevişen kadınların yerin diibne geçirildiği bir sözlükte hatta bir ülkedeyim ne de olsa bağışıklık kazanmışımdır diye düşünüyor insan, ama olmamış benimseyemedim bir türlü şu yaptığınız geyikleri arkadaşlar, bir türlü anlamlandıramadım.
bazen düşünüyorum, hani acaba biz mi abartıyoruz, gerçekten cinsellik üzerine üç beş geyikle maç yorumlanmasını diye ama bu cinsellik hep tek bir tarafa yükleniyor.
dünden beri sosyal medyada sürekli bir 'tecavüz' esprisi dönüyor, klişe, sıkıcı, yaratıcılıktan fersah fersah bu kalıpları hala komik bulabiliyor musunuz demiycem, kadını bu kadar aşağılayan, tecavüzü bu kadar kolay ve komik bulan, hala 'brezilya zevk almaya bak' diyen insanları görmeyi cidden mideniz kaldırıyor mu diye sorucam. çünkü gerçekten komik değil, rezil rüsva, toplumun halini bir kez daha vurgulayan içler acısı , vahşet bir durum.
kadınlı erkekli herkes tweet atıyor brezilyaya tecavüz diye, kadınsın sen xx kromozomun var hani, o senin de cinselliğin hani, sen cinselliğini bu kadar yenilgi, bu kadar kötü bir şey mi sayıyorsun? bir gün seviştiğin bir kişi olur ve sonra ayrılırsan 'ama o beni kullandı ühühühü' diye ağlayacak zihniyetlerdensin belli, ama en azından tecavüze uğramış hemcinslerini düşün; her seferinde her yenilgiye tecavüz dendiğinde mağduriyetlerini bir düşün.
bende de bir tuhaflık var, game of thrones izlediğinde favori karakteri sıçtımın 'khaaaal drogoooo 'su olan kadınların yaşadığı bir ülkede ne bekliyorum ki? adam 13 yaşında kıza nasılsa karım diye tecavüz ediyor 'ama o kurgu yhaa sonuçta' sıçtımın zihin özürlüsü sence tecavüz nasıl meşrulaşıyor, sence ülkede 10 yaşında kız çocuklarına tecavüz edenler neden ediyor? devlet kadınları tecavüzcüsüyle evlendirmeye çalışıyor, tecavüz sonrası doğan çocuğa dahi bakılmalı diyor, bangır bangır nasıl protesto edeceğimizi şaşırdık, sen bunlarla mücadele edeceğin yerde izlediğin dizideki en ilkel kavmin en barbar tecavüzcüsüne, sübyancısına aşık olup hayran hayran bakıyosun. tamam jason mamoa yakışıklı adam, tamam kaslı üçgen filan ama her üçgen vücutlu yakışıklı herifin sana tecavüz etme hakkı var o zaman? 'amaa sonra romantik oldular hem khalesi onu sevdi ki..'bak hala meşrulaştırma çabası, sıçtımın stockholm sendromlu danerysi khal drogoyu seviyomuş gerizekalı , oldu o zaman biz kalkalım.
neyse konu dağılıp diziye kaydı fark ettim, ama bu espriler var ya müstehak size, yapın esprilerinizi. ben de türkiyeden gitmek isteme sebepleri listeme 13,3 x 10*25. madde olarak ekleyeyim şu durumu. sayenizde isviçrede sokak köpeği olmak mı tr 'de kadın olmak mı diye sorsalar, durup saatlerce düşünüp karar veremeyecek hale geldim.
bugün denk geldiğim şu https://galeri.uludagsozluk.com/r/806771/+ resim sayesinde birden , sorgulamadan ve üzerine düşünmeden böyle bariz yanlış fikirlere ne kadar kolay kapıldığımızı fark ettim.
kütleçekimi evrende var olan 4 temel fiziksel kuvvetten biridir ve varlığının sebebi sizin uçmanızı engellemek olan şeytani bir kuvvet filan değildir.
öncelikle şu istekteki mantıksal safsataya bir baltayla dalalım. yerçekimi kavramı olmasaydı uçacaktık diye durup hüzünlenmek, ateş olmasa yanmazdık diye düşünüp hüzünlenmek kadar saçmadır. neden bu ikisi de saçmadır? yerçekimi kavramı olmasa yukarı-aşağı gibi kavramlar da var olamayacağından dolayısıyla sizin bugün bir amaç olarak algıladığınız anlamıyla 'uçmak= yerden yükselmek' de olmayacaktı çünkü zaten her halükarda yerden yüksekte olcaktınız ve uçmamak diye bir kavram var olmayacağından uçmak da sözlüklerden silinecekti. yani ateş örneğindeki gibi, eğer ateş diye bir olgu hiç var olmasa siz yanmak kavramından zaten bihaber olacağınızdan ve bilincinizde buna denk gelen hiç bir deneyim/gözlem vb. bulunmadığından yanmadığınıza seviniyor da olmayacaktınız. 'yanmamak' kelimesi de 'yanmak' ile beraber silinip gidecekti.
işin mantıksal/felsefi boyutunu geçtiysek şimdi başka bir sorun çıkıyor karşımıza o da şu dünyamızın -yaşama izin veren o meşhur koruyucu örtüsü- atmosferi varlığını yer çekimine borçludur. merkezkaç kuvvetinin (aslında bu da kurgusal bir kuvvet neyse kafa karıştırmayalım) etkisiyle uzay boşluğuna savrulup gitmesi gereken o gaz katmanları kütleçekim etkisiyle gezegeni sarmalamış durumdadır. yani çok üzgünüm gençler ama yer çekimi olmasa siz , hatta tek hücreli canlılar bile muhtemelen var olamayacaktı herhangi bir gezegende.
bundan daha derin ve bariz bir sorunsa şu ki, yıldızların ve evrende görülen gezegen, kuyruklu yıldız, kara delik hatta galaksi gibi oluşumların var olmasını sağlayan şey kütleçekimle nükleer kuvvetlerin dengesidir. eğer kütleçekim olmasaydı aslında devasa nükleer fırınlar ve birtakım gazlardan ibaret olan 'yıldız' diye tanımladığımız cisimler en başından hiç bir araya gelmemiş olacaktı. yıldızların hayat öykülerini, yıldız türlerini vb. incelerseniz aslında milyarlarca yıl süren o ışık oyunlarının hepsinin bir kütleçekim-nükleer kuvvet kapışmasından ibaret olduğunu ve dönem dönem birinin diğerini baskılamasıyla yıldızların patladığını , kendi içine çökebildiğini hatta karadelik oluşturduğunu fark edersiniz. yani kütleçekim olmasa aslında sadece biz canlılar ve insanlar değil yıldızlar ve gezegenler de oluşmayacaktı.
dolayısıyla 'kütleçekim olmasa da uçsaydık ne güzel' demek gerek mantıksal açıdan gerek fiziksel açıdan tutarsızdır. olsa olsa 'kütleçekim olmasa da biz de var olmasak' denilebilir; ki bu durumda var olmadığınız zaman zaten ne kendinizi ne de herhangi bir kütlenin çekim etkisini deneyimleyebileceğinizden 'oh ne güzel kütleçekim yok ve biz de yokuz , var olsak kim bilir ne sıkıntılar çekecektik' deme şansınız da olmayacaktır. bu istek yine bir logical fallacy örneği olur ama en azından fiziksel açıdan makul bir önermeniz olur.
artık kezbanlıkta çığır açmış, her türlü anomaliyi barındıran, genetiği bozuk , tripkar türk kızının geldiği son noktadır.
gözün altında kirpik mi olur yahu? yıl olmuş 2014. ağda paranızı ben vereyim gidin şu iğrenç genetik mirasınızı bir aldırın. bu işin lazeri var epilatörü var gerekirse tıraş olun yeter ki o iğrenç bakımsız leş suratınızı her gün gözümüze sokmayın.
ha bir de iki adet kulak memesi olan var aranızda, ıyy midem kalktı o nası bir kezoluktur yarabbim? bak rus kızlarına hiç kulak memeleri var mı?
hele bir de aranızda konuşanlar filan var, yıl olmuş bilişim çağı konuşmak nedir yahu? banal , sıkıcı , şımarık kezolar sizi. hiç mi düşünmez bir insan mesela ayakkabı filan da giyiyomuşsunuz ay içim bi fena oluyo düşündükçe kezbanlığın, görmemişliğin bu kadarı yani.
kendi ailesine, akrabalarına, arkadaşlarına hatta yeni tanıştığı yabancılara dahil müdahale seviyesinde sorular sorma hakkını kendisinde bulabilen insandır.
aynı masaya oturduğunuz andan itibaren hangi bölümde okuyormuşsun? evli miymişsin? bekarsan, evlilik hakkında ne düşünüyormuşsun? şimdiki gençlerin hayat tarzı ve düşünceleri sence de çok sapkın değil miymiş? vay efendim neden o bölümde okuyormuşsun? nerede yaşıyormuşsun? sevgilinle birlikte mi yaşıyormuşsunuz? sevgilinin boyu kaçmış, senden uzun muymuş? mesleği neymiş ? evliysen çalışıyor muymuşsun? evli kadınların çalışmaya devam etmesi hakkında ne düşünüyormuşsun? çocuğun var mıymış, kaç çocuk düşünüyormuşsun? okuyorsan eğer üniversitede bunların bir nesil genci de var , sevgilin var mıymış? o çocukla sadece arkadaş mıymışsın? arkadaşsan niye öyle sarmaş dolaş takılıyomuş? sevgilinle cinsel hayatın var mıymış ? akşam o saatte nereden geliyormuşsun? tanrıya inanıyor muymuşsun? hangi dinin hangi mezhebindenmişsin? niye o mezhebe inanıyormuşsun? sizde ibadetler neden farklıymış? inanmıyorsan neden inanmıyor muşsun? hobilerin varsa neden onlarla uğraşıyomuşsun, küçükken ailen mi yönlendirmiş, ilgilendiğin o konuda hangi seviyedeymişsin? ertesi gün sınav varken neden kitap okuyomuşsun?
arkadaş, kimse size bir cevap veya açıklama borçlu değil. sana ne lan sana ne benim ne yaptığımdan ne düşündüğümden, neden öyle düşündüğümden, neden öyle yaşadığımdan, o kararı hangi süreçlerden geçerek aldığımdan? kimsin lan sen? ben sana soruyo muyum? zerre umrumda mı senin hayatın, umrumdaysa bile sevgimi seni sorgulayarak mı belli ediyorum? bu mudur yani samimiyet? şu topraklarda adına samimiyet diyerek, toplumsal hayatın gereği diyerek, sosyallik gibi göstererek birbirinizin hayatını yönlendirme arzunuzdan tiksiniyorum. birbirinizin hayatının içine etme aşkınız gözlerimi kamaştırıyor böyle bir tutku yok arkadaş, komşu teyzeden yurttaki arkadaşlarına, mahaledeki arkadaşından lisede tuvalete bile birlikte giden kızlar sürüsüne kadar herkes tutkulu bir müdahale uzmanı. küfretmekten nefret eden insanları küfür cambazı yaptınız böyle böyle aferin. lan ben normal şartlar altında sosyal olmak isteyen bundan zevk alan bir insan olabilirdim, normal insanlarla birey olmayı ve başkalarının bireyliğine müdahale etmemeyi bilen insanlarla dolu normal bir ülke olsaydık , ama gel gör ki şu coğrafyada asosyal olmamak hatta anti sosyal olmamak elde değil.
neresinden başlasak, önce sigaranın tek kişilik ve 'benim sağlığım benim kararım' denilebilecek boyutta bir zarar olmaktan çok etrafımızdaki diğer bireyleri de etkileyebilen bir zarar olduğunda hemfikir olmak gerek.
bir insan bir sigaradan dumanı içine illa dudaklarını sigaraya değdirerek çekmiyor, ve etrafından soluduğunda da azaltılmış da olsa bir zarara maruz kalıyor.
yeterince uygar bir toplumda , bir insanın vücuduna zarar vermek kendi tercihinde olmalı (bunda hemfikir değilsek çok yanlış gelmişsiniz zaten) insan hakları bildirgesinde söylendiği ve hiç uygulanmadığı gibi yani.
şimdi sigara yakmak istediğin zaman, mekanın açıkhava kısmında oturuyosun seninle beraber oturan insanlara sakıncası var mı diye sormak edebinde bulunan bir insansan seni tenzih edelim.
vapurdan otobüsten indiği ;sinemadan , tiyatrodan çıktığı anda o kalabalık dağılmadan sigaraya yapışan insanlar var.
bu kadar mı zaaf, yoksa şov mu?
(sana ne lan y.rram, keyfimin kahyası mısın ister 10 sn de yakarım ister 10 dk sonra diye bir şeyin söz konusu olmadığını, benim sağlığıma zarar veriyosan konunun beni de ilgilendirdiğini söyledik)
bir de işin açık hava boyutu var, şimdi tam da bahar mevsimi, hava dışarıda ılık güneşli, herkesin çıkıp biraz özgür olası var. ama o da ne oturmak istediğiniz tüm kafelerin tek bir açık mekanı var ve sigara içenler burada takıldığından içeri geçiyorsun ister istemez. şimdi devlet bu dumansız hava sahasını çıkarmasına çıkardı ama iyi mi yapmış kötü mü bilemedim. sigara içenler daha bir özgür oluyor, içmeyenler faşizanca iç mekana tıkılıyor.
belki kapalı kalmaktan sıkıldık anasını satayım, dumanınızın yoğunlaştığı 5-6 metrekare alana bizim de ihtiyacımız var. buna bir çözüm olmalı. aynı mekanın mesela bir terası bir bahçesi varsa içlerinden biri sigara içenlere diğeri içmeyenlere tahsis edilmeli gibi gibi.
sonracıma koku meselesi var, yolda yürürken her sigara içenin yanında 3 sn den fazla eş adımlı gitsem sabah yeni yıkanmış saçım işe/okula varıncaya kadar leş gibi kokar. e sen bu kokuya alışkın ve önemsemiyor olabilirsin ama ben insanlara buram buram kimyasal solutmak istemiyorum. insanları geçtim kendi kokumdan kendim tiksiniyorum.
gelgelelim en kötü duruma, olan çoluk çocuğa oldu. topluca bulunabilinecek kapalı mekanlarda içmek yasaklanınca sigara içenler topluca yeşil alanlarda, parkta bahçede, lunaparkta vs. takılmaya daha meyilli bu da tabii ki aramızda en çok dışarı çıkmaya koşuşturmaya meyilli olan ufaklıkları etkiledi. çocuk parkları sigara eşliğinde çekirdek çitlemeyen 4-5 kişilik genç gruplarının favori mekanı oldu.
en sinir olduğum tipse sigara yakacağı zaman, sigara içmeyen biri ondan yakmamasını rica ettiğinde rahatsız olduğunu söylediğinde illa genel geçer tıbbi bir mazaret vs. bekleyen tiptir. evet şu anda astımım bronşitim yok diye senin dumanını paylaşıp ileride her türlü solunum yolu hastalığına yakalanma riskimi senle beraber arttırmaya gönüllü olmak zorunda değilim. benden bunu talep etmek için bana ne sunuyosun ki karşılığında? -bak 5 dk bu sigarayı içersem bütün dertlerim çözülücek, ve ben aslında çok zeki bir insanım kişisel streslerden kurtulunca da vinciye dönüşücem öyle bişey tasarlıycam ki en az 100 insanın hayatını kurtarıcam vs. gibi bir önerin var mı ? neden beni de kendinle beraber ( burada azıcık etkiliyo pasif içicilik diye bir savunma olamaz. o zaman yolda yürürken stres atmak için birbirimize ufak , fazla acıtmayan tokatlar da atma hakkımız olsun. nasılsa birbirimizin stresini, depresyonunu gidermek için kendimizden fedakarlık yapmaya hepimiz doğuştan mecburuz) zehre maruz bırakman bir hakmış da ben bu hakkı gasp etmişim gibi davranıyosun?
işin en kötü savunması
-amaa bu şehirde soluduğun hava zaten zararlı sigaradan nolcak
- ama yediğin yemeklerin hepsi sağlıklı mı sanki
-ama yolda giderken kafana saksı da düşebilir
tarzı savunmalar. evet kardeşim bunlar da benim sağlığımla ilgili kişisel durumlar ve seni zerre ilgilendirmez.belki soluduğum havanın daha temiz olması için de çabalayan bir derneğe kuruluşa katılmışımdır, belki hiç ilgilenmiyorumdur. ne de olsa bunu yaparken sana ekstra bir zarar vermiyorum. cips filan yerken sana zorla yedirmiyorum (ki yemiyorum da zaten) 21. yy modern şehrinin zararlılığından kendime düşen payı alırken sana ekstra bir zarar veriyor muyum? hayır. ama sen sigara içerken benim sağlığıma kendi isteğim dışında müdahale ediyosun ve buna karşı çıkıyorum. şu yaptığınız savunmaların atıyorum hayvansever birine gidip - kedi köpeğe sıra gelene kadar milyon tane aç insan var demekten ya da feminist bir insana 'ohoo feminizme sıra gelene kadar ne adaletsizlikler dönüyo gelir dağılımı kapitalist sistem vs.' demekten farkı yok. bir insan bir şey için çabalıyor diye her şey için aynı anda çabalamak zorunda değil. ve bu sizin onu yıldırmanız için yeterli bir sebep de değil.
en son durum da şu, bunlar çok minör, mini minnacık şeyler sadece sizi ve çevrenizdeki 3-5 insanı etkiliyor gibi görünen ama işin görünmeyen tarafı. sigaranın sizin sağlığınızda açtığı zarar dahi başkalarını da ilgilendiriyor çünkü ülkemizde devlet hastaneleri vergi sistemiyle işliyor ve sigara kaynaklı akciğer kanseri, solunum yolu hastalıkları, koroner rahatsızlıklar vb. hepsinin tedavisine tonla para akıtılıyor. amerika obez insanlardan ekstra vergi alma ya da şişmanlığa sebep olan yiyeceklere eksta vergi bindirme gibi yöntemler göz önünde bulundurdu mesela. acı ama gerçek ve gerekli yaptırımlar çünkü kimse kimsenin sefasının, cefasını paylaşmak zorunda değil.
çocuk hakları , insan hakları mevzusunu geçtim bir de geleceği düşündüğünüzde sünnetin sonucu olan erken boşalma sebebiyle bir kadın hakları ihlalidir.
şimdi bir ülkede erkeklerin büyük çoğunluğu sünnetliyse ve buna bağlı olarak diğer ülkelerdeki hemcinslerinden daha erken boşalıyorsa, ülkenin hiç orgazm olamayan veya arada bir şansı yaver giderse orgazmı tadan kadınlarını ve yaşanan cinsel tatminsizlik boyutlarını düşünürsek bu ülkede kimsenin yahu bu kadınların psikolojisi neden bozuk, neden kezban kezban davranıyo bunlar niye sevişmiyo bizle vs. demeye hakkı da yoktur.
tüm ülkenin cinselliğini baltalayan bu uygulamadan kadınlar olarak da şikayetçi olmalıyız.
hadi empati yapamıyosun karşı cinsle, çoculuk travmasıyla bari kendini düşün.
ama oğluşumu geleneklere uygun bık bık... deme, oğluşun senin heykel dersi projen değil, ileride birey olacak bir pre-birey o. tıbbi gereklilik dışında vücut bütünlüğüne müdahale hakkın yok. kız çocuklarının kulaklarının sırf estetik bir amaçla delinmesine de gelicek sıra ama sünnet daha elzem.
bak arkadaş, ben kimsenin görüşüne saygısızlık etmem tut ki yanlışlıkla ettim hemen akabininde düzeltirim. şimdi benim vegan arkadaşlarım da var. ben bir kaplan olarak bunlarla aramı iyi tutmayı severim. sonuçta yemedikleri bana kalıyor. ama bu veganlar gelip bizim etimize sütümüze karışmasın,
vegan cumhuriyeti talebinde bulunmasın burada kardeş kardeş yaşayıp gidelim . ha arada bir vegan yediğim de olmuyor değil ama napalım sonuçta onlar bizi yiyemiyor bizim hakkımız bu ırkımızın doğası gereği bazen kendime engel olamıyorum geçmişte bazı hatalar yapmış olabiliriz ama şimdi hiçbir sorunum yok veganlarla, yani akıllı uslu dursunlar. bir iki veganı yedik diye bize mağdur edebiyatı yapmasınlar şimdi.
ikili diyalogtayken, xx kromozomlu bir üçüncü kişi hakkında bayan deme gerzekliğidir.
bak yüz yüze hitapta anlarım sonuçta şu diyalog biraz saçma geliyor yabancı birine hitap için
- pardon kadın, bir bakar mısınız?
ve hanımefendi gibi daha kibar alternatifler o an akla gelmeyip ya da bulunulan ortama fazla elit kaçıp bayan denilebilir dalgınlıkla.
ama orada sizden uzakta duran 15-16 yaş üstü bir dişi insandan bahsederken gösterip
-şunu bayana uzatır mısınız?
-az önce giden bayan bunu söylememi rica etti
- bayan az önce kapattı hesabı
-bayana söyler misin pencereyi biraz açsın
-bayan reyonunda indirim başladı
gibi kelimeler anlamsız.
-size kız/kadın dememek için baaağyan diyorum. ıykkk.
bak arkadaşım yetişkin bir insan için erkeğin dışında kalan cins kadındır anlatabildim mi?
hele de genç ve bekar bir kadından bahsediyorsanız, kadın kelimesini duyunca küfür gibi algılayanlar var yahu. yapmayın etmeyin kuzum, şu kelimeye cinsel anlamlar yüklemeyin. kadın denilince 'aa sevişmiş mi ki lan bu' moduna girmeyin. çirkinsiniz veya komik karar veremedim.
toplumda genelde ihtiyacı yoksa çalışmaya çocuğu bakıcıya bırakmasın, evinde oturup çocukla ilgilensin denilen zalimlikle kınanan annedir.
ben şimdi bu olayı size başka bir yönden anlatayım
ben o çocuğum, gerektiği zaman anneanneye gerektiğinde halaya babaanneye , bazen bakıcıya bazen kuzenlere , teyzelere bırakılarak büyütülen çocuk.
annemse dünyanın en ilgili, en sıcak insanıydı biliyor musun sen yargılayan insan?
iyi ki çalışıyormuş annem, iyi ki öğretmenmiş iyi ki bir soru sorduğumda kafama terlik fırlatıp pembe dizi izleyeceğine akşamları bana yazı yazdırıp resim çizdirmeyi tercih edecek kapasitedeymiş.
iyi ki annem de çalışmış, iyi ki babamla annem hayatı paylaşmayı bilen insanlarmış. evde kimse kimseyi yemeğin tuzu eksik diye azarlamamış iyi ki.
bir gün yeniyetmenin teki olduğumda felsefi sorgulamalara girdiğimde, depresyonlar bunalımlar yaşadığımda iyi ki annem söylediklerimi anlayabilecek kapasitedeymiş. iyi ki oturup benle platonla kant ın ahlak felsefelerini kıyaslayabilecek bir annem varmış.
bakıcılar sizin sandığınız gibi zalim insanlar filan da değildir iyi seçerseniz. bizim bakıcımız mesela, kendisinin de 4 çocuğu vardı, tombul tatlı bir teyzeydi ev işlerine de yardım ederdi.bazen annemin kurallarına tolerans gösterip bize çeşitli kıyaklar da yapardı, severdik kendisini.
sonra iyi mahallelerde, iyi yemeklerle büyüdüm mesela. annesi çalışmayan arkadaşlarım evde anneleriyle pembe dizi izleme keyfini yaşamak uğruna ekmekle makarnayla beslenirken, sobalı evlerde soğuktan donarken, kötü muhitlerde her gün tinercilerle takıldıkları bir sokak hayatına savrulurken ben orta sınıf apartmanlarda büyüdüm. kendim gibi arkadaşlarım oldu. akşamları korkmadan oyun oynayabileceğimiz bir sokağımız oldu. yemeklerde bol bol protein alma lüksüne sahiptim. uzak da olsa şehirdeki iyi okullara , pahalı da olsa iyi dersanelere gidebildim.
bir enstrüman öğrenmek istediğimde o kursa yazılma lüksüm vardı hep. sanatla ya da felsefeyle kafayı bozduğumda kızmadan anlayışla karşılayan hobilerimi de eğitimim kadar önemli gören bir ailem vardı.
öyle çok zengin değildik. normal memur insanlardı annemle babam. sadece babam çalışsa yokluk çekeceğimiz halde gayet normal orta kaliteli bir hayat yaşayabildik 3 kardeşimle, şimdiye dek.
şimdi üniversite öğrencisiyim mesela, iyi ki annem bağımsız olarak var olabilen bir çocuk yaratmış . iyi ki evde oturmazsam çocuğum yaşayamaz dememiş. birey olmayı becerebilen çocuklar yetiştirmek için elime tutuşturduğu bir kroki parçasıyla çarşıya yollayıp alışveriş yaptırtmış iyi ki.
gerek maddi gerek manevi olarak başka bir şehirde üniversite okumak zordur. annem çalışmasa belki de büyüdüğüm küçücük şehirde, kötü bir üniversitede okumaya mecbur kalacaktım. veya hem okuyup hem çalışmak zorunda olduğumdan istediğim bölümü kazanamayacak, kazansam bile iyi bir yerlere gelemeyecek, üniversitedeyken kişisel gelişimime zaman ayıramayacaktım.
annem tv izlememi yasaklayıp müzik yapmaya yönlendirmese şimdi sit-com izlemekten başka hobisi olmayan boş beleş bir insan olacaktım belki. 2 yaşından itibaren tv kanallarının önüne koyularak pasif kalması sağlanarak büyütülen, annesi bulaşık yıkarken can sıkıntısından patlayan bir çocuk olmak yerine, ağzımdan salyalar akarak çizgi film izlemek yerine arkadaşlarımla (bakıcının çocukları) oynayarak büyüdüm. yeri geldi bakıcı bana her gün en az 2 resim çizdirmekle, ödevlerimi yapmamı denetlemekle, başka şeylerle meşgul edip tv izletmemekle görevlendirildi. öyle şımarık zengin çocuklarından da olmadım merak etme. yeri geldi daha 11 yaşında kardeşimle kendime baktım, yemekler yaptım. bir kez olsun annem çalışmasaydı daha iyi olurdu diye düşünmedim. yeri geldi annemle köy okullarına gidip bostanlardan leziz domatesler yedim, köydeki öğrencilerden değişik arkadaşlar tanıdım.
annem eğer ev hanımı olsaydı, muhtemelen kendi yaşadığı hayatı bana da dayatacaktı. okumasın evde dizimin dibinde otursa da olur diyecekti. belki de kendisi okuyamadığı için beni tam tersine profesör yapmak için yanıp tutuşacaktı ama kendi maddi bağımsızlığı olmadığı için babama katılıp paramız yok bu şehirde okumak zorundasın diyecekti. ve ben annesi çalışan yaşıtlarım istedikleri hayatı ve kişiliği elde etmeye çok yakınken 20 yaşımda hala pasif bir şekilde evde oturmaya mahkum kalacaktım.
evet belki zaman zaman annemi çok özledim, belki de küçücük yaşlarda kardeşimin sorumluluğunu üstlendim ama gayet mutluyum ben hayatımdan. böyle büyütülmüş olmaktan. ve iyi ki aksini yaşamamışım diyecek kadar çok örnekler gördüm çevremde. küçük bir şehirde annemin akranlarından olup da çalışan kadın sayısı haliyle az oluyor tabii . bakıyorsun mesela aileye evden içeri adımını atar atmaz erkek reis koltuğuna kurulmuş, çocukla ilgilenen zaten yok. kadın ancak çamaşıra bulaşığa yetişiyor gün boyu .akşam da eşiyle dizisini izliyor. çocuk annesiyle aynı 4 duvar içinde ama pasifize edilmiş, var olamamış bir kadının histerilerine maruz kalmaktan başka bir anne ilgisi gördüğü yok.
sonra o çocuk büyüyor erkekse aynı annesi gibi bir kadın görmek istiyor:çocuk taşıma ve büyütme makinesi. modern dünyada erkeğin çalışması asla bir evi geçindirmeye yetmiyor ve onun çocuğu hep biraz eksik kalıyor. bir yeteneği oluyor mesela kursa gidip kendisini geliştiremiyor. bir derdi oluyor mesela oturup da eğitimsiz veya eğitimli olduğu halde yıllardır evde oturmaktan körelmiş annesiyle paylaşamıyor derin dertlerini.çocuk görünürde anne bakımı altında ama aslında yapayalnız büyüyor .
çalışmak , topluma bir katkı sağlamak, üretimin bir parçası olmak insanın kendini değerli hissetmesini ve öz saygısının artmasını sağlar mesela. annem yaz tatillerinde boş kalmaktan sıkılıp okulun açılmasını iple çeken idealist bir öğretmendi. pek çok öğrencinin dert ortağıydı, pek çoklarının da hayatında etkisi olduğunu biliyorum. benimki de dahil. yüzlerce köylü çocuğa eğitimgörme hakkı sağladı annem, yeri geldi kız çocuklarını okutmayacak olan aileleri kararından döndürdü, yeri geldi maddi durumu yetersiz öğrencilere destek olmaya çalıştı. şimdi kendi çocuğunu bakıcıya bıraktı diye gaddar mı oldu? annelik içgüdüleri eksik mi oldu? iyi bir anne olamadı mı? bence gayet de iyi oldu.
iyi ki çalışan, üreten sağlıklı bir bireysin anne. iyi ki bizimle en az annem kadar ilgilendin ve çocukların iki ebeveyne eşit ihtiyaç duyduğunu anladın baba.
beni sorarsanız gayet normal bir insanım, ne sosyopat oldum annemin çalışması yüzünden, ne de herhangi bir psikolojik sıkıntım var. aksine üniversite hayatına adapte olamayan birey olarak var olamayan baskıcı annelerinin kanatları altından çıktıklarında afallayan pek çok öğrenciye kıyasla gayet sağlıklı ve huzurluyum. gayet iyi bir üniversitede okuyorum, sosyal bir insanım, kendimce uğraşlarım hayallerim var vs. bunları da övünmek için değil kadının çalışmasının sonuçlarını görün diye yazıyorum. kardeşim de lisede o da başarılı bir öğrenci, okulunda popüler, iyi bir sporcu ve güçlü bir kişilik.hiçbirimiz annesi ev hanımı olan çocuklardan geride kalmadık. bakıcılar kafamızı duvarlara vurup aptal da etmedi merak etmeyin.
kısaca bizim için üzülmeyin, biz annesi çalışan çocuklar olarak eğitimli kadınlar tarafından büyütülmüş olmaktan gayet memnunuz.
şimdi tembellikleri yüzünden ebeveynliği sadece annenin sorumluluğu gibi gören ben evin reisiyim ailemi geçindirmek benim görevim kadın sadece çocuk bakmakla yükümlü diyen erkeklerin palavralarına kanmayın. kimi zaman doğadan örnekler vermeye kalkarlar yavruyu dişi kuş besliyor vs. diye aldırmayın. evrimin son basamağında doğaya hep meydan okumuş, uygarlık kurmayı başarmış tek canlı olan insan kalkıp da kendisinden daha az gelişmiş, zeki olmayan varlıkların hayat döngüsünü örnek veriyorsa zaten onda bir problem vardır. ona bakarsan doğada karnivorlar etlerini pişirmeden yiyor. biz de pişirmeyelim? ateşi bulan, binalar yapan , sanat üreten, interneti olan başka herhangi bir canlı grubu göremiyorum. insanlık olarak kendimize 'ama doğada bile dişi memeliler yavru bakımından sorumlu' olayından başka bahaneler bulmalıyız yoksa bu savın pek elle tutulur yanı yok.
sevgili gibi yüce bir kelimenin başındaki o manasız, acımasız 4 harfli sıfatı tutup jupiterin uydularına yani cehennemin dibine kadar fırlatıp sevmeye devam etme isteğidir.
arasıra olur, aslında 7/24 olur. eskimeyen sevgilinize bakıp içmek , hayata küfrederken onun güzelliğine övgüler dizmek istersiniz. bakmak için bir objeye ihtiyaç bile duymadan bakarsınız gözlerinden içeri.
tüm klasik müzikleri etüt veya intro zanneden insandır. koskoca senfonileri dinlese 'ee şarkı ne zaman başlayacak?' diye sorar. hiç başlamayacağını anladığında boşuna zaman kaybettiğini düşünür.
işin ironik yanıysa adı gerçekten de 'etude in e minor' filan olan parçalar vardır ve bunlar gerçekten duyan insana haz verecek kısa parçalardır vatandaşın anladığı manada etüt değildir ve bunlara çalışarak 1 yıl geçirirseniz hala alıştırma mı yapıyosun derler.
yurdumun hem ergen elitistleri hem de popçu tayfası tarafından sahip olunan ortak zan.
mesela bir gün gitarınızla sahile inin ve asturias filan çalışın , paganini den valsler çalın yanınıza 3 sn sonra damlayacak popçu tayfa 'ayy çok güzel çalıyosun hadee bize haluk levennten bla bla çal' diyecektir. yok onlar benim ilgi alanım değil biz daha çok böyle klasik filan deseniz de burun büker ve daha egzersiz etüt filan yapıyo herhalde bu bizim ahmet de klasik gitar çalıyo ama ne güzel duman şebo filan çalıyo süper bu salak yeteneksiz diye arkanızdan konuşurlar.
bu manzarayı uzaktan gören entelci elitist kesim ise 'hah işte bir akdeniz akşamları çalan yeniyetme daha' moduna girer.
gel de anlat concierto aranjuezmiş libertangoymuş vay efendim buleriasmış godfather theme imiş bunları çalmak için gitarist olduğunu gel de anlat o gitarı niye bacak bacak üstüne atarak değil iki bacağını açıp birinin altına yükseklik koyarak çaldığını gel de anlat neden pena kullanmadığını.
- bize biraz katty perry çalsana diyen 95+ ergen nesle hiç girmiyorum bile bak.
memlekette bu yüzden sanatçı yok arkadaş, siz piyanist görünce çile bülbülüm'ü ve düğün şarkılarını istek yapan insanlar yüzünden pes ediyoruz sanatçı dediğin anlaşılmak ister ilgi ister bunları istemediği zamanlardaysa sadece kendi halinde sessiz sakin sanatını icra etmek ister. ama rodrigo türk olsaymış istiklalde size mayın tarlasını çalarak geçinmeye çalışırmış herhalde.
madem bu iş böyle, kahverengi çekik gözleriyle neden japonlar, koreliler, çinliler; kahverengi tenleri ve gözleriyle hintliler amerikanın en iyi üniversitelerinin doktora öğrencilerini oluşturuyor?
uzakdoğulu dehalar varken aptal amerikalılar nasıl kendimizi zeki ilan etsek diye kastırmış bir de hawkingi, marie curie'yi örnek vermiş. bsg diyesim geldi.
kuantum satan şarlatanlardır. fiziği ele ayağa düşürmeyin la bari. zaten şifacılıktı alternatifti derken tıbbın ağzına sıçtınız.
millet modern tıbba güvenmeyip üfürükçüye gider oldu.
sorsam sürtünmesiz ortamda yol denkleminden türev alıp açısal ivme dahi hesaplayamayacak adamlarsınız.
siz kuantumdan ne anlayacaksınız? yapmayın şunu.
reikiyle, the secreti birleştirip kuantum diye satmayın millete.
bir de aile şirketi olmuşlar ki oh oh keyifler yerindedir umarım. http://www.rsanal.com/ http://www.spirituelyasamkoclugu.com/
avcılarda yaşayan ve tıp okudukları için temizlik bile yapamadıklarını söyleyip 'bedava' ev arkadaşı arayan tiplerdir. https://galeri.uludagsozluk.com/r/807231/+
şark kurnazlığı içlerine işlemiş olan bu arkadaşlar 4 kişi için toplam yemek dahil (600 kira+ 200 yakıt +400 yemek) 1200 lira masraf yaptıklarını düşünürsek.
yani yeni alacakları kişiyi aylık 300 tl den çalıştırmayı planlıyorlar.
be haysiyetini sevdiklerim , haftada 1 gün temizlik yapacak birini tutsanız gündelikçi 100 tl den geliyor. ayda en az 400 lira eder. siz bu evde bir de daimi yemek hizmeti, fotokopi, tuvalet temizleme gibi ekstra şartlar koşmuşsunuz. en az 1000 liraya patlayacağı aşikar bir hizmet talep ediyosunuz.
bir zeki sizdiniz zaten aferin. çok meraklıysan 'iyilik yapma'ya yatılı hizmetçiler var en az asgari ücretle geliyorlar onlardan birine iyilik yapsaydın bari.
ulen madem yaşamını kendin devam ettirebilecek kapasiteden yoksunsun git yurtta yaşa, ama özel yurtta sana 1 oda artı yemek +temizlik hizmeti en az 800 liraya mal olacak. yemiyor değil mi?bu tipleri anası babası önce 'oğlum oldu' diye şımartıyor, yıllarca hiç bir iş yaptırmadan büyütüyor sonra da 'sınavda derece yaptı, derslerinde başarılı' diye çevre iyice şımartıyor olsa gerek.
bir de kendilerini zaten 'üniversitelilerin çoğu boşta. okula bile gitmiyorlar ne var sanki 'diye savunmuşlar. he canım he güzelim sen ders çalışıyosun diye daha şimdiden 'işçi-köylü sınıfı' olarak gördüğün akranların emrine amade olmalı.
bir insanın geçinecek durumda olmamasından faydalanan fırsatçı orospu çocuklarısınız. üstüne bir de 'hatun kişi gelmesin dırdır çekemeyiz' yazmalar. zaten o kadar zor durumda kalıp elinize düşen kızı da muhtemelen 'nasılsa bedava kalıyosun gel bakayım şöyle' diye sikersiniz herhalde.
meslek üzerinden sataşan klasik türk insanı olmak istemezdim lakin ileride siz zor durumda kalmış nasılsa bize muhtaç diye hastayı ve yakınlarını da sonuna kadar sikecek tiplersiniz belli. o tıp fakültesine sizi alanın. doktor dediğin insanın yardıma muhtaç anında yanında olur , nasıl bu durumu fırsata çevirsem de işimi yaptırtsam diye sizden daha fakir öğrencileri bedavacı köle yapmış insanlar olarak bence onurlu davranın da mesleği bırakın bari. hoş daha öğrencisiniz umarım stajlara filan başladığınızda sözlülerde kekeme gibi kalır okuldan şutlanırsınız. sizin gibi doktorlara muhtaç kalacağıma ülke değiştiririm daha iyi.
olaydaki asıl bedavacılar sizsiniz, o ilan da götünüze girsin.
doktorlar ve tıp öğrencileri birleşin bir kongrede filan ortak karar alın böyle etik yoksunu tipleri meslekten atın bence. namınız zedeleniyor.
zorunlu edit: dikkatli okunduğunda bu entrynin sağlıkçılara karşı kin güden bir insan tarafından yazılmak şöyle dursun ,
aksine 'böyle tipler mesleğe hakaret' diyerek tıp bilimine ve hekimlere yazar tarafından verilen değeri yansıttığı görülecektir.
başlık da doktor adayları veya doktorlar değil 'züppe üniversiteliler' diyerek açılmıştır.
yazarın liberalizmle ve ampulcülükle uzaktan yakından ilgisi olmayıp edisonu bile sevmemektedir.
her iki cins için de ekseriyetle uzak durulası bölümlerdir.
kadınlar arasında tarih boyunca ortak bir çıkar olmadığından(karşı kabileyle savaşmak için omuz omuza vermek erkeğin görevi, toplu avlar, yaşam alanının savunulması vs. ) dostluk ilişkisi daha zayıf rekabet ilişkisi ( en iyi erkeğe sahip olma, dolayısıyla genetiği daha düzgün çocuklara sahip olma rekabeti) daha çoktur.
bunun etkileri bölümdeki insanlar arasında hırsı arttırdığından, çan artar, popülerlik sevdası ile inekleme oranı arasındaki dengeyi kuramayan çıldırmış, agresif, histerik kadınların arasında bulursunuz kendinizi.
erkekseniz bunlara şahit olmak sizi karşı cinsten soğutacak, kadınsanız onca 'canım-cicim' muhabbetinin arasında 1 gıdım samimiyet olmadan yalnızlıktan gebereceksiniz.
bak mesela mühendislik/fizik gibi fakültelere; ortam rahat, çanlar düşük, herkes samimi, tüm sınıf birlikte pes atmaya gidiyo falan filan. neden? çünkü zaten adamın etkilemesi gereken bir karşı cins yok adam rahat.
bölümdeki tek tük iki-üç kadın da zaten mecburiyetten birbiriyle iyi geçiniyor sağlam dost olabiliyor. çünkü rekabet nispeten azalıyor. ;(kişi başına 10 erkek düşüyor en az)onların da kafa rahat oluyor.
bütün bunları göz önüne alırsak mimarlık, kimya mühendisliği, endüstri mühendisliği, psikoloji,sosyoloji,biyoloji,kimya , iletişim fakültesi ,eczacılık hatta tıp fakültelerinde okumak psikolojik sağlığınız açısından zararlı olabilir.
bir yenisi daha üretilecekmiş gibi duran teorilerdir. ilginçtir.
'biz bunu daha önce niye akıl edemediydik?' diye düşündürten bir hipotez.
teori olana kadar ne eziyetler çeker, ne badireler atlatır bilinmez lakin harbiden kafayı duvarlara vurdurtur en azından big bang in karşıtlarını sayarken (steady state, sonsuz sarkaç vs.) bu varsayım olarak bile aklımın ucundan köşesinden niye geçmedi diye kendinize kızar durursunuz.
(nolur 2 cm daha kıvrımlı cerebral corteks im olsaydı da 2 cm kısa boyum olsaydı nolur?-bkz :boyu uzun olanın aklı kısa olurmuş mantığı-)
-kendime not: bir daha böyle bir aptallık yaptığımda bu işleri kökten bırakıp çocuk doktoru, hakim filan olayım bari- http://myscienceacademy.o...f-the-universes-creation/
bu bir troll entrysi olmayıp uzun ve açıklayıcı bir entrydir dedikten sonra anlatacağım tespittir.
(durumu olmayanlar da okumasın amk)bak şimdi hiç öyle beyindedir ruhtadır safsatasına girişmeden açıklıycam zaten beyinde olsa insanlık olarak hepimiz kevaşe olurduk. malum beynimiz çok sikiliyor.
neyse mantıklı bir neden sonuç ilişkisine girelim:
1) sanayi devriminden sonra kadınlar iş gücüne katıldı.
2) iş gücüne katılmak için tıpkı erkekler gibi eğitim almaları gerekti
3) teknoloji geliştikçe her alan dallanıp budaklandığından eğitimin süresi ve niteliği değişti
4) artık mesleki eğitim lisanstı yüksek lisanstı derken 25 li yaşlarda anca biter oldu
5) kariyer içinse tecrübe gerekliliğinden bir kadının işini düzenini rayına oturtması neredeyse 30lu yaşlara denk geliyor
6) artık ekonomi tek maaşla geçinmeye ve çocuklarınızı büyütmeye iyi bir eğitim aldırmaya izin vermeyecek bir hale geldi
7) evlenmek büyük bir sorumluluk ve o ailenin maddi manevi geçimini sağlamak için her iki tarafın da belli bir olgunluğa gelmesi ve hayatını rayına oturtmuş düzenini kurmuş olması gerekiyor
8) bir kadının doğurganlığının başladığı ve en verimli olduğu çağlar 15-30 yaş arası ve bu arada yuva kurması yukarıda saydığım nedenlerden ötürü anca 27 li yaşlara denk geliyor.
9) kadının toplam olarak ergenlikten menopoza 15-45 yaş arası 30 yıl bir cinsel anlamda verimlilik dönemi var.
10) eğer evlenmeyi beklerse bu 30 yılın yaklaşık yarısını doğurgan olmadan yani verimsiz geçirmesi gerek ki bu da insanların üremeye programlanmış genlerine ters düşer.
11) genlerimiz kendilerini geleceğe bırakmak üzere kodlandığından en verimli çağlarını üreme açısından pasif geçiren bir dişinin hormon seviyesi değişiklikleri sürekli beynini rahatsız eder.
12) en temel ihtiyaçlarından birini gerçekleştiremeyen ve programlandığı amacı yerine getiremeyen bireyde çeşitli psikolojik sorunlar oluşması kaçınılmazdır.gizli depresyon, manik depresiflik, panik atak, agresiflik, saldırganlık vb . bunlar ciddi bir rahatsızlık olarak ortaya çıkmasa bile bireyde genel olarak yalnızlığın ve üreme konusunda başarısızlığın amacına ulaşamamışlığın verdiği bir mutsuzluk hakim olur.
13) hepsini bir yana bıraksak bile eskisi gibi evde annesinin dizinin dibinde oturmayan, çalışan üreten sosyal hayata karışan bireyin aşkı deneyimler
14) ve eskiden erkeklere sadece evlenilecek üzerinden geçimini sağlanacak biri gözüyle bakan ve seçim yapmayan kadınların artık kendi geçimlerini sağlamalarından ve hayat amaçları evlilik+çocuk yapmak ekseninden çıktığından ötürü erkekte birtakım özellikler arar
15)ve kadın ta tıpkı erkek gibi duygusal deneyimleri erken yaşta okullarda, iş hayatında yaşayabilir.
16) cinsel hayata eskiden 'erkeği tatmin etmek için yapılan kadını rahatsız eden bir şey' olarak bakan ve kocası onu besliyor diye kocasını tatmin etmek zorunda hisseden kadının şu an cinsel hayata 'iki tarafın da zevki için yapılan, ihtiyaç olan bir şey' olarak bakması da var .
yani her şey evrildi her şey değişti.
şimdi dönelim başa, bekaret olgusu eskiden de bizim toplumlarda vardı o zaman niye kadınların psikolojisi bozulmuyordu diyenler olacaktır. şöyle açıklayalım kırsal hayatta ne kadar çocuk = o kadar kazanç . çünkü tarla var emek istiyor. bu yüzden de verimlilik çağına gelen erkekler hemen evlendirilerek yeni çocuklar yapılıyor bol bol yeni birey demek yeni emek gücü ve kazanç demek. erkek 20 sinde kızlar da 13-18 yaş arasında evlendiriliyor. biraz daha modern olan şehirleşme sürecindeyse kızlar 18-24 yaş arasında evlenmiş oluyordu. (annelerimizin zamanı)
bu durumda kadının verimli çağlarına denk gelen ve doğurganlığının en üst seviyede olduğu sağlıklı ve verimli dönemlerinde zaten cinsellik ihtiyacı karşılandığından bireyler bir sorun yaşamıyordu. tabi bu yaşta evlenen kadının herhangi bir mesleki yetkinliği de olmadığından erkek karısına ve çocuklarına bakmakla yükümlüydü.
şimdi bu çağda bekaret isteyen erkek için 3 şık kalıyor : a şıkkı: 25 yaşını geçmesine rağmen bakire olan ve bu sebeple oluşmuş çeşitli psikolojik sorunları olan(bunlar illa hemen farkedilir şeyler olmayabilir, kişiliğin derinlerinde yatar) çalışan bir kadınla evlenmeye razı olmak.
b şıkkı : liseden yeni mezun olmuş bir köylü kızıyla hemen nişanlanıp 18 ine girince evlenmek ve hayatınız boyunca onun bakımını üstlenmek.
c şıkkı: üniversite çağında henüz 18-20 yaşları arasındayken bir kadını sevip başkalarına bakmayıp onunla hayatı paylaşma kararını almak, sorumluluk sahibi olmak ve bu kadının iş hayatına dahil olup evlenme aşamasına gelene kadar birliktelik yaşadıktan sonra bu kadınla evlenmek. yani ilki olduğunuz insanın sonuncusu olacağınızdan emin olmak.
ki insanları karpuz seçer gibi tanıyamayacağınızdan ve her zaman bir çiftin kavga etme ayrılma riski olduğundan üniversitede başlayan her ilişki evliliğe gitmiyor veya her erkekte bu kadar sorumluluk duygusu olmayabiliyor. erkeğin doğası gereği (günde binlerce sperm üretebilenv e farklı dişilerle kombine ederse milyonlarca yavrusu olma potansiyeline sahip bir canlı) tek bir dişiyle sınırlı kalmak biyolojik olarak bünyesine aykırı. hele ki o yaşlarda imkansız. ( burada sadece biyolojik yapısından söz ediyoruz yoksa duygusal ihtiyaçlar ve psikolojik koşullar aşkı oluşturan etmenler zaten işi değiştiriyor yoksa hala güçlü erkeklerin haremleri olur ve haremi olmayan pek çoğu da kadınsız kalırdı) bu nedenle c şıkkı da eleniyor erkeğin en verimli ve sağlıklı çağında arada evlilik bağı olmadan tek bir dişiye bağlanması az gerçekleşen bir olay ve geriye iki şık kalıyor. yani öyle hem çalışan bir kadın alayım 25-30 yaşlarında iyi bir kariyeri olan, sosyal olan, psikolojik problemleri olmayan, takıntısız, güzel bir kadın olsun hem de bakire olsun. bunları geçiceksin gerçekçi olcaksın.
yeni başlayanlar için çok cazip gelen ama ilerleyen zamanlarda insana çok koyan durumdur.
yoğun bir okul veya iş hayatından sonra eve ilk bağlanmanız oldukça mutlu hissettirebilir.
abuk sabuk insanlar yok, kafa ütüleyen yok , sizi yoran geren bişeyler yok. lakin amaçsızlık bir süre sonra çok pis oluyor.
bir sabah(sabah derken öğleden sonra 3 civarı yani normal insanlara göre) uyanıyosun bakıyosun göt almış başını farklı gezegenlere gidiyor, göbek farklı gezegenlere.
başka bir sabah uyanıyosun bakıyosun artık laptopun çekici gelmez olmuş, internet sıkıyor oyunlar diziler sıkıyor. sözlükler cazibesini yitirmiş.
başka bir sabah uyanıyosun cep telefonundaki en son aramanın veya mesajın fi tarihinde olduğunu görüyosun. e haliyle iş yok okul yok eski dostlarla da bir süre sonra aranız soğuyor ister istemez. sosyal çevre bitmiş .
sonra başka bir sabah uyanamıyosun uyanıp da ne yapıcam amk. diyosun.
gel zaman git zaman yaşama isteğin tükeniyo, artık uyanmak için bir sebebin yok, senden küçük insanlar okullarına gidiyor ders çalışıyor bir şeylere hazırlanıyor bir yaşam amaçları var, senden büyük insanlar ve akranların işe gidiyor bazıları okula gidiyor bazıları aile kurmuş ailesini besliyor onların da bir amacı var.
senin de bu ev hayatına ilk giriştiğinde bir sürü amacın vardı, güya hobilerin vardı. öğrenilecek enstrümanlar, öğrenilecek yeni diller, okunacak kitaplar.
hayvan gibi bir e- kitap arşivin vardı hani haftada 1 tane bitircektin hatırlıyo musun?
izlenecek filmlerin vardı, lakin kendi hayatın olmayınca başkalarınınki de ilginç gelmemeye başladı.
tek yaptığın hala bir iki esprisine gülebildiğin sit-comları izlemekle eski sevgilini gelecekteki hayallerin içerisine yerleştirdiğin garip düşünceler arasında gidip gelmek.
karpuzun büyümüştü ya hani bir sabah şimdi iştahın da yok o da erimiş, zayıflamışsın ama çelimsiz sağlıksız bir zayıflık. koca bir kış evden çıkmayınca bünye hassaslaşmış en ufak bir esintide ve en ufak bir güneşe çıkmada hasta olur hale gelmişsin. iki oda ilerideki muhabbet kuşlarından tek farkın ise yalnız olman olmuş.
bütün o hobileri filan yoğun tempoda yaşadığın zamanlarda daha çok yaptığını fark ediyosun. yıllardır seni boşuna oyalayıp hobilerine ayıracağın vakitten çalan bir yer olarak düşündüğün okulu bile özler olmuşsun. o saçma sapan dedikoduları kavgaları insanların küçük ve önemsiz dertlerini , günlük koşuşturmacayı imrenerek takip eder olmuşsun.
o yaşadığın göt kadar alanı bile temizlemeye üşenir olmuşsun, aslan yattığı yerden belli oluyosa sen dünyanın en boktan aslanı olmuşsun.
bir bakıyosun toplumda 'evde karpuz büyütüyor işte' olarak tabir edilen o işe yaramaz kesimden olmuşsun. oysa senin planların vardı okuyacaktın, üretecektin yazacaktın çizecektin, besteler yapacaktın bomboş geçmeyecekti bu aylar. sistemin dışında geçireceğin bu yılı kendine armağan etmiştin oysa.
eskiden zevk aldığın yaz aylarından yüzmekten tatillerden bile zevk alamaz duruma düşmeyecektin oysa.
fark ettin ki tatili özel yapan tek şey bütün yıl çalışıp çabalamış olmak, o kadar amaçsızsın ki tatilden bile sıkılıyosun amk.
sonunda bunların hepsinin majör depresyona doğru gittiğini hatta belki içerisinde olduğunu fark edip dışarı çıkıyosun, bambaşka bir dünya var. önce bir bisikletine atlayıp turladıktan sonra spor salonuna yazılıyosun, o da ne? insanlar var burada, insan mı lan o? der gibi bakışlar eşliğinde mağaradan yeni çıkmış adamı oynuyosun. dokunabileceğin kadar mesafede olan bir insanla konuşuyosun yüzünü filan görüyosun, klavyenden değil dudaklarından çıkıyor düşündüklerin çok garip değil mi lan?
sağolsun holllywood filmleri, sağolsun bohem hayatı ve sefaleti yücekten ekşi sözlük kültürü 1960 lar amerikasında yaşıyormuş gibi hippicilik oynayan ve evsizliğe yersiz yurtsuzluğa özenen yeniyetmelerdir. onların bir suçu yok , reklamlar iyi.
arkadaş insanın yer yurt olarak bir şeyi benimsemesi o kadar doğal bir ihtiyaç ki , bir gece olsun sokakta hatta çok uzakta değil evinin bahçesinde yat bakalım acaba kedi köpek gelir mi acaba her yanım böceklenir mi diye düşünmeden bir kez uyu. hadi yeri yurdu geçtim sokak sanatçılığı bildiğin monkey business yani milleti eğlendirerek para kazanacağın bir iş. bunun nesine özeniyosun bu kadar. tamam yeteneğin vardır amatör çalıyosundur veya çiziyosundur bişeyler tek tanınma yolum sokak dersin sermaye yok sponsor yok dersin buna eyvallah . ama sırf sokak sanatçısı olma kalıbına, rastalı saçlarla istiklalde gece üçte müzik yapmanın vereceğini düşündüğün o heyecana yönelik bir istekse kusura bakma ama senin beyni çok fena sikmişler.
zaten popüler hatta popüler olmayan aykırı kültür öyle bişey ki seni yönlendirdiğini bile fark etmeden yönleniyosun. mesela trainspotting hatta requiem for a dream gibi dramlarda gördüğün o sefalete rezilliğe bile öyle farklı ve iyimser bir açıdan bakılıyor ki biliçaltında bir nokta bu hayata özeniyor. uyuşturucu deneyimini merak ediyor. ailenle zıtlaşmak, sosyal hayatta problemleri olmak başarısız olmak sana hep iyi bir şeymiş gibi anlatılıyor.
90 lı yıllarda bunu rock ve metal müziğin içinde çeşitli asi genç hikayeleriyle yaptılar, deri montlar motosikletler gümüş takılar tamam bunlar sadece moda yönü lakin ortada büyük bir şey vardı ergenlik problemlerinin yüceltilmesi, insanın içindeki çocuk ve onun coşkusu gibi kavramlarla sizi sözde başkaldırıya özde hiç bir boka yaramadan geberip gideceğiniz bir pratik anarşistliğe yönlendiriyorlardı. en basitinden bir skid row bile bütün şarkılarını 15-25 yaş arası gençlerin ailelerine, çevreye ve sözde ekonomik düzene başkaldırmaları üzerine yazdı, twisted sister, korn hatta megadeth hepsi aynı kültüre teşvik ediyordu. bunu her şeye dış güçlerin oyunu diyen kahvedeki amca öğüdü olarak söylemiyorum. ben de dinliyorum zamanında daha da çok dinlerdim sadece müziğin, sinemanın, edebiyatın her zaman masum sanatlar ve eğlenceler olmadığını bilin. megadeth veya skid row bilerek sizi bir boşluğa ve sahte anarşilere bireyselleşmeye ve isyana teşvik amaçlı kurulmuş değil sadece zaten kendi hayat tarzları ve felsefeleri olan şeyi yansıtıyorlar.
ama onların hayat tarzı sizde mükemmel sonuç vermeyebilir. neticede rockstar olup turnelerde o şehir senin bu ülke benim gezen ünlenen kaç kişi var? bu yola baş koyup elektrogitarıyla kıçıkırık kadıköy barlarında çakma entellerle 40 yaşındaki motosikletçilere her akşam çalmak zorunda olan kaç kişi var?
neyse konu dağılmadan günümüze dönelim rock-metal akımı biraz eskidi nasılsa artık siz liselilerin etkilendiği akımlar tarzlar evrildi şimdi daha umursamaz ve bomboş şeylere özendiriliyosunuz. gelen gideni aratırmış ya. içinde 4 ten fazla nota olmayan elektronik müziğin önünde düz metin okur gibi rap yapan veya saçma danslarla gereksizliklerle sizi güldüren soytarılarınız var. çoğunuz r&b ve hiphop kültürüne özenip bu şekilde isyan ediyor. tamam sorun yok ergensiniz muhalif olmanız lazım enerji atmanız lazım lakin birkaç yıl içinde bu tavırları bırakıp normal yaşama ayak uydurmazsanız siz de şimdi kadıköy barlarında kız tavlamaya çalışan 40 yaşındaki motosikletçiler gibi ileride boynunuzda altın kolye üstünüzde xxxl hırkalar eşliğinde hip hop kıyafetlerle gezerek üniversiteli kız tavlamaya çalışan amaçsız zavallılar olabilirsiniz. tabi aranızdan daha marjinal takılan bir kesim de biz bu popüler kültüre karşıyız diyen ve bu entrynin asıl konusu olan kesim.
bunlar daha bohem daha bir entel olma çabasında olduğundan farklıyız diyerek popüler olana karşıyız diyerek 50 yıl öncenin popüler akımlarına sarılıyorlar. sanki geçmişte olunca popüler kültür olmuyor amk. çakra çukra new age muhabbetleri, kendi içine yönelmeler evreni anlama çabaları sikimsonik enerjiler auralar şunlar bunlar. otlar tütsüler eşliğinde marjinal eski kıyafetler giyip saçları kalıcı örgü veya rasta yapmalar. size kötü bir haberim var marjinal değilsiniz sadece 50 yıl öncenin popüler akımını yaşayan geçmişte kalmış sıradan insanlarsınız. modayı veya kıyafeti saç tarzınızı istediğiniz gibi seçmeniz sorun değil ama sizin gibi düşünmeyen yaşıtlarınızdan üstün olduğunuzu zannetmeniz sorun. özel mülke karşı olduğunuzu söyleyerek evsiz kalmak istemeniz sorun. ulen komünizm de özel mülkiyete karşı ama herkese ev veriliyor . barınma ihtiyacı maslowun piramidinde bile en alt basamaklarda yani buna muhtaçsınız.
gelelim sokaklarda çalma olayına çalın tabi yeteneğiniz varsa ilginiz varsa uğraşın müzikle biz de dinleyelim, ama sırf coolluk olsun diye sırf farklı görünmek adına hiç bir boka yaramadan ölmeyi , kofti anarşistliği düzensizliği yuvasızlığı savunmayın. çok da marjinal durmuyo bilakis sizden o kadar çok var ki. bak bizim buralarda bir amca var mesela evine icra gelmiş, eşinden boşanmış çocuğunu yuvaya vermiş kendi de bir sazı bir bavuluyla sokaklarda kalmış yaşamaya çalışıyor. ülkemizde sokak müzisyeni bu demek işte bu adam sokak müzisyeni işte ama hollywood anlatmayınca o kadar tatlı gelmedi di mi? hiçbiriniz özenmediniz değil mi? işte gerçek hayat bu .
kolektifinden tutun parti gençliklerine tgb sine kadar pek çok türevi olan sözde solcu özde zaman kaybı olan, sigara dumanı ve ayak kokulu eski apartmanların 5. katında toplantı yapan sikimsonik oluşumlarda günlerini öldüren üniversite öğrencisidir.
ekseriyetle tek taraflı olan ve sosyalist düşüncenin bilimselliğini bir yana bırakıp genellikle ütopik kısmını uygulayan, devrim devrim diye çığırmakla devrim yapacağını sanan bu topluluklar gencin aklının en verimli kullanılabildiği, enerjisinin tavan yaptığı; bir şeylerin parçası olmak için can attığı bu dönemde etinden sütünden faydalanır.
sosyolojiden, ekonomiden, psikolojiden, felsefeden yeterli nasibi almak için en az 50 yıl harcaması gereken gençler de kendi fikirlerini üretmek için bu kadar sabretmek yerine , bu örgütlerin yönlendirdiği doğrultuda üç beş şey öğrenip direk eyleme geçmeyi tercih eder.
spor salonlarında, havuzlarda, koşu yollarında hiç olmadı konserlerde atması gereken enerjiyi ; yürüyüşlerde slogan atarak pankart taşıyarak harcar. ne beynini ne vücudunu etkili olarak kullanamadan en verimli çağlarının yarısı cnbc-e dizileri ve sözlüklerle kalan yazısı da iki tane lenin veya troçki kitabı okuduktan sonra üye olduğu bu oluşumlarda tükenir.
en büyük eylemi yumurta atmak, düşünce adamıysa mahir çayan olan bu örgütler onu hayata bağlar, amaçsızlaştığında ona yapacak bir şeyler verdiği için takım tutar gibi bu oluşumlara 4 elle sarılır. arkadaş çevresinde sürekli bu ortamdan ve eylemlerden bahsederek cool görünmeye bir yandan da eleman toplamaya çalışır. neticede bu örgütlerin geneli sınavı 4. yılında kazanabilmiş, sikimsonik üniversitelerin sikimsonik bölümlerindeki geleceği burger king olan gençleri hedef alır. daha zeki gençler bunların arasına katılsa da muhabbet ve düşünce seviyesi olarak tek bir yöne çekildiğini fark ettiği anda bunlardan soğuduğu için ortamda genelde hep bu düşük bilgi seviyesindeki gençler kalır. üniversite yaşamları boyunca kullanılır, iş hayatına atıldıktan birkaç yıl sonra bir kenara fırlatılırlar. taze kan taze can gerekir örgüte, üniversitelileri ikna edebilecek gençler gerekir. neticede mahir çayanın ceketinin renk tonuna kadar öğrendikten sonra bu ikinci üniversitelerden mezun olur ve ne bok yedim bunca yıldır diye düşünürsünüz.
adam akıllı bir bilimsel birikiminiz olmaz. sosyoloji okuyan örgütlü arkadaşlarınızın dahi sosyolojiden anladığı kadın hakları konusunda yapılan üç beş tartışma ile emperyalizmin insan üzerindeki etkilerinden ibarettir. tarafsız olan ve işe yarayan bilgi sayınız bir elin parmaklarını geçmez.ne akademik hayata uyum sağlayabilecek kadar donanımlısınızdır, ne de iş hayatına atılabilecek psikolojidesinizdir. bunca yıl sistemi eleştirdikten, barlarda cafelerde baba parası yiyerek filozofluk yaptıktan sonra bir bakmışsınız o barda barmenlik yapıp çömez üniversiteli filozofların asırlardır değişmeyen içi boş anarşikliklerini dinler olmuşsunuz.
yol yakınken dönmeli, yumurta atmak yerine okumalı, kitap pahalı dememeli milyon tane e kitap var kütüphane var; gününüzün yarısını hala kendinize ayırabiliyoken düşünmeli, öğrenmeli, eleştirdikten sonra çözüm üretmeli . yapamıyosan( ki herkes toplumbilimci olmak zorunda değil) kendine gündelik orta seviye bir yaşamı ve rahatı sağlayabilecek kadar mesleki bilgi ve tecrübe edinip kendi hayatına bakmalı. o örgütlerin sermayesi kimlerden nereden geliyor bir araştırmalı, kimsenin çıkarlarına alet olmadan sağlıklı bir kafayla mezun olmanız dileğiyle.
soluk gri ve beyaz tonlarındaki ruhsuz ofisleri,
gri - beyaz bölmeli cubicleları
gri binalarla dolu iğrenç şehirleri,
gri bilgisayarları,
metalik gri otomobillerle dolu iğrenç trafiği,
çok sevdiklerinden olsa gerek, metropollerde gökdelenlere ve apartman dairelerine tıkılmış gri bilgisayarlarda günde 10 saat çalışan mallar sürüsüdür.
mü acaba? yani aklıma başka neden gelmiyor neden bu kadar seviyosunuz oğlum griyi? yoksa o grilere hapsolmayınca aç kalan, yaşayacak ev bulamayan, gri kübiklerde çalışmazsa hayatını sürdüremeyecek olan kelepçesiz köleler misiniz siz de?
benim gibi onun gibi bizim gibi misiniz siz de?
yoksa bir insan mazoşist değilse dağları ormanı denizi böyle bol olan bir ülkede gri bir küpte günde 10 saat mümkünü yok harcayamaz. galiba gerçekten de bazı şeyleri isteğimiz ve özgürlüğümüz dışında yapmışız.
sana dönmek istiyorum tabiat anam benim, mis gibi ağaçlarına tırmanıp kırmızı meyveleri kendi elimle toplamak istiyorum.
masmavi denizinde her akşam yüzmek 'kirlidir lan bu en iyisi sadece seyredip kaçalım' dememek istiyorum.
bir pazar günü kasıntılıktan ölecek insanlarla dolu bir restorana gidip tütsülenmiş veya dondurulmuş bayat balıklardan sipariş edip çatal bıçak doğru elde kalsın diye 1 saat kasılmak yerine, nehirlerine olta atıp çıtır çıtır taze balığı odun ateşinde pişirip ellerimle yemek istiyorum.
kaçmak istiyorum griliklerden sevgili doğa beni bağrına basar mısın? 1000lerce yıldır ayrı kalmış olsak da kabul eder misin bu vefasız evlatlarını yeniden?
köylere tarlalara dönsek kucaklar mısın bizi hiç gitmemişiz gibi?
son zamanlarda banka reklamlarından tut yeniden modalaşan ufo görüldü haberlerine, uzay gemisi temalı bilim kurgu filmlerine hatta çikolata ambalajlarına bile bakarak söylenebilir ki bunlar yine bir haltlar karıştırıyor şüphesi uyandıran modadır.
-uzay, uzay-zaman kapsülü, uzaylı ,uzay çağı , uzay gemisi, uzay bokpüsürü , uzayda hayat var mı ? temalı binlerce cümle filmlerle haberlerle kitaplarla kafamıza hergün kazınıyor. bunun altında yine bir pislik vardır diyorum lakin 5 yıla mı kendini gösterir 15 yıla mı bilinmez ama insanlara uzayı sevdirme çalışmalarının bir nedeni olmalı.
sikkofielddan bu konuda bir açıklama bekliyoruz söz sende.