her şey girişkenlik üzerine kurulu. daha ilkokuldan itibaren girişken olanlar kendilerini gösterip öne çıkarmaya başlıyor, salak ve kapasitesiz olsa bile özgüveni yüksek olup kendini gösteren liseli ergenler daha popüler oluyor, üniversitede öğrenci topluluklarında-etkinliklerde ve yapılacak her türlü işte aktif görev de alıyor bu girişkenler. daha sonra kariyer hayatı başladığı zaman işverenlerin gözüne girmekte ve yükselmekte daha başarılı oluyorlar. en havalı ve eğlenceli ortamlara da bunlar giriyor. en güzel kızlarla da bunlar takılıyor.
tip, kapasite, zeka ya da karakter olsa da olmasa da fark etmiyor. olay tamamen marketing lan. nasıl olurlarsa olsunlar, girişkenlik varsa, çevrelerinde kendilerine göre bir ortam oluşturup kendilerine göre bir yol çizebiliyorlar. girişkenlik ruhlarında oldukça daha da aktif oluyorlar, aktif oldukça kendilerine daha da çok güveniyorlar, özgüvenleri de çok olunca daha da girişken oluyorlar, daha girişken oldukça da hayatta daha aktif oluyorlar, dünya hep bu girişkenlerin etrafında dönüyor, biz hırsı olmayıp her şeyi boş vermeye meyilli ve nihilizme yakın, optimist olamayan, ne yaptığı belli olmayanlar dışlanmış şekilde kıyıda köşede dururken girişkenler dünya arenasını kendi sahneleri gibi kullanıyorlar adeta. biz kıyıda köşede ölmeyi beklerken bunlar kafamızın dibinde fantezi yaşıyorlar lan resmen...
tipsiz olsa da güzel kızlar bunlarla takılır, kötü olsalar da iyi kızlar bunlarla evlenir, iş bilmeseler de işin başına hep bunlar getirilir... evrende nasıl bir adalet var anlamıyorum. neden insanlara akıl, karakter, tip gibi niteliklerle doğru orantılı bir girişkenlik dağıtılmamış lan. herkes daha iyi olduğu konuda daha girişken olsa, daha iyi olmaz mıydı? onların ne hakkı var da uygun olmadığı halde sadece girişken oldukları için dünyayı fantezilerini yaşayacakları bir yer olarak kullanabiliyorlar? bizim ne suçumuz var da sadece daha hırssız ve suskun olduğumuz için sadece sessizce gelip geçiyoruz dünyadan?
freud'un açıklamak için hayatını adadığı, rammstein'ın bir şarkıyla özetlediği sözdür.
"you've got a pussy, i have a dick
so, what's the problem, let's do it quick"
hem samimi, açık sözlü olup hem kibar olmayı başarmak çok zor. hatta imkansız! ne düşündüğünü samimi olarak ifade ettiğin zaman küstah olarak nitelendiriliyorsun. yani kibar olmak için kendimi sansürleyip olmadığım gibi davranmam normal ama ne düşündüğümü dürüstçe ifade etmem küstahlık, öyle mi? mesela, bir insanın gözüne bakarak, “sen iki yüzlü, kıskanç bir homo sapienssin” gibi bir cümleyi gayet kibar bir şekilde söylesem acaba kibar mı olurum, yoksa küstahlıkta ayrı bir boyuta mı geçmiş olurum?… aaah… toplumun şu gereksiz değer yargıları yok mu… bu yüzden en iyisi sessiz kalıp, ne düşündüğünü kendine saklamak ve sadece yokmuş gibi davranmak galiba.
insana bazen gelip tüm dünyaya okkalı küfürler ettiren zamanlardır. yaşam enerjinizi emer, karanlık kuyulara iter, acısız ve ani bir ölüm arzusu uyandırır. kısacası hayatta istediğini bulamamış, umutsuz ve yorgun insanların çokça yaşadığı zamanlardır.
çok etkileyici, duygulandıran ve insanı derin düşüncelere gark eden bir yapıma imza atmış bir abimizdir kendisi. anjio'ya sarılmak istiyorum şu an... belgeselin sonundaki müzik de çok etkiledi... kurgu mu değil mi düşünmek istemiyorum. kurgu olmadığına inanmak istiyorum.
(bkz: raoni)
yazım ve basım hatalarıyla dolu, baştan savma oluşturulmuş ve %100 kâr elde etme amacıyla üretilmiş bir kitap. bazı etkinliklerin cevap anahtarı bile bulunmuyor. cevap anahtarını koymayı mı unuttunuz yoksa sayın yapımcı?!
kitabın 9. basımı olmasına rağmen bu kadar yazım ve basım hatası barındırması kesinlikle kabul edilemez ve baştan savma hazırlandığını gösterir.
böyle bir kitap aldığıma inanamıyorum. keşke şu kağıt israfına 30 lira vereceğime 100 liralık adam gibi kitap alsaymışım. bu kadar çok insan nesini beğenip de tavsiye ediyor anlamıyorum.
can-ı gönülden yapmak, sonuna kadar uğraşmak ve sonunda hakkımı alma hayallerini kurduğum eylem.
8 megabit limitsiz ve adil kullanım kotasız adsl kullanıyorum, aylık 130 tl ücretini şakır şakır ödüyorum.
ama verdiğim paranın karşılığını nasıl alıyorum?
zırt bırt 0.3 megabit hıza düşen ve insanı kanser eden bir internetle!
2 yıldan fazla bir süre oldu, bu sağlayıcı parasını almayı hep bildi ama hakkını asla vermedi.
artık sabır denen bir şey kalmadı bende. ya keleşi alıp merkez binasında katliam yapacam ya da güzelce dava açıp adam akıllı tazminat alacam. davayı kaybedersem de kafama sıkarım artık.
bu nasıl iştir anlamıyorum arkadaş ya.
var mıdır bu işin bir yolu yordamı, var mı fikri olan?
bu eylem gerçekleştiyse artık çok geçtir. arabanın içine sıçılsa daha iyi kokacaktır.
tek kesin çözüm arabayı satmaktır.
atasözü bile var, "arabanın içine süt dökülmesi ya araba yaktırır ya araba sattırır."
edit:
abartılması gerekir çünkü ne yapılırsa yapılsın koku geçmediği gibi bakterilenme artmaya devam eder, ileri zamanlarda kurtlanma ve mantar oluşumuna kadar yol açabilen büyük bir felakettir bu.
tüm alt döşemeyi söktürüp keçeyi yıkatmak gerekir ki 400-500 lira arası bir fiyata mal olur, onun haricinde bütün yolları deneyen insanlar bu soruna çare bulamamıştır,
selma ertandır.
internette bile hakkında adam gibi bilgi bulamadığım kadın.
1990 yılından bugüne kadar aşırı sağcı alman ırkçıları tarafından katledilen Türk sayısı 200 den fazlaymış!
--spoiler--
"30 yıl önce, Almanya’daki yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığın böylesine çok can almadığı dönemde, genç bir Türk kadını, sanki bu günleri görmüşcesine toplumu uyarmaya çalışmıştı. 26 Mayıs 1982’de Hamburg’da sokak ortasında üzerine benzin dökerek, kendisini yakan 25 yaşındaki Semra Ertan’ın protestosundan etkilenenler oldu. Ünlü gazeteci Günter Wallraff’ın kitabı ‘En Alttakiler’i ithaf ettiği üç kişiden biri Semra Ertan’dı. Ama sonra unutuldu."
--spoiler--
--spoiler--
Alman polisi ve istihbaratı, yıllardır Türklere yönelik, bir bölümü can alan şiddetin arkasında mafya, aile içi anlaşmazlıklar, kan davası, hatta Türk istihbaratının vs. olabileceği kuşkularını açıktan ya da el altından ama sürekli gündeme getirerek, ülke tarihinin en büyük komplosu karşısında en azından aciz kaldı. Her saldırıdan sonra kurbanların aileleri kuşkulu sorgulamalara, soruşturmalara hedef oldu. Yıllarca babalarının, eşlerinin, oğullarının yasadışı faaliyetler yüzünden öldürüldüğü kuşkusuyla yaşadılar.
Polis yıllarca, her cinayette susturucu takılarak kullanılan, kovanları olay yerinde bırakılmayan silah dışında, bu cinayetler arasında ortak bir yan olmadığını açıklayıp durdu. Oysa ortak yan belliydi. Kurbanların hemen hepsi Türk’tü. Cinayetleri Türk düşmanlarının, ırkçıların işlediği ortadaydı. Ama katilleri hiçbir zaman orada aramadılar.
--spoiler--
alman güvenlik güçleri bu cinayetlerin üzerinde gereken hassasiyeti göstermemiş ve orada bulunan türkler yıllarca can korkusuyla yaşamış.
bu nasıl olur ya?
200 den fazla insanın cinayeti nasıl göz göre göre gerçekleşir?
oradaki vatandaşlara neden biz sahip çıkmamışız peki?
ve bu vakalar hakkında neden internette bile doğru düzgün bilgi yok?
ört pas etmek ve unutturmak mı isteniyor?
kundaklanan evlerde yanarak can veren ailelerde 5-10 yaşlarındaki çocuklar da vardı... bu nasıl bir insanlık dramıdır ya?
Türk ulan onlar!
dünya sahip çıkmaz anlarım ama biz nasıl sahip çıkmayız?!
- 1 Haziran 1981 / Ludwıgsburg: 44 yaşındaki Seydi Battal Koparan, aşırı sağcı motosiklet çetesi Stander Greif’ın üyelerince dövülerek öldürüldü.
- 22 Haziran 1982 / Norderstedt: 26 yaşındaki Tevfik Gürel, aşırı sağcılarla Türkler arasındaki kavgada dövülerek öldürüldü.
- Haziran 1985 / Hamburg: Bir grup Neo-Nazi dazlak, 29 yaşındaki Mehmet Kaymakçı’yı sokak ortasında dövüp, kafasını beton blokla ezerek öldürdü. Saldırganlardan birkaçı hapis cezası aldı ve hepsi yaşları küçük olduğu için ceza indiriminden yararlandı.
- 24 Aralık 1985 / Hamburg: Yaklaşık 30 Neo-Nazi dazlak tarafından sokak ortasında beyzbol sopası, balta gibi sert cisimlerle dövülerek ağır yaralanan 26 yaşındaki Ramazan Avcı, üç gün tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Cenazeyi Türkiye’ye göndermek üzere toplananlar da Neo-Nazilerin saldırısına uğradı, bir baba ve oğlu ağır yaralandı. Saldırganlardan dördü, 5-10 yıl arasında hapis cezası aldı, gençlik indiriminden yararlandı.
- 17 Aralık 1988 / Schwandoorf: Neo-Nazi örgütü ‘Nationalistische Front’ üyesi Josef Saller, Türklerin oturduğu evi kundakladı. Çıkan yangında, 49 yaşındaki işçi Osman Can, eşi Fatma (43) ve oğlu Mehmet (11) ile 47 yaşındaki Jürgen Hübener yaşamını yitirdi. Katil mahkemede açıkça “Yabancılardan nefret ediyorum“ diyerek, suçunu kabul etti.
- 12 Mayıs 1989 / Berlin: Bir çocuk babası Ufuk Şahin, Berlin’de aşırı sağcıların yoğun olduğu Maerkischen Viertel’de uğradığı bıçaklı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
- 28 Aralık 1990 / Hachenburg: 17 yaşındaki Nihat Yusufoğlu, aşırı sağcılar tarafından arkadan bıçaklanarak öldürüldü. Yusufoğlu, iki Almanya’nın birleşmesinden sonra aşırı sağcılar tarafından öldürülen ilk Türk vatandaşı.
- 23 Kasım 1992 / Mölln: Hamburg yakınlarındaki Mölln kentinde, iki Neo-Nazi, geceyarısı Türklerin yaşadığı iki evi kundakladı. ilk saldırı, evdekilerin yangını erken fark etmesi üzerine iki yaralıyla atlatıldı. ikinci evde ise üç kişi (51 yaşındaki Bahide Arslan ile torunları 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 10 yaşındaki Yeliz Arslan) yaşamını yitirdi, bazıları ağır, yedi kişi yaralandı. Saldırganlar olaydan kısa süre sonra yakalandı. 25 yaşındaki Michael Peters ömür boyu, 19 yaşındaki Lars Christiansen 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Peters 14, Christiansen 7.5 yıl sonra serbest bırakıldı.
- 27 Aralık 1992 / Meersbucsh: 20 yaşındaki Şahin Çalışır, aşırı sağcılar tarafından öldürüldü.
- 9 Mart 1993 / Mulheım: Bir alışveriş merkezinde aşırı sağcıların saldırısına uğrayan kalp hastası 55 yaşındaki Mustafa Demiral, olay yerinde yaşamını yitirdi.
- 29 Mayıs 1993 / Solıngen: Yaşları 16-23 arasında değişen aşırı sağcı dört kişi, bir Türk ailesinin oturduğu evi gece yarısı kundakladı. Faciada iki genç kadın ve üç kız çocuğu (Saime Genç /4, Hülya Genç /9, Hatice Genç /18, Gülsüm ince /27 ve Gülistan Öztürk /12) hayatını kaybetti. Ailenin 17 üyesi, bir kısmı ağır olmak üzere yaralandı. Bunlar arasında biri altı aylık, diğeri üç yaşında iki bebek de bulunuyor. Olay sırasında 15 yaşında olan Bekir Genç, o günden bu yana en az 30 ameliyat geçirdi. Saldırganlar bir ay sonra yakalandı. Katillerden 24 yaşındaki Markus Gartmann, 15 yıl hapis cezası aldı. Diğer katiller Felix Köhnen (18), Christian Buchholz (22) ve Christian Reher (19) ise yaşları küçük olduğu için 10’ar yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ayrıca kurbanlardan Bekir Genç’e 250 bin euro tazminat ödemeye mahkûm oldular. Katillerin ikisi iyi hallerinden dolayı, cezasının tamamını çekmeden serbest bırakıldı. Şu anda hepsi serbest. Hiçbiri ödemeleri gereken tazminatı ödemedi. Parayı almak için takibat yapılmıyor, çünkü savcılık adreslerini -tehdit altında oldukları gerekçesiyle- gizli tutuyor.
- 18 Şubat 1994 / Darmstadt: Aşırı sağcı bir Alman, sürekli tehdit ettiği komşusu Bayram ailesinin evine silahlı saldırıda bulundu. Olayda, eşi ve kızı gözlerinin önünde kurşunlanan Ali Bayram yaşamını yitirdi.12 yaşındaki diğer kızı Aslı ağır yaralandı. Bu olaydan 11 yıl sonra üniversite öğrencisi Aslı Bayram, Almanya güzeli seçildi (2005).
- 9 Ağustos 2002 / Sulzbach: 19 yaşındaki Ahmet Şarlak, bir şenlik sırasında aşırı sağcıların saldırısına uğradı ve bıçaklanarak öldürüldü.
-25 Şubat 2004 / Rostock: Katil zanlılarının çoğu Doğu Almanya kökenli. Cinayetler ise Batı Almanya'da işlendi. Bu noktada Kürt kökenli mülteci Mehmet Turgut cinayeti önemli, çünkü o da Doğu Almanya topraklarında yaşıyordu. Turgut öldüğünde, üzerinden kardeşi Yunus'un kimliği çıktı.
olum insan mısınız lan... mide bakımından demiyorum merhamet bakımından..
iki lokma bacak için bir kurbağanın canına nasıl kıyıyorsunuz amk.
10-15 kurbağa bir tabak yemek için yazık günah değil mi lan. çerez mi lan bu.
gururumuz, canımız, ciğerimiz, gözümüz. bugün tumblr da büyük bir blog muhteşem bir kar leoparı fotosu paylaşmış oradan keşfettim bu abimizi. doğada pek az rastlanan ve fotoğraflanması zor olan bu kıymetli hayvanı bile fotoğraflamayı başarmış, hem de şahane yapmış bir sanatçıdır kendisi.
bütün tv kanallarında, gazetelerde, sözlüklerde, her Allah'ın cezası yerde adının geçip o meymenetsiz sıfatının fotosunu görmekten gına gelmesi sonucu söylenilendir.
şu an yapmakta olduğumuz hasta ziyareti esnasında yaklaşık 15 dakikadadır etkisinde olduğum psikoloji.
oturup yıllardır ciddi ciddi takip edebilenlere düştüğüm hayret bir kat daha arttı. ulan nasıl bir kafadır o, nasıl tahammül edebiliyorsunuz amk? iq seviyemde resmen kayda değer bir düşüş gözlemledim.
çıkar çıkmaz psikoterapiye başlamayı planlıyorum. bu lanetolasıca şeyin müptelası olanları da Allah kurtarsın.
Potansiyel bir heyecan kaynağı.
Dünyayı ve galaksiyi tanıdıkça damarlarımdaki adrenalinin miligram miligram arttığını hissediyorum. Eğer insanlık böyle olmasaydı, dünyanın nasıl bir yer olacağını düşünmek, hayal etmek bile heyecanlandırıyor. Mesela bundan 50, 100, 1000 hatta 1 milyon yıl sonra dünyanın ve evrenin nasıl bir hale geleceğini düşünmek, bunu hayal etmek bile heyecan verici. Galaksimizin bir ucundaki bir karadeliğe giren bir gezegenin akıbetini düşünmek, ya da Pasifiğin binlerce metre derinliklerinin karanlık sularını… Amazon ormanlarındaki muazzam ekosistemi, ya da dünyadaki en yakın kara parçasına 2700 km uzaklıktaki Point Nemo adasının yalnızlığını… Keşfetmek apayrı bir tutku ve yaşıyor olmamız tüm zorluklarına rağmen, sahip olduğumuz potansiyel heyecan ve enerji kaynağımız aslında. Değerini bilmek gerek.