şu aralar serinlemek için girdiğim market. klimaları çokzel çalışıyor. bir de her taraf koli falan ya, raf yok, resmen dağ esintisi var içerde. boş arazi gibi.
şu zaman tünelini anahtarla çizecek saykoluğa eriştim bu facebook yüzünden. sayfada aşağı iniyorum, hop beni yukarı atıyor. bi vidyo izliyim bi şey yapıyım diyorum. hoop yukardayım. valla bilgisayarıma kaynar su dökücem ya sinirden.
beni yürüyüşe çıkmaktan alıkoyan özel güçlü şey. eğer gerçekse, üzerimde naylon haşortmanımla hışımla yürürken yer yarılsın, gök kırmızı olsun, ne bileyim asit yağmuru falan olsun istemiyorum.
gece yemek yemek kesinlikle. ama tabii bu sürekli kilo alıp verenler için geçerli de olabilir. yani hiç kilo alamayan insanların olduğunu da inkar edemeyiz.
hardallısı çıkmış efenim bunun. üç gündür yaklaşık yirmi tane yemişimdir. çok güzel çok. ben ki sağlıklı olsun diye ayda bir birtakım doğacı, çevreci insanlarla ot toplayan bi insandım. bu kraker yüzünden bu hallere geldim.
en yakın arkadaşlarıma yıllar önce bir yalan söyledim ama bu kadar dallanıp budaklanacağını nereden bilebilirdim? o zamanlar bir kalabalıkta tanıştığım birkaç insandı onlar. sonradan böyle yakın olacağımızı bilemezdim. ve dergilerde, kişisel gelişim kitaplarında anlatıldığı gibi dürüst, yanındakileri kaybetmeye dayanabilen bir insan olmadığım için bu ağırlığın altında sürekli ezileceğim. ve bu yalanın etrafında sürekli hikayeler yazmaya devam edeceğim. umarım ileride beni affederler.
yazın mutluluktan havalara uçmamızı sağlayan olay. özellikle ağustos ayında, tatil yerlerinde, cuma günü gelecek ürünlere dışarıdan bakıp da içeri girip dolanan çok sayıda genç bulabilirsiniz. cuma günü gelecek ürünlere bakan gençler, çifte mutluluk yaşarlar.
ayrıca:
(bkz: bim sessizliği)
yine yayında "bana herşey yakışır" yazıyor. iki dakika bakmakla deli ediyor bu program beni. "herşey" ne lan? facebookta özlü söz yazan çocuklar gibi. koskoca kanal d ya. insan utanır. altyazılar ise daha fena. bol bol "birşey", "hiç bir" görmek mümkün. ya ben, neyse bir şey demiyorum.
bu ne baş belası bi hayvan arkadaş ya. sen 12. kattaki binaya nasıl girdin oğlum buraya güneş bile girmiyor? hayır, etrafta ağaç da yok.
öyle korkuyorum ki sözlük, anlatamam. öldüremiyorum da. bilinçsizce zıplıyor. suratıma "ananskiii" diye zıplasa bi anda, feleğim şaşar ya. depresyona girerim vallahi. neyse, mutfakta oturmaya devam.
(bkz: oy dağlar)
yazılarında kendimi gördüğüm yazar. kendisi adına da üzüldüm dalgınlığı için. ama benim gibi aynı yere iki saat içinde beş kere gitme gibi bir durum yaşadığını ya da işe dalgınlıkla evde oturduğu eşofman-tişört ikilisiyle gittiğini sanmıyorum yine de.*
--spoiler--
burada "dahi anlamındaki de'leri ayrı yazamıyorlar yea" diyerek ayar veren insanlara benzeyeceğim belki ama; gerçekten o pucca'nın yazısında ne çok imla hatası vardı ya. zaten o kadın twitter'da da hep yanlış yazıyor. ama uykusuz gibi bir dergide biraz incelenmeliydi yazdıkları diye düşünüyorum.
ayrıca puccanın hikayesi her ne kadar gerçekleri yansıtsa da -kadınlara özeleştiri çok fazla- sonuçta bu dergiyi öğrenci insanlar okuyor. "evde kaldım", "gece yatak inledi", "sevgilim gaymiş, ahaha erkek değilmiş yaa" mizahı yapmak bence hiç güldürmüyor. dergi okuyucularının belli bir yaş ortalaması var.
yiğit özgür çizmemiş. eski bir köşesini koymuş.
umut sarıkaya yoktu.
bazı köşeler kocaman çizilmişti, kareler boşuna büyüktü.
onun dışında büstünün köşeleri bir harikaydı. o işyeri hikayesi ne güzeldi ya. üzeyir vardı. türklerin happy tree frends'i tadında. çok özlemişim. ersin karabulutun hikayesi harikaydı. çizimler de öyle.
aslında başlarda "pucca varmış, umut sarıkaya yokmuş. almayacağım" diyen insanlar arasındaydım. ama sonra düşündüm. şerafettin için değerdi. ve daha bugün almış bulunuyorum dergiyi. (bonus olarak üzeyir falan da olunca.)
teşekkür ederiz kendilerine. vallahi sevdiğim için eleştiriyorum. kötü bir niyetim yok.*
--spoiler--
iki sene bekleyip tam kabul görecekken reddedilen insanlar da var; bu yüzden daha da ortaya çıkan durum. valla bir gecede beyazladı saçlarım, kadir inanır gibi. ***
hayatınızın en kötü anlarından birinin içine girmenize neden olur.
hararetli bir şekilde bir şey konuşurken karşı tarafın suratına doğru minik bir tükürük fırlamasıyla başlar her şey. çok yakın arkadaşınızdan "ehehehe naaptın lan" tepkisi, hoşlandığınız kızdan "ıyyy iğreeençsiiiin" tepkisi, olayın farkına varmayan birinden "hmm, demek öyle diyosun" tepkisi görebilir; böyle şeyleri normal bulan insanlarda ise (ki herkes böyle olmalı) muhabbete devam etme eğilimi bulabilirsiniz. tabii her durumda siz şekilden şekile girersiniz.
not: bahsedilen tükürük, "püü, yazıklar olsun" tükürüğü değildir. ağız dolusu değil, bayağı küçük ebatlardadır. ayrıca bu tükürükler bazen karşı tarafın yüzüne gelmez, ağzınızdan nokta atışıyla dışarı fırlarlar. karşı taraf bu sıçramayı görmezse rahatça konuşmaya devam edebilirsiniz.*