kuzeyin bağrından kopup gelmiş, içimize işlemiş, acılarımızı o güzel kuzeyli aksanıyla ingilizceye döküp notalarla rakı sofrası kurmuş madrugada isimli muhteşem gurubun insanı ağlatan şarkısı.
so am ı
good or bad
the way that things did turn out
ı did only make you sad
and we cried and we cried
on the phone
oh, but in my mind
you were never that all alone
oh, you were majesty
your roads were heavy
and your longing was cut from bone
so am ı
am ı good or bad
could only awake your anger
ı could only make you mad
now was that how you showed me
that you were still so young and bold
anyway those fights did drive me
and ı was dying of thirst and ı wasn't growing old
oh, you were majesty
your ropes were heavy
and your roads were very cold
oh, oh, oh, majesty
but in my mind
ı could still climb inside your bed
and ı could be victorious
still the only man to pass through the glorious arch of your head, o-oh
oh, you were majesty
your ropes were heavy
and your cheeks were very red
oh, you were majesty
now it's like ı said
that spirit, it's now dead
uykusuzun genç yeteneği olan ender yıldızhanın haydarpaşa lisesinden arkadaşı olan, istanbul üniversitesinde eğitim hayatını sürdüren genç başarılı çizer. yeni çıkan cici isimli mizah dergisinde haftalık olarak çizmeye başlamıştır.
ender yıldızhanın haydarpaşa lisesinden çok yakın arkadaşı olan ve hala bu arkadaşlıkları hem günlük yaşantıda hemde mizahi anlamda devam eden felat delibaltanın da yer aldığı yeni mizah dergisi.
tek projesi yeni yapılacak olan hükümet köşkü olan dar görüşlü belediye başkanı. bir de her tarafta afiş astırmış "siz istediniz, söz verdik yapıyoruz." diye. üsküdar meydanını tinerci ayakkabı boyacıları sarmış, her taraf kuduz köpek dolmuş, kaldırımlar delik deşik olmuş, trafik zaten marmaray etkisiyle berbat bi hal almış, çöplerin leş gibi koktuğu bir üsküdar kalmış elimizde sanırım bunca pislik ve korku içinde tek eksiğimiz mustafa kara nın daha rahat oturacağı bir hükümet köşkü istemekti.
istanbul büyükşehir belediyesinin ve doğal olarak akp kafasından kendisini kurtaramamış olan plaj. etrafı tel örgülerle çevrilmiş ve sadece büyükşehir belediyesinin çalışanlarına ve bürokratlara ayrılmış, bu doğaya, halka ve insanlığa düşman ve bilinçsiz yönetim şunu çok iyi bilmelidirki bütün plajlar, sahiller ve her türlü deniz kenarı halkın ortak kullanımına açıktır ve her ne şekilde hangi örümcek kafalı tarafından ağlarla örülse bile en sonunda gerçek sahibi olan halka ait olacaktır.
kadir topbaş için özel tanım: atatürk döneminde ve sonrasında halkın olan ama malesef günümüzde mimarların yüz karası olan kadir topbaş tarafından kendinin ve yakınlarının özel plajı konumuna zorla getirilmiş olan plajdır.
düğünün bütün yorucu ve sıkıcı saatlerinin unutulacağı bu unutulmaz gecede erkeğinin performans düşüklüğü yüzünden kendini tatmin etmek zorunda kalan ve senelerdir bu anı bekleyen kadındır. kişisel olarak yadırgadığım ya da ezdiğim düşünülmesin çünkü o gün boyunca bütün işlere kafa yorup bütün sorunların üstesinden gelen erkek gecenin sonunda yorgun düşmüş olabilir hemen uyumuş olabilir bu yüzden performans düşüklüğü ya da cinsel isteksizlik olabilir tabiki bu durumda kadın adamı darlayıp red cevabı alıp üstüne adamın yanında kendini tatmin etmeye çalışıyorsa o kadının ayıbıdır. yorgun değil ve sağlıklı olmasına rağmen çabucak işini kadını umursamayan bir erkek varsa ve kadınını yüz üstü bırakıp kadının kendini tatmin etmesine neden oluyorsa da bu adamın aybıdır. ayıp yatakta olur deyimede bağlamak isterdim aslında bu kadar ayıp dedikten sonra ama başka bir yazıda bağlarım artık.
anlamıyorum arkadaş ben bunları. aşkmış, sevgiymiş, sevgiliyle saatlerce sarılarak film izlemekmiş, bütün gece o uyurken onu izleyerek saçını okşamak dünyanın en huzurlu en mutluluk verici şeyiymiş falan nasıl da yalan anlatamam. bizim bir arkadaş var hayatı boyunca topu topu bir tane sevgilisi olmuş onlada en fazla öpüşmüş bir erkek. yazıyor bir yerlerde okuyorum bazen yazdıklarını, hep hayatında ne kadar çok kadın olduğunu bir çoğuyla ilişkiye girdiğinden falan bahsediyor ama sevgiliyi yemek yaparken izlemek kadar güzel bir şey olmadığını falan söylüyor. şaşıyorum şaşırıyorum. geçen gün daha yan masadaki 130 kiloluk sarhoş kızı kesen, onunla birlikte olmak isteyen sen değilmiydin? ya da facebookta sürekli kız aradığını geçenlerde bizim okuldan bir kızla konuşmaya başladığını ve tanıyıp tanımadığını bana soran sen değil miydin? nedir bu çelişki? internette yazıyorsun duygusal şeyler milleti duygulandıryorsun sonra bütün kızlar erkekleri çok aşk adamı falan sanıyor tanımasam ben bile inanıcam anlattıklarına ama tanıyorum işte seni. gerçi bir grup duygusal arkadaşı bu durumdan ayrı tutmak istiyorum çünkü benim gözümde aşık adam abazan değildir bir amacı vardı sevdiği insanın kendisini sevmesi falan ama sen öyle de değilsin ne pablo neruda okuyan birisin ne de en duygusal filmleri izleyen birisin. görüyorum elindeki kitabı üstünde stephan king yazıyor sonra izlediğin dvdlere bakıyorum oyuncuları ne hugh grant oynuyor ne de meg ryan bildiğin paris hilton ya da angelina jolie oynuyor lan izlediğinde. ya adam ol adam gibi aşkını ara ya da abazan ol ara adam gibi karaköyü.
tanımımsı: oksimoron şisesinin dibine düşmüş erkek modelidir.
400 metrelik uçurumdan kullandığı araçla aşağıya yuvarlanmış ve 2 çocuğu ve arkadaşının cesedi başında 3 gün 3 gece boyunca aç ve susuz beklemiş olan ve şu an yoğun bakımda olan biricik hocam.
beykent üniversitesi mimarlık bölümü öğretim elemanlarından mimar-mühendis. teknik açıdan hayatım boyunca tanıdığım en bilgili mimarlardan biridir. geçen dönem ondan aldığım mimari tasarım dersi sayesinde kendimi oldukça geliştirdim. gerek tek başına çizdiği projeler gerekse yurtdışı ve yurtiçinde çalıştığı ünlü mimarlık bürolarındaki projeleriyle oldukça başarılı bir insandır.
imla açısından bu kadar kötü bir yazı yazmama neden olan şey ise geçen hafta öss ye yeni girmiş olan kızı, çok sevdiği oğlu ve yakın arkadaşını sabah saatlerinde geçirdiği trafik kazasında kaybetmiş olması ve kendisinin şu an yoğun bakımda olmasıdır. umarım yoğun bakımdan çıkarak aramıza yeniden döner ve çocuklarını kaybetmesine rağmen hayata sıkı sıkı sarılır.
livornomuzun serie aya dönüş yaptığı maç olmuştur. 50. dakikada tavano, 60. dakikada diamanti ve 74. dakikada bergvold un attığı gollerle brescia yı 3-0 yenerek yine yeniden silvio bekle geliyoruz demiştir.
her üniversite öğrencisinin her not açıklanma döneminde aklına gelen eylemdir. bütün sene yatıp, o konser senin, bu kız/erkek benim gezip durmuşsunuzdur vize dönemi gelmiş gitmiş final dönemi gelmiş gitmiş sizin dersiniz gelmiş fakat sizin geçip gidemeyeceğiniz o yüzünü dahi bilmediğiniz hocanın bilgisayara gireceği 2 nota kalmıştır. ya cc ya ff. notlar açıklanana kadar "olum şu hoca geçirsin koyun kesicem", " kızım yaa şu dersten bi geçiyim söz bir daha alışverişe çıkmicam" dersiniz açıklanma zamanı gelince geçer ya da kalırsınız. düşündükleriniz, ettikleriniz dualar bi işe yaramış ya da yaramamıştır ama bildiğim tek bir şey varsa okul bitene kadar her dönem bu olayın tekrarlanacak olmasıdır.
bir ilkbahar akşamıydı. ege sahillerine vuran dalgalar ve güneşin batışının ahenkle ışık oyunları yaptığı bir gündü. yaşadığı evde, şehirde sorumsuzca dolaşan kahramanımız çevresindeki güzelliklere aldırmadan boş boş yere bakınıyordu. yürürken araba çarpmasın diye arada bir kafasını kaldırıp göz gezdirdiği sokakta kimseler yoktu. uzaklardan gelen insan sesleri ve müzik sesleri hiç dikkatini çekmiyordu. nereye gittiğini bilmeden yürümeye devam etti. geçtiği apartmanların arasından denizi görebiliyor, batmak üzere olan güneşin o tatlı ışıkları hafif esintilerle vücudunu ısıtırken hafif bir titreme hissediyordu. hissetiği şey hiç bir sorumluluğu olmadan, kimseye hesap vermeden, sadece kafasınaa göre yaşadığı hayatıydı. yalnızdı. bunca sene yalnızlığından hiç şikayetçi olmamasına karşın seneler geçmeye devam ettikçe içine kapanıyor, yalnızlığından dert yanıyordu. hiç dostu olmadığı için yalnız yaşadığı evinin balkonunda oturmuş, yürüyerek ter içinde bıraktığı vücuduna yapışmış olan gömleğini çıkartmış, bütün bu yorgunluğun acısını yaktığı sarma sigarasını içerek ve eve dönerken aldığı birasını içerek düşüncelere dalmıştı. düşündüğü şey hiç dostu olmaması, hayatında hiç bir aktivitesi olmamasıydı. esmer, yakışıklı ve şekilli bir vücuda sahip olmasına rağmen senelerdir bir sevgilisi dahi olmamıştı, istememişti. bütün bu yalnızlığını düşünürken aslında istediği şeyin şu ana kadar hayalini bile kurmadığı bir aşkın olmasıydı. tek ihtiyacı olan, tek istediği şey aşktı. bir anda vücudunda dağışan zehir gibi aklına bu düşünce girmiş ve çıkmıyordu, çıkamıyordu. daha önce çocukluktan beri hiç yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi. hava karardıktan sonra dışarı çıkıcaktı. duşa girdi, temiz giysilerini hazırladı, üstünü giyindi ve sıcakla dağılan parfümünü üzerine sıktı. hafif esmerleşmiş tenine uygun olarak beyaz bir gömlek giymişti ve evden çıktı. yine nereye gideceğini bilmiyordu. yürümeye başladı. umarsızca sokaklarda yürürken gözüne bir dükkan takılmıştı. ufak, içinde eski kitapların olduğu bir dükkandı. sahaftı. içeri girdi. kitap okumayı sevmemesine ve senelerdir hiç kitap okumamasına karşın rafları inceliyordu, gözüne bir kitap takıldı. üstünde "aşkın şiiri" yazıyordu. ilgisini çekti satın aldı. içinde ne olduğuna dahi bakmadan sırf adı dikkatini çektiği için satın almıştı. hiç aklında olmamasına rağmen bir aynı sokak üstündeki bir kafeye oturdu. kafenin en arka ve en tenha masalarından birinde oturarak kahve siparişini verdi ve aldığı kitabı açtı. şiir kitabıydı. isminde şiir geçmesine rağmen kendi hayatından bir bölüm olabileceğini düşündüğü roman olduğunu düşünmüştü. belkide kendi hayatını anlatan bir roman. fakat oldukça kısa şiirler olan bir kitaptı. kendi hayatını, aşkını, geçmişini, düşlerini, kaybettiklerini bir roman yerine şiir kitabında aramaya başlamıştı. aradığı şey yalnızlığının yok olmasına neden olucak olan bir aşktı. kendisinden beklemeyeceği gibi aramaya başlamıştı. hayatını. aşkını. hayatının aşkını.
not: sözlüğe bir daha üye olursam alacağım nicktir.
14 haziran 2009 brescia as livorno maçının rövanşı olan ve serie a ya çıkcak takımı belirleyecek olan mücadele. karşılaşma livornonun ünlü armando picchi stadyumunda 20 haziran 2009 da yerel saat ile 21.00 da başlayacaktır. ilk maçın 2-2 bittiğini göz önüne alıcak olursak livorno bu maça avantajlı bir konumda çıkıcaktır. umarız livornomuz 1 sene ara verdiği serie a ya bu maçı alarak tekrar dönüş yapar.
livornomuzun 2-2 berabere kalarak evindeki maça daha avantajlı çıkmasına neden olmuş mücadele. oyunun başlarında atak olan livorno ilk 15 dakikada attığı 2 golün etkisiyle rehavete kapılınca 2-2 ye gelen maçın son bölümlerinde brescia oldukça atak ve zorlayıcı bir oyun ortaya koymuştur.
bugün başıma gelen olaydır. yer kadıköyrıhtımdaki otobüs durakları. otobüs numarası 12. sefer saati: 22.40 ve işte o an:
uzaktan otobüsün peronda olduğunu ve yolcu aldığını gördüm, koşmaya başladım, tam binmek üzere kapıya yöneldim kapıyla aramda 1.5-2 metre varken kapı yüzüme kapandı ve iett şoförü gaza basmaya başladı. onun için ne talihsizlikti ki o çember sakallı, nur yüzlü şoför 5 metre uzaktaki kırmızı ışığa takıldı. kırmızı ışıkta bekleyen otobüsün ön kapısına yürüdüm ve kapıyı tıklattım önce adam oralı olmadı, biraz daha vurunca kafasını bana çevirdi ve "almicam seni" dedi. "hala duraktasın neden almıyorsun" diye sordum. "almıcam seni" dedi yine. "şikayet edicem otobüsün numarasını aldım" dedim. demez olaydım. o yüzünden nur damlayan, insanları seven, günah nedir bilmeyen, kim olursan gel felsefesini bütün kalbiyle yaşayan, fethullah hocasının dizinden ayrılmayan şoför "siktir git ulan kime şikayet edersen et." dedi ve yeşil ışığın yanmasıyla birlikte gaza basarak gitti. bu sırada etrafta birbirinden alakasın 3-4 kişi otobüs şoförüne bağıra bağıra küfretmeye başlamıştı. hiç tanımama rağmen insanların bana destek vermesiyle yalnız olmadığımı hissetmiştim ve işletme amirine şikayet etmek üzere işletme amirliğine doğru gittim. pek ilgilenmediler şoförü şikayet etmek istediğimi söylediğimde, fakat otobüsün numarasını ve sefer saatini bildiğimi öğrenince internetten detaylı olarak şikayet etmemi önerdiler daha iyi sonuç alabilmek için. sonra eve gelir gelmez sinirim ve kızgınlığım geçmeden şikayetimi ettim bakalım ne olacak? merak ettiğim şey bu şoförün orada benim gibi uzun saçlı, keçi sakallı biri yerine başkası olduğunda da aynı şeyi yapıp yapmayacağı.
hayatım boyunca tanışıp, nefret duyduğum bütün insanların sahip olduğu burçtur. hiç kimsede görmediğim önyargıya sahip insanlardır, aciz ve bilgisiz olmalarından dolayı kendilerini sürekli en üstün gösterme çabasına girdikleri için sürekli rezil olurlar, her şeye rağmen en basit eleştirileri bile kaldıramayıp günlerce trip atarlar, kısacası hayattan keyif almaya devam etmek istiyorsanız bu burcun insanlarını hayatınızdan uzak tutunuz.
marty friedman isimli, bir zamanlar megadethte çaldıktan sonra kimonosunu giyip uzak doğuya yerleşen muhteşem gitaristin 1992 senesinde kitaro ile birlikte yaptığı oldukça güzel bir albümdür.
her ne kadar kendi mezar taşımı göremeyecek olsamda yavuz çetin'in mezar taşında yazdığı gibi ''bir gün gelir herkes kendi yoluna gider, her şey nasıl başladıysa öyle biter. '' yazmasını isterdim.