Çarpıtılan ve gizlenen tarih
1821’de başlayan Yunan isyanının mimarı, Rum Patrik Gregoryus, Rus Çarı Alexandr’a yazdığı tarihî mektubunda şu izahata yer veriyordu:
“Osmanlıları maddî yönden ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Çünkü Osmanlılar Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli (dayanıklı) insanlardır. izzet-i îman sahibi olduklarından dolayı gayet vakarlıdırlar.
Bu hasletleri (ahlâkları) şu hususiyetlerden kaynaklanmaktadır:
1) Dinleri olan islâmiyete samimî olarak bağlı olmaları.
2) An’anelerinin (geleneklerinin) köklü, sağlam ve kuvvetli oluşu.
3) Kadere rıza ve büyük ölçüde teslimiyet göstermeleri.
4) Padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına ve büyüklerine karşı son derece saygılı ve itaatli oluşları.
5) Zeki, çalışkan ve gayet kanaatkâr oluşları.
“Onların bütün bu meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da dinlerine ve geleneklerine bağlılıktan kaynaklanmaktadır.”
Patrik Gregoryüs, adı geçen Rus çarına şu tavsiyelerde bulunur:
“Yapılacak iş, onlara hissettirmeden bünyelerini tahrip etmek gerekmektedir. Meselâ, evvelâ dîni duygularını zayıflatmak ve mânevî bağları parçalamak dolayısıyla onlardaki itaat duygusunu zayıflatmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, millî an’anelerine (geleneklerine) ve maneviyatlarına (inançlarına) uymayan fikir ve hareketleri aşılamaktır.”
Gizli emellerin tatbikatı
Batılılar Lozan Antlaşmasıyla (1923) bu fırsatı yakaladılar! Kendi maşa ve piyonlarıyla Müslümanların dinine, itikadına, kılık-kıyafetine, düşünce ve an’anesine varıncaya kadar el atıp genlerini bozmaya çalışmışlar, hâlâ da çalışmaktadırlar!
Bunun bir çok misallerinden biri; 1950’li yıllarda neşredilen Büyük Doğu mecmuasının yirmi dokuzuncu sayısında “Lozan’ın içyüzü” başlıklı makaleden:
“(….) Türk Murahhas (Temsil) Heyeti Başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlamayan ismet Paşa, bir aralık, bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mâzisindeki ruh ve mukeddesâtı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz (taviz) ve teminatı veriyor ve diyor ki; ‘Eskiden beri kökleşmiş ve köhne (eski) engellerden, yani an’ane-i islâmiyet’ten (islâmî gelenekten) kurtulmak’ hususunda besledikleri –yani ismet’in beslediği– azmin, inkâr edilmez delilidir.
“(….) Artık her şey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dîni terk ile her şey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve ismet hükümeti) bundan böyle hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası (etiketi) altında çalışacağı şüpheden vârestadır (şüphe götürmez).“ (….) bunun üzerine her şey apaçık anlaşılıyor, değil mi?”1
ibret alınacak bir hatıra
1933 yılında Hitlerden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman asıllı Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), istanbul Üniversitesi iktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.
Bir gün, talebelerinden biri Fritz’e şöyle bir soru sorar:
“Hocam, Avrupalılar Türkleri neden sevmezler?”
Fritz, şu enteresan tesbitleriyle cevap verir:
“Çok samimî olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir! Asırlardır kilisenin Türk ve islâm düşmanlığı, Hıristiyanlar’ın hücrelerine işlemiştir! Sebeplerine gelince;
1- Müslüman olduğunuz için. Hatta, laik olmanız şöyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam ederler!
2- Sizler farkında değilsiniz, ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar; ‘Tarihten Türk çıkarılırsa, ortada tarih kalmaz! Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bu günkü tarihlerin yeniden yazılması lâzım!
3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 sene Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz!
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa’yı ve Balkanları Haçlı ordularına mezar yaptılar!
6- Sizi silâh ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce giyiminizden hayat tarzınıza kadar ahlâkî değerlerinizi yıpratmaya başladılar. Sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar! (En büyük fitne!.)
7- Selçuklular ve Osmanlılar islâmiyet uğruna her şeylerini feda etmeseydiler, islâmiyet belki de bugün sadece Hicaz’da varlığını devam ettirecekti! Kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da ingiliz Müstemlekât Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde islâmiyeti sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlılılar ‘Asr-ı Saadet’i devam ettirdiler!
8- Bu sebeplerden ötürü, kilise size kan kusmaktadır!
9- Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı. Osmanlı Devrinde ise her yerde bir medrese vardı! Tarihinize bakın, her medresede ilim tedrisatı vardı! ilk denizaltı gemisini Osmanlıların yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuz belki, ama Avrupalı bunu biliyor!
10- Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz zaman, Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır!”2
Hülâsa: Bu canlı misallerden uyanarak, “Medar-ı iftihar mazimizi” ne zaman öğrenip, yeni nesile öğreteceğiz?!..
Dipnotlar: 1- Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 277 vd., 2- Raşid Erer, Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Tarih-Hatıra-inceleme Dizisi, Bilgi Yayınevi, 1947 ve 1993.
“Şeyh Edebali‘gönül almayı, hoşgörü- yü, dostluğu ve babacanlığı’ tavsiye eder- ken, birileri de ‘Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;/ Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!’ diyor ve düşmanlıktan beslenmeyi tavsiye ediyor. Ve maalesef bugün Şeyh Edebali’nin tavsiyeleri yerine N. Fâzıl’ın tavsiyelerine uyularak siyaset yapılıyor! Dost kazanmak varken düşmanlıklardan medet umuluyor...” (Abdil Yıldırım)
insanlığın geçirdiği bu manevi buhranda en gerekli hizmettir. Dine hizmet, imana hizmet, insanlığa hizmettir.
iman hizmeti insanlığın ebedi hayatlarını idam sehpasından alıp ferahlığa kavuşmasını sağlamaktır. Bu hizmette dost ve düşman farketmez. Her gönül imana muhtaçtır. Çünkü iman insanı insan eder. Belki insanı sultan eder.(Bediüzzaman) iman hizmeti şu ifadede saklı: Eğer, Risâle-i Nur’u tenkit fikriyle tetkik eden adliye memurları îmanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni îdam ile mahkûm etseler, şâhit olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünkü, biz hizmetkârız; Risâle-i Nur’un vazifesi, îmânı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hizmet-i îmâniyeyi, hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmaya mükellefiz”
Herkese lazım olan şeylerdir. Hukukun üstünlüğü ve adaletin olmadığı bir ülkede huzurdan bahsedilemez. Zira hukuk üstün değil ve adalet yok ise kişi kendini ifade etmekte zorlanır ve kaygı içinde yaşar. Sağlıklı tartışma ortamı oluşamaz. insanlar fikirlerini empoze edemez.
1. Bir kesime mensubiyeti bulanan insanlardan bir ve birden fazlasının yanlışlığından ötürü o kesimi tümden kötülemek.
Örneğin; Ulan bu Çorumlu Kemal ne dangalakmış ya... Çorum'dan ne zaman adam çıktı ki zaten...
2. Toptan alışveriş, tüccarlık.
Sözlük yerin dibine doğru iniyor. Bir an önce fikir yoksunlarının, ahlak seviyesi düşük olanların ıslah edilmesi ve yetiştirilmesi elzemdir. Vazgeçip kaçmak korkakların durup düzeltmeye çalışmak cesurların vazifesidir.
başta karışık gibi görünsede aslında yaratılanlara dikkat edince anlaşılması basit soru. şöyle ki: herşeyden birşey yapmak: örneğin; kişi domates yer cilt ve deri olur, armut yer cilt ve deri olur, pilav yer cilt ve deri olur. yani canlıların yediği çeşit çeşit yiyeceklerin hepsi özel bir deri ve sade bir cilt oluşmasıdır.
birşeyden herşey yapmaya ise; bir damla sudan bütün canlıların yaratılması, bir topraktan 300 bin çeşit meyve ve sebzenin yaratılması, canlının ömür boyu aynı şeyi tüketmesi durumunda o tükettiğinden et, kemik, kaslar ve diğer cihazlar meydana gelmesi güzel örneklerdir.
Not: Bu işlemleri yapmak yalnız herşeyin yaratıcısına mahsus bir mükemmellik mührüdür.
Adalet bir anlamda dinç olmak, vicdanından gelen şevke kapılmak demektir.
Adalet olmadığı takdirde intikam devreye girer. Adalet olmaz ise zulüm, kaos, kargaşa ve ahlâkî çöküntü olur. Bununla beraber insanlara atalet gelir. Yani tembellik. Ülkemiz şu anda tam da bu durumda.
isabetli bir manşet olmuş. Zira haberin içeriği okunursa şu anlaşılıyor: Mahkumların okumaya hakkı olan yani mahkemece yasaklanmamış yayınlar izmir ve bir kaç il ve ilçedeki cezaevlerine alınmıyormuş. Yeni Asya Gazetesinin avukatının başvurusuyla izmir Cumhuriyet Başsavcılığı meşru yayınları cezaevlerine alın talimatı vermiş. Manşette de diğer ceza evlerime "emsal olsun" deniyor.