şehir içi otobüslerde en kallavi kabus, yaşlılara yer verme zorunluluğudur evet. aslında kültürel bir duyarlılık ve toplum içinde saygının, diğergamlığın yaygınlaşması ve taşınması açısından bizim halkımıza has inceliklerden.. eyvallah..
peki yerimizi verip o mahşeri kalabalığa dalma fedakarlığımızla yetinmeyip, '' evladım şu camı açar mısın'' ricası noluyor allah aşkına? o camların ne çılgın bir açılamazlık seviyesinde kapalı olduğunu o teyze nerden bilsin? hiç denemedi ki şimdiye kadar.. her zaman onun yerine zorlanan kızaran, ''ulan kollarım da ne cılızmış be'' iç sesiyle kıyametleri yaşayan bir genç oldu. evet teyzeler müteadiyen isterler o camın açılamsını.. oralı olmadığınız hissine kapılan yardımcı teyzeler ''yaa evet çok havasız otobüs'' bindirmeleriyle, örtmenim ahmetin sesi çok güzel diye sizi gammazlayan sıra arkadaşınızın sırrınızı ifşa etmesi ve şarkı-türkü söylemekle yüzyüze geldiğiniz o iğrenç anı yaşatmak üzere tüm objektifleri üzerinize çeken, atmosferi yaşarsanız, üzerinize alınma tuzağına düşmüşsünüz demektir. içinizde bir telaş.. ya açamazsam!! ya bu cam da diğerleri gibi allahsızca kapanmışsa.. ya ulan senin gibi gencin allah belsını versin diye düşünürlerse.. en sağlıklı çözüm müsait bir yerde inmek ve fitness yapmadığınız için hayıflanmak ama bu konuda bir şey yapmadan hayatınıza devam etmek. off yoruldum valla.
50 karakter sınırlaması sonucu yırtınarak açılmış, aile sosyolojisi noktasında ciddi mahremiyet ve vicdani temellendirme açısından cesur bir itiraf barındıran, hepimizin gerçeği olan gereksiz su tüketim girişimi.. mutfaktayken aile bireylerinden biri en masum hisleriyle su ister ve suyu bardağa doldurur, sebebi bilinemeyen bir dürtüyle bir yudum alır suyu öyle götürürüz isteyene.. mutfakla, gidilen alan arasındaki yürüme mesafesinde de ağzımızı sileriz içtiğimiz anlaşılmasın diye. çok ayıp.
aslında duvardaki boşluğu doldurmak gibi bir göreve atanmış, kalabalık-görüntü oluşturma girişiminin elemanlarıdırlar. bazen ayet, bazen bir milyoncudan alınmış tıpkıbasım natürmort bir çerçeve.. eve gelen misafirlerden en az bir iki tanesinin, ''eğri mi duruyor bu'' cümlesinin ardından parmaklarının ucuna basıp, köşelerine dokunarak düzeltmeye çalıştığı ve akabinde, ''hah şimdi oldu'' diyerek zıkkımlandığı çayı, meyveyi hak ettiğini ima etmek üzere uğraştığı sessiz mahdumlardır.
Size yoneltilme süreci ve sizin idrak etme asamaniz henüz tamamlanmamışken gayri ihtiyari bir şekilde cevap vermeye koyuldugunuz gereksiz sorulardir.ona ne giriyorsa artık durduk yere komşu kızının sevgilisinin ne iş yaptığını soran mahalledeki Teyzenin meraktan ibaret dünyasını asla çözemeyeceginiz zilyon tane sıralı cumlecikten sizin nasibinize düşendir.
Bir şeyi aradığına şahit olan annenin yardimci olmak üzere sarfettigi "nereye koyduysan ordadir" kehaneti var ya, hem dahiyane bir ufuk açıcı özelliğe sahiptir hemde karşılık vermeyeceğin enteresan bir flashback dayatmasidir. Nereye koyduysa orada Yellerin esmesi ise arayan şahıs için sinir ve stresten başka bir anlam ifade etmez.
Bin bir türlü sebep ve koşula bağlı bir sükunetle mekanı terk etmek.. "Kumru var mı abi?" Sorusuna, "Ayvalık tostum var bilader çok guzel" şeklinde verilen cevapla, aradığını bulamamış olmak bir sebep mesela.. yada "ulan bu kuyruğu beklersem aksama anca sıra bana gelir" muhasebesiyle, fatura yatırımak uzere gidilen PTT binasını terk etmek. "Mesgulum başka zaman gel" diyen hocanın odasından henüz girememisken zamanin başkası mi olur lan diye düşünerek adımı geri atarak yaya seridine geçmek. .
Birçok mimari alanda (sivil, askeri) icra edilen; tavan, duvar ve kubbelerde ince fircalar ve boyalarla uygulanan klasik susleme unsurlarimizdandir. Islam coğrafyasında ic mekan karakterini kendine özgü bir hale getiren yegane sanatlarimizdandir.
Sabahtan aksama kadar alabildiğine entelektüel kasintili ve bir o kadar cinsiyetci seviyesiz başlıkların açılması için hafife alinamayacak tonajda eforun sarfedildigi su Sözlükte hakkında tek kelimelik bir bilginin bile bulunmaması en kibar tanimiyla rezilliktir.
1. tanımdaki gibi bir şey değildir. eksiğini fark edip düzeltemeyince kibirle o şeyin yerini doldurmaya çalışmaktır. çirkin bir adamın zenginliğiyle, çirkinliğinin sebep olduğu açığı kapatmaya çalışması durumudur. kemalistlerin bir boktan anlamamalarına karşın, bizim atatürkümüz var o bize yeter, sizin neyiniz var! avuntusudur.
harf sınırlaması sebebiyle, sahibinin meramını anlatmakta yetersizlik yaşayan başlık. civardaki meşhur olan kamu kuruluşu ya da halkın sık kullandığı bir mekanın olduğu yerdeki cafenin o mevkiyi tanımaya yarayan ismi tabelaya çekmesi meselesidir. üniversite yakınlarındaki üniversite cafe, otogar karşısındaki otogar restorant, sgk et lokantası gibi örnekleri yurdun her tarafında mevcuttur. ama ben erzurumda göğüs hastanesinin yanında hastanenin ismiyle anılmak ve o şöhretten faydalanmak isteyen bir iş yeri gördüm ki adı göğüs büfe'ydi. evet göğüs büfe. allahım sen bilirsin ya rabbim!
kendisinin bir tür zorunluluk icabı oy verdiği elitist zümreye kendisi kadar sıcak bakmadığı için ülkenin yarısına bidon kafalı, mal, sığır gibi güzellemelerle taltif eden, somadaki cenazelere, kendisinin tapındığı gerici kemalizme uzak oldukları için ''hakettiler'' diyecek kadar rahat bir alçaklığın götünü tutmuş, türkiyede bir partinin liderliğini yapan ahmet türk'e atılan tokat için adaletin tokmağı diyecek kadar alçalabilme becerisi olan, millet vekillerine, o plakayı götünüze sokun diyecek kadar yüksek seviyede olan, darbe yapmış eski liderlere ve darbe teşebbüsünde bulunanlara bir kere bile tenkitte bulunmayıp ülkenin yarısının desteğiyle iktidara gelen başbakana allahın salağı, millet mezarına tükürecek diyecek kadar ağır ve oturaklı bir dile sahip olan ve nihayet alman ortaklarının emrini yerine getirip yeni bir savaş stratejisi gereği patronu tarafından götüne tekme basılan yılmaz özdil'den daha kalitesiz bir aydın değildir. ikisinin arasında bir fark vardır biri çekirdeğe çiğdem derken, öteki üç sene önce katil dediği pkk'ye yalakalık yapar ve nihayetinde o örgütün partisinden milletvekili olur. en belirgin ortak yanları ise, düşmanımın düşmanı dostumdur mucibince aynı düşmana karşı kullandıkları riyakar dili birbirlerine asla uzatmamaları..
edit: siz bu yazıyı okurken başlığı açan ve sonrakiler çok uzakta olmuş olacaklar. başlık başa kaldı anlayacağın.
yüzlerce kişinin yalnızca savaşta ve doğal afetlerde ölebileceğini zanneden nesildir. daha eskiyi bilenler ise veli göçer'in bir doğal afet olduğunu bilirler.
bir hatanın karşılığının ne olduğu, o hatanın ehemmiyetlik seviyesini ortaya koyar. bu sebeple bizim kültürümüzde, küçük cezalar karakolda, büyük suçlar mahkemede cezalandırılır diye bir yargı mevcuttur. cürmün hacmi değil sebep olduğu tahrip esastır. tabancanın tetiğine basmak bir parmağın uygulayabileceği azam kuvvetin kaçta kaçı olabilir ki? ama o basılı tetik bir insanın öldürülmesi için tasarruf edilen bir araç ise, parmağın uyguladığı basınç oranında değil, bir insanın hayatının yok edilmesi seviyesinde günah işlenmiştir. ama bu hatanın büyüklüğü ve ehemmiyeti ancak o kabilde bir cezaya denk gelirse anlaşılabilir. bazen bir söz, ayarından taviz vermek suretiyle telaffuz edilmiş bir iki kelime , hacminden çok derin hatalara dönüşmüş olabilir. bu hataların cezası, açtığı yaraların verdiği acıyla anlaşılır. ulan demek ki harbiden büyük hatalarmış dedirten her şey, aslında elde tutulması gereken mahrem tutumların bir refleksle atmosferde kaybolması demekmiş. geri getirilmesi adına verilen uğraş ise o hatanın içerdiği acıyı anlamayı sağlayan ceza sürecidir.
kısa izahı, kaybedeceğini bilmek kaybetmekten daha zordur. bilinç bir şeyle meşgul iken, o meşgale alanı oluşturmuş şey, kendi anlam cephesinde açtığı pankartlarla tarafını belli eder. kişi çıktığı yolda sadece ilerlemez, aynı zamanda geriyi de düşünür. aklı bazen geride de kalabilir ama ilerlerken yolun sonunda bekleyen şeyi önceden görmüş ve buna rağmen ilerliyorsa bile bile kaybı üstlenmişse eğer, yolun sunduğu zevkten başı dönmüştür sadece.. kaybettiği an yaşadığı şok bir süre sonra dağılabilir ama kaybedeceğini bilmek o şoku taa kaybettiği zamana kadar yaşamaktır.
duvara hasbel kader tutturulmuş plastik ve ucuz sabun kabının içindeki su sebebiyle yumuşayıp sümüğümsü hal al sabun var ya işte bu odur. eline almak istemezsin ama çaren de yoktur. bazen idealist bir sabun tutucusu olur, kabı kup kuru bir hale getirirsin fakat bir sonrakinde yine aynı şeyle karşılaşırsın zira bu bir tabiat kanunudur.
şapka takmadığı için katledilen binlerce insandan biri.. erzurumlu bir kadın. başörtüsünü çıkartıp şapka takması gerektiğini bilmediği için asılarak kanına girilmiştir. idam kararının meşruiyeti de anayasal bir demogojiyle, şapka takmak devlet sınırları içindeki her insanın görevidir, cümlesindeki insan vurgusudur. e kadın da insandır o zaman şapka takmayan kadın da asılabilir denmiş ve katledilmiştir. bu emri veren ve icra edenlerin, bir kadının kafasına takacağı şeyi seçme iradesine hüküm koymak gibi ilkel başarılarının yanına, kadınlara seçme ve seçilme hakkını biz getirdik bindirmesini yerleştirmelerinden daha komik ne olabilir? atatürk ün büyük bir dindar olduğunu iddia etmek mesela..
aslında oturulan kısmın alt tarafı diye bildiğimiz yer lakin karakter sayısı sınırı bizi bbu hale getirdi.
tanıdık ya da yabancı bir sandalyenin, tarifte geçen muhitte gezdirilen ele (elin orada ne işi varsa) değen sümüğün kuruluk oranına göre üretim tarihi hakkında aklen tarih yürütülür ve bir anda zihinde, o sümük sahibi insanın burnunu karıştırma ve parmak vasıtasıyla oraya yapıştırma eylemi belirir. hemen el geri çekilip normal yaşama geçilir. sümükten kurtulma konusun insanlar gerçekten çok üretken..
uludag sözlük'ün de desteklediği liberal internet savunma örgütü. efendim neymiş? sansür bir ifade özgürlüğü ihlaliymiş ve çok özgürlükçü uludağ sözlük de bunu destekliyormuş.. vay ne şeref ne şeref. atatürk' le ilgili sayısız tanımımı saçma sapan gerekçelerle silen bu antisansürcü sözlük meğer ne liberal, ne tramessi hakları savnucusuymuş da haberimiz yokmuş.
cemaat denilen kitlenin yolsuzluk kavramını ele alış biçimi. (ilk cümlenin tanım olma zorunluluğu adamın kapasitesini küçültüyor.)
yaklaşık bir haftadır can hıraş bir şekilde, evini terliksiz terkederek sokağın ortasına atılmış bir kadının evindeki ateşi söndürmek üzere etraftakilere sesini duyurmak amacıyla, yangın var haykırışı gibi, samimane ve yardım bekler bir edayla yolsuzluk çığırtkanlığı yapan cemaat adlı olgunun samimiyetsizliğini görmek ve kendisinden berbat olan hükumetin gitmesi gerekliliğine karar vermiş odaklarla aynı yatakta basılmış olmasını umursamadan yolsuzluğa karşı duruş sergilemek gibi namuslu bir işi namussuzluklarına alet edecek kadar küçüldüklerini görmek için hafızanızın biraz sağlam olması yeterlidir.
birkaç gün önce kendi savcılarıyla hükumete, seni fena tikecez mesajı vermek üzere içerden çıkarttıkları 28 şubatçılar türkiye tarihinin en büyük yolsuzluğuna imza atmış adamlardı ve söz konusu sürecin ülkeye maaliyeti 300 milyar dolardı. hortumlanan bankalar, kaçırılan kamyon dolusu dolarlar 28 şubat sürecinin kahramanlarının marifetiydi. cemaatin, son 4 yılın solsuzluklarını didikleyen savcılarına emir gönderirken takındığı ruh halinde, kendisinden daha namuslu olmayan bu hükumetin yolsuzluğunu dert edinecek kadar vatanperverlik olsaydı, güya savaş açtığı yolsuzluk konusunda da deshanelerin kapanmaması için yırtınma hareketinin içerdiği samimiyeti hissetseydi ne 28 şubatın namussuzlarını mesaj verir gibi azad ederdi ne de bundan 5 sene evvel yine bir seçim öncesinde vukuu bulan akp ye ait yolsuzluk operasyonunda 3 maymunu oynardı.
cemaat adlı abd ve mossad muradına hizmet eden bu oluşum hiçbir zaman hiçbir şeye karşı duruş sergileyemedi. filistin'de 50 senedir müslümanlar katledilirken israile beddua etmediler. ırak'ta 1 milyon insan ölürken de şimdi ölmeye devam ederken de beddua etmediler. suriye'de yüzbinler katledilirken ses çıkarmadılar. mısır'da dikta zulmü başladığı günden bugüne bir söz söylemediler. burma'da arakan'da müslümanlar diri diri yakılırken müslümanların yanında olduklarını hissettirecek bir cümle sarfetmediler ve bu zulmü işleyenleri beddualarına katmadılar. çeçenistandaki savaşçıların yanında olduklarını gösterecek hiçbir emareye sahip olamadılar. mavi marmarada şehit olan vatandaşlarına karşı israil devletinin yanında yer almayı tercih edip, onlar şehit değiller zira otoriteye karşı geldiler diyecek kadar alçaldılar. abdulkadir molla asıldı ses bile etmediler ama aynı günlerde ölen mandela için taziye yayınladılar. kısacası hiçbir müslümanın yanında, arkasında olmamakla yetinmeyip hep karşısında oldular ve hep pısırıktılar. kenan evrenin darbesi için , asker hızır aleyhisselam gibi yetişti ve bizi kaostan kurtardı diyecek kadar çukura düşen bu güruh ne zaman ki dershanelerine biri dokundu yolsuzlukla savaşan bir süper kahraman oldular. asla memleketi ümmeti düşünmediler, zira onlar için en önemli hizmet dershane ve okullardı.
hükumet adlı bir tür cemaat karakterine sahip organizasyonun kirli çamalaşırlarını biriktirip birgün böyle bir kontra atak için kullanmak üzere beklemeleri, yolsuzluk konusunda ne oranda samimi olduklarını göstermeye yeter bile..
kimlerle yollarının kesiştiğini görmek için son bir haftada olanlara bakmak yeterlidir. yıllarca kendilerini besleyen büyüklerine karşı sadakatlerini göstermek için sldırmaktan çekinmeyecekler de.. çünkü biliyorlar ki hükumet bu taarruzu atlatırsa bunların götünü kıyma edecek. bu sebeple iki tarafın da son atımlık kurşunu kaldı. bir taraf imha olmak zorunda. cemaat daha da saldırgan bir tavır takınmaz ve rakibini bitirmezse kendisinin biteceğinin farkında. bu da onların ne denli ilkesiz bir fitne odağı olduğu gerçeğini göstermeye yetecek. tabi akıl sahibi olanların görebileceği şeyler bunlar. bu fark edişte; aklını, fikrini, şuurunu ve hatta ruhunu abisine, hocasına, şeyhine hibe eden hayırseverlerin hiçbir nasibi yoktur.
dehşetengiz nöronlarının oluşturduğu elektrik sinyalleriyle ulaştıkları aksonların kimyasal dengesizliklerinin sebebiyet verdiği her türlü beyinsel hata, dünyada var olan her aksiyonun mantık hatası yorumuna dönüşmesini sağlamaktadır. böyle bir mantık çöküntüsü insan, bilmem ne deki ibretlik mantık hatası diye bir başlık açar ve bi çüke yaramayan nöronlarına küfretmek gelir insanın içinden.
hangi saatte olursa olsun gerçek manada yerini bulamayan ikramdır. kahvenin vuslatı sigara, sigaranın pezevengi kahvedir muavin kardeş! maalesef olmuyor, adet yerini bulmuyor, sen olmazsan kalbim huzur bulmuyor.
azizlerin azizi demek. ademin ham maddesinin sahip olduğu meziyetleri örtecek kalitesizlikte olduğu düşüncesiyle giriştiği gezi parkı eylemi neticesinde şeytan ünvanıyla yüceltilmiş ve süresiz izne ayrılmıştır.
bir sözlük normalitesidir. yazar payesinin en rahat koparıldığı platformlar olan sözlüklerde yazar nitelemesine sahip insanların yüzde doksanından fazlası yazdığından fazla okumuş değildir. binlerce satırlık yazı (içinde binlerce hatanın olduğu yazılar tabi) yazan bir çok insan yazıya ayırdığı hevesi ve azmi okumaya gösteremez; zira basit olan her zaman revaçtadır.
nevroz-nevruz etkinlikleri çerçevesinde van'da açılan pankartta yazılı olan, kime meydan okuduğu anlaşılamayan cümle..
edep, haya ve her türlü insani duygulardan sıyrılarak kaleme alınmış bu pankart hem nefret ifşa etmekte hem de büyük bir nefreti üzerine çekmekte olabildiğince başarılı bir çalışma olmuştur. bir taraftan evrenin bir yaratıcısı olduğuna inanılıyorsa, dolayısıyla her türlü afette onun tasarrufunu kabul ediyor olmaya karşın; sen de kim oluyorsun ki bizi yıkabilesin, mealinde kafa tutma söz konusuyken; öte taraftan stk'ların vakıfların, derneklerin, münferit çalışmalar sayesinde deprem bölgesine yapılan yardımları bir kenara bırakıp, tc' nin yaptığı yardım mücadelesini görmezden gelip böyle bir pankart açmak ilk adımda hainlik, namussuzluk, haysiyetsizliktir. bölgede benzer problemlere karşı samimi insanların da niyet ve düşüncelerini erozyona uğratmak gibi bir çabadan başka bir şey değildir. kendine yazık eden bir topluma allah asla acımaz.
dindarlığını bir kenara bırakıp, stalinist bir örgütün şahin kanadındaki en parlak tüy olmaya karar vermiş altan tan ın kazara girdiğim facebook albümünde yer alan peygamber apo, apo peygamber, peygamberim apodur şeklindeki cümlelerin sonuncusu.. işte gözü dönmüşlük ve çılgın bir topluluğun salgıladığı sevgi hormonlarına mazhar olmanın sebep olduğu heyecan ve şaşkınlık adamı böyle ediyor. dindar ya da dinci olmak hikaye..
mantıklı izah rica eden edit: on yılı aşkın bir süredir yazıyorum(burada değil) eksilenmekten ya da mantık dairesi sınırını aşmadıkça eleştiriden hiç gocunmadım, gocunmam da.. ama eksileyen öcalan ümmeti, harbiden apo peygamber olarak varsayılmalı gibi bir tahayyülden dolayı mı eksiledi merak ettim. yani allahın kulu ve elçisidir ama siz münkirler, müşrikler ve hatta münafıklar bunu yakında farkedeceksiniz gibi bir ruh haliyle mi eksiledi allah aşkına?