arkadaşın telefonunda gördüğüm muhteşem program. türkçesi var mı bilmiyorum, ben çapkınlık programı diyorum kendisine. adamın anadili ursça olduğundan o rusça kullanıyor programı. peki ne işe yarıyor bu program;
telefonunuzda bir klasör oluşturuyor ve o klasörün içine resim kaydedebiliyor, klasörün içerisinde ayrı bir rehber oluşturabiliyor, o rehberde kayırlı kişilerle bu klasörün içerisinden mesajlaşabiliyorsunuz. klasörün bir şifresi oluyor haliyle ve biri bu şifreyi yanlış girdiğinde telefon o kişinin fotoğrafını çekiyor. çektiği bu fotoğrafı da yine o klasörün içerisine saklıyor. siz telefonunuzu elinize alıp klasörü açtığınızda kimlerin bu klasöre girmeye çalıştığını görebiliyorsunuz bu sayede.
ayrıca, bu klasör içerisinde kayıtlı her numara için ayrı bir programlama yapmanız mümkün. örneğin bir kızlasınız ve 2. kız arkadaşınızın numarası bu klasörde kayıtlı. ararsa telefon çalmasın, direkt reddet ve sonra ona meşgul olduğuma ilişkin mesaj gönder gibi bir ayarlama yapabiliyorsunuz. kız arkadaşınızın yanında 2. kız ararsa telefonunuz çalmıyor bile, ama 2. kızın attığı mesajlar, aramaları vs. hepsi o klasör içerisinde saklanıyor. dahası size uyarı olarak sadece sizin istediğiniz şey bildirilioyr. örneğin ekranın sağ üst köşesinde küçük kırmızı bir çizgi. ya da telefonun ekranının ortasına düşecek bir uyarı yazısı: ne app. was found gibi mesela *
sonrasında siz klasöre girdiğinizde kimlerin aradığını, kimlerin mesaj attığını görebiliyorsunuz.
her ramazan ayında ilk sorana büyük ödüllerin verildiğini düşündüğüm soru.
aksi halde her ramazanda bu kadar sıklıkla sorulmasını anlamam mümkün değil.
cevap; bakılmaması daha iyidir ama bu konuda çok sorun çıkartan bir eşiniz varsa yutulmamak kaydıyla bakılabilir.
kadın oruç tutacak, adam da oruç tutacak; sonra adam kadını bu yemek tuzlu olmuş/tuzsuz olmuş diye fırçalayacak. bu fırçadan kurtulmak için kadın yemeğin tuzuna bakabilir.
o adamın tutacağı oruç kabul oluyorsa bu dinde bir sorun var demektir bence.
sabaha karşı 5 gibi okulun önünde toplanılıp otobüse binilirdi. en güzel olduğuna inandığınız kıyafet seçilirdi ki sizi hep önlükle göre platonik aşkınız bu halinize vurulsun. işe de yarardı aslında. bu gezilerde filizlenen çok aşka tanık oldum. benim hiç olmadı tabii, ben ezik biri olduğumdan hoşlandığım kıza bunu asla söyleyemez dahası aynı kızdan hoşlanan karizmatik çocuğu kızla konuşması konusunda yüreklendirirdim. biraz godoşça farkındayım ama o zaman godoşluk denen bu eyleme büyüyünce özgürlük, genişlik, saygı adını koydum ben * çok değişmedim yani. tek fark artık ben de rahatça söyleyebiliyorum ve sonrasında kızın seçimine saygı duyuyorum. gerçi iddialıyım; tip oalrak bir kız bana ''asla olmaz'' demediği sürece kolay kolay kaçırmam o kızı, öhöm, neyse...
bu gezide ankara, atatürk orman çiftliği, eski-yeni meclise illa ki gidilir; bir de hep gidileceği vaat edilip gidilmeyen yer vardır; atakule. hala da görmedim ya burayı neyse...
yolculuk sırasında okulun en güzel şarkı söyleyen kızı en önde oturan öğretmenler eşarkı söyler, arada otobüste katılır tabii şarkıya. en arka koltuk okulun fırlamalarınındır. keşke onlar gezilere gelmese, o zaman kızlarla konuşmak daha kolay olurdu, neyse...
sigara böreğibu gezinin en mükellef yemeğidir, atatürk orman çiftliğinde yenir o börekler. öğretmenler için illa ki velilerden biri sarma görevini üstlenmiştir. o veli, bu sayede çocuğunun en gözde öğrenci olacağına inanır. zavallı teyze, neyse...
gezi sabah başlayıp akşam biterken dönüş yolunda illa ki kusanlar olur. aslanlı yolda aslanların tepesine binmeyen çocuk ezik kabul edilir. atatürk orman çiftliğinde fil görmek o yaştakileri çok mutlu etse de yıllar sonra o fili hatırlayıp üzülür azıcık vicdanı olan kişi. maksimum 4-5 metrelik bir zincirle yere sabit bir aparata bağlıdır koskoca fil.
dönüş yolunda tuvaletiniz gelir, 5 saatlik yol kabir azabından beterdir. burada bitireyim en iyisi. *
şakirt oldukları açık da neden korktuklarıyla benim derdim. şimdi bir şakirt, domuz eti yiyen insanı da sevmez, ondan tiksinir, ona 2. sınıf insan muamelesi yapar. gerçi islamda hoşgörü vardır, saygı vardır; yani sorsan öyle der ama iş pratiğe döküldüğünde defalarca kez görülmüştür öyle olmadığı. dediğim gibi domuz eti yiyeni sevmez ancak onu öldürmek ya da domuzları ortadan kaldırmak gibi bir derdi yoktur.
aynı şakirt sevişen insanları gördüğünde ise elinden gelse taşlayıp öldürme isteği duyar. bunun nedenine gelirsek;
bu şakirt domuz eti yiyeni görünce kendisi de yemek istemez, çünkü zaten iğrenir o etten ki şahsen ben de iğreniyorum ve asla yemem dediğim yiyeceklerden biri. ama aynı şakirt sevişen bir çift gördüğünde, seksi bir kız gördüğünde, bir bacak gördüğünde hatta ne bacağı lan bildiğin kol gördüğünde hormonları tavan yapar. deli gibi sevişmek ister, bastırılmış duyguları yüzünden bunu kontrol edemez ki zaten kontrol edebilse sorun kalmayacak. kontrol edemeyip hayvanca bir güdünün yönetimi altına girmeyi kendine yediremez ve çözümü bulur; sevişenleri engellemek.
bu şakirtlerin somut örneğini takva isimli filmde görebilirsiniz.
ben herkes sevişsin demiyorum, bu tercihtir. işte bunu diyorum; tercih bu tercih. isteyen yapar isteyen yapmaz ben senin yapmamana karışmazken sen benim yaptığıma niye karışıyorsun? yaptığım suçsa hukuk dezasını verir. yok yaptığım suç değil ama sana göre yanlışsa bakmazsın ama engelleme hakkın yoktur. yani hukuk devletinde, demokratik ülkelerde yoktur, türkiye' de olabilir ama.
yadsınamaz katkıdır. bu harf olmasaydı bugün muhtemelen türk rockı da olmayabilirdi ki bana göre zaten yok da neyse.
r harfi kadar olmasa da e ve a harfleri de oldukça yardımcı olmaktadır türk rock(!) vokallerine.
bir an için bu harfin olmadığını düşünün, rocktan ekmek yiyen pek çok vokal açlıktan ölürdü sanırım. bu harfi vurguladın mı şarkı rock oluyor çünkü bizim vokallere göre.
örnek de verelim;
sürrrrerrrriimmm buluta tarrrrlalarrrrrııı (bakın çok sert oldu, çok rock oldu)
a ve e için de bir örnek verelim;
kendineeeeaeaeae sorrrrdun mu? (bakın rock oldu)
demokrasi aşkıyla yanan bireylere bir sorum var; dükkanını, şirketini, holdingini yönetirken çaycının fikrinin hiç sordun mu?
e sen faşist misin yani?
şimdi de çaycıları mı aşağılıyorsun demeyin. benim babam taksi şoförü lan. ne haddime benim bir mesleği aşağılamak. birazcık akpli kafasından sıyrılıp, demagoji yapmayıp objektif bakın sorduğum soruya.
bu faşizm ise neden o zaman seçilme hakkında sınırlama var. hadi onu geçtim baraj sistemi neden var? demokrasi aşığı akp niye kaldırmıyor barajı?
bak şimdi bir örnekle açıklayacağım ama kafan yine almayacak elbette, çünkü sen ezber bozamazsın, sen senin ezberini bozacak her şeye kapalısın. işler senin istediğin gibi gittiği sürece de böyle olacak bu ve sen kendini özgürlükçü, demokrat sanacaksın; üstelik daha bu kavramları tanımlayabilmekten bile aciz olduğun halde.
bugün tilkilere sorsan tavuklar özgür olmalı, onlar da bizle eşit şartlarda doğada dolaşmalı der. neden sınırlamalar var ki der. tüm hayvanlar eşittir der. ama işte o düzenin sağlanabilmesi için insan eliyle müdahale edilmiştir, kümesler yapılmıştır, tilkiler yaklaştırılmamıştır bu kümeslere. insan hayatının düzeni için de hukuk vardır. insnaların huzur, barış, refah ve düzen içerisinde yaşayabilmesi için hukuk kuralları vardır, hukuk her şeyin üstündedir ve ihtiyaçlar doğrultusunda sürekli güncellenir.
edit: devam ediyorum. bir de ezberleri var bu arkadaşların; muhalefet hakkınızı savunamıyor. gel bana bir kanunun nasıl yapıldığını nasıl uygulamaya girdiğini ve muhalefetin bunda ne gibi bir söz hakkı olabileceğini anlat lütfen bekliyorum. gerek baraj sistemi, gereksi günü ihtiyaçları doğrultusunda güncellenemeyen diğer yasalar sayesinde bugün muhaefetin o mecliste hemen hemen hiçbir konuda söz hakkı yoktur.
anayasal hakkımızdır eylem diyenler için bir kez anlatayım, artık ne kadar anlarlarsa.
Madde 34. - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.
+++
bak gördüğün üzere bu anayasa bir darbe anayasası olduğundan, pek çok maddesi özgürlükleri kısıtlayıcı niteliktedir. bu maddede de görüldüğü üzere milli güvenlik, kamu düzeni, başkalarının hak ve özgürlükleri gibi yoruma açık kavramlarla gösteri yürüyüşü hakkı kısıtlanmaktadır. yine aynı maddenin son fıkrasında bu kısıtlamanın ancak kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. işte o düzenlemenin yapıldığı kanun;
şimdi bunu bir oku ondan sonra gel bana de ki; bizim istediğimiz caddeyi trafiğe kapatmak anayasal hakkımız de, diyebiliyorsan.
ben bunları yazınca yine akpli ilan edileceğim haliyle. bak anayasanın yanlış olduğunu tartışalım o ayrı ama sen akp' yi anayasayı ihlal ediyor diye eleştiriyorken aynı şeyi sen de yapıyorsun. sana göre karşı tarafın bunu yapması senin eylemini meşru kılıyorsa ona bir şey diyemem bu da bir görüştür.
tüm bunları sağda solda bir bok bilmeden sırf özentilikten eyleme katılan ama tabii asla bunu kabul etmeyen ve kendini üstün aktivist zanneden insanlar için yazdım. ''anayasal hakkımız yeaeae'' darbe anayasası insana hak filan vermez. eğer bir eylem yapılacaksa gelin doğru düzgün bir anayasa yapılması için uğraşalım önce. bu anayasanın özgürlükle ilgili tüm maddeleri aşağı yukarı böyle çünkü.
tüm bunlardan sonra akp tepkiyi hak ediyor mu diye sorarsan fazlasıyla hak ediyor. evet, tıpkı başbakanın dediği gibi iktidar yürütme yetkisini kullanacak ve her şeyi de herkese sormayacak ama sen toplumun genelini ilgilendiren tüm kararları tartışmadan, konuşmadan 3' er 5' er gün arayla alırsan bunun adı yürütme gücünü kullanmak olmaz, dayatma olur. tüm bu tepkinin nedeni de bu dayatmadır.
ama inan hükümetin istifasıyla çözülmez hiçbir şey. çözüm ne biliyor musun? gerçekten bağımsız hukuk ve eğitim, eğitim, eğitim. hukuk bağımsız mı? adalet bakanlığına bağlı lan hakim ve savcılar, ötesi var mı? bugün akp despotluk yapıyor, bu kanunlarla, bu düzenle yarın mhp yapar, öbür gün chp yapar.
benim hayalimdeki gibi bir ülkeye asla evrilemeyecek türkiye. dediğim gibi bugün sen sana despotluk yapıldığı için sokaktasın, yarın mhp iktidar olduğunda kürtler sokakta olacak, öbür gün chp iktidar olduğunda türbanlılar olacak.
bu yazının özetine gelirsek; yaptığınız şeyi bilinçli yapın. evet yaptığım anayasaya aykırı ama başka çarem kalmadı çünkü bu anayasanın bu şekilde uygulanması demokrasiye aykırı deyin mesela. ama bana çıkıp da bu yürüyüş anayasal hakkım demeyin. bu yazının amacı basit; eğitim. haddim olmasa da.
amerikalıların kullandığı bir tanımlama. iyi yazılmış kötü kitaplar için kullanılır genelde. yani vasat bir kitaptır elinizdeki, bunu bilirsiniz ama yine de elinizden bırakamazsınız.
birkaç gün önce intihar eden genç akademisyen, daha ötesi sınıf arkadaşım.
ne söylenir bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. normalde kelimelerle aram fena olmamasına rağmen bu durum karşısında hislerimi ifade edebilecek kelimeleri sıralayamıyorum, kendimi anlatamıyorum. üzgünüm elbette ama belki çok daha fazla şaşkınım.
herkes bir şeyler söylemiş olayla ilgili. onun intiharına neden olanlara beddualar yağdırmış. belki tanımasaydım murat' ı ben de daha kolay ifade edebilirdim şu an kendimi. işinde mutsuzmuş ondan yapmış deyip onu işinde mutsuz eden kişilere ve sisteme sövüp sayar üzüntümü de hayatın akışının içinde eriyip yok olmaya bırakabilirdim ama yapamıyorum.
tanıdığı, konuştuğu, yan yana yürüdüğü birinin ölümü tamam da, intihar olunca nasıl üzüleceğini bile bilemiyor insan. işini sevmemesi, hayattan zevk almaması... bu kadar basit olmamalı. yok eğer tam olarak bu kadar basitse bu daha çok ürkütür beni. hayat karşısında bu kadar çaresiziz yani? karakterimizi, duygularımızı, düşüncelerimiz tamamen -özbenliğimizden bağımsız olarak- toplum ve sistem tarafından bu kadar kolay değiştirilebiliyor yani? eğer öyleyse zaten yaşamıyoruz ki biz. mekanik olarak hayattayız ama düşünmüyoruz, konuşmuyoruz, bakmıyoruz, tatmıyoruz... sadece sistemi besleyen, toplumu besleyen araçlarız biz. sistem bizim aracılığımızla nefes alıyor, düşünüyor, yaşıyor.
tanımadığım biri intihar ettiğinde anlam veremezdim. bir insan nasıl olur da kendi hayatını sonlandırabilecek cesareti bulabilir diye şaşardım, ama şimdi anlıyorum ki tanıdığım insan olunca, olay çok daha karmaşıklaşıyormuş.
murat şöyleydi, böyleydi olayına hiç girmeyeceğim. üzüntüm büyük ama şaşkınlığım ve endişem daha büyük. bu kadar mı yabancıyız birbrimize, dahası kendimize? haberi aldığımdan beri bunu düşünüyorum işte; karakteimizi, kişiliğimiz, hayatımız, varlığımız üzerinde hiçbir etkimiz yok gibi sanki...
şiiri de severdin bildiğim kadarıyla. bu da senden bize gelsin murat;
Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç de güzel değil
Ne sabah var ne akşam
Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
insanlara iyi günler dilerim
Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya
Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay`ın
''Hatıralar da dal istiyor''
''Kuşlar gibi konacak''
(muzaffer tayyip uslu)
star gazetesinin sinema köşesinin sahibiydi. sinema ile ilgili yorumlarını tuttuğum bir adamdı ve akabinde de twitterda takip etmeye başlamıştır. ekler eklemez o da beni ekledi ki şaşırdım da açıkçası sonuçta beklemediğim bir şeydi.
kendisi fenerbahçe taraftarı ve fenerbahçe maçlarında taraflı twitler atıyor her hakem kararına kulp takıyordu ki bunu da anlarım sonuçta aynı şeyi ben de galatasaray maçlarında illa ki yapıyorumdur yalnız bu beyfendi fenerbahçeliden ziyade anti galatasaraylı olmuş farkında değil. artık dayanamadım ve galatasaray aleyhine olan ergence twitlerinden sonra silip engelledim kendisini.
galatasaray maçlarında -avrupa kupası maçları üstelik, lig değil- attığı twit sayısı fener maçlarından fazla. real madrid ile eşleştik adam kocaman adam ''puhahahhahaha'' yazdı lan.
sinema yorumlarını o kadar beğenmeme rağmen soğudum adamdan. bu kada çirkinleşmeye değer mi üstelik de bir oyun uğruna?
ilk başta biraz garip gelmiş olabilir size bu söylem ama okuyup düşündüğünüzde hak vereceksiniz bence. avrupa' da hiçbir ligde olmayan ama bizde geçerli olan kurallardır bunlar.
1- ceza sahasına yakın bir yerden duran top kullanılırken defans oyuncusu yerde kalırsa bu kesinlikle fauldür.
2- defans oyuncusu topu kaptırdığında ''ahhh'' diye bağırıp kendini atarsa bu fauldür.
3- ceza sahası dışında faul olan bazı pozisyonlar ceza sahası içinde faul değildir.
4- sarı kart çok ekstrem bir durum olmadıkça sert faule göre değil dakikaya göre verilir. hakemin bir eşref saati vardır. o dakikadan itibaren sarı kart çıkarmaya başlar ve maç sonuna kadar da durmaz bir daha.
5- oyun ne kadar durursa dursun uzatma süresi 3 dakikadır. ve bu 3 dakika içinde oyun ne kadar durursa dursun uzatma süresi en fazla 1 dakika kadar uzar.
6- hakem bir takım aleyhine yanlış bir karar verirse mutlaka diğer takım aleyhine de yanlış bir karar vererek durumu eşitler. buna adil oyun denir.
7- bazı oyuncular vardır ki onların her şeyi yapması serbesttir. örneğin -atletico' ya gitmeden önceki emre- emre belözoğlu
8- hakem oyuncuya kart gösterirken mutlaka sert olmak zorundadır. gerçi bünyamin gezer' den sonra bu kurala pek uyulmamaya başlandı ama özellikle onun döneminde bir oyuncu kart görecekse ona tecavüzcü muamelesi yapılıyordu kendisi tarafından.
9- hakemliği bırakan hakemlerin hemen yorumcu olması ve kendileri hiç hata yapmamışcasına faal hakemlere sallaması esastır.
10- futbolu bırakan futbolcuların hemen yorumcu olması ve kendileri maradonaymışcasına diğer tüm futbolculara sallaması esastır.
11- türkiye' de bir futbolcunun ne kadar övüleceği aldığı parayla doğru orantılıdır. çok para alan futbolcunun kötü oynama, formsuz olma hakkı yoktur. mücadele etse dahi yeterli gelmez illa ki gol atmalı ya da asist yapmalıdır buna müteakip az para alan futbolcunun da iyi oynama hakkı yoktur. mücadele etsin yeterdir.
12- avrupa' nın hiçbir takımında o bu kadar kazanıyo ben kazanamıyorum diye takım arkadaşına küsen oyuncu olmaz ama türkiye' de -basına göre- takım içinde çok para kazananlar sevilmez.
13- barcelona gibi oynayamayan her takım kötü takımdır.
14- türk futbolunda kötü insan yoktur. herkes çok iyi çocuktur.
15- türk futbolunda bir oyuncu gençse ve oynatılmıyorsa mutlaka harcanıyordur, bir futbolcu gençse ve oynatılıyorsa çok fazla sorumluluk yüklendiğinden mutlaka harcanıyordur.
16- top tekniği iyi bir oyuncunun iyi savunma yapabilme ihtimali yoktur. top tekniği iyi bir oyuncu asla koşmaz, mücadele etmez. koşşasa da gözükmez, gözükse de yeterli bulunmaz.
mistik şeylerden her zaman korkan ve bu tür şeylere her zaman mesafeli duran biri olarak normalde okumak istemeyeceğim bir kitap olmasına rağmen, kitap konusunda bilgi ve zevklerine çok güvendiğim 2 kişi de tavsiye edince okudum mecburen.
okuduğum yorumlarda yazarın sık sık araya girerek bu kitabı okumayın vs. gibi şeyler yazması eleştirilmiş ve dikkat çekmeye çalıştığı şeklinde -bence- çok ucuz bir şekilde yorumlanmış. ben yazarın o aralara girdiği bölümlerin kitabı bu kadar iyi yaptığını düşünüyorum, çünkü o bölümler hikayeden ayrı değil, o bölümler de kurgunun bir parçası. bu gözle okunduğunda kitabı çok daha keyifli ve etkileyici kılıyorlar.
ahmet karcılılar' ın ikinci kitabında olduğu gibi bu kitapta da dil çok sade, akıcı ama fazla detaycı.
1985 yapımı ve başrolünde cüneyt arkın' ın oynadığı bir türk filmi.
şu an bu filmdeki sevişme sahneleri çekilemez bu ülkede kanımca. gerçi sevişme sahnelerinde oyunculukların acemilikleri çok belli(acemilik demek ne kadar doğru bilemem sonuçta sevişmiş insanlardır lan bunlar) hayvan gibi öpüşüp sevişiyorlar lan *
filmin konusuna gelirsek;
gazeteci bir baba (cüneyt arkın) eşi ve başarılı bir öğrenci olan çocuğuyla örnek bir aile yaşantısı sürmektedir. oğlunun kız arkadaşı ise zengin ve sorumsuz bir ailenin kızıdır. akabinde kız oğlanı uyuşturucuya başlatır ve olaylar gelişir.
her ne kadar tekerleme gibi olsa da aslında bir dönemin kalıplaşmış cümlesidir bu.
aslında ilk olarak hogh' süz uche, uche' siz hogh olmazdı ama sonrada biraz daha değişip bu hale geldi.
fenerbahçe tarihinin belki de en iyi tandemini oluşturan bu ikiliden hogh, uche olmadan da oluyordu basına göre ama hogh olmadan uche çok sırıtıyordu. ben basının yalancısıyım.
dünyanın en önde gelen içki uzmanlarından. uzmanlık alanı daha çok viskidir. her yıl viski incili isimli bir kitap yayınlar ve tattığı viskileri değerlendirir. 2012 yılındaki kitabın ilk sırasında 21 yıllık Old Pulteney yer almaktadır.
bu zamana kadar gerek kız arkadaşlarımla konuştuğum, yaşadıklarımdan gerekse arkadaşlarımla ilişkiler ve cinsellik üzerine yaptığım sohbetlerden sonra çıkardığım varsayımdır.
Şimdi olayı geyiğe vuranlar da olacaktır haliyle, ne demek istediğimi zerre anlamayanlar da olacaktır ama okuyup hak veren kız/erkek de olacaktır. Benim için önemli olanlar bu son grup işte çünkü diğer kesimler zaten bu varsayıma ulaşmamdaki olayların, durumların sebebi.
Yatakta argo konuşmak mesela kimileri için çok çekicidir. Bu o kişinin özelini ilgilendirir. Kimin neyden nasıl tahrik olacağının kararını ne ben ne de başkaları verebilir ama işte toplum bu yetkinlikte görebiliyor bazen kendisini. Kişilerin neyden nasıl tahrik olup olmaması gerektiğine müdahele ediyor farkında olarak ya da olmayarak. Dinin, örf ve adetlerin şekillendirdiği etik anlayış ile yapıyor bunu toplum. Açıkçası bu etkilenme özelden genele gitmiyor bana göre. Yani baba, kendi etik anlayışını ailesine, aile komşularına, komşular da tüm topluma dayatmıyor bunu. Aksine soyut bir kavram olan 'toplum bilinci' bunu bireylere, bireylerden biri olan baba da ailesine dayatıyor. Karşılıklı bir etkileşim ve kısır döngü en iyi tanımı olur sanırım.
Şimdi biraz daha açık anlatayım ne demek istediğimi. Başlarda -elbette genel olarak cinsellikten bahsediyorum- kıza ayıp gelen, kötü gelen bir çok şey bir zaman sonra ona çok zevkli gelmeye başlıyor. Burada hemen aklınıza seks vs gelmesin. Kurulacak erotik bir cümle de buna dahildir ya da argo bir ifade. Bunun iki nedeni var; 1. si elbette toplumun kıza bakışı sebebiyle kızın ''acaba hakkımda ne düşünür'' diyerek güdülerine, erkek arkadaşının karşısında bile ket vurması. Bu zaten hepimizin farkında olduğu bir şey ki defalarca da geyik olarak da olsa konuşuldu bu konu bu sözlükte de. Yani kız yaparsa orospu, erkek yaparsa çapkın olur anlayışının bir yansıması bu, ancak benim başlığı açma sebebim 2. neden ki asıl üzücü olan vahim olan da o. 2. neden ise kızın kendine ket vurması filan değil baya baya güdülerini, kendini tanıyamaması. Birinci durumda kız, neyin hoşuna gideceğini biliyor ancak kendisini frenliyor. ikinci durumda ise kız, neyin hoşuna gideceğini bilmiyor. Mesela argonun hoşuna gideceğini bilmiyor, neresinden, nasıl öpülürse bundan haz alacağını bilmiyor... daha açık örnekler verebilirim çok daha iyi anlatabilirim aslında ama hem konunun çok sulandırılmasından hem de geçmişteki kız arkadaşlarım hakkında iyice rezil şeyler düşünecek, tanımasalar dahi onları yargılayacak sayısız yazarın olduğunu bildiğimden o vebalin altına girmek istemiyorum.
Sadece şunu düşünmenizi istiyorum; bu ülkede hayatı boyunca orgazm olmamış bir sürü evli kadın var. eğer bu cümleyi okurken birinizin aklına ''gelsin bana ben orgazma ulaştırayım onu'' geliyorsa emin olur onların kocalarıyla aynı kültür seviyesine sahipsiniz ve karşı cinsi en fazla onların kocaları kadar tanıyorsunuz demektir. Kocalarından daha iyi seks yapabilmeniz sizi onlardan üstün kılmaz. Tabii eğer ''üstün kılsın ya da kılmasın ben seksime bakarım aga'' diyorsanız sizi tebrik ediyorum çünkü horoz kadar bir beyne sahipsiniz;
horoza sormuşlar; tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan? Horoz da: ''ben işime bakarım gerisine karışmam demiş.''
iletişim yayınlarından çıkan ve fiyatı 13 tl. Olan hüseyin kıyar kitabı. Kitaptan yekta kopan' ın bir gazetenin kitap ekine yazdığı muhteşem bir yazı sayesinde haberim oldu. Bu yazıda kitap hakkında mekanik bir yazı yazmamış. Yani tamam hiçbir yazar bir kitabı böyle tanıtmaz zaten ama yekta kopan çok daha romantik bir üslup takınmış. Kitabı almış, kendi çocukluk anılarıyla harmanlamış ve ortaya kahve eşliğinde 2 dakikada okunabilecek harika bir pazar yazısı çıkartmış. Kitabın yazarı bu kadar iyi tanıtamazdı bence kitabı. Hani ben yayıncı olsam, yekta kopan' ın bu yazısını olabildiğinde küçük puntolarla -ki yetmez yazıyı da kırpmak gerek ama- kitabın arka kapağına basarım.
Yekta kopan' a göre 2012 yılının en iyi kitaplarındandır bu kitap.
irlanda birası. Ilık ya da soğuk içilebilen bir bira. En önemli özelliği pastorize edilmemesi ve üretildikten sonraki birkaç gün içinde tüketilmesi. Yoksa hiçbir özelliği kalmaz.
bilimsel adı ambystoma mexicanum olan enteresan bir canlı türü. Hem karada hem suda yaşayabilen bir türk kuyruklu kurbağ denebilir bu canlıya. Bana başlığı açtıran özelliğine gelirsek; kopan bir bacağını, çıkan bir gözünü ya da beyninşn zarar gören bir bölümünü yenileyebiliyor bu yaratık. Bilim adamları bu müyhiş yeteneğin sırrını çözmek için çalışıyorlar. Olası bir çözümğn nelere yarayacağını anlatmama gerek yok sanırım.
Bir de hiç ergen hale gelmeden tüm ömrünü bir kurtçuk olarak geçirebilme özelliği de var bu yaratığın. Büyümeden, yani kurtçuk halinde dahi cinsel ergenliğe erişip çoğalabilen bir canlı türü bu ilginç hayvan. Tıpkı abaza olarak adlandırdığımız insanlar gibi. Onlar da beyinsel gelişimini tamamlayamasalar da, ergenliğe ulaşamasalar da üreyebilmekte, ölebilmektedirler.