11 ayın sultanı ramazanı müjdeleyen ve random literatürde 8 ayın kocası, amiyane tabirle ise tokmakçısı şeklinde anılan üç aylara girmesine rağmen, helal olmayan kadınla sevişen ya da osbir çeken münafık. açıkçası bu benim kişisel görüşüm. doğru ya da yanlış, belki biraz ağır, ancak kuran'daki bir çok sureden anladığım kadarıyla, ki nas, felak ve çok kısa olmasına rağmen kevser'de bile buna gönderme var, ramazan'da ve ramazan'ı müjdeleyen aylarda haram yollu cinsel dürtülerine hakim olmayan müslümana cehennem azabı müjdeleniyor. ben etrafımdan çok duyuyorum mesela, şunla seviştim, dün asıldım türü cümleleri, elimden geldiği kadarıyla uyarıyorum ama, çoğu zaman alaya çoğu zaman da dinsizliğe şahit oluyorum. normal zamanda osbir çekmek zaten garip. yüce rabbim bizde sperm, meni fazlası gördüğü zaman ruya'yı sadıka vesilesiyle, yani hayırlı rüyalarla onu alıyor zaten. rüyamızda boşalıyoruz. eee böyleyken ne diye azgın hayvanlar gibi elimizi cinsel organımıza getirip, abuk subuk görüntülerle ya da hayallerle boşalıyoruz ki. bunu üç aylarda yapmayalım bari. sevgiliyle, ya da partnerle sevişmek istiyorsak da dine uygun şekilde yapalım bunu. gene bazılarının hoşuna gitmeyecek ama, doğrusu bu, nefsimize hakim olabilmek. üç aylarda osbir çekmeyin. bırakın rüyada gelsin. hem öyle daha doğal, dini ve zevkli.
churchill, gandhi, karl marks, napalyon, che ve sayısız liderin söylediği önemli sözler aklımızdayken, atatürk'ün şöyle vurucu bir söz, ayar ya da sarkastik söylem benimsememe olayı. ben bu konuda çok araştırma yaptım ama bulamadım. belki de sözden çok eyleme önem verdiğinden oldu bu. yani ne bileyim churchil olsun napalyon olsun bir çok sözü var bildiğimiz, vay be dediğimiz, ama atatürk'ün tek bir tane bile yok.
mesela en bilinenler, churchill'den örnek vermek gerekirse,
sen stalini ovuyorsun" diyen birine "hitler cehenneme saldirsa, bu kursuden seytanida ovecek bir iki sey soylerim." demiş kendisi.
" dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa yarını kaybederiz " de ona ait.
siz sarhoşsunuz diyen kadına, "hanfendi benim sarhoşluğum sabah olunca geçecek, sizin çirkinliğiniz baki kalacak."
uzun ömrünüzü neye borçlusunuz şeklindeki bir soruya, "bilmem hiç spor yapmadım"
amerikalı bir tiyatro yazan, bir eserinin ilk temsil edilecegi gece için churchill; bir çift davetiye gönderir ve bir de not ekler:
davetiyelerden biri sizin için, digeri de bir dostunuz için, sayet varsa...
churchill, tesekkür ederek ve cevap verir:
eserinizin ilk temsiline gelemeyecegim.. ikincisine gelmeye çalı$ırım, $ayet oynarsa...
"amerikalılar her zaman doğru olanı yapacaktır, tüm diğer seçenekleri tükettikten sonra"
o kadar örnek var ki, hepsini yazamadım, sonra napalyon;
napoleon'la askeri okulda zipcikti arkadaslari dalga gecerler: "heheheh bonaparte, sen ata binene kadar savas biter"
gururlu ve magrur napoleon uzaklara bakar ve der ki "ben savas ciktiginda ata binmeyecegim, ben ata bindigimde savas cikacak."
ve herkesin bildiği;
napoleon bonapart, ispanya'yı savaşta yendiğinde, ispanya kralı napoleon'a:
"siz sadece para, ganimet, altın, ve toprak elde etmek için savaşırsınız. oysa biz şerefimiz ve namusumuz için savaşırız" demiş.
napoleon yanıtlamış:
"doğru, herkes neye ihtiyacı varsa onun için savaşır"
sonra,
"siz mektubunuzda, bana onun "imkansiz" oldugunu soyluyorsunuz. bu sozcuk fransizca degildir..."
örnekleri artırmak mümkün. komutanları da. fakat atatürk'ün böyle "oooo lafa bak yaaa nasıl cevap verdi, ne söylemiş ya" diyebileceğimiz bir şeyi yok. atatürk'ün liderimiz, kurtarıcımız olması, her şeyi iyi yaptığı anlamanına gelmemeli. onu haksızlık ederiz yoksa. ama şöyle de demek yanlış olur, "yahu lidere bak, bir tane ayarı, önemli lafı yok". ikisi ayrı şeyler olabilir zira.
bakın ne geliyor aklımıza atamızın sözü olarak;
"istikbal göklerdedir."
"yurtta sulh cihanda sulh"
"hayatta en hakiki mürşit ilimdir"
"köylü milletin efendisidir"
bu sözleri her yaş grubundan her çeşit insan edebilir mi? edebilir. yani bu cümleleri biri söylese ne derdiniz ona? sonuçta aforizma yönü zayıf olan bir liderdi. ama tabi ki bu durum onun başarısını gölgelemez. sadece gerçektir.
60'lı yıllarında başında köy enstitüsü davasıyla başlayıp, 70'li yıllardaki totem buhramıyla iyiden iyiye konuşulan, 80'lerdeki iç karışıklıkta ise birdenbire ortadan kaybolan, ancak şimdilerde gene gündeme gelen bir düşünce. üzerinde şiddetle durulması gerek. bu konuda oldukça fazla makale, roman, daha da önemlisi churchill gibi rakip komutanların anılarını okuyan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, doğru sayılabilme ihtimali yüksek bir bir görüş bu. yani kurtuluş savaşı öyle ya da böyle zaten kazanılacaktı. kim olursa olsun sonuç değişmezdi.
atatürk ile fatih terim'i karşılaştırdığım, benzer çerçeveye oturduğum entrylere büyük tepki geldi. üzüldüm. hakaret bile vardı. gerçekten de biz bir şeyleri konuşamıyoruz. istenirse silerim tabi, benim için önemli değil. ancak öne sürdüğüm tezlere, yorumlara, sağlam dayanıklı tespitlere en ufak bir karşı tez üretilmedi. nedeni niçini ortaya konulmadı. kurtuluş savaşını da benzer bir noktada değerlendiriyorum.
nasıl ki milli takımımız turnuva maçlarına kötü başlayıp sonradan açılıyorsa, kurtuluş savaşı da aynı şekilde gerçekleşti. bizim karakterimiz bu. ayrıca fatih terim'in yanlış oyuncu, taktik hataları olduğu gibi, atatürk'ün de yanlış yerlere cephe açması, beğenmeyip değiştirmesi, taktik, strateji ve planlama hataları oldu. olamaz mı, elbette olur, insan beşerdir şaşar, bu onu küçültmez. hendek savaşının taktiği gibi akıl dolu taktikler bulmak kolay iş değil.
başta churchill'in anıları olmak üzere, bir çok kaynakta türkiye'nin savaşı çok daha önce kazanması gerektiğini yazar. adeta hediye edildi iması yapılır. çanakkale savaşında yapılan taktik hataları churcill'in değerlendirmesi, bunun üzerine boğazları egemenliği altına almak istemesi, tarihi bir gerçektir. olamaz mı, elbette olur, ama bunları konuşmalı, tartışmalı, karşılıklı fikir teatisi şeklinde paylaşmalı, aydınlanmalıyız.
nasıl ki terim'le kazanabileceğimiz maçlardan mağlup ayrıldıysak, rahat almamız gereken musul ve kerkük'ü alamadık. böyle bakınca o kadar çok benzerlik çıkıyor ki. isviçre'yi yendik mesela, herkes çok seviniyor, ama zaten yenmemiz gereken bir takım, tıpkı kurtuluş savaşının kazanılmasının normal olması gibi. milli takım gibi savaş döneminde ordunun kadrosu da çok iyiydi. osmanlıyla beraber yeniçeri ekolünden gelen askerlerin savaşma gücü rakibin çok üstündeydi. aynı kadroyu, taktiği, normal olanı yapsaydık, terim'n tümeri oynatıp yıldıray'ı kadroya almaması ya da nihat'ı tek forvet çıkarması gibi, sarıkamış ve nice cephelerde, taktiklerde macera aranmasaydı, savaş çok daha çabuk kazanılacaktı.
bütün bunlar atamıza sevgimizi azaltır mı peki, elbette hayır. bana en sevdiğin, gurur duyduğun türkler kim diye sorsalar, tabi ki cumhuriyetten sonra, başarısı yurt içine aşan, atatürk, nuri bilge ceylan ve orhan pamuk derim. ama bu onların eleştirilmeyeceği anlamına gelmez ki... kurtuluş savaşı türkiye açısından o zamanki şartlara göre basit bir savaştı.
kimilerinin birbiriyle ilintilendirdiği iki olgu. aralarında bir ilişki var mı? çoğu insanın aynı anlama geldiğini iddia ettiği iki eylem . kuran'ın okudukça insanın aklına binlerce soru geliyor. kafası karışıyor. son zamanlarda sıklıklı düşündüğüm bir konu bu da. "bir şeyci" olmakla "bir şeyi, bir insanı" sevmenin farkı. çünkü örneğin ahmetci, alici, atatürkçü ya da ismetci olduğunuzda, ahmet'in, ali'nin, ismet'in her yaptığını onayladığınızı, doğru kabul ettiğinizi gösteriyorsunuz. yani bir insana tanrısal ya da peygambere özgü sıfatlar yüklüyorsunuz. "atatürk'ü seviyorum demek" normal,"fikirlerini beğeniyorum" demek normal, benzer örnekler de normal, ama "atatürkçüyüm" demek, taraftar gibi bir insanı desteklemek beşeri, ilahi ya da ilahi olmayan tüm dinlerden çıkmayı işaret eder. hristiyan biri johncu olamaz mesela, tanrının oğlu isa yüzünden hemen aforoz edilir kiliseden. -çü'cü -cu'cu olmak, bir insanı tanrısallaştırmakla eş değer gibi geliyor bana. buna ait bakara süresinde bir çok ayet var. keza sali be barik dualarındaki mesajlar da bu yönde. daha bir çok sure gösterebilirim. atatürkçü olmak, bunu böyle dillendirmek, temel olarak allah'a şirk koşmaya, birinin allah gibi görmeye benziyor. ve sonuçta dinden çıkıyorsunuz. onu yerine atatürk'ü beğeniyorum, iyi bir lider gibi ifadeleri kullansak daha yerinde olabilir.
olaya islam dini yönünden baktığımızda gerçekçi görünen bir düşünce. en azından rasyonel bağlamda değerlendirildiğinde tartışmaya çok açık. sevgiliyle ya da eşle tek seferde birden fazla sevişmek dinimizce günah gibi görünüyor. bilmiyorum ya da ben çok ince düşünüyorum. ama müslümanlıkta azgınlık, oburluk, kibir kesinlikle yasaklanmıştır. sofradan bile doymadan kalkmamız öğütlenir. misal hz.muhammmed asla karnını tam doyurmazmış. nedeni ise eğer evine bir tanrı misafi gelecekse onunla berabere yemekmiş. sırf yalnız yemek yemesin, ayıp olmasın diye. birinin geleceği de garanti değil. ama ince düşünüyor işte. ben sevişmeyi de aynı şekilde görüyorum. illa her şeyin kuran'da yazması gerekmez. bence böbürlenene böbürlenene üç, dört, beş posta attım, hoplattım demek son derece seviyesizce bir davranış. ki çoğu da doğru değil. hem allah'a şirk koşuluyor hem de kadına saygısızlık yapılıyor. her sevişmede sadece 1 posta gitmek gerek gibi. peygamber mantığıyla düşündüğümüzde tabi onun yaptıklarını yapmalıyız. o nasıl yiyorsa, yiyişiyorsa, başkalarıyla yemek yiyorsa yani, ya da sevişiyorsa, birilerini seviyorsa, biz de öye yapmalıyız. her şeyiyle örnek almalıyız. tam emin değil ama. sofradan aç kalkmak gibi bir şey ama bu. ama eğer bi posta atarsanız, başka bir kadınla sevişme zorunluluğunda kaldığında allah'a isyan etmemiş oluyorsunuz. biraz karışık sanki. ama cehennemi düşündüğümde bana bir kereden fazla sevişmek korkutucu geliyor. domuz yemekle aynı şey gibi.
mesela şu olmaz mı bize? milli takımda sevmediğimiz bir oyuncu vardır, belki de bir kaç tane işte. ve onun attığı golle kazanılan maçın ardından tam sevinemeyiz, içimizde bir burukluk olur, keşke başka biri atsaydı da onun golüyle kazansaydık diye düşünürüz istemeden. kendimize engel olamayız. vicdanen rahatsız hissetsek de böyle düşünürüz. işte atatürk yerine keşke başkası kurtarsaydı diye düşününler de olabilir, ondan hoşlanmadığı için. bu ülkedeki kazım karabekir gerçeğini duyarsız kalamayız.
fatih terim'le atatürk'ün benzer noktaları çok. öyle ki saymakla bitmez. ikisi de mesela hırslı, lider özelliği olan, öncelikle kendini düşünen insanlar, ki liderlikten kaynaklanıyor bu. yanlarında ikinci bir adam yetiştirmiyorlar. hep sessiz, sedasız tipleri kadroya dahil ediyorlar. bakın terim'e, eskiden şifo mehmet'ti, şimdi oğuz çetin, metin, müfit gibi ağzı var dili yok adamlarla çalışıyor, sırf kendinin önüne geçmesin diye. rıdvan'ı tanju'yu bir şekilde dışarda bıraktı. atatürk'te cumhuriyetten sonra yanındaki kadroyu değiştirmişti.
sonra fatih terim, oyuncularını motive eden, gaz veren bir teknik adam, atatürk de "ordular ilk hedefeniz akdeniz ileri," ben sizi savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum", "hattı müdafa yoktur sattı müdafa vardır", gibi sözleri benzer doğrultuda. hayır ben mi yanlış düşünüyorum? fatih terim'i şu anda çoğunluk istemiyor. atatürk cumhuriyetten sonra kendisine rakip bir parti kurdurmuştu. ve seçimlerde halk bu partiyi destekleyince onu kapattırdı. fatih terim gibi o da halk isteğiyle başta durmadı bir anlamda yani. o zamanki halk cahildi o ayrı tabi. bakın böyle bakınca o kadar çok çıkıyor ki. fatih terim bir maçtan sonra ingilizce konuşmuştu, atatürk de kazandığı savaşların ardından davetlerde ingilizce konuşmalar yapardı. ve ingilizceleri ikisinin de hemen hemen aynıydı. sonuçta düşünülmesi gereken bir görüş bu. kestirip atmak sağlıklı görünmüyor bana.