daha öncede avrupa\'da bir çok kez kürt film festivalleri düzenlenmişti. bunların başında berlin ve londra kürt film festivalleri geliyor. london kurdish film festival \'inin ilki 2001 düzenlendi ve şu ana kadar 7 kez gerçekleştirildi.
başkalarının fikirleriyle yaşayan fikirsiz, cahil cühela insan güruhu. yarın bir gün bu ülkeye barış geldiğinde, kürtlerin de aslında bir dili, kültürü olduğunu gördüklerinde kendilerinden, yaptıklarından, inandıkları fikirlerden utanacaklardır.
her ne kadar büyük şehirde yaşasalar da bu insanlar, büyük şehrin kültüründen nasiplenmemiş insan yığınından başka bir şey değildir bunlar.
haber sitesi. mamoste rûken\'in köşe yazısını okumamla tanıştığım güzel köşe yazılarının olduğu, bunun yanında hem türkçe hem de kürtçe\'ye yer veren site. görmek isteyenler için, buyursunlar efenim:
11. sayısını geçen hafta çıkaran kültür ve sanat dergisi. yeni sayısında birçok yeni ve detaylı makaleler mevcut. bunlardan birkaçı şöyle:
*roj kelimesi üzerine detaylı bir etimolojik araştırma - ahmet demir
*klasik kürt edebiyatındaki manzum sözlükler - ramazan pertev
*feryad ve figan başlıklı müthiş bir şiir
*zarfsız mektup
*islamiyetin gelişi döneminde azerbaycandaki kürtlerin müslümanlarla ilişkileri
*muhemmed abduh (biyografi ve eserleri)
*sahabe serisinden hz. hatice
*kürt tasavvuf edebiyatındandan mevlana halid'in divanı
*sevgiliye yazılan dörtlükler: heyranok
*mem u zin'de bir baş kahraman: beko
*adıyaman (semsûr) yöresinin suvarlı (suwarî) köyünden birkaç deyim
*sözlü kürt edebiyatında bir tür: klamên meşkê
gibi yazılar yer alıyor.
(not: dergi tamamen kürtçe olduğundan başlıklarda kürtçedir, ben türkçeye çevirdim. varsa çevirideki hatalar, eksiklikler benden kaynaklıdır.)
gazetelerin öğlene doğru ulaştığı, istanbuldakinin aksine kahvaltıda değilde akşam işten dönünce akşam yemeğiyle birlikte gazete keyfi yaptığım güzel şehir.
küçük çapta da olsa kültürel faaliyetleri olan şehirdir. ülke genelinde yayın yapan bilge adamlar ve nupelda dergilerinin merkezidir.
ehmedê xanî'nin mem û zîn eserini bugünkü kürtçe ile* yeniden ele almış büyük yazar. kürtçe'nin yanında arapça, farsça ve türkçe'ye hakim olması ve bütün bu diller arasında çevirilerinin bulunması değerine değer katmıştır. kürtçeyi çok estetik ve akıcı şekilde kullanmasından dolayı bağımlılık yapmıştır şahsımda.
ömrü uzun olsundur, bol bol yazsındır, allah yardımcısı olsundur.
23 ekim van depreminin ardından tüm türkiyenin ve medyanın gözünü van'a dikmesiyle beraber tanıdığım genç ve başarılı gazeteci. cnn turk, trt haber, haber turk gibi kanallarda bir çok kez canlı yayına bağlanarak deprem ve van'ın genel durumu hakkında ilginç ama bir o kadar da dikkate değer açıklamalarda bulunmuştur.
Olaylara farklı yönlerden bakış açısı geleceğin gazetecilerinden olacağı izlenimini uyandırmıştır bende. Ayrıca düzenli olarak van'da en büyük yerel gazete olan şehrivanda yazıyor.
malesef ki şu zamana kadar adam akıllı yatırım yapılmayan muazzam büyüklükte bir kampüse sahip fiziksel anlamda sahip çıkıldığında en gözde üniversiteler arasında yerini alabilecek kapasiteye sahip üniversitelerden biri.
öbür yandan aşırı derecede öğretim görevlisi açığı var, biraz yükselipte doçent olan, prof olan gitmiş. ee onlar da haklı. van istanbul gibi değil ki. istanbulda laz da olsan japon da olsan kendini yabancı hissetmiyor insan. ama bu van ve diğer şehirler için -ki buna ankara da dahil- geçerli değil, lafın kısası bir süreden sonra insanlar memleketlerine gitmek istiyor ve gidiyorlarda.
aynı zaman da ilk üniversitem olan marmara üniversitesiyle karşılaştırdığımda ülkücü-devrimci/solcu gençlik oranlarını bir anda terse dönmüş. marmara'da köşe başında bir it ulurken, yyü'de yurtsever, devrimci, solcu geçinen öğrenciler zibil gibi. yukarda da biri değinmiş, yurtta kurtlar vadisi izlettirilmiyor, doğrudur. marmara üniversitesi göztepe kampüsü orta açık amfide de lazlar halay çekince, bilmem her bahar döneminde elin çekoslovakyalısı halay çekince birşey olmuyor ama iki-üç kürt genci bir araya gelip şemmame oynayınca ülkücülerin nazarında; değil marmara üniversitesi tüm ülke bölünüyor, kan gövdeyi götürüyor ve sağolsun polis arkadaşlar sadece olayları izliyorlar ve sonra ne oluyor biliyor musunuz şerefsiz, adi birkaç sivil polis olaydan sonra gözüne kestirdiği birkaç arkadaşımıza muhbirlik teklif ediyorlar. bir laptopla, bir bursla arkadaşlarını satmaya zorluyorlar. yyü'de yok mu bu. illaki vardır. herhalde yüzüncü yıl'da da ülkücüler mazlum rolünü oynuyor.
sosyal ortama gelince hiçbir anadolu şehri istanbul gibi olamaz. ama şehir olarak van, büyük şehir olma yolunda ilerlediği için ihtiyacınız olan herşeyi bulabiliryosunuz. tek şey dışında: istanbulun o güzide sahafları... burda sahaflar malesef öss kitapları dışında birşey yok. ama van'ın da güzel bir yanı var o da şu: korsan kitap bakımından istanbul'u hiç aratmıyor hatta fazlası bile var.
şu meşhur büyük kütüphane meselesine geleyim. bir şehir efsanesidir almış başını gidiyor. her öğrencinin ağzında "buranın kütüphanesi sayılı büyük kütüphanelerdendir" diye... yok böyle birşey. külli yalan. diyelim ki öyle olsun, niye hiç uğramıyor bu öğrenciler. neden böyle güzel bir fırsatı değerlendirmiyor, bu da bir başka konu. her üniversitede olan klasik normal kütüphanelerden ki benim bildiğim en büyük üniversite kütüphanesi boğaziçinde.
üniversite yıllarımın renklendiricisi, kafa adam, ebedi dostum.
daha ilk sınıftayken bölüm başkanıyla taşşak geçip, çok sonradan 4. sınıfta kendisini matematiksel bir şehir efsanesinin ana karakteri olduğuna tanık olan, komik olduğu kadar felsefe ve tiyatroda da başarılı olan güzel insan.
şimdiye kadar "öteki" denildi, "beriki" denildi, "terörist" denildi ve sonunda "pornocu" da oldular çok muhhterem kürt kardeşleriniz, öyle mi? beyaz türklere bir yenisi daha, hayırlı olsun efendim.
bir de oturmuş alanında uzman bir sosyolog gibi toplum analizi yapmış.
batının asortik çocuğu hiç düşünmeden bu kadar millete "pornocu" derken, "pornomsu gazetede" yazdığını da unutmuş ne hikmetse! tamam hadi diyelim ki bu adam doğuya geldi ve aylarca süren bir araştırma yaptı. çıkardığı sonuçları sıraladı:
Evlerin yüzde 90 ında en az 8 kişi bir arada yaşıyor.
Evlerin yüzde 90 ına doğru dürüst yiyecek girmiyor.
Evlerin yüzde 90 ına kitap girmiyor.
Evlerin yüzde 90 ına gazete girmiyor.
boşuna yazının en başında ifade etmedim, yeni yetme yazar olduğunu. düşünmeyen bir kafan olduğu bildiğim için sana bir kaç nasihatte bulunayım. bu yaptığın araştırma sonuçlarının sebebini hiç sordun mu kendine?
niye Evlerin yüzde 90 ında en az 8 kişi bir arada yaşıyor?
niye Evlerin yüzde 90 ına doğru dürüst yiyecek girmiyor?
niye Evlerin yüzde 90 ına kitap girmiyor?
niye Evlerin yüzde 90 ına gazete girmiyor?
sormadıysan ayıp etmişsindir. çünkü gazeteci olmanın ilk şartı "sorgulamak"tır.
yapmadıysan şayet bil ki gazeteci değilsin ve siktir git.
son sayılarında kürtler, kürt sorunu, demokratik açılım gibi konular üzerinde -bediüzzaman'ın bu konulara bakış açısı çerçevesinde- yoğunlaşarak güzel çalışmalar ortaya koymuşlardır. ayrıca geçmiş sayılarına derginin web sitesinden ulaşıp bütün yazıları okuma imkanı da veriyor. alınıp okunması gerekir velhasıl.
örneğin son bir kaç derginin konuları şöyle;
+said nursinin demokratik toplum tasavvuru
+demokrat anayasa arayışları
+türkiyenin demokrasi süreci
+güneydoğu'daki etnik problemler ve çözüm arayişları
+avrupa birliği
... diye devam ediyor...
eşkıya filminde, cumali karakterindeki uğur yücel'in sevgilisiyle ilk yattığı gece söylediği söz:
-huriye* allah belamı versin. ölüyorum ulan aşkından.
mardin artuklu üniversitesi ve trt6'daki görevlerinden ayrılan şair, akademisyen. ayrıldıktan sonra şu açıklamaları yapmıştır:*
--spoiler--
"hayatta savunamayacağım tek şey trt 6'da program yapmaktır. trt 6 meselesinde de adalet ve kalkınma partisi'ne (akp) inandım ama yanıldım. onun için bu konuda bana tepki duyan varsa sonuna kadar haklıdır. boynum kıldan incedir. herkesten özür diliyorum"
"kürtçe beş yıl daha beklese ölmez ama türkiye'deki herkes bütün haklarına eşit olarak kavuşuncaya kadar bu mesele devam edecektir. midyat'ın ortasında, mardin'in ortasında, batman'ın ortasında üniversitemi kurdunuz, o kulda küçük bir birim olacak, bu lütuf değildir. bu kadar bedel verilmiş, böyle zavallı bir birim açacaksın alay eder gibi."
"kürtçeyi kategorize eden ve statüsüzleştiren zavallı bir noktaya düşüren bir konumda" olmak istemediğinden trt 6 ve üniversitedeki görevlerinden ayrıldığını açıklayan temo, "antolojimi ve çocuk kitaplarımı trt 6'da resmen yağmalıyorlar. program yaptığım zaman trt 6 müdürü bana telefon açtı ve neden şiirlerin naat değil diye sordu" dedi.
"naat biliyorsunuz peygamberimizi öven şiirlerdir. yahu sen zaten kanalı diyanet tv'ye çevirmişsin orayı. bırak ta doğru düzgün iki şiir okuyalım. trt'nin herhangi bir kanalında haftada en fazla ü. saat dini program yapabiliyorsunuz. trt 6'da ise 24 saatlik yayında 35 saat dini yayın yapılıyor. niçin bu. bundan kuşkulanmalı mıyız? evet kuşkulanmalıyız. yıllarca kürtçe hutbe okutmadılar, değil mi? dinimizi kendi dilimizle anlamak isteriz. yıllarca bitlis ve van'a hanefi imamlar gönderildi, öyle değil mi? öyle."
--spoiler--
gündeme ise türkiye gazeteciler cemiyetine üye olmak için başvuran ilk başörtülü gazeteci diye geçti. başvurusu ilk başta kabul edilmemiş, sebebi ise açık: fotoğrafının başörtülü olmasıymış.
olacak iş değil. ben de bu gazeteciler cemiyetindeki insanları harbiden gazeteci, aydın kişiler olarak bilirdim. baksanıza bir gazeteciyi fikren değil de şeklen inceleyerek üyeliğe kabul ediliyor.
bu ne biçim iştir! podyuma manken mi seçiyoruz. bari siz gazeteciler tartışmayın bunu. bırakın mini giyinmek isteyen minisini giysin, sakalını uzatmak isteyen sakal uzatsın, bırakın artık satanistler özgürce kedi yesin.
2011'e girerken dünyada fikirlerin bırakın tartışılması, kaynaşmaya başladığı bir zamanda ülkemizde malesef ki fiziği aşıp fikir aşamasına bile gelememişiz.
sözlüğe gelmesiyle sözlüğün değerinin katbekat artığına inandığım hadisedir, fenerbahçe'ye alex'in gelmesi gibi birşeydir nazarımda. geniş müzik kültürü, kocaman film arşivi, sosyoloji ve derin felsefi bilgilerinin yanında geleceğin edward said'i olduğunu daha şimdiden görüyorum.
ah! tamara
(bitmemiş bir şiirin ipuçları)
yaşam ve ölüm
iki hasım şimdi
iki şüpheli şahıs
her an birisindir
her an ikisi
ı
samanyolu uzanmış sereserpe
hasat bitmiş
erzak, kuruyarı istif
geriye bir şairin hüznü kalmış biçilmedik
boy vermiş, başak uçları göbekte!
incecik bileklerime batıyor ah, tamara!
büyüdükçe mi yitiriyoruz saflığımızı?
samanyolu çırılçıplak, gece yıldızlı
dut yaprakları hışırdıyor, orda mısın?
ıı
meyva dalları ağır, yorgun
ersabah doğuracaklar yarın
şimdi geceye karışıyorlar simsiyah yapraklarıyla
kapımın yüzyıllık mavisi
bir sağımlık çiyi çiçeklerimin
-en çok şafakta tazedirler
hep tükenmez bir umudun habersiz sebepleridir
ağzımda dağılan toran üzümü
sapsarı tınazlarla sağılmayı bekleyen harman
saçları tutuşan dağlar
havaya akan kuru buhar!
hep bu umudun dirilişidir tamara!
bundan tenim bu kadar esmer
ve savrulup gidişim
adı geri verilen diyarlara..
ııı
tandırdan ahker eksilmez olmuş
yapışmış hamuru yakıyor, bu koku ordan
batman çayı, malabadênin ayaklarını öpüyor
ve tutsaklığının farkında
bunca yıllık kalıbında böyle aktığı görülmemiştir
bezgin, biteviye..
ve sesler eksiliyor geceden
hasretlik bir fa vurulmuş en son
dört mi yaralı requiemden
re teslim olmuş, pişmanmış
diğerleri karanlıktan..
ama alev aydınlatır dumanı da
saçılmış bir beyinden içeri
kara burunlu kara postal
işte her şey bu kadar açık, tamara..
ıv
adım, soyadım da söyleniyormuş gibi uzundu
çok dövdüler beni, çok ağaçtan düştüm
kafamda on dört kırık izi var, sıyrıkları saymadım
katlayıp katlayıp boyuma uydururdu annem
yine de çıplak ayaklarımı gizleyemezdi pantalon
derken kırmızı bir kundura aldılar bir yaz çermikten dönerken
eskimesin diye hiç giymedim
sonra ayağıma dar geldi..
yüzlerce bilye bulurdum düşlerimde
uyanınca hiçbiri olmazdı
hep ütüldüğüm günlerde görürdüm
karışım büyüdü, düşler seyreldi..
bir sabah ayrı bir dünya, intizam!
öğretmenin yazısı kadar yabancı..
paydosta kendi harfleriyle ağlayan annem
hangisi bendim.. ben hangisiyim..
biraz kafka okumak gibi bir şey galiba
kapkara olmak belki
belki ismin ne? hâli
v
- a ha! bu atlı mıhlısodur
ilerde itirafçı olacak!
nuro bir kolcu daha vurur
bu kırkıncı!
sıtma çaputuna birebir ellerinin şifası..
edip vurulmuş.
edip vurulmuş..
edip vurulmuş... hawaaar!
jandarma.
sıkıyönetim..
harekât...
ictima.
işkence..
terörist...
sıtma.
verem..
kolera...
ölüm.
yas..
taziye...
vı
dört parçalı göğsümü
paletler çiğner her gün
yürür giderler kirpiklerim boyunca
önüme atılan kardeş başları
taşırır yoksul gözlerimi de
inadına ağlamam işte
acım, yaşadığımca ağlasam bitecek değil!
birilerinin kahır doluyor içi tamara!
birileri yakıyor kendini yunmak için acılardan
yeter
yeteeer
y e e e t e e e e e e e e e r r r...
vıı
kaç çiçek kurusu
kaç kelebek ölüsü
kaç yüz buruşuğu
yaşanamayan kaç aşk
olası kaç heyecan
kaç eksik ürperti
hiç saramayacak kaç beden
bir
taş
oynuyor
yerinden
bir adam güç bela öpebiliyor sevgilisini
bir saz kırılıyor
bir civan uçuruma salıyor ağırlığını
bir köprü uçuyor bakmaktan
ellerim yanıyor kâğıtta
ellerime ağustos yağıyor durmadan
en çok baharları ağlıyorum
bir yanardağın batısında
vııı
beklemek zamanı çoğaltır tamara!
belki bir deprem, hadi bir deprem
taşırır yoksul denizleri
ilk kurşun.
ilk sağım..
ilk ağızsütü...
dışarda fırtına var:
bütün pencereleri açın!
ve kederli bir yüze kapanır kapı
tanrı kadar mağrur kadınlar bekler
köylerde, şehirlerde acır yalnızlık
başkasının ölümü: tek gerçek felaket!
sapsarı bir endişeyle sokaklara çıkılır:
hiçbir romana sığmayacak
hiçbir yüzyıla hasretimiz
alnımdan kırgın sloganlarla bir şehir geçer her gün
bültenler kelle başı söz eder öldüğümüz ülkeden
ıx
soğuk olur anneciğim.. soğuktur beklemek
soğuktur kör umut biriktirmek sağır beyinlerde
yeni yükünü yıkmaya benzemez
ama en az senden eksilen kanlar kadar kutsal
ve yardan, yarenden yoksun, öylece,
birbaşına, sebepli bir intihar
sebepli bir koyveriş kendini, arkadan geleceklere..
yani anneciğim soğuk olur dizinden uzak her yer
ölüler.. ölümler artar ömründe
kaygıyla bültenleri izlersin.. soğuktur bahar gelmez
soğuktur, ihanet artar.. soğuktur, iftira..
ve ben cüzamlı bir yolcuyumdur kimsenin konuk etmediği
düşümde bir sevda bulurum, adı: tamara!
uzar, uzar sesim sessizlikte, bıkkınlığında sessizliğin
derken yarına inanmaya başlar birileri
düşlerinde umut bulur
saçlarında bölünmüş bir şefkatin sımsıcak izi
dudaklarında kaçak tütün tebessümü
ve tokalaşmaları sertçedir, samimidir
kendi renginde akar kızılırmak
dicle kendi dilinde çalkanır
ansızın hatırlanmış bir şey gibi
x
a a h, tamara!
niye mi tutuyorum ellerini
niye mi dönüyorum köklerime
sen ki birden çok, çoktan fazla
ve kelimenin birkaç anlamıyla dişi
ve ben tutuşmalıyım tamara
bir aşk da mutlu bitsin!
xı
ayışığı sonatını çaldığımız akşam..
tabanlarım ağrıyor
bıyıklarım gürültüyle uzuyor
hışmımdan korkuyorum tamara!
bir namlu ucundaki darağacında
tepinir, tepinir kesilmiş bir kuş gibi içim
bıraksalar sulardım, dallarına çıkardım yeşilken
şimdi savaşçılık oynar içimdeki çocuk
artık hep ebe değil
ve oyunlarına almıyor bekoyu..
korkarak
üşenerek büyüyen feyzoyu vurmuşlar!
ensesine ölüm sıkılmış, iki el!
feyzo vuruldu.
feyzo vuruldu..
feyzo vuruldu... a a h, heval!
yaşam ve ölüm
iki hasım şimdi
iki şüpheli şahıs
her an biriyim, tamara
her an ikisi.
yaptığım sekiz günlük araştırmanın sonucudur efenim. şimdi nasıl bu kanıya vardığımı bir matematikci edasıyla yavaş yavaş anlatayım.
her şey soğuk bir sonbahar günündeki ales sınavına girmemle başladı. biliyorsunuz, kopya olaylarından dolayı alınan sıkı önlemler nedeniyle kalemimizi bile götüremez olduk sınavlara. bu durum karşısında yapacak bir şey yoktu, boynumuzu büktük ve elimize verilen kalemlere gıkımızı bile çıkartmadan kabul ettik.
taki sınav anında verilen kurşun kalemlerin açılmadığını görene kadar...
detay için buyrun: (#10244755)
dağıtılan kalemlerin ve silginin kalitesine diyecek yok. hepsi nambır van. gitmiş bizim fatih sınav kalemi, gelmiş onun yerine miss gibi faber castell kalemler.
soruyorum şimdi: kalem ve silgilerdeki bu değişim ösym'nin uludağ'ı takip ettiği sonucuna götürmüyor mu bizi.
katılıyorum çünkü, herkesin istediği dili konuşmasında özgür olduğuna inanıyorum. caddede sokakta yürürken şahit olmuşsunuzdur yanınızdan geçen iki kürdün aralarında kürtçe konuştuğuna yada iki çerkezin/lazın neyse işte... güzel ülkemizin onlar kendi dilini konuştuğunda artçı şoklar geçirerek yavaş yavaş bölünmediğine binlerce kez şahit olmuşsunuzdur. inanın bu insanlar kendi dillerini eğitim dili olarak kullandıklarında da ülke bölünmeyecek.
katılıyorum çünkü, herkes istediği kıyafeti giymekte özgür olmalıdır. bu zamana kadar hiç şahit oldunuz mu başörtülü bir öğrenciyle sağ üst kaşının üstüne kocaman bir pirsing takmış, altında minisini giyinmiş bir bayanın kavgasına?
yada sınıfınızdaki herhangi bir kızın ders anında başörtülü olduğunu düşünün. o an sınıfa yada ülkeye şeriat geleceği fikrine kapılıp tedirgin oldunuz mu?
yada ondan bulaşıcı bir hastalık kapacağınızı
yada beyninizin tüm fonksiyonlarının uzun bir süreliğine devre dışı kalacağını...
bütün bunları düşünmediğimize göre o halde sorun ne?
niçin bu insanlar başörtüsünden dolayı yıllardır mazlum rolünü oynuyor bir kereliğine geldiğimiz bu hayatta?
neden hala başkasının kıyafetinden rahatsız oluyoruz bütün bunları bir zenginlik olarak görmek yerine?
katılıyorum çünkü, her üniversitenin özerk olmasından yanayım. her seferinden yusuf ziya özcan gibilerinin üniversitem hakkında bilmeden aptalca kararlar almasını istemiyorum. üniversitemin direk yök'ün talimatlarıyla değil, kendi bulunduğu bölgenin istekleri, ihtiyaçları doğrultusunda birşeyler yapmasını istiyorum.
van ilinin özalp ilçesine bağlı eski yani kürtçe adı hespistan olan köydür. 1960 öncesi doğumlu olan kişilerin 'doğum yeri' hanesinde ise esbistan yazar.
köy zamanında aşağı mahallesinde ermeni'lerin yukarı mahallesinde ise kürtler'in kardeşçe yaşadığı binlerce köyden sadece birisiymiş.
ta ki tehcire kadar.
sonra ne hikmetse kürtler -dönemin siyasetinden etkilenerek- düşman kesilmiş ermenilere...
ve ardından olaylar, çatışmalar...
ve malesef tehcirle sonuçlandırılmaya çalışılan olaylar.
mesela köyün camisinin hemen yanında yer alan çeşmenin adı aynı kalmıştır, kürtçe "qanîya dêr" deniyor -yani kilise çeşmesi-. çünkü caminin yerinde eskiden kilise varmış ve bu çeşme de kilisenin yanında olduğu için adı öyle konulmuş.
bugün girdiğim ales sınavında başıma gelmiş olaydır.
yok dedim, ösym kalite takınır dedim, koca amfide sineme çektim, sustum, sınava devam dedim ama yok olmadı.
kalemimin ucu bitti. açayım derken bu kez kalemin boyu yarıya indi. her açışımda kalemin ucu bir kez daha kırıldı. bu acı olay karşısında görevliyi çağırdım, açacağımı değiştirdim bu defa sorunun kalem traştan kaynaklandığını düşünerek. okula yeni başlamış ve ilk kez kalem açacağı kullanan bir çocuk heyecanıyla bir kez daha sarıldım kalemime yine olmadı, yine olmadı...
nihayet yalnız olmadığımı anladım, amfideki herkes -matematikle uğraşan- bu dertten muzdaripti. sesler yükseldi... ama ne fayda. ösym fazladan çokda kalem yollamamış. herhalde topladıkları para az gelmiş. bir kalem daha koyamamışlar.
velhasılı 100 tane matematik sorusuyla kör bir kalemle cebelleştim ve 10 dakikam bu olayla geçti, ben de oluşturduğu sinir ve gerginliği hesaba katmıyorum.
bütün bu olaya ise sınıftaki âmâ gibi davranan bir gözlemci şahit oldu.
ösym'e burdan sesleniyorum;
madem uclu kalemlerimizi getirmemize izin vermiyorsunuz, bari adam akıllı kalemler koyunda sorun olmasın. yarın öbür gün çocuklar öss'ye girecek, ikinci sınavda sayısalcılar 80-90 tane matematik çözecek ama böyle olursa çözemeyecek.
gerçi kime söylüyorum ki, sanki sallayan var.
iranın lûristan ve hemedan bölgelerinde* 940-1010 yılları arasında yaşamış kürt derviş-filozoftur. bilinen ve tanınan ilk kürt şairidir. bu yönüyle de kürt şiirinin babası olduğu söylenebilir.
helbestvanek
û helbestek
helbestvan tiştên dilê xwe ji pênûs re got
pênûs jî bû
hêst û zimanê wê/ wî
carna bû bihara dil
carna jî bû şev û ronahiya wê/ wî
dem hat, wek neyek bû nalîna dengê wê/ wî
dem hat, derd û xema xwe ji rûpelên sipî re got
türkçesi;
bir şair
bir de şiir
şair yüreğini döktü kaleme
kalemde onun;
duygu ve dili oldu
bazen yüreğinin baharı,
bazen de aydınlık ve gecesi oldu
yeri geldi ney gibi inleyen sesi,
yeri geldi dert ve gamını beyaz sayfalara döktü
diyarbakır merkezli olmak üzere tüm türkiyede yayın yapan kürtçe edebiyat dergisi. içerik olarak daha çok eski kürt edebiyatından, tasavvuf edebiyatından dem vuran, tarih ve sanata da yer veren güzel dergi.
"kelha amed"in türkçe karşılığı ise "diyarbakır kalesi"dir.
diğer popüler kürtçe dergiler için:
(bkz: nupelda)
(bkz: nubihar)
bugün "hadi bir de şu ingilizce gazeteleri okuyayım" diye niyetlendim ama gel görki anında hepsini türkçeye çevirerek beni hasta etti. bir de utanmadan üste küçük bir not düşmüş:
--"orijinal dile çevir"
"Henüz Beynelmilel filmine bir yapımcı bulamamışken özüm
de dizilerde yazarlık yaparak..." kendisinin de bir zamanlar dizi senaristliği yaptığını anlatan; senaristleri "onurları ve hünerleriyle gayet ağır koşullarda çalışan kalem emekçileri" olarak tanımlamıştır bugünkü yazısında.
ama esas bomba şurda; kendisi yapımcıya, habire yazdıklarını geri çevirdiği için uyuz olmuştur sonradan öğrenir ki, meğerse yazdıklarını yapımcı okumuyormuş. gerisi kendi ağzından;
..."klişe mazeretlerle geri gönderirmiş. Bu gerçeği duyunca çok öfkelenmiştim. Senaryoyu çöpe atıp, sıfırdan yeni bir şey yazmaya başladım. Sanayici ailenin oğluyla, törecan oğlan ezeli hasımlardı. ikisini karşı karşıya getirdim. Ve aksiyon kısmına
'... ikisinin de nemli dudakları şehvetle aralandı...'
diye yazarak dizide yer alan herkesi birbirleriyle seviştirdim. Senaryo Lut kavmine rahmet okutacak bir kıvama gelmişti.
Adama verdim, 'Götür yapımcıya ver' dedim. Kendimce şık bir istifa mektubu yazmıştım. Ben ofiste kızgın volta atarken telefonum çaldı. Arayan yapımcıydı. 'Güzel olmuş eline sağlık' diyerek sete maille göndermemi istedi..."
ve ekliyor:
"Tecavüz bir devlet politikasıdır.
'Esmer, sarışın fark etmez...' diye başlayan tekerlemelerle eğitim yapan bir milletiz biz. Sevişme fiilini bir cezalandırma aracı gibi görüp onun bunun anasına bacısına uygulama hasretiyle inleyen tribünlerimiz var."
sonuç:
"Bütün bunları pas geçerek senaristlere laf sokuşturan parlamenterde, aha bu yapımcıya sürtecek kadar akıl yoktur."
ertuğrul özkük'ün kendisi hakkında söylediği "gücü olsaydı süreyya kardeş de bizi linç ederdi" sözlerine bugünkü yazısıyla özkök'e Curzio Malaparte adlı gazetecinin hayatından bir anıyla tokat gibi cevap vermiştir.
--spoiler--
Curzio Malaparte
Sayın Özkök, size, aslen italyan olan bir gazeteciden bahsetmek istiyorum. Gazetecinin adı Curzio Malaparte.
Gençliğinde faşist partiye üye olmuş fakat insanlığı ağır basınca yazıları sansürlenmiş, ev hapsine alınmış, sürgün edilmiştir. 1941de Rus cephesinin açılmasıyla birlikte, inşallah oralarda ölür umuduyla, teğmen rütbesi ve savaş muhabirliği göreviyle bölgeye gönderilmiştir. Ancak yazılarının yarattığı rahatsızlık, Hitlerin kulağına kadar gitmiş ve Ukraynada tutuklanmıştır. Malaparte, yazdıklarını gizlice italyaya sokarak savaşın korkunçluğu üzerine tarih boyunca yazılmış en iyi eserleri bizlere miras bırakmıştır.
Ülkemizde Kuzey Yayınlarından çıkan Kaputt adlı anlatısının bir bölümünü kısaltarak aşağıya alıyorum
1941 yılı sonbaharında Ukraynada Poltawa yakınındaydım. Bölgede partizanlar kaynaşıyordu. Bir gün, bir Alman subayı topçu konvoyunun başında bir köye girdi. Köyde tek bir canlı yoktu, evler çoktan terk edilmiş gibi görünüyordu...
Atların nal sesleri hemen hemen uzaklaşmış, ovanın çamuru içinde boğulmuştu ki birden bir kurşun vızladı Halt! diye bağırdı subay. Kafile yine durdu, kuyruktaki batarya yine köy üzerine ateşe başladı...
Cam gözler masumun
kalbini göremez
Subay yüksek sesle saymaya başladı: Dört, beş, altı. Bir tek tüfeğin ateşi bu. Köyde sadece bir kişi var. O anda bir gölge, elleri havada koşarak kara duman bulutundan sıyrıldı, askerler partizanı yakaladılar, iterek subayın önüne getirdiler. Subay eğerinin üstünden eğilip partizana baktı: "Ein kind" (Bir çocuk) dedi alçak sesle. En fazla on yaşında bir çocuktu bu. Zayıftı, acınacak haldeydi. Elbisesi paramparça, yüzü kapkaraydı. Saçları kavrulmuş, elleri yanmıştı. Ein kind!
Bir ara subay, çocuğun önünde durup, uzun uzun ve sessizce yüzüne baktı ve sıkıntı dolu bir sesle:
Dinle! dedi. Sana kötülük etmek istemiyorum. Benim işim bacak kadar çocuklarla savaşmak
değil. Lieber gott! Savaşı ben icat etmedim ki?
Bir süre sustu, sonra insana garip gelen bir yumuşaklıkla sordu:
Bak, benim bir gözüm camdır. Asıl gözümün hangisi olduğu kolay anlaşılmaz. Hemen, hiç düşünmeden hangi gözümün cam olduğunu söyleyebilirsen serbest bırakırım seni.
Çocuk hiç tereddüt etmedi:
- Sol göz, dedi.
- Nasıl bildin?
- Çünkü ikisinden, soldaki daha insan gibi bakıyor.
--spoiler--
hani derler ya, "hakaretin hası incelik ister" diye; bundan incesi ne alâ!