karincaezmez
93 (enerjik)
sekizinci nesil silik 1 takipçi 11.70 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    uludağ sözlük

    8371.
  1. ismi "uludağ forum" şeklinde değiştirilmesi gereken oluşum. ve ya... sözlükten çıkmak için gerekli müracatı yaptığım yer.

    basında verdikleri röportajlardan ve katıldıkları programlardaki "beyefendi" duruşlarından, yola çıkarak söyleyebilirim ki...
    bu sözlüğü kuran ve "moderatör" sıfatı ile bu sözlükte yönetici olan insanların, iyi niyetinden zerre şüphem yoktur.

    uludağ sözlük, ne ihl sözlük gibi yobaz tekkesidir... ne de inci sözlük gibi gereksizliktir.

    ama...

    hz. muhammed (s.a.v.) ve mustafa kemal atatürk başta olmak üzere... tarihte yer alan türk büyüklerine, insanların manevi değerlerine karşı saygısızca açılan başlıklar, beni çileden çıkartmaktadır.

    bir de... sözlükte insanları rencide etmekten başka işe yaramayan... direkt eksi oy almak için yazı yazanlar var ki...

    bu sözlüğü kuran ve "moderatör" sıfatı ile bu sözlükte yöneticilik yapan insanların en büyük ayıbı:
    sözlükte insanları rencide etmekten başka işe yaramayan... direkt eksi oy almak için yazı yazan yazarları, kayıtsız şartsız silmemeleri ve
    bu art niyetli yazarları, sözlükte barındırarak, yataklık etmeleridir.

    bu tarz kötü niyetli yazarlar olduğu sürece, sizin kurduğunuz "uludağ sözlük" büyüyemez. kendini yenileyemez. geniş kitlelere ulaşamaz.
    en kötüsü de: bizzat siz böyle yaparak "sözlükler kapatılsın" diyenlerin eline koz vermiş oluyorsunuz.
    ayrıca peygamber'e ve ata'ya saygısızlık yapmak kadar... saygısızlık yapanlara yataklık etmekte...
    hem dini açıdan günah... hem de etik olarak yanlıştır...

    uludağ sözlüğün, bugün bulunduğu içler acısı ortamda, faydalı olamayacağım için...
    peygamberim'e ve atam'a, saygısızlık yapılan bir ortamda bulunmayı, kendime yakıştıramadığım için...
    yetkisi olan kişilerin bir an önce, beni sözlükten çıkartmasını talep ediyorum.

    sözlükte bulunduğum süre zarfında... eğer kişi ve ya kişileri rencide edecek, bir yanlış ve ya saygısızlık yaptıysam özür dilerim.
    sizi sol taraftaki, birkaç başlıkla başbaşa bırakmak istiyorum.

    saygılarımla...

    · nihat doğanın koltuk altı kılları ...
    · osuruk sonrası beyanatlar (4) ...
    · evlilikte osuruğu sıradanlaştırma süreci
    · abdullah öcalan serbest bırakılsın (2) ...
    · usain bolt un kucuklugu ...
    · sevişme öncesi sırılsıklam olan vajina (2)
    · maymunlar yazar olsa açacakları başlıklar (14) ...
    · bir ermeniye asik olmak (13) ...
    · abiler detected (7) ...
    · fuck buddy si bile olmayan dindar kız ...
    3 ...
  2. venatio

    1.
  3. roma imparatorluğu zamanında, arenada gladyatörlerin vahşi hayvanlara karşı dövüştürülmesi.
    0 ...
  4. izzet safer

    1.
  5. 10 temmuz 1990 mersin doğumlu milli atlet. 100 metre 10.38 ve 200 metre 21.25 dereceleriyle türkiye rekorunu elinde bulundurmaktadır.
    0 ...
  6. uykum gibi gelsene

    3.
  7. u mrumda değil senden başkası
    y anımda olsan yeter boşverdim hayatı
    k albim adını söyleyerek atmaklı
    u nutamıyorum gözlerini, gülerkenki suratını
    m asal gibi güzelsin, seni başka gözlerden saklamalı

    g önlümden asla çıkaramam ben seni
    i yileşmek istemeyen hastanım sanki
    b enzemez sana başka hiçbir fani
    i lk gördüğümden beri aklım seni düşünmekli

    g ariban oldum gönlüm aşkınla yanmakta
    e linden zehir olsa can atarım tadına bakmakta
    l ütuftur ayaklarıma, bedenim peşinden koşmakta
    s arılsam bir kere yanına yaklaşıp, bir ömür yeter bana
    e sirinim soluk alıp verdiğim her anımda
    n e yapayım elimde değil, bir tek sen varsın hayatımda
    e ski türk filmlerindeki gibi aşığım ben sana
    2 ...
  8. jenni vahamaa

    1.
  9. 26 mayıs 1992 Lohja-Finlandiya doğumludur. Finli buz patenci, 2007 Finlandiya Gençler Şampiyonu ve Dünya gençler dördüncüsüdür. ilk büyükler yarışması olan 2007 Finlandia Trophy'de altın madalya kazanmıştır. 2008 Finlandiya Ulusal Şampiyonasını Junior Grand Prix Finali ile aynı zamana denk geldiğin kaçırmıştır. 2008 Avrupa Şampiyonasında Finlandiya takımına alınmış ve büyüklerde ilk ISU Şampiyonasında 10. sırada yer almıştır. 2008 sezonunda tamamen büyüklere geçmiştir. 2008 Skate Canada International ve 2008 Cup of Russia'da yarışması planlanmıştır. 2008 Skate Canada International'da 10. olan jenni Vähämaa, 2008 Cup of Russia'dan çekilmiştir.
    0 ...
  10. tuğba daşdemir

    1.
  11. 25 Mayıs 1985, Kayseri doğumludur. Türk alp disiplini kayakçısıdır. 1.65 m boyunda 63 kg'dir.Kayağa 5 yaşında babasının teşvikiyle başladı. Kayağı 10 yaşına kadar hobi olarak yaptı. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'ndan mezundur. Romanya'da düzenlenen 2008 Alp Disiplini FIS Yarışları'nın Slalom kategorisinde altın madalya kazandı, Büyük Slalom yarışlarındaysa 5. oldu. Ertesi sene Bulgaristan'da gerçekleşen turnuvanın ilk gününde gümüş madalyanın sahibi oldu. 2009 Uluslararası Palandöken Kayak Kupası'ndaki slalom yarışlarında ikinci oldu.
    1 ...
  12. yıldızım sensin

    1.
  13. trt'de yayınlanacak olan yeni bir yetenek yarışması.
    0 ...
  14. barcelona real madrid rekabeti

    1.
  15. -önsöz-

    barcelona-real madrid arasındaki rekabet "futbol sadece futbol değildir." ve "futbol basit bir oyun değildir." diyenlerin en sağlam kozlarından biridir. barcelona-real madrid arasındaki rekabet milyonlarca insan için kısaca; hayatın ta kendisidir. barcelona-real madrid rekabetinin tarihi demek; ispanya tarihi demektir. benim burada "ispanya tarihi" demem bile, ispanyol olmadıkları için barcelonalıları rencide edebilir. bu yüzden "barcelona-real madrid rekabetinin tarihi demek; iber yarıamdası tarihi demektir." cümlesi daha doğrudur aslında.

    barcelona-real madrid rekabeti, iber yarımadası'nda kökü yüzyıllar öncesine dayanan, bir egemenlik mücadelesinin spor dünyasına yansımasıdır. bu yasıma, sadece yeşil sahalarda kalmaz. basketboldan, voleybola, atletizmden, yüzmeye kadar sürer gider. hatta bu iki takım, kim daha ileri tükürecek tarzında bir iddiaya girse... hatta çuval yarışı tarzındaki, en matrak faaliyetlerde bile bulunsa... içinde kazanmanın, üstünlük kurmanın olduğu her yerde kendini gösterir; barcelona-real madrid rekabeti.

    més que un club (bir kulüpten fazlası) barcelona ile yüzyılın takımı real madrid rekabetini, sıkı bir sporsever olarak, kendimi bildim bileli takip ederim. el clasico ile ilgili, edindiğim tüm bilgileri hafızamda bir araya getirdim. günlerdir üzerinde çalıştığım bu konuyu sizle paylaşıyorum. barcelona'yı, real madrid'den önce yazmamın sebebinin b harfinin, r harfinden önce geldiği için olduğunu belirterek yazıma başlıyorum.

    -tarih-

    real madrid taraftarı ispanyol, barcelona taraftarı katalan'dır. madridliler kastilya krallığı'nın, barcelonalılar aragon krallığı'nın çocuklarıdır.

    real madrid'in renkleri eflatun beyazdır. real madrid armasındaki taç kralın tacıdır. real madrid formasındaki eflatun renk, kastilya krallığı'nın bayrağındaki aslanın eflatun rengiyle aynıdır. real madrid'in beyazı kralı simgeler. zaten birçok ülke bayrağındaki beyaz o ülkedeki kraliyetin rengidir.

    barcelona'nın renkleri kırmızı mavidir. bu renkler barcelona'nın isviçreli kurucusu joan gamper'in daha önce oynadığı takım basel'den gelir. barcelona armasındaki sarı ve kırmızı katalanlığın rengidir. barcelona armasındaki sağ üstte yer alan sarı kırmızı çizgiler, aragon krallığı'nın bayrağındaki sarı kırmızı çizgilerle aynıdır.

    kastilya krallığı, 800'lü yıllarda kurulmuştur. kastilya krallığı, madrid ve çevresi merkez olmak üzere iber yarıadası'nın orta ve kuzey kesimlerinde, egemenlik kuran bir krallıktır. aragon krallığı ise 1035'de kurulmuştur. iber yarımadasının, barcelona şehrinin de dahil olduğu kuzeydoğu kesimlerinde ve batı akdeniz'de egemenlik kurmuştur. kastilya ve aragon krallıkları, evlilik yoluyla birleşerek 1469'da, ispanya krallığını kurmuşlardır.

    "barcelonalılar katalan, ispanya adı altında birleşmeyi nasıl kabul ediyorlar?" diye sorarsanız, bunun günümüzde de geçerli olan ekonomik sebeplerden kaynaklandığını size söyleyebilirim. hatta 1469'da kastilya kraliçesi 1.isabel ile aragon kralı 2.fernando'nun evlenmesiyle oluşan ispanya krallığı'nın, 1492'de müslümanları ve yahudileri "din temizliği" adı altında iber yarımadası'ndan çıkartması da aynı ekonomik sebeplerdendir.

    1492'de kristof kolomb ispanyol hükümdarının maddi yardımıyla amerika'yı keşfetti. bu ispanya'yı dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından biri yaptı. 1588'de ispanyol donanması'nın, ingiliz donanması'na yenilmesi ile taht ve din kavgaları sonunda ispanya zayıflamaya başladı. 1640'ta portekiz'i, 1714'te ise cebelitarık'ı kaybetti. 1800'lerin başında ispanyolların amerika'daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandılar.

    birinci dünya savaşı'nda ispanya tarafsız kaldı. fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. general primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930'da iktidardan düştü. 1 yıl sonra yapılan seçimleri cumhuriyetçiler kazanınca kral 18.alfanso ülkeyi terk etti. 1936 seçimlerinde solcuların başarılı olması üzerine ülkede iç savaş başladı.

    1939'da iç savaşın sona ermesiyle faşist franco ülke yönetimini ele geçirdi. ikinci dünya savaşı'na de katılmayan ispanya'da ordunun desteğiyle franco savaştan sonra da yerini korudu. 1969'da franco'nun ölmesiyle yerine don juon carlos geçti. 1976'da carlos kral oldu ve abolfo sourez'i başbakanlığa atadı. 1977'de 41 yıl sonra ilk defa genel seçimler yapıldı.1981'de sağcı albay tejero cortes'in meclisi basarak yaptığı darbe girişimi sonuçsuz kaldı.

    30 yıllık franco faşizminin izlerini silmek istercesine, ispanya'da 1977'den beri yapılan her seçimi sosyalist partiler kazanır. günümüzde ispanya'yı kral juan carlos'un(real madridli) devlet başkanlığı'nın yanında, ispanyol sosyalist işçi partisi'nin iktidarında, başbakan josé luis zapatero(barcelonalı) tarafından yönetilmektedir.

    20 nisan 2011 barcelona-real madrid ispanya kral kupası finali'nin, kupa törenini izleyenler bilir. real madridli futbolcular, 1-0 kazandıkları maçın ardından kupayı ispanya kralı juan carlos'tan almak için tribüne giderken, iki kişinin 1,5 metre yükseklikte tuttukları bir ipin altından geçmişlerdi. bunun amacı; futbolcuları tribündeki kralın huzuruna çıkmadan önce önünde eğilmelerini sağlamaktı. tarihte bütün medeniyetlerde olan bu geleneğin sürdürülmesi, krallılığın ispanya'da günümüzdeki önemini anlamamız için yeterlidir.

    -iklim ve nüfus-

    güzel barcelona, güzel izmir'e benzer. akdeniz kıyısındaki barcelona'nın akdeniz iklimi vardır. malum, yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağmurlu. barcelona'nın camp nou'daki maçlarında hiç kırmızı top görmeyiz veya zemin hiçbir zaman beyaza bürünmez. çünkü barcelona'ya kar yağmaz. bitki örtüsü maki olan barcelona'nın nüfusu; 1.600.000'dir.

    başkent madrid, başkent ankara'ya benzer. iber yarımadası'nın tam ortasındaki madrid'in karasal iklimi vardır. malum, yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar sert ve çok soğuk. real madrid'in santiago bernabeo'daki kışın oynanan maçlarında zaman zaman kırmızı topu ve zeminin beyaza büründüğünü görürüz. çünkü madrid'e kar yağar. bitki örtüsü bozkır olan madrid'in nüfusu; 3.200.000'dir.

    -facebook-

    barcelona'nın facebook'taki üye sayısı: 14.888.845 kişi
    real madrid'in facebook'taki üye sayısı: 13.716.520 kişi

    -ekonomi-

    günümüzde barcelona ve madrid şehirleri, ekonomik gelir seviyesi ve refahı yüksek, yokluk, açlık bilmeyen zengin insanlardan oluşur. bu iki şehrin en zenginleri, aynı zamanda ispanya'nın en zenginleridir. önsözde de yazdığım gibi; barcelona-real madrid rekabeti demek ispanya demektir. durum böyle olunca bu iki şehirde yaşayan zenginler barcelona'da, real madrid'de dolayısıyla da ispanya'da söz sahibi olmak için bu takımlarda başkanlık yapmak isterler.

    -sosyal yapı-

    barcelona ve madrid şehirlerinde yaşayan insanların (tabi ki genelleme yapamayız ama...) kötü tarafları da vardır. barcelonalılar bencil, madridliler ırkçıdır. bu durumu yaşanmış örnekler kanıtlar. en basitiyle, camp nou'da barcelona'yı izlemeye giden turistlere, barca taraftarları'nın takımlarını gösterek "nasıl, biz en iyisiyiz değil mi?" sorusunu yöneltmelerine çok sık rastlanır. o kadar sık ki, neredeyse bu "camp nou geleneği" olmuştur.

    madrid'in, ırkçı tarafını ise samuel eto'ya, real madrid'de oynarken yaptıklarını bilenler bilir. daha düne kadar (kendi takımlarında oynayanlar da dahil) santiago bernabeu stadyumu'nda, siyahi oyunculara maymun sesi çıkartarak yaptıkları ırkçı sataşmalar, real madrid tarihi'nde büyük zaferlerin yanında, kara leke olarak yer alır.

    barcelona, bencilliğiyle fransa'ya benzer. zaten katalanların, fransızlarla akraba olduğunu destekleyen, çok sayıda çalışma vardır. madrid, ırkçılığıyla almanya'ya benzer. malum franco... franco ülkenin başına geçtiğinde en büyük dış desteği adolf hitler'den görmüştü.

    -dil-

    katalanca konuşan barcelona'nın ve ispanyolca konuşan real madridlilerin, takım isimlerini tam olarak okursak farkı daha net anlarız.
    fc barcelona; football club barcelona. real madrid cf; club de futbol real madrid.

    -el clasico-

    el clasico, bilindiği gibi barcelona-real madrid maçlarının dünya genelinde kabul gören namıdır. 13 mayıs 1902'de ispanya kral kupası'nda oynanan ilk el clasico'yu barcelona 3-1 kazanmıştı. şu ana dek oynanan 209 el clasico'nun 85'ini real madrid, 82'si barcelona kazanırken, 42 maç berabere bitti. 209 el clasico'da real madrid'in 339 golüne, barcelona 329 golle karşılık verdi. 209 maçlık el classico'da en fazla gol atan futbolcu; 18 golle real madrid'li alfredo di stéfano'dur.

    -iki takımda da oynayanlar-

    aralarında gheorghe hagi, bernd shuster, michael laudrup, robert prosinecki, luis enrique, luis figo, ronaldo, samuel eto'o, javier saviola gibi isimlerin olduğu 38 futbolcu iki takımda da oynamıştır. bunlardan 21'i barcelona'dan real madririd'e, 12'si real madrid'den barcelona'ya direkt transfer olurken, 5 futbolcu arada başka takımlarda forma giymiştir.

    -unutulmaz maçlar-

    1 kasım 1913 barcelona 7-0 real madrid: en farklı barcelona galibiyeti.

    13 nisan 1916 barcelona 6-6 real madrid: el clasico'nun en gollü beraberliği...
    ispanya şampiyonası yarı finali'ndeki bu destansı karşılaşmayı, eski real madrid oyuncusu ve aynı zamanda kulüp üyesi jose angel berraondo yönetti. bir maçta madrid lehine 3 penaltı çaldı. madrid ise birini atabildi. kaleci bru, iki penaltıdan birini kafasıyla çıkardı. maçın ilk yarısı 2-2, tamamı ise 4-4 sona erdi. Uzatmalarda 6-6'lık eşitlik bozulmadı.

    3 şubat 1935 real madrid 8-2 barcelona: 8ekliyoru2... (el clasico'nun la liga'daki en farklı sonucu)

    13 haziran 1943 real madrid 11-1 barcelona: el clasico'daki en farklı sonuç...
    ispanya kral kupası'nın yarı finali'nde barça ilk maçı o zamanki stadı les corts'ta 3-0 kazanmıştı. 13 haziran 1943'te madrid'deki rövanşta ilk yarı skor 1-1'di ve pek de umutlu değildi real madrid taraftarları. barcelona soyunma odasında sevinçli bir telaş vardı. o sırada kapı açıldı. içeri devlet güvenlik teşkilatı'nın başındaki adam girdi. "birçoğunuzun iç savaştaki suçlarını futbolcu olduğunuz için sildik. sakın bunları yeniden ortaya çıkarmamıza izin vermeyin." dedi sert bir ses tonuyla. barcelonalı futbolcular, soğuk duşun ardından sahaya çıktılar. real madrid beklenenin üzerinde bir performans ortaya koymaya başladı. barcelona ise oyundan düşmüştü. maç bittiğinde tabela 11-1'i gösteriyordu.

    24 eylül 1950 barcelona 7-2 real madrid

    25 ekim 1953 real madrid 5-0 barcelona: alfredo di stefano...
    yıl 1953... barça ve real, di stefano'yu transfer etmek için büyük bir savaş verdi. o dönem kolombiya'nın los millonarios kulübü'nde forma giyen stefano'nun kafası, hem barça hem de real'den teklif gelince karıştı. barça bu sırada stefano ile anlaştı. ama bundan haberi olmayan kulübü, konuyu fifa'ya taşıdı. onlar da çözüm için transferi ispanya futbol federasyonu'na bıraktı. federasyon bu sırada, barcelona'yı geri plana itti. di stefano, madrid'in yolunu tuttu. olayın ardından katalanlar, franco yönetimini alınan kararda baskı unsuru yaratmakla suçladı. ünlü golcü ise, 25 ekim 1953'te barcelona'ya karşı ilk maçında 2 gol attı.

    11 temmuz 1968 real madrid 0-1 barcelona: sahaya şişe yağdı...
    franco dönemi'nde hep barcelonalılar hakemlerden yakınsa da... Real Madrid'inde hakemlerden şikayetçi olduğu maçlar yaşanmıştır. Bunun en bariz örneği, 11 Temmuz 1968 tarihli kupa finalinde, Santiago Bernabeu Stadı'nda görülmüştür. Bu maçı 1-0 Barcelona kazanır ve hakemin verdiği kararlara itiraz eden Madrid taraftarları, sahayı yüzlerce şişe yağmuruna tutar. O maçı yöneten hakem, o sezon Barcelona'nın ligde toplam 13, kupada ise çeyrek finalden itibaren tüm maçlarını (Real taraftarlarına göre de, Barcelona'yı kollayarak) yönetmiştir. O maçtan itibaren, ispanya'da statlara cam şişe sokmak yasaklanmıştır.

    6 haziran 1970 barcelona 1-1 real madrid: barcelona taraftarı'nın sahaya indiği maç.
    Barcelona taraftarları, Franco rejiminde Real Madrid'in her zaman hakemler tarafından kollandığını iddia eder. Bunun için örnek olarak da hep 6 Haziran 1970 yılında oynanan kral kupası çeyrek final karşılaşmasını gösterirler. 2-0 kaybedilen ilk maçın rövanşında, Barcelona 1-0 öndeyken, maçın hakemi ceza sahası dışında yapılan bir faule, Madrid lehine bir penaltı kararı verir. Bunu protesto eden Barcelona takim kaptanı da kırmızı kartla cezalandırılınca, seyircilerin sabrı taşar ve sahaya inerler. Maç yarıda kalır ve polis zar zor olayları kontrol altına alır.

    17 şubat 1974 real madrid 5-0 barcelona: franco'yu bitiren maç.
    Bütün Barcelona taraftarlarının gülümseyerek hatırladıkları gün. Barcelona taraftarlarına göre, o gün cruyff'un liderliğindeki Katalan Özgürlük Savaşçıları, Franco rejiminin göğsüne bıçağı, Madrid deplasmanında 5-0 galip gelerek, saplar. Bu sonuç, bugüne kadar Barcelonanın Real deplasmanında aldığı en farklı galibiyettir. Sezonun başında Ajax'tan transfer edilen Cruyff, bu maçta bir gol kaydeder ve sezon sonunda şampiyonluk kupasına erişir. Ama bu maçın sportif yönünden çok, her zaman siyasi yönü vurgulanır. O tarih, zaten hastalıklardan zayıf düşmüş Franco'nun karşıtları için, özgürlüğün başladığı gündür. Aynı sezonun kupa finalinde, Real'in Barcelona'yı 4-0 mağlup etmesi bile Franco'yu kurtaramamıştır.

    8 ocak 1994 barcelona 5-0 real madrid: romario...
    Crujff bu sefer hoca ve Barcelona tarihi zaferlerinden birini kazanıyordu. Dönemin yıldızı Laudrup bu seneyi çoğunlukla yedek geçiriyor, sahada Romario dönemin en iyi futbolunu sergiliyordu. ilk golünden önce yaptığı bilek hareketi hafızalara kazınır cinstenti. Romario o yılda Brezilya ile Dünya Kupası'nı kaldırmıştı. Real Madrid ise Luis Enrique ve Prosinecki'nin bireysel çabalarıyla etkili olmaya çalışıyor fakat sonuca etki edemiyordu. Barcelona sahanın boş alanlarını Guardiola'nın ince, teknik paslarıyla dokuyor, efsane kaptan Bakero takımı yönlendiriyordu. Stoichkov hücumda rakibi eziyor ve sağ açıkta aldığı her topta tehlike ataklar geliştiriyordu. Ronald Koeman'ın birde frikik golü vardı ki kaleci topun filelerden nasıl çıktığını bile görememişti. Cruijff bençte bir eliyle lölipopunu emerken diğer eliyle oyuncularına kendi kurallarını öğretiyordu. Öyle ki bençte o maça yedek başlayan, mutsuz görünen ve daha sonra Stoichkov'un yerine oyuna dahil olan Laudrup, bunun üzerine oyuna girip Romario'ya birde asist yapıyordu.

    7 ocak 1995 real madrid 5-0 barcelona: ivan zamorano...
    johan crujff yönetimindeki Barcelona'nın üst üste gelen şampiyonlukları Real Madrid'i bıktırmıştı. işin Real açısından trajik yanı 4 şampiyonluğun ikisinde son hafta Tenerife'ye kaybederek en büyük olmayı kaçırmalarıydı. işte o Tenerife'nin başındaki adam olan, eski futbolcuları, Jorge Valdano'yu getirdiler. Valdano ile iyi bir çıkış yakalayan Real Madrid, 7 Ocak 1995'te Barcelona'yı ağırlıyordu. 1 sezon önce rakibinden 5 yiyen Real için rövanş zamanıydı. Şilili Ivan Zamorano, unutulmaz bir ilk yarı çıkardı. 5, 21 ve 39'da gelen gollerle ilk yarıda durum 3-0 oldu. ironik bir durum olsa gerek sonraları bir Barça ikonu haline gelecek olan Luis Enrique 68'de 4'ü buldu. 5 numaralı golse 70'te Amavisca'dan geldi. Valdano ve öğrencileri, şampiyonluğun haberini önceden vermişlerdi.

    23 kasım 2002 barcelona 0-0 real madrid: luis figo'ya, domuz kafası atılan maç.
    real madrid, 2002-03 sezonunda barcelona'dan figo'yu transfer ederek, yılın transferini gerçekleştirmişti. figo'nun real formasıyla, camp nou'ya çıktığı ilk maç olan bu karşılaşma, çok gergin bir havada oynanmıştı. luis figo, taç cizgisine yaklaştığında sahaya atılan bıçaklar, viski şişeleri, bilardo topları sıradan hale gelmiş, atılan domuz kafası ise tarihe geçmişti. böyle tatsız bir ortamda futbol oynanması imkansızlaşınca... sonuç da tatsız oluyordu: 0-0

    19 kasım 2005 real madrid 0-3 barcelona: ronaldinho ve samuel eto'o...
    rijkaard'lı barcelona 19 kasım 2005'te barnebau'da eto ve ronaldinho(2)'nun golleriyle yeniyordu. maç boyu hiçbir varlık gösteremeyen real madrid'in, taraftarlarının ronaldinho'nun resitalini dakikalarca ayakta alkışlaması tarihe geçiyordu. aynı yıl şampiyonluk kutlamaları sırasında Samuel Eto'o, kameraların önünde eline mikrofonu alarak "Madrid, seni boktan kulüp, Şampiyonun önünde eğil" diye bağırır. Sonradan bu hareketinden dolayı özür dilese de, Real Madridliler'in kendisine karşı nefreti hala sürmektedir.

    10 mart 2007 barcelona 3-3 real madrid: lionel messi...
    Real Madrid'in rakibiyle olan puan farkını erttiği, formda olduğu bir dönem. Barcelona ise düşüşte. Real maça daha iyi başlıyor ve 4. dakikada Van Nistelrooy ile öne geçiyor. 10'da Messi çıkıyor sahneye: 1-1. 12'de Van Nistelrooy penaltıdan yine öne geçiriyor Real'i. Messi, 27'de durumu yine eşitliyor: 2-2. 72'de Ramos, Real Madrid'e üstünlüğü getiriyor. Ama artık bir dünya yıldızı olduğunu kanıtlayan Messi'den 88'de 3-3'ü sağlayan gol geliyor. o akşam Messi dünya futboluna adını yazdıracağını gösteriyor.

    7 mayıs 2008 real madrid 4-1 barcelona: barcelona futbolcularının, şampiyonu alkışladığı maç.
    real madrid'in raul, sneijder, higuain, nistelrooy'un golleriyle kazandığı maçta, hiçbir varlık gösteremeyen barcelona'nın golü henry'den geliyordu. real madrid, son şampiyonluğunu 2008'de kazanmıştı. o yıl şampiyonluğu garantileyerek çıktığı bu maçta, barcelonalı futbolcuların şampiyonu tünelden çıkarken, taç cizgisinde alkışlayarak karşılaması el classico tarihine geçiyordu.

    2 mayıs 2009 real madrid 2-6 barcelona: 6eliyoru2...
    14. dakikada Real Higuain'in golüyle öne geçmişti, ama.... Barcelona Henry ile 18'de eşitliği buldu. 20'de Puyol, 2-1 yaptı. 35'te Messi, skoru 3-1 yaptığında Real Madrid seyircisi çoktan havlu atmıştı. 56'da Ramos 3-2'yi sağlayan golü attığında bir ışık belirdiyse de 58'de Henry ile bu ışığı bitirdi. 75'te Messi ve 83'te Pique, 6-2 gibi akıllara zarar bir skor getirdi. bu maç yüzünden Real Madrid'in başkanlığına Perez geldi ve imajı düzeltmek için büyük transferler yapıldı.

    29 kasım 2010 barcelona 5-0 real madrid: barca'nın, real'e top göstermediği maç...
    98 bin kişinin izlediği karşılaşmada Barcelona'nın gollerini Xavi(2), Pedro, David Villa ve Jeffren kaydetti. Real'de ilk 11'de başlayan Mesut Özil ikinci yarıda yerini Lassana Diarra'ya bıraktı.

    -sonsöz-

    galatasaray-fenerbahçe derbisi, barcelona-real madrid rekabetinden daha büyüktür.

    bir derbinin, diğerlerinden daha büyük olmasını takımların, birbirinden daha fazla nefret etmesi belirlemez. bir derbinin, diğerlerinden daha büyük olmasını harcanan milyon eurolar belirlemez. bir derbinin, diğerlerinden daha büyük olmasını, maçtan önce taraftarlar arasında edilen kavgalar veya kimin daha fazla rakip takımdan taraftar öldürdüğü belirlemez.

    bir derbinin büyüklüğünü sevgi belirler. bu sevgi, insanların hem kendi takımlarına... hem de ezeli rakibin taraftarına karşı duyduğu sevgidir. ne barcelonalıların barca... ne de real madridlilerin real sevgileri... galatasaraylı ve fenerbahçelilerin, cimbom sevgisi ve fener sevgisi ile yarışamaz. ne de bir barcalı ile realli, bir cimbomlu ile fenerli kadar birbirine sevebilirler. dediğim gibi bu galatasaray ve fenerbahçe'nin, barcelona ve real madrid'den daha büyük takımlar olduğunu gösterir.

    ne barcelona tribünleri... ne de real madrid tribünleri... karıncaezmez şevki gibi herkesin sevdiği bir amigo çıkartamamıştır. ne barca basını... ne de real basını... islam çupi gibi herkesin sevdiği bir yazar çıkartamamıştır.

    siz bakmayın son 20-25 yılda olanlara. galatasaray-fenerbahçe derbisinin, bugünkü haketmediği durumda olmasını tek sebebi; sporla hiçbir alakası olmayan, sadece ekonomik çıkarları için yaşayan kulüp yöneticileridir.

    "lefter'i sevmeyen galatasaraylı, metin'i sevmeyen fenerbahçeli olamaz!"

    dedelerimizin galatasaray-fenerbahçe maçlarını ev sahibi-deplasman ayrımı olmadan bir arada, kolkola izlediğini kimse unutmasın!

    barcelona-real madrid karşılaşması, derbi değildir. çünkü ikisi aynı şehrin takımları değildir. (barcelona derbisi; barcelona-espanyol. madrid derbisi; atletico madrid-real madrid) bu yüzden bu karşılaşmalar, barcelona-real madrid rekabeti olarak adlandırılmalıdır. ama dünya'daki spor karşılaşmaları arasında, çekişme açısından bir sıralama yapılacaksa da... barcelona-real madrid rekabeti, galatasaray-fenerbahçe derbisinden geri kalır.

    çünkü; sporda sıralamalarda, rekabetlerde ve her yerde... üstünlüğü sağlayan nefret değil, sevgidir.
    19 ...
  16. hakan üstünberk

    1.
  17. galatasaray basketbol takımı'ndan, sorumlu yönetici. son yıllarda yöneticilik sıfatıyla hem kadınlarda, hem de erkeklerde galatasaray basketbol takımlarındaki çalışmalarıyla, taraftarın sevgisini kazanmıştır. son olarak taurasi transferinden dolayı, bu sevgi tavan yapmıştır. ünal aysal da bu sevgiyi göz ardı etmiyerek, kendisi ile çalışmaya devam kararı almıştır.
    0 ...
  18. star akademi

    1.
  19. star tv'de yayınlanacak olan, yeni bir müzik yarışması.
    0 ...
  20. yunanistan

    348.
  21. "sabahın köründe geldiler. ilk dağıtılan sular onlarındı. tv de seyretmiştim. yaralı bir kadın, elinde pet şişesiyle ilgililere bağırıyor ve Yunanistan olmasa susuzluktan öleceklerini, yetkililerin nerede olduklarını soruyordu. o sırada bizimkiler, hala şokta ve organizasyon sıfırdı. işte insanlık bu olmalı. acıyı tatlıyı paylaşmak.
    bir de hiç unutamadığım bir sahne vardı. yunan enkaz ekibi, kurtardıkları bir kızın karşısında sevinçten ağlamışlardı. o akan göz yaşları, her şeyi anlatıyordu. harika bir sahneydi."

    17 ağustos depremi ile ilgili olan, yukarıdaki cümlelere dün geceki depremden sonra facebook'ta rastladım.

    deprem dendiğinde, aklıma ilk gelen ülke yunanistan olur. sebebi malum, 17 ağustos... ilk onlar gelmişti yardıma. bizden bile önce geldiklerini, bu yazının ilk cümlelerinden anlamak mümkün. 17 ağustos'un birkaç ay sonrasında, yunanistan'da gerçekleşen depremde, komşuya ilk yardım da bizden gelmişti.

    birkaç ay önce, deprem uzmanı celal şengör'ün, bir konuşmasını dinlemiştim. girit'te ve izmir'de, çok büyük depremler beklediğini söylüyordu. ülke olarak, dün geceye kadar farkında değildik... ama son birkaç haftadır, içinde bulunduğumuz coğrafya küçük de olsa depremlerle sallanıyor.

    19 mayıs 2011. saat: 22.08 girit'te, 4.1 şiddetinde deprem oldu.
    19 mayıs 2011. saat: 23:16 kütahya'da 5.9 şiddetinde deprem oldu.
    19 mayıs 2011. saat: 23.39 girit'te 5.0 şiddetinde deprem oldu.

    sanırım bu, içinde birlikte yaşadığımız coğrafyada, yerin altında da fay hatlarının ortak yaşadığının... veya birbiriyle bağlantılı olduğunun kanıtı.

    bu depremler, herhengi bir dış yardımı gerektirecek büyüklüklerde olmasa da... eğer daha şiddetli ve yıkıcı, büyüklükte olsaydılar... girit'e, ilk yardım edenlerden biri türkiye... kütahya'ya, ilk yardım edenlerden biri yunanistan olurdu.
    2 ...
  22. sinema

    70.
  23. yıl 2011. türkiye'de, sinema salonunun olmadığı 5 tane il var: tunceli, bayburt, şırnak, ardahan, kilis. ( bu sayı 4 sene önce 21'di! )

    türkiye genelinde ise, toplam sinema salonunun sayısı, 400 bile değil! bu sayıyı ülkemizdeki şehir sayısına bölünce, sinemaya olan bakış açımızı daha net anlayabiliriz.

    ülkemizde 30 sene önce, toplam sinema salonu sayısının, 3000'den fazla olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda... günümüzde bu sayının 400'ü bile bulmamasını, her evde bir televizyon olmasına bağlamak ise en korkuncu!

    bu sayının 3000'lerden, 300'lere düşmesinin asıl sebebi; insanların bir araya gelebildiği, sosyalleştiği... her yeri ortadan kaldıran, 12 eylül zihniyetidir.

    özellikle 80'lerden sonra, bir bir yok olmaya başlayan sinema salonlarını sunay akın, dizelerinde şöyle anlatmıştı:

    "artıyor kara çarşaflılar
    yurdumun her köşesinde
    neden olacak
    siyaha boyanıp
    kadınlara giydiriliyor
    yıkılan sinemalardan
    geriye kalan
    onca beyaz
    perde!"

    en dramatiği ise: emek sineması! yıktırmayacağız! o ayrı... ama onca zamandır, kapalı olmasının ayıbı bile, 70 milyona, 70 yıl yeter!

    sinema, sabahları işe giden insanlarda gördüğümüz telaştır...

    sinema, akşamları işten dönen aynı insanlarda, işçi servislerinde gördüğümüz uykudur...

    sinema, bir ağaçta erik çıkması... veya o erik için, çocukların ağaca çıkmasıdır...

    sinema, solucanı yemek için bir kuşun yere konması... veya o kuşa göz koyan kedinin, pusuya yatması... veya o kediyi yakalamak için bir köpeğin, koşmasıdır...

    sinema, yağmurda ıslanmak, güneşte kavrulmak, karlara basarken katur kutur sesler duymaktır...

    sinema, sinagoglu sokaktan geçerken, birbirine karışan çanla ezanı dinlemektir...

    sinema, latince hareket anlamına gelir ki buradan yola çıkarsak...

    ellerimizle, işaret parmaklarımız ve baş parmaklarımızdan 2 sayısını yaparak... o iki tane 2'yi birleştirip, oluşan dikdörtgenden bakmaktır.

    zaten sinema dediğimiz hayattır...

    yarın 19 mayıs... yani çoğumuza tatil...

    yarın birçoğumuz sinemaya gideceğiz... ya bazılarımız?

    yıl 2011. türkiye'de sinema salonunun olmadığı 5 tane il var: tunceli, bayburt, şırnak, ardahan, kilis. ( bu sayı 4 sene önce 21'di )

    sinemaya giden çocukların, hayal gücü gelişir. ya onların?
    0 ...
  24. ergün penbe

    99.
  25. tarih; 17 mayıs 2000... yer; kopenhag... 0-0 bitip penaltılara kalan bir maç...

    her savaşa ordusunun başında çıkan bir imparator; fatih terim... sorar ergün'e:

    _ilk penaltıyı sen çekermisin?

    hiç düşünmeden, her ihtimale hazırlıklı bir asker gibi... ergün, cevap verir:

    _tabi hocam çekerim...

    gerçekten de o an... o ilk penaltıyı, hagi'den sonra kullanabilcek, tek isimdir: ergün penbe!

    ergün, topun başına gelir... bir makina kusursuzluğundaki, sol ayağıyla... topu seaman'ın, soluna bırakır...

    o an ergün ile başlayan filmin devamını, hepimiz biliyoruz zaten...

    ********** ********** ********** ********** ********** ********** **********

    tarih; 17 mayıs 1972... yer; zonguldak... bir aslan'ın doğduğu gün...

    1972'nin 17 mayıs'ında... analar bir aslan daha doğuruyor... o aslan'ın adı da; ergün oluyor!

    ********** ********** ********** ********** ********** ********** **********

    bazı isimler vardır... metin gibi... lefter gibi... hakkı gibi...

    işte bu bazı isimleri, herkes sever!

    çünkü bu bazı isimler, adamdırlar... çünkü bu bazı isimler insandırlar...

    ergün de böyle adamlardan biridir...

    çünkü ergün'ü, herkes sever!

    ********** ********** ********** ********** ********** ********** **********

    tarih; 17 mayıs 2011... yer; istanbul... eski günlerine dönmek isteyen bir takım...

    işte o takım... bugün çok kötü durumda.

    işte o takım... bugün sil baştan, yapmak istiyor.

    işte o takım... bugün 17 mayıs 2000'den ilham alarak, küllerinden doğmak istiyor.

    ********** ********** ********** ********* ********** ********** **********

    hiç şüphesiz... galatasaray'ın, bugünkü durumuna en çok üzülen isimlerden biridir: ergün penbe.

    yine hiç şüphesiz... galatasaray'ı, bugünkü durumundan kurtarabilecek isimlerden biridir: ergün penbe.

    o efsane takımın, yıldızlarından biri olan ergün penbe, bugün 40 yaşına girmiştir.

    doğum günün kutlu olsun, ergün penbe...

    sen gittin gideli... sol tarafımızda birşeyler eksik...
    4 ...
  26. ünal aysal vs aziz yıldırım

    1.
  27. ikisi de çok zengindir.
    ikisi de dünya'nın en köklü kulüplerinin başkanlarıdır.
    birçok ortak yönleri olabileceği gibi... doğal olarak, birçok farklı tarafları da olabilir...
    mesela ünal aysal, galatasaray kürek takımı'nda spor yapmıştır. sporun içinden gelen bir yöneticidir.
    aziz yıldırım ise fenerbahçe'de spor yapmamıştır. sporun içinden gelen bir yönetici değildir.
    4 ...
  28. phan thi kim phuc

    2.
  29. Kim Phuc, 11 Kasım 1996'da Washington DC'de Vietnam savaşı'ndan kurtulan askerlerle birlikte, anma törenine katılmış ve orada bir konuşma yapmıştır:

    "Bugün burada, sizlerle olmaktan çok mutluyum. Bana bu özel günde, sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi ben; Napalm Ateşi'nden kaçan küçük kızım. Şimdi savaştan konuşacak değilim. çünkü tarihi değiştiremem. Sizden sadece savaşın trajedisini, hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların birbirini öldürmelerini, durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum.

    Maddi ve manevi olarak, birçok acı yaşadım. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm. fakat Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi. Eğer bombaları atan pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim.

    Yanıklarım yüzünden, ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünüyordum. ama şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum ve mutlu bir ailem var.

    Sevgili arkadaşlar! inanıyorum ki birgün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar. kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere, barış ve mutluluk sağlamak için hep birlikte çalışmalıyız.

    Bu önemli günün, bir parçası olmamı sağladığınız için, sizlere çok teşekkürler."

    Kim konuşmasını yaptıktan sonra salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kâğıt sıkıştırıp göndereni işaret ettiler. Dönüp adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim'e bakıyordu. Elindeki notu okudu:

    - Kim, o adam benim!

    8 Haziran 1972 günü, Vietnam'da napalm atan uçağın pilotuydu John Plummer. Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, 'o küçük kızın' resmini gazeteden kesip her an cüzdanında taşımıştı.

    Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu.

    (not: bazı insanlar, john plumner'ın o pilot olmadığını, olsa bile konuyu meşhur olmak için, abarttığını iddia etse de... kim phuc'a napalm bombası atan pilotun john plumner, olup olmadığı ancak abd ordusu'nun, kanıtlayabileceği bir ihtimaldir.)
    0 ...
  30. emily samuelson

    1.
  31. gelecek vadeden buz patenci...

    14 mayıs 1990 abd doğumludur. Partneri Evan Bates ile birlikte buz dansında yarışmaktadır. ikili 2009 ABD ikincisi, 2009 Dört Kıta üçüncüsü ve 2008 Dünya Gençler şampiyonudur.

    5 yaşında partneri evan bates, ile buz patenine başladığını göz önünde bulundurursak... bu sporun, ne kadar çok istikrar ve tecrübe isteyen, bir iş olduğunu görürüz. veya "ağaç yaşken eğilir" de diyebiliriz.

    ülkemizde ise tuğba karademir'den ibaret olan buz pateninin, popüler bir spor olduğunu söylemek mümkün değil. bunda ülkemiz koşullarında, pahalı bir spor olması... tesislerin yetersizliği... belediyelerin "sporu futboldan ibaret" sanan bakış açısı... gibi başlıkların etkili olduğunu görürüz.

    ama gerekli ortamlar sağlanırsa... adam gibi tesisler ülkenin her yerine(!) yapılırsa... istikrar-disiplin-azim üçgeninin ortasında çalışanlar olduğunda...

    biz de gelecek vadeden buz patencilere sahip olabiliriz; emily samuelson-evan bates ikilisi gibi...
    0 ...
  32. hakan ünsal

    84.
  33. sevgili dostum hakan... ben bu yazıyı sana yazıyorum...

    galatasaray taraftarı'nın, stad açılışındaki demokratik tepkisini anlayamamandan dolayı... bir yazı kaleme almıştın. o saçma sapan yazını okuduğumda, ilk söylediğim cümle; "herhalde hakan, akp'den milletvekili adayı olacak" olmuştu.

    evet! o yazdığın yazıdan beri, galatasaray taraftarı ile aran bozuk.

    ben bu yazıyı, sana o tepkinin doğru olduğunu söylemek için yazmadım...

    ben bu yazıyı, sana demokrasinin veya demokratik tepkinin, ne olduğunu anlatmak için yazmadım...

    ben bu yazıyı, sana olan kızgınlığımı belirtmek için de yazmadım...

    benim sana bu yazıyı yazmamın tek sebebi; doğum gününü kutlamaktır. o da eski günlerin hatırına...

    biz seni, "glasgow rangers'a sol ayağının dışıyla o harika golü atan hakan" olarak hatırlamak istiyoruz.

    biz seni, yaptığı bindirmelerle hücuma zenginlik kazandıran, o "muhteşem sol bek hakan" olarak hatırlamak istiyoruz.

    biz seni, hırsıyla 90 dakika boyunca, sadece galatasaray için yaşayan "küçük hakan" olarak hatırlamak istiyoruz.

    sen çok iyi bir futbolcuydun hakan. ama şimdi... çok kötü bir yorumcusun.

    sen çok iyi bir futbolcuyken, galatasaray taraftarıydın...

    ama şimdi... çok kötü bir yorumcuyken, neyin taraftarı olduğunu, galatasaray taraftarı'nın stad açılışındaki demokratik tepkisine olan bakışınla gösterdin...

    sana tavsiyem yazarlığı bırak! zaten o işi yapmaya da ihtiyacın yok.

    tekrar sahalara dön. antrenör ol! kramponlarını giy... şortunu giy... çık sahaya! bu sefer oynamak için değil. oynatmak için. istersen yaparsın.

    tekrar doğum günün kutlu olsun...
    1 ...
  34. mercedes benz

    80.
  35. mercedes, motorlu araba üreten ilk markalardan biridir. kurucusu gottlieb daimler'dir. almanya'da 1800'lerin sonunda, üretilmeye başlamıştır. günümüzde de en çok tercih edilen ve güvenilen markalardandır. 100 seneyi aşkın bir süredir var olan bu marka, ilk günkü popülerliğini sürdürmektedir.

    gottlieb daimler, kendisi gibi araba fabrikası olan karl benz ile 1926'da ortak olunca; mercedes-benz markası doğmuştur.

    mercedes ismi ise şuradan gelir:

    1897'de Fransa'nın Nice kenti'nde yaşayan Avusturyalı tüccar ve Avusturya Nice Başkonsolosu Emil Jellinek, Daimler fabrikasını ziyaret ederek bir otomobil satın aldı. Uluslararası finans dünyası ve aristokrasi ile iyi ilişkiler içinde olan Jellinek, Daimler otomobili ile tatillerini geçirdiği fransa'nın sahil şehirlerinde, büyük ilgi topladı.

    Daha sonra Jelinek 1899'da 23 beygir gücünde motorla donatılmış bir Daimler yarış otomobiline büyük kızı Mercedes'in adını vererek, bu araçla Nice'de bir yarışa katıldı ve birinci oldu. Bu başarıdan sonra Jelinek, Daimler fabrikasına ortaklık teklif ederek, 36 otomobil sipariş verdi ve bu araçların "Mercedes" adını taşımalarını şart koştu.

    Emil Jelinek'in elde ettiği satış başarısı üzerine Daimler, 1901 yılından itibaren ürettiği araçları "Mercedes" olarak adlandırmaya karar verdi. Mercedes, ispanyolca konuşulan ülkelerde, çok kullanılan bir kız ismidir. Kelime olarak da "Mars" gezegeninin, ispanyolca adıdır. Lütuf ve zarafet, anlamına da gelmektedir. bu yüzden de mercedes bir kız ismi ise... türkçe karşılığı zarife, lütfiye, nezaket... gibi isimler olabilir.

    23 Haziran 1902'de Mercedes, marka adı olarak tescil edildi. 26 Eylül 1902'den itibaren de kanunlarca koruma altına alındı.
    1 ...
  36. riviera

    2.
  37. yaşanılası yerlerdir. subtropikal ya da tropikal iklime sahip, dengeli imar edilmiş, modern altyapısı olan, doğal güzelliklerini koruyan ve bu özellikleriyle yaz turizminin popüler odaklarını oluşturan sahil şeritlerine verilen ad. türk, fransız, italyan, meksika rivieraları, florida'nın emerald coast bölgesi gibi popüler deniz sahillerinin dışında isviçre ve avusturya'da bulunan göl sahilleri de riviera adıyla anılır.
    türkiye'nin akdeniz sahillerinin muğla ile antalya arasında kalan kısmı türk rivierasını oluşturur.
    5 ...
  38. engelliler haftası

    3.
  39. bugün 12 mayıs. yani engelliler haftası (10-16 mayıs).

    türkiye'de 8.500.000 engelli insan var. klasik tabirle, avrupa'daki bir çok ülke nüfusundan fazla engelli sayımız. hatta 8.500.000 sayısını, ülkemizin nüfusuna bölersek... türkiye'de, her 10 insandan 1'inin engelli olduğunu görürüz!

    peki nerede bu insanlar? nerede bu 8.500.000 kişi?

    birçok turist ülkemize gelince, alışveriş yaparken kazıklanmanın yanında... yollarda hiç engelli göremeyince "bu ülkede engelli sayısı azmış" demek gibi bir ritüele sahiptir.

    avrupa'da, amerika'da, japonya'da... yani çağdaş ülkelerde, engelli olmak demek: birinci sınıf insan olmak demektir.

    maçları sporcularla içiçe, reklam panolarının hemen arkasındaki yerlerinde izlerler. yine tiyatrolarda, sinemalarda kendilerine ayrılan yerleri vardır. ve bunun gibi kamuya açık yerlere girerken, söylememe gerek var mı bilmiyorum ama... hiçbir şekilde kendilerinden ücret talep edilmez.

    alışveriş merkezlerinde, engelli asansörü bulundurmak zorunluluğu... veya her kaldırımın, özel bir rampaya sahip olması şartından, bahsetmiyorum bile... çağdaş ülkelerde, engellilerin hatırı sayılır bir maaşa, bağlandığından bahsetmediğim gibi...

    peki türkiye'de... türkiye'de 8.500.000 engellinin, sabahtan akşama kadar... evde otuduklarını tahmin etmek zor değil. sanırım en acısı da... camdan sokakta yürüyenleri izlemeleri. hem de perde arkasından...

    tabi ki bu noktada, söylenebilecek tek cümle: bu 8.500.000 insanı topluma kazandırmalıyız!

    12 haziranda seçim var. partilerin mitinglerinde, değil engelli görmek... engelli insanlar hakkında, çalışma yapmaktan bahsedildiğini duyan var mı, bilmiyorum. ama ben duymadım.

    bu 8.500.000 kişiyi, topluma kazandırmak için, bir yerden başlamak lazım! metrobüslerde, metrolarda bilet kesilen yerlerde... devlet dairelerinde, masabaşı işlerde... en basitiyle, su-elektrik-doğalgaz tahsilat bürolarında, bilgisayar başında... bu 8.500.000 insandan çalışmayı isteyecek, milyonlarca kişi olduğunu tahmin etmek zor değil.

    her özel işletmede, belli oranda engelli çalıştırmak zorunlu olmalı.

    kaldırımların, yarım metre yüksekliklere erişebildiği güzel ülkemde, engelli olmak gerçekten çok zor! ne kadar empati, yaparsak yapalım... ne kadar kendimizi, bir engellinin yerine koyarsak koyalım... ne kadar konuşursak konuşalım...

    o insanların, o yarım metrelik kaldırımın önüne geldiğinde, hissettiklerini anlayamayız... veya başkası tarafından yemek yedirilmenin, ne demek olduğunu bilemeyiz... veya karşıdan karşıya geçememenin, ne demek olduğunu... veya tuvalete gidememenin, yaşamadan ne demek olduğunu bilemeyiz...

    aslında hatayı en başında, engelli diyerek yapıyoruz. ilk önce o insanlara "sakat" dedik... sonra "özürlü" oldular... şimdi de engelliler... sırada ne var? "mazeretli" mi? veya "raporlu" mu?

    ülke olarak milliyetleri... mezhepleri... kısacası herşeyi... ötekileştirmek, gibi toplumsal bir sıkıntımız var.

    sanırım bu 8.500.000 milyon insanı, her hangi bir sıfat kullanmadan topluma kazandırdığımız gün... muassır medeniyetler seviyesine ulaşarak, onları geçtiğimiz gündür.

    unutmayın! her sağlıklı insan, bir engelli adayıdır.

    hepimizin engelliler haftası kutlu olsun...
    8 ...
  40. hamsiname

    1.
  41. divan edebiyatının son temsilcilerinden hamamizade ihsan'ın, 1928'de yazdığı, içinde hamsi hakkında herşeyi bulabileceğiniz eser.
    0 ...
  42. hamamizade ihsan

    1.
  43. şair. 1885'de Trabzon'da doğdu. Trabzon Rüştiyesini bitirdi. Özel Fransızca ve Mesnevî dersleri aldı. Trabzon'daki okullarda öğretmenlik yaptı. Resmî Trabzon gazetesinde yazarlık yaptı. istanbul'a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Soyadı Kanunundan sonra Hamamoğlu soyadını aldı.1948 yılında istanbul'da öldü.

    ESERLERi: 43 eser yazdı. Hamsinâme, şairin en ünlü eseridir. Şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı ihsân, ilk kez 1928'de yayımlanmıştır.
    0 ...
  44. çirkinsen şansını dene

    1.
  45. acun ılıcalı'nın, eylül ayındaki şarkı yarışması. tamamen ses üzerine. şöyle açıklayayım. jüri sahneyi, dolayısıyla şarkı söyleyen yarışmacıyı göremeyecek şekilde oturuyor. yani sesi güzel olup, yakışıklı olmayan beyefendiler ve çekici olmayan hanımefendiler için iyi bir haber. bir de her jüri üyesi bir yarışmacıyı yönlendirmek, sahne hayatına yetiştirmek için ikna etme çabasında olacak. ama seçim hakkının, yarışmacılara ait olması da olaya başka bir boyut katacak. görülen o ki acun ılıcalı, bu projesiyle de başarılı olacak.
    0 ...
  46. zeynep

    87.
  47. z alimdir gözlerin, süründürür göreni
    e şsizdir yüzün, hapseder farkedeni
    y alancıdır gülmelerin, kandırır herkesi
    n eden bu kadar güzelsin?
    e sir ettin sen beni
    p rangaları eskittim, ellerin beni terkedeli
    5 ...
  48. liderlik

    9.
  49. ben bu yazıyı içimdeki alpaslan dikmen... içimdeki deniz gezmiş... içimdeki mustafa kemal atatürk aşkıyla yazıyorum... ve ortak özellikleri "liderlik" olan bu 3 büyük insana ithaf ediyorum.

    liderlik... bazen içinde sarı-kırmızı aşk olan, milyonlarca yüreği organize etmektir; hiç susmamacasına...

    liderlik... bazen içinde tam bağımsızlık aşkı olan, milyonlarca yürekle filoları denizlere dökmektir; hiç korkmamacasına...

    liderlik... bazen içinde özgürlük aşkı olan, milyonlarca yürekle bitti denen bir milletden ülke kurmaktır, yedi düvele kafa tutmaktır; hiç yılmamacasına...

    alpaslan dikmen, 27 eylül 2008'de geçirdiği trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı. o gün bugündür, ne galatasaray tribünleri, ne de galatasaray spor kulübü'nün yüzü güldü. bugün ali sami yen arena tribünlerindeki, organizasyon bozukluluğu ortada. tribünlerdeki tek yumruk, tek ses olamamak sorununun, galatasaray'ı en kötü günlerinde, daha da tek başına bıraktığı ortada. çünkü; alpaslan gibi bir liderin, taraftarın başında olmadığı ortada!

    deniz gezmiş, 6 mayıs 1972'de aramızdan ayrıldı. bugün 6 mayıs 2011 hıdırellez günü. bundan 39 sene önce bugün, bilinçli olarak hıdırelleze, halkın coşkuyla kutladığı bu bayrama denk getirilmişti; denizlerin katledilmesi. o gün bugündür sol, kendi içinde liderini bulamadı. bir türlü birlik olamadı. bir türlü 6 mayıs 1972'de, düştüğü yerden kalkamadı. çünkü; deniz gibi bir lider, solun başında olmadı!

    mustafa kemal atatürk, 10 kasım 1938'de aramızdan ayrıldı. o gün bugündür, türkiye'de insanlar hiç mutlu olamadı. bir türlü halkın geneli, refaha kavuşamadı. türkiye, hep sömürüldü! ülkeyi yöneten partiler, isimler değişti. ama türkiye'deki insanların, mutsuzluğu hep aynı kaldı! 1938'den beri, bu halkı düşünen olmadı! dolayısıyla halk mutlu olmadı. çünkü; mustafa kemal gibi bir lider, türkiye'nin başında olmadı!

    12 haziranda seçim var. meydanlarda hangi partinin "çağdaş medeniyetler seviyesine yükselmek ve onları geçmek" cümlesinden bahsettiğini duydunuz? cevap; hiçbiri! çünkü; ne erdoğan, ne kılıçdaroğlu, ne de bahçeli sorumlulukların farkında liderler değil. zaten onlar lider değil!

    liderlik demek; başında olduğun toplululuğun her kesimini temsil etmektir. toplumdaki herkesin lideri olmaktır.

    bir liderin, işini iyi yapıp yapmadığını anlamak çok kolaydır. insanlar onu sahipleniyor mu, sahiplenmiyor mu?

    mesela alpaslan dikmen... galatasaray taraftarı'nın başındayken, herkes onun yanında, maçlarda bağırmak için kendini parçalardı. çünkü, galatasaraylıların içinde, bir tane alpaslan dikmen'i sevmeyen yoktu!

    mesela deniz gezmiş... deniz gezmiş, dar ağacındayken bütün solcular, onunla beraber ölmek için kendini parçalardı. çünkü, solcuların içinde, bir tane deniz gezmiş'i sevmeyen yoktu!

    mesela mustafa kemal atatürk... 10 kasım 1938'de dolmabahçe sarayı'ndayken, türkiye'deki herkez onunla beraber hayata veda etmek için kendini parçalardı. çünkü; türkiye cumhuriyeti'nde, bir tane mustafa kemal atatük'ü sevmeyen yoktu!

    ne galatasaray, alpasalan'ın... ne sol, deniz'in... ne de türkiye, mustafa kemal'in yerini dolduramadığı için bugün bu halde.

    çünkü; liderlik nasip olmaz herkese...
    2 ...
  50. graeme souness

    22.
  51. s anma ki unutur bu kalpler seni...
    o yaptığın iş unutulur mu ki?
    u lubatlı olmak nasip olmaz her yiğide!
    n asıl diktiysen o bayrağı, izi hala kadıköy'de.
    e y şanlı iskoç, ey gerçek cesur yürek!
    s en birgün hissedersen kendini yalnız başına tek,
    s akın şunu unutma, yanındadır bu taraftar bedenlerimiz ölene dek.

    ( graeme souness, bu gün 59 yaşına girmiştir. doğum günün kutlu olsun ulubatlı souness! )
    2 ...
  52. nutella

    492.
  53. 90'lı yılların ortaları... benim de çocukluk yıllarım. malum o zamanlar türkiye'de nutella yok!

    televizyonların özel kanallarla yeni tanıştığı zamanlar... aynı zamanda bizim heman, power ranger, tolga abi ile hugo'yu izleyerek güne başlayıp, akşamleyin herkes yatınca sessizce televizyonlu odaya gidip tutti frutti, şifreli olsa da cine 5 ve en unutulmazı kırmızı noktalı filmleri izlediğimiz yıllar.

    gerçekten de bunu, bir ritüel haline getirmiş bir nesildik biz. tabi şimdilerde iki tıkla, internette herşeyi izleyen nesiller bunu kolay kolay kavrayamayabilir. ciddi ciddi planlar yapılırdı. dikkat çekmemek için gece erken yatılır. doğal olarak uyuyor taklidi yapılır. baba, sabah işe gideceği için, zaten uyumak zorundadır. anne desen, o zaten babanın yanındadır. abinin, yarın okulu vardır. küçük kardeş, zaten uyumak zorundadır. kısacası; gece uzun ve televizyon sana kalır...

    o zamanlar bazıları işi sıkı tutar, bir gözü kapıdadır. benim gibi bazıları da rahattır. televizyon izlerken, atıştıracak birşeyler ayarlar. işte benim bu noktadaki tercihim; nutella'dır.

    hepimizin üç aşağı beş yukarı almanya'da, hollanda'da, fransa'da, avrupa'nın bir köşesinde çalışan bir yakını vardır. mesela benim dayım, almanya'da çalışırdı. berlin'deki, türk mahallesi'nde otururdu. şimdilerde emekli oldu.

    dayım, her izinde türkiye'ye geldiğinde bize hediye olarak t-shirtler, pantolonlar, gömlekler, kısacası her türlü giysiden getirirdi. o kadar ki boxerla bile dayımın sayesinde, 90'ların sonunda tanışmıştım. dayımın bize berlin'den getirdiği giysileri, alırken denemek gibi bir şansımız olmadığı için, hemen onları giyip karşısına geçerdik. ilk kez boxerı giyip, "dayı bu dalgayı çok sallandırıyor." dediğimde "onun olayı o zaten." demesini unutamam.

    dayımın bize getirdiği giysilerin, yeri başkaydı. hatta kokusu bile... o kadar orjinal gelirdi ki bana aylarca direnir, anneme yıkatmazdım. ama giysiler bir yana... getirilen çikolatalar bir yana. tobleronelar... milkalar... kinderler... snickerlar... ama en çok nutellalar... saydıklarım o zamanlar türkiye'de olmadığından, bizim için ancak cennette görebileceğimiz nimetlerdi.

    dayımın getirdiği çikolataları, her ısırdığımda... gerçekleşmeyeciğini bile bile "dayı, berlin'e giderken beni de bavula koysana!!" demek, benim çok sevdiğim bir, çocukluk ritüelimdi. o çikolataları yerken, bitmemesi için allah'a yalvarırdım. ama en çok nutella... nutella bambaşkaydı. sırf nutella yüzünden, çocukken "büyüyünce ne olacaksın?" diye sorduklarında... "nutella fabrikasında çalışacağım!!" derdim. göğsümü gere gere...

    biz üç kardeşiz. ben ortancayım. nutella demek; paylaşılamayan demektir. dayım, üçümüzün de nutellaya olan zaafını bildiği için, üçümüze de ayrı ayrı 375 gramlık kavanozlarda getirirdi; bu eşsiz nimeti. nutella, her özelliğiyle beni büyülerdi. o zorlanmadan açılan bembeyaz kapağı... beyaz kapağın altındaki, altın sarısı kağıdı... kavanozun camındaki hiç değişmeyen, bir dilim sürülmüş ekmek...

    ben, nutellayı kesinlikle ekmekle yemem! yiyeni de sevmem! nutellayı ekmekle bebek olanlar yer! çay kaşığıyla da yemem! çay kaşığıyla kızlar yer! erkek adam, nutellasını işaret parmağıyla yer! evet! bu paragraftaki, ünlemli cümlelerimi 11 yaşındayken nasıl kurduysam... şimdi de öyle arkasındayım! altına da her türlü imzamı atarım!

    dayımın getirdiği nutellaları, çabuk bitmesin diye annemle, babama bile vermezdik. abimin de, kardeşimin de, benim de özel saklama yerlerimiz vardı. abim, boyu uzun olduğu için, vitrinin arkasına saklardı. çok uğraşırdım, ama erişemezdim. kardeşim anneme saklatırdı. annem de ucundan biraz yerdi. bense...

    benim nutella aşkım, o kadar büyüktü ki! koynumda saklardım. o yüzden hemen biterdi. "dur bir parmak daha alayım. dur bir parmak daha alayım." derken... sabaha nutella kavanozu cam gibi beyaz, tertemiz olurdu. sabah uyandığımda, yatağımı karıncalar basardı. nutellama gelen karıncalara "nah" yapardım.

    çocukken nutellam bittiğinde, dayımı telefonla arardım... "dayımın gelmesine ne kadar var?" diye takvim yapraklarını sayardım... kardeşimi kandırıp, onun da nutellasını yerdim, ama doymazdım... dayımın getirdiği giysilerden, ona göre olanları abime verirdim. takas olarak, abimin de nutellasını yerdim, doymazdım... halimi görürdü babam. beni, abim ve kardeşimden gizli, bakkala götürürdü. bakkalda onlarca çikolata yerdim, yine de doymazdım... yo... yo... olmuyordu hiçbirşey, nutela'nın yerini tutmuyordu!!!

    ben çocukken, bu koşullarda nutella yerken... şimdiki nesillerin istediği vakit, istediği marketten nutella almasını sindiremiyorum. zaman zaman nutella satışının, müdürü olduğum bir kurum tarafından, devlet tekelinde yapılmasını ciddi ciddi düşünüyorum. her gazete aldığımda, okumaya sarı sayfalarda iş arayarak başlıyorum; "nutella fabrikasına eleman lazım mı?" diye!

    daha fazla dayanamıyacağım. mutfağa gidiyorum.
    3 ...
  54. yağmur

    480.
  55. y eniler toprağı, onunla açar çiçekler...
    a ğlayınca bulutlar, insana benzer...
    ğ ile bir kelimenin başlaması imkansızsa eğer...
    m usluktan su gelir sayesinde coşar akar dereler.
    u ğrayınca her seferinde istanbul, venedik'e döner...
    r azıyız artık derdine, can kaybı olmasın yeter.
    0 ...
  56. finlandiya

    142.
  57. f il yandı ya, cümlesinden gelir adı.
    i ncecik belli, sarışın mavi gözlü kızları.
    n asıl ayrı kalınır onlardan yıllar yılı?
    l imanları vardır, birde yüzülemeyen kıyıları.
    a nlıyoruz ki bundan çok soğuktur orası.
    n e güzeldir helsinki'nin caddeleri, sokakları...
    d nalarında türklük var hepsinin, yapılmaz tartışması.
    i yisi mi türkiye'ye daha çok gelsin insanları.
    y abancıdan, turistten saymayalım onları.
    a çalım kollarımızı, vardır onlarda da kardeş kanı.
    3 ...
  58. nigel de jong

    34.
  59. d emek ona futbolcu imkansız.
    e linde olsa hep çift dalar insafsız.

    j eneffer lopez olsa rakip, geri adım atmaz tabansız.
    o sahada topla oynamaz, çıkmaz maça idmansız.
    n e zaman ki böyle kazmalardan süper ligi arındırırız...
    g üzel ülkemin havaalanlarında şampiyonlar ligi kupasını karşılarız.
    3 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük