bazen bir kadının gözlerindedir nur. sırf bu gözlere bakarak sevdiğiniz ancak haketmediğiniz birini gönül rahatlığıyla emanet edebilirsiniz. kısacası gözlerindeki ışığı yıllardır kaybetmemiş birine ancak şükran duyabilirsiniz. bu tanımadığınız biri olabilir. hatta hiç sesini de duymamış olabilirsiniz. ancak gördüklerinize inanmak zorunda olduğunuz bir dünyada yaşıyorsanız içinizdeki acıya aldırmadan tanımadığınız insanların objektife bakan gözlerinden mutluluklarını algılayabilir ve tıpkı oradaymış gibi aynı ışıltıyla seyredebilirsiniz. hatta bu insancıl duyguya hayret edebilirsiniz. ama gerçek bu. şimdilik
--spoiler-- vitriol'ün ölümcül bir zehir olduğunu nedense kimse farketmemişti; oysa etkisi altında olanların çoğu tadını iyi biliyor zehirlenme sürecini acılaşmak olarak adlandırıyorlardı.
herkesin bünyesinde az ya da çok "acılaşmışlık" vardı aslında, nasıl hepimiz tüberkülöz virüsü taşıyorsak.ama her iki hastalık da yalnızca kişinin bünyesi zayıfladığında harekete geçer. acılaşma söz konusu olduğunda kişi sözde "gerçeklikten korkmaya başladığında hastalık için gerekli koşullar hazır demektir.
dış tehditlerden korunaklı dünyalar yaratmak isteyen kimi kişiler, fazla ileri gidip dış dünyaya karşı abartılı yüksek duvarlar örerler. yeni insanlara, yeni yerlere, farklı yaşantılara karşı yükselen bu duvarlar onların iç dünyasını da yoksullaştırır.işte acılaşmak burada devreye girer. acılaşmanın ana hedefi iradedir. bu hastalığa tutulanlar her türlü isteği yitirmeye başlarlar, birkaç yıl içinde kendi dünyalarının dışına çıkamaz olurlar çünkü tüm enerjilerini çevrelerine duvar örmeye harcamışlardır.
dış saldırılardan kaçınmak amacıyla, kendi içsel gelişmelerini de sınırlamışlardır. işe gitmeyi, televizyon seyretmeyi, çocuk yapmayı, trafikten şikayet etmeyi sürdürürler, ama bunlar hep otomatiğe bağlanmıştır ve herhangi bir duyguyla ilişkileri yoktur. -her şey kontrol altında- olduğu sürece.
zehrin bünyeye yayılmasının yarattığı en büyük sorun, tutkuların -nefret, aşk, umutsuzluk, merak vb.- su yüzüne çıkmasını engellemesidir. acılaşan insan zamanla istek duymaz. ne yaşayacak ne de ölecek iradeye sahiptir artık, sorunun özü de budur.
işte bu nedenle, acılaşan insanlar için, ünlü kahramanlar da deliler de bitmez, tükenmez bir merak kaynağıdır; çünkü onlarda yaşam korkusu da yoktur ölüm korkusu da. kahramanlar olsun deliler olsun tehlikelere aldırmaz, kim ne derse desin bildiklerini okurlar. deli intiharı seçer, kahraman bir dava uğruna kendini feda etmeyi, ama ikisi de ölür. bu arada acılaşmış kişi her ikisinin de saçmalığını ve görkemini yorumlamakla geçirir gecesini, gündüzünü. acılaşmış kişinin özsavunması için yükselttiği duvara tırmanıp dış dünyaya bir göz attığı anlarda olur bu. derken elleri ayakları yorulur, yeniden geriye günlük yaşamına geri döner.
"...kendini şimdiki konumundan farklı hissedebileceğini düşünmeye cesaret bile edemiyorsun: boynu bükük olmak yerine özgür; plancı olmak yerine ise açık; bir hırsız gibi gece değil de, gündüz de sevebilen. sen aslında kendini aşağılıyorsun, küçük adam. 'ben kimim ki bir fikrim olsun, hayatımı belirleyeyim ve dünyayı sahipleneyim!' gerçek büyük adamdan tek bir farkın var: büyük adam da bir zamanlar küçük adamdı, fakat sadece tek bir özelliğini geliştirdi; nerede küçük ve kısıtlı düşünmesi ve davranması gerektiğini biliyordu. herhangi bir görevin baskısı altında, zamanla küçüklüğünün ve önemsizliğinin nasıl mutluluğunu tehdit ettiğini hissetmeyi öğrendi. demek ki büyük adam, nerede ve ne zaman küçük adam olacağını bilir. küçük adam ise küçük olduğunun farkında değildir ve bunun farkına varmaktan da korkar."
"...sen hicbir sey degilsin, kucuk adam, hem de hicbir sey. bu uygarligi kuran sen degilsin. akli basinda efendilerden yalnizca birkaci kurdu bu uygarligi. bir kurma isinin icine girdiginde, neyi kurmakta oldugun konusunda hicbir fikrin yoktur. ayrica, ozgur de degilsin, kucuk adam. ozgurlugun ne oldugu konusunda hicbir fikrin yok. ozgurluk icinde yasamasini bilmezsin bile. (...) ozgurluk konusunda terbiyesizlik ediyorsun, kucuk adam. ama ozgurlugu kustahlikla karistirmak koleligin ozgun ozelliklerindendir."
erich fromm tarafından yazılmıştır. önsöze buyrun;
bu kitap "psikanaliz ve ahlak" adlı yapıtımda ortaya koyduğum düşüncelerin bir devamı olarak görülebilir. "psikanaliz ve ahlak" ta ahlakın psikolojisini incelemiştim.ahlak ve psikoloji birbirlerine çok yakın iki inceleme alanı oldukları için, içerdikleri konular ve inceleme alanları çoğu kez birbiriyle kesişir.
"psikanaliz ve ahlak" daha çok törebilimin verilerine dayanırken, bu kitabımda aüırlığı din üzerine vermeye çalıştım.
kitapta açılan düşünceler psikanaliz için tipik ve belirleyici değildir. bazı psikiyatristler herhangi bir dine bağlı ve onun pratik uygulayıcısı oldukları halde, bazıları da dinsel ilgi ve bağlılıkları, çözülmesi olanaksız olan duygusal çelişkilerin biricik kaynağı olarak görmektedirler. benim yaklaşımım ise bu iki tutumdan da farklı olup, üçüncü bir tip psikanalizi karakterize etmektedir.
yeri gelmişken eşime olan minnettarlığımı da vurgulamak istiyorum. kendindeki o derin araştırıcılık ruhu ile, bir yandan getirdiği değişik önerilerle bazı yeni gerçekleri görmeme yol açması, diğer yandan da benim kişisel evrimime yardımcı olması nedeniyle ona çok şeyler borçluyum. ayrıca din konusundaki düşüncelerimin de onun bu çok yönlü çabası sonucu geliştiğini belirtmeliyim.
ortacagda romantik ölüme sebep olan kuvvetli zehir.genelde uzunca bir masada mum ışığında uzatılan bir kadeh kırmızı şarap ve zarif bir kadeh kaldırmanın ardından kurban ama neden diyerek sonsuz bir uykuya dalarmış.
güneşte ise; uzaktan gördüğüm kadarıyla içten dışa kırmızıdan sarıya doğru açılarak gelen bir tona sahiptir. güneş batarken turuncudur. doğarken de öyle.
fon kartonundan yapılmış olanların gözlerinin oyulması gerekir.bu maskeyi takan er kişi başkasının yüzünde kendi gözlerini taşır.maskeye rağmen o gözlerde mana bulan insan aşıktır. suratında gerçek göz taşıyan bir maske yok sayılır.bırakın bu maskeli adam fantezilerini.ya da ben bırakayım.
devletle halkın bütünleşmesine karşı gençtir. zira bu bütünleşme yalnızca halkın devlete domalmasıyla gerçekleşecektir, yeterince sondaja maruz kaldık, gazımızı da aldılar. barış elçiliğine soyundular diye şakşakçılığın lüzumu yoktur. kapalı kapılar ardında yumuşak koltuklarda ne konuşulduğundan o kadar da emin olmayınız.
ezilen bir halk söz konusudur, dini bu halkın zulüm gördüğü gerçeğini değiştirmez, böyle insanların da var olmadığını hayal ediyorum. kimse tek bir densiz yüzünden kimseyi suçlamasın.
elmayı koparırken dalını gücendirmiş
işliyor, acımasız bağ makası bu şehrin
sağım solum sobe sırların aynasında,
eski düşlere iki beden büyüğüm
keşke fark etmeseydim korkarım, korkarım ah büyüdüm.
ateşçiydim önceden söz nargilesine
söndüm, ustasını utandıran bir sönüş
çokluğumu bitiriyor papatyasızlık
süstüm bahçeye, ansızın sustum
hiç okşanmamış sardunyanın yanında
çıt çıkarmadı ayrılık
kirliyse yol haritası kaç kere gidilmiştir?
söylediklerimden pişmanım söylemediklerimden
kaç kişi duyar yağmurun dindiğini?
kuşatmada çöller, küller, güç yemek tarifleri
kurtuluştur, sığınmadır, bilenler bilir
gökyüzünde
şiirlerin gen haritası gizlidir. *
yüzme bilmeyen bir kaptana vuruldum
utanma mevsiminden kalan gül kırıkları
suç işliyor kalbim ayıplanan limanda
mendile bağlanmış üç lokum bu sevincim
sevincim bir ikindi lokumları bölüşen
elleri üç kardeşin
kapı açmayı öğreniyorum sözle
yeryüzünde unutulmuş son çilingirden
lekedir kilitler evlere sürülen
bahçe kapısındaki çıngıraklar söyledi
yaşlanmış sorularla önünü kestiğim bilge
binlerce anahtar bırakıyor yüz çizgilerime
kendime söylediğim yalandan düştüm
sırı dökülmemiş bir ayna yüzün
yürüyorum tango bilmez sokaklarında şehrin
acelem var, güvercin ayağı olsam
denizde yolunu arayan şişe
yok, başka türlü rahatlamam
sana yazdığım bir mektup olsam